Nevzat Tarhan kitaplarından Faith in the Laboratory kitap alıntıları sizlerle…
Faith in the Laboratory Kitap Alıntıları
Biyofizikçilere göre evrene sürekli müdahale eden bir üst bilince ihtiyaç vardır.
Nietzsche, ölümün varlığını sorgulayıp, buna bir cevap bulamadığı için intihar etmiştir
Dr. Herbert Benson beyin MR görüntülemelerinde, dua halindeki kişinin beyninde kompleks aktivitelerin gerçekleştiğini rapor etmiştir. Dua eden kişinin vücut ısısı yükselmektedir. Bedende bir ürpertiyle başlayan uyarılma hissi yaşanmakta, algı gücü keskinleşmekte, bilinç düzeyi ve farkındalık artmaktadır.
Samimiyetin doğmasında en büyük şartlardan birisi dürüstlüktür. Yalan, insanın samimiyetini engeller.
İnsanın bir şeyi güçlü bir duyguyla istemesi, beyne o konu ile ilgili giren bilgilerin kalıcı olması sonucunu doğurur.
Evrende karşılıklılık ilkesi vardır. Hegel diyalektizmi adı verilen tez, antitez ve sentez kavramlarıyla zıtlatın birlikteliğinden bahseder ve aslında onun bu diyalektizmi ahiretin varlığına delil oluşturur. Bu bakış açısıyla değerlendirdiğimizde iyilikle beraber kötülüğünde var olduğunu ve var olması gerektiğini görürüz. Bunun gibi başlangıç ve son, varoluş ve yok oluş gibi zıtların uyumu evrende ilahi iradeyi görünür kılar; zulüm varsa karşılığında adalet de vardır.
Akıllı insan, yalnızca evrende var olan güzelliği görmez; bu güzellikle beraber , onu var edeni de görür. Akıllı insan bir şehre gidip orada güzellikleri seyrettiğinde, ardından bu güzellikleri oluşturan, şehri imar eden kişiyi de tanımak ister. Şehrin sahibi bu bakış açısıyla yaklaşan bir yolcuyu kendisine muhatap olarak kabul eder. Aksi halde yiyip içtikten sonra çekip giden bir yolcuya kıymet vermez.
Zaman dediğimiz şey, iki nokta arasındaki harekettir. Çünkü, dün ve yarın ölüdür. Şu anı yaşasak bile bir saat hatta üç dakika sonrası bile ölüdür.
Amerikalılar, insanın sığınma ihtiyacını Siperde ateist yoktur sözüyle özetlemişlerdir.
Richard Dawkins: Ben şahsen köpek ya da insan gibi kompleks bir canlıyı salt tesadüfün ortaya çıkarabileceğini düşünemiyorum. En akılsız kişi bile böyle bir tesadüf teorisinin işlemeyeceğini bilir. Eğer yaratılış rastgele olsaydı, o zaman gördüğümüz fevkalade karmaşık ve mükemmel formların oluşması mümkün olmazdı. Evrimin kendisinin rastgele bir süreç olduğu fikri son derece gülünçtür.
İnsanın psikolojik ihtiyaçları, arzuları ve hedefleri sınırsız iken, beş duyu ile algılayabildiği ve hükmedebildiği şeyler çok sınırlıdır.
Sinirbilimci Marsel Mesulam insan beyninin % 90’ının duygu, düşünce ve davranış işlemlediğini, beş duyu ile ilgili işlemlerin ise sadece % 10’unu kapladığını söylüyor.
İnsanlık tarihi boyunca, nerede bir topluluk varsa, orada din olmuştur. Bir toplum ayakta kalmak istiyorsa bu, din kurumunun oluşumuna bağlıdır.
ölümden en çok korkanlar, öldükten sonra yaptığı yanlışlıkların hesabını vereceğini bilen kişilerdir.
Yüksek IQ’daki insanların nefsinin tuzakları daha fazladır. Yüksek zekâ düzeyine sahip bir kişi savaş çıkartabilir; eğer bir mühendis ise çalıştığı şirketi dolandırabilir; insanların kendisine hizmet etmesi için onları acımasızca öldürebilir. İnsanın zekâ düzeyi ilerledikçe, tehlike potansiyeli de artar.
Kutsala inanma da bilimsel sabite yani soyut nesneler içerisinde yer almakta ve insanın soyut düşünce dengesi içerisinde, güven sağlamasını kolaylaştırmaktadır. Diğer bir ifade ile adalet, doğruluk, güç bahşeden sınırsız bir kaynak mevcuttur. “Her şeye gücü yeten, her şeyi bilen, gücü sınırsız olan, beni İşiten, kalbimden geçenleri duyabilen, beni benden çok bilen koruyucu bir güç var. Bu güç beni koruyor” diye düşünerek kutsal olana inanan bir insan, ruhunu zihinsel bir sığınağa yerleştirmiş olur ve dinginlik kazanır. Kutsala inanmak insana, doğada kontrol edemediği durumlarda, kendini güçsüz ve yetersiz hissettiği anlarda güven ve teselli verir. Dinin teselli etme gücü de burada devreye girer.
Tanrı Dünyayı Neden Yarattı? Kulluk İ ç 10 Evreni biraz detaylı şekilde ele aldığımızda, dünyanın spi-ritüel, biyolojik, psikolojik ve sosyal bir laboratuvar olduğunu ya da canlı bir sahneye benzediğini görebiliriz. Bu laboratuvar iyilik ve kötülüğün mücadelesini veren insanoğlunun, aktif rol aldığı bir laboratuvardır. Aynı zamanda insan diğer canlılardan farklı olarak laboratuvarı kuran güce kafa tutma özelliğine de sahiptir. Açgözlü, bencil, acımasız olma gibi sonsuz kötülük kapasitesini insanoğluna aşılayan da yine la-boratuvarın sahibidir. Ancak işi tembelliğe taşımadan, labo-ratuvarın sahibini arayıp bulan ve bu merkezde kurallara uygun hareket eden insan, sınavdan sonra laboratuvar sahibinin yanında arınmış ve seçilmiş olarak özel bir yer edinecektir. Demek ki laboratuvarı yaratan, düzeni; liyakat sahiplerini kendine muhatap kabul etme kararı ve iradesi ile kurmuştur. Laboratuvar sahibinin tek istediği, insanların cüzi iradelerini kendisine yaklaşmada kullanmalarıdır. İsyankâr ve kural tanımayan denekleri arındırma periyodundan sonra, teker teker yanına almaya da söz vermektedir. Burada geçerli olan kuralları ve oraya ilişkin yaşayışı anlattığı kitapta, onca imkan içerisinde yaşattığı kişilerden kendisini tanımayanları sonsuza kadar kendinden uzak tutacağını da söylemektedir. “Bana inanın, bana döneceğinizi bilin, laboratuvardaki süreniz dolduğunda sınav sonrası hayatın sürdüğünü kabul edin, iyi şeyler yapın, ben sizi üzmeyeceğim” diyerek ilettiği bu mesajlarda isyan edip pişman olanları bağışlayacağını da bildirmektedir. İyiliklerini ve kötülüklerini terazinin kefesine koyduğunda, iyiliği %51’i geçenleri zahmetsizce yanına alırken; olumlu yanları bu düzeye ulaşmayanları, şayet bir isyan söz konusu değilse, çamura düşmüş ve küflenmiş cevher olarak görüp ateşle, suyla temizleyip, teker teker yanına alacağının da garantisini vermektedir. Yaratıcı, insanların iyilik ve kötülük mücadelelerinde onları özgür bırakarak istisnai biçimde, özel gerekçelerle -ki bunlar mucize ve kerametlerdir- tarihe ve insanlara müdahale etmiştir. Kendisine gönülden ulaşmak isteyenlere gönderdiği yardım da bu kanaldan yerini bulmuştur. Niyetlere çok önem veren Yaratıcı, bütün laboratuvarı RF (radyo frekansı) dalgaları ile yönetmektedir. Yazılım içindeki oyuncular kendi iradeleri ile hareket ettiklerini zannetseler de labo-ratuvar sahibi telsiz ve internet benzeri programlarla her şeye hâkim olmaktadır. Aktörler iyi şeyler yapmak isterlerse onlara güzel şeyler yaptıran, kötü şeyle uğraşanları da bu konuda serbest bırakan Yaratıcı, insanın, sonuçlarını yaşayarak sınavını tamamlamasına müsaade etmektedir.
Evrendeki Sınav Kainattaki sınav; iyilik ile kötülüğün, bilgelikle cehaletin, güzellikle çirkinliğin, aydınlıkla karanlığın, hastalık ile sağlığın, sibernetik denge içerisinde yürüdüğü bir sistemdir. Sistem, gelişimini, kötünün iyiyi bozmaya çalışması, iyinin kötüye karşı savunma geliştirmesi ama sınavdaki amacını unutmamasıyla sağlar. Kötü olan (şeytan), iyiye (insan) çeldirici, baştan çıkarıcı bilgiler ilham eder. İnsan biyolojik potansiyele (nefis) sahiptir. Biyolojik kapasitesini ve varoluş amacını unutmadan yola devam ederse, yolculuk bittiğinde hedefe vardığını görecektirjÇeldiricilerin etkisinde kalıp rotayı şaşırırsa kötülük ve felaket doğabilir. Ayartıcılara karşı çözüm üretemediği durumlarda, laboratuvarı kuran güç sahibinden yardım isteyebilir. Zaten bu büyük güç, özel olan olayların diliyle ona yardım etmektedir. Olayların dilini çözmek ve onu analiz etmek de kişinin yolunu şaşırması ihtimalini zayıflatır. Bu yolda kişi, evrenin yaratıcısının ilan ettiği tebliğleri (kutsal metinler) kontrol eder, onları pusula olarak kullanır. Kutsal metinleri getiren temsilcilerin (peygamberler) yaşayışını model alıp ayartıcılara karşı kendini korumayı başarması da bu yolla mümkündür. Evren laboratuvarında zaman zaman meydana gelen beklenmedik gelişmeleri insan çoğunlukla “felaket” olarak adlandırır. Oysa bunlar sınavın bir parçasıdır. Zira evren insan için “pişme, yanma, olma” laboratuvarıdır. Laboratuvar-da kendini kalıcı hisseden ve sonrasını (ölüm ötesi) düşünmeyen kişi, misafirliğini unutan yolcu gibidir. “Pişme, yanma, olma” demek; acı, elem ve sıkıntı demektir. Varoluşa yönelik sorulardan öte, kendi sorumluluklarını taşımaya çalışan kişi, olgunlaşma periyodunun gereklerini yerine getirir ve isyan etmez. Oysa sınav sorusu denilecek türdeki bu sıkıntılar, tasarımcıya inanmayan kişinin kendisini çok güçsüz ve çaresiz hissetmesine sebep olur. Belki bu aşamada kişi bu sınavı oluşturan ve soruları soran gücü arama ihtiyacını hissedebilir. Soru sormaktan ve cevap arayışından kaçman insan laboratuvar dışına çıkarılıp, kaybedenler bölümüne yerleştirilebilir.
İnsanlık tarihinde savaş hiç bitmemiştir. Oysa hayvanlar arasında kavgadan daha çok yardımlaşma görülür. Mikro organizmalar bitkilerin, bitkiler hayvanların, hayvanlar da insanların eksiklerini tamamlar. Bir timsah veya aslan tok olduğu zaman kimseye saldırmaz. Ama insan şahsi çıkarı için en yakınına bile kötülük etme potansiyeline sahiptir. İçimizde kötücül güçler egemen olduklarında, savaş ve kavga eğilimimiz öne çıkar. İyicil güçlerin hakimiyetinde ise uzlaşma ve barışın üstünlüğü gözlenir. Bu münasebetleiyi yönümüzü geliştiren ahlaki öğretilere, teknoloji çağında daha fazla ihtiyacımız olduğunu görmek gerekir. İslam’daki cihat anlayışına baktığımızda Hz. Muhammed’in öğretilerinde yer alan ”Büyük Cihat ” ın kişinin nefsindeki eğilimlerle savaş ifade etmesi, orijinal bir bakış açısıdır. Diğer yandan onun yaşadığı dönem içerisinde, mesela Mekke’de kaldığı yıllarda hiç savaş olmaması, Medine’ye yakın yerlerde savunma savaşlarının yapılması dikkat çekicidir. Kuran surelerinin -biri hariç- 113 tanesi merhamet vurgusu ile başlamaktadır. Rahmet duygusu ile başlamayan surenin ana temasının, mütecaviz düşmanlarla ilgili ilişkilere temas etmesi manidardır. Fakat İslam medeniyetinin saltanat yıllarında cihatla istibdatın birleşebileceğini düşünenlerin bunu saldırganlıkla ifade ettiklerini görmek mümkündür. Bu da dinin özünden uzaklaşma sebebiyle gerçeklemiştir.
Din kendi bilgilerinin sorgulanmasına karşı çıktığı takdirde, akla ve bilime ters düşer. Hristiyanlığın teslis inancı veya Budizm’in ruh inancı gibi öğretilerini sorgulamaya açmayan dinler, kendilerine şüphe ile bakılmasına mahkumdurlar. Sorgulanmaktan kaçan inanç sistemleri, hayatiyetlerini sürdüremezler. Sınırlarını koruyan din ile bilim ilişkisi insanlığın geleceğini aydınlatacaktır. Bilimin, dinin hayata anlam katma özelliğine, teselli etme gücüne ve ölümden sonrasını açıklama kapasitesine ihtiyacı vardır. Doğru öğretilerle insanlığa yol gösteren bir din, pozitif bilim tarafından test edilmekten çekinmeyecektir.
Zira yanlış bilgi ile doğru hedefe varmaya çalışmak imkansızdır
Sorgulanmayan, bilimsel yöntemlerle test edilmeyen, üzerinde çalışma yapılmamış, akıl yürütme yöntemleri ile incelenmeyen hiçbir inanç sağlam değildir.
Görünmüyor olması onun olmadığını değil, tam aksine şiddetle var olduğunu göstermektedir.
Evren bizim anlayacağımız kadar basit olsaydı, bu bizim evreni anlayamayacak kadar aptal olduğumuzu gösterirdi.
Ilham, insana uzun ve başarısiz araştirmalarin arkasindangelir. Mesela Newton, yer çekimi kanununu kütüphanede iki sene kaldiktan sonra bulmuştur, Bunun gibi Mimar Sinan, mimari tarzını bütün Roma eserlerini gördükten sonra oluşturmuştur.
Beyinle ilgili yeni yapılan çalışmalarda, elektromanyetik uyarı göndererek beyinde saldırganlık, korku gibi duyguların ortaya çıkarılabileceği tespit edilmiş aynı zamanda kişinin haberi olmadan ilettiğiniz titreşimlerle Zaman duygusunun yok edilebildiği de saptanmıştır.
Görmediğim şeye inanamam diyerek aklı görselliğe indirgeyen materyalist yaklaşımın bu indirgemeci bakışı tarihin çöp sepetinde kalmıştır
Evreni bir kitap gibi düşündüğümüzde, pozitif bilimler kitabın mürekkep ve kâğıdı ile ilgilenirken, semavî bilgiler de kitabın anlamını ifade etmektedir
İnancın hakikatine dair sorgulama olmadan o bilginin yaşamı şekillendirmesi çok zordur.
Einstein’ın Tanrı’ya inandığı ama dinler konusunda bilinmezci olduğu söylenmektedir. O da Ben evrenin nasıl yaratıldığı ile ilgileniyorum; neden yaratıldığı ilgi alanım değildir demişti. Hatta buluşlarını Tanrı’nın yerinde olsam evreni nasıl yaratırdım sorusunu sorarak yaptığını söylemiştir.
Nietzshe ölümün varlığını düşünüp bir çare bulamadığından intihar etmiştir
Çok sinirli Öfkeli olan bir insan başka insanların yanından geçtiğinde onları etkilemektedir. Onların da Sinir hücrelerinde benzer değişimlere sebep olmaktadırlar. Şu anda bilimin tam olarak götüremediği manyetik duyulardan bahsedilmektedir
Işıktan daha hızlı psikon denen bir enerjinin varlığına inanılmayan başlandı
Tanrı’nın olmadığını ispat etmedikçe, onu var olarak kabul etmek, insanın lehinedir. Çünkü eğer varsa ve biz onu reddediyorsak bu, Tanrı’ya karşı büyük bir saygısızlık yaptığımızı ve başımızın dertte olduğunu gösterir. Bu durumun tersine dönemsi için, Tanrının varlığını değil, yokluğunu kanıtlamak gerekir.
Şeytani güçlerin karanlığı, Rahmani güçlerin ışığının beslenmesine yaramaktadır.
Evren bizim anlayacağımız kadar basit olsaydı,bu bizim evreni anlamayacak kadar aptal olduğumuzu gösterirdi.
Bilim evrenin nasıl yaratıldığıyla, din neden yaratıldığıyla ilgilenir.
Varlık, neden yaratıldığını düşünene aşikar, nasıl yaratıldığını düşünene ise gizlidir. Yaratıcı’nın gerçekleri, sınırsız gerçeklerdir. Sınırsız olan gerçekler, sınırlı bakışlarla algılanamaz. Sonsuzluk, sınırlı bakışla görülemez.
Sen hayallerin peşinden koşarken, hayatın sessizce senden aldıklarıdır kader.
İnsandaki psikolojik yaralar, ancak insanın taşıdığı inançlarla tedavi edilebilir.
Ben şahsen köpek ya da insan gibi kompleks bir canlıyı salt tesadüfün ortaya çıkarabileceğini düşünemiyorum. En akılsız kişi bile böyle bir tesadüf teorisinin işlemeyeceğini bilir. Eğer yaratılış rastgele olsaydı, o zaman gördüğümüz fevkalade karmaşık ve mükemmel formların oluşması mümkün olmazdı. Evrimin kendisinin rastgele bir süreç olduğu fikri son derece gülünçtür. İnsanların gerçekten bu akıl almayacak saçmalığa inanıp inanmadıklarını merak ediyorum. Darwinizm gerçekten tesadüfleri anlatan bir teori olsaydı işe yaramayacağı; ezici, ses getirici ve kesin biçimde açıktır. Yaratılış, söz konusu donanımların tesadüflerle bir araya gelmiş olamayacağını göstermektedir ve elbette mantıklı hiçbir bilim adamı, bunun aksini söylememiştir.”
tanrı kavramının beyinde şekillendiği doğru olabilir. ama neden bu kavram oluşmaktadır ve inanma isteği doğduğunda beyinde aktif hale geçen kimyasalları açıklamak ne ile mümkün olabilir?
bir insan kendisini hem özgür, hem de yaratıcının varlığına teslim olmuş hissedebilir mi?
Yaratan, kullarını merhameti ile koruyup kollarken, adaletiyle de onlara sınırlar çizer. Egitimdeki sevgi ve disiplin dengesinin teolojideki karşılığı da budur.
Nefs, bir uranyum enerjisi gibidir.Enerji, nefsin olmadığı yerde sönükleşeceği için işe yaramaz.Oysa enerjiyi alıp iyi tarafa yönlendirebilmek, insana dinamizm kazandırır.
Goethe Almanlar için, Da Vinci İtalyanlar için, Aristotales Yunanlılar için ne ise İbn-i Sina da Müslüman Türkler için odur.
Yaratılış bir ağaç ise, şükür de bu ağacın meyvesidir.Şükürsüzlük ikramda bulunanı yalanlamaktır..
İnsan ruhu bir tarlaya benzer.Yabani otlar gibi büyüyen günahlar temizlenir ve güzel tohumlarla yeni mevsime hazırlanırsa rahmet güneşi ve merhamet yağmuru geldiğinde, içimizde güzel çiçekler açmaya başlar.
Akıl insana tapınmaya değer bir Yaratıcı’nın olması gerektiğini söylerken, DNA da insanın kader programını göstermektedir.
Sonuç olarak, materyalist varoluşçuluğun yerini, delile dayalı İlahi varoluşçuluğa terk etmekten başka çaresi kalmamıştır.
Zira inanma , sorgulayarak gerçekleştiğinde kalıcı olur . Akla yatkın ,bilime uygun bir dini öğretiyi onaylamak daha kolaydır.
İnsanlar doğar, büyür, yaşar ve ölürler. Ölümü de doğum
gibi normal kabul ermek beklenen bir davranıştır. Fakat yaşlılar üzerinde yapılan araştırmalara göre insanın yaşının ilerlemesiyle yaşama arzusunun azalmadığı, bilakis arttığı ortaya çıkmıştır.
gibi normal kabul ermek beklenen bir davranıştır. Fakat yaşlılar üzerinde yapılan araştırmalara göre insanın yaşının ilerlemesiyle yaşama arzusunun azalmadığı, bilakis arttığı ortaya çıkmıştır.
Anlamsızlık hastalığının sonucunda insan, kendi varoluşunun tesadüfi ve manasız olduğunu düşünmeye başladı. Varlığının sebebinin kendi olduğunu düşünen insan
ise, zamanla kendini yüceltmeye başladı. Zira insan, herhangi bir şeyi kutsallaştırma eğilimindedir. Maddiyatın mutluluk için yeterli olmadığını gören insan, kendisine odaklandığı için, bencilleşmeye ve kendisini dünyanın merkezi olarak görmeye başladı; her şeye farklı anlamlar katmaya çalıştı,
doğru manayı bulamayınca da kendince yeni/yanlış anlarrılar türetti. İsteklerini yerine getirmeyi her şeyin önünde tutmaya başladı. Anlamsızlığın ortaya çıktığı toplumlar, kaosa
sürüklenerek ortak değerler yok olmaya başladı; bu ise anlamsızlığa sebep oldu. Anlamsızlık hastalığı insanı amaçsızlığa, bu da kişiyi mutsuzluğa sürükledi.
ise, zamanla kendini yüceltmeye başladı. Zira insan, herhangi bir şeyi kutsallaştırma eğilimindedir. Maddiyatın mutluluk için yeterli olmadığını gören insan, kendisine odaklandığı için, bencilleşmeye ve kendisini dünyanın merkezi olarak görmeye başladı; her şeye farklı anlamlar katmaya çalıştı,
doğru manayı bulamayınca da kendince yeni/yanlış anlarrılar türetti. İsteklerini yerine getirmeyi her şeyin önünde tutmaya başladı. Anlamsızlığın ortaya çıktığı toplumlar, kaosa
sürüklenerek ortak değerler yok olmaya başladı; bu ise anlamsızlığa sebep oldu. Anlamsızlık hastalığı insanı amaçsızlığa, bu da kişiyi mutsuzluğa sürükledi.
İnsandaki bütün bilgiler, bir bilgisayarın hard diski
gibi, uzun bellekte mevcuttur. Bu konuda literatüre girmiş
şöyle bir vakıa vardır: Trafik kazası geçiren bir insanın başında bulunan meraklı bir nörolog, hasta koma halindeyken
onunla uzun uzun konuşup, bütün konuştuklarını kaydetmiş; hastası koroaclan çıktıktan sonra ona konuşmalarının
kaydını dinletmiştir. Kayıtlarda İtalyanca konuştuğunu duyan hasta, İtalyanca bilmediğini söylemiştir. Bu bilgiye, ilk
önce kendi düşüncelerine delil oluşturacağını düşünen reenkarnasyoncular sahip çıkmışlardır. Ancak hastanın geçmişi
araşnrıldığında, babasının diplomat olduğu ve İtalya’da kaldıkları çocukluk yıllarında kendisiyle İtalyan bir bakıcının
ilgilendiği ve bakıcının kimi zaman çocukla İtalyanca konuştuğu ortaya çıkmıştır.
gibi, uzun bellekte mevcuttur. Bu konuda literatüre girmiş
şöyle bir vakıa vardır: Trafik kazası geçiren bir insanın başında bulunan meraklı bir nörolog, hasta koma halindeyken
onunla uzun uzun konuşup, bütün konuştuklarını kaydetmiş; hastası koroaclan çıktıktan sonra ona konuşmalarının
kaydını dinletmiştir. Kayıtlarda İtalyanca konuştuğunu duyan hasta, İtalyanca bilmediğini söylemiştir. Bu bilgiye, ilk
önce kendi düşüncelerine delil oluşturacağını düşünen reenkarnasyoncular sahip çıkmışlardır. Ancak hastanın geçmişi
araşnrıldığında, babasının diplomat olduğu ve İtalya’da kaldıkları çocukluk yıllarında kendisiyle İtalyan bir bakıcının
ilgilendiği ve bakıcının kimi zaman çocukla İtalyanca konuştuğu ortaya çıkmıştır.
İnsanın zeka düzeyi ilerledikçe, tehlike potansiyeli de artar.
Bir şeyin değerini belirleyen onun maddesel yapısı değil, amaca uygun olup olmamasıdır.
Böylelikle insanı biyolojinin dışında da düşünmenin imkansız olduğu ortaya çıkmaktadır.
‘Aklın üzerinde irade,iradenin üzerinde ruh,ruhun üzerinde ise bilinç vardır. İrade bilincin elindedir.’
‘Nefis,insan için yetinilmesi düşünülmeyecek en alt basamaktır.’
‘Beyin enerji ve bilgiyi içeren kapalı bir sistem değil;soyut düşünce,semboller ve anlamlar üreten açık bir sistemdir.’
Dünyanın yaradılış gayesi nedir?
İnsanı insan yapan özelliklerin başında kendisini, hayatı, yaratılanları sorgulayabilme ve cevaba ulaşma özelliği vardır.
Şeytanî güçlerin karanlığı , Rahmâní güçlerin ışığının beslenmesine yaramaktadır.
İbadet ve duanın insana verilen peşin bir ücreti vardır : Yalnız olmadığını hissetmek .
Evren bizim anlayacağımız kadar basit olsaydı, bu bizim evreni anlayamayacak kadar aptal olduğumuzu gösterirdi.
Zira inanma, sorgulayarak gerçekleştiğinde kalıcı olur. Akla yatkın, bilime uygun bir dini öğretiyi onaylamak daha kolaydır. Ayrıca yalanlar üzerine kurulu bir din anlayışına karşı çıkmak, ilahi hedefe de uyar.