Hikmet Anıl Öztekin kitaplarından Eyvallah Seyyah kitap alıntıları sizlerle…
Eyvallah Seyyah Kitap Alıntıları
🍂Yolumuz beklemekten ve sabretmekten geçer.
Bir yol varsa gönüllere,
Bir bu yolu edep ve haya bildik.
Yolların evvelini de, ahirini de edep bildik
Ve kadın sevdikçe güzelleşiyor.
Bize samimiyet lazım. Samimi niyet. Dili süslü yüreği paslı insanlar değil.
Bizlerin talihsiz bir devirde dünyada oluşumuzu şanssızlık olarak görmekten ziyade, zor sınavın mükafatının da ne kadar büyük olacağını bilmeye ihtiyacımız var.
Kimseye konuşamadıklarını rüzgâra fısıldıyor insan bazen.
Kimsenin anlamadığı derdimi kelimelere saklayıp söylüyorum:
Elhamdülillah, Eyvallah
Kitapları, yağmuru, çayı ve şiirleri neden bu kadar çok seviyorsunuz diyorlar. İnsanları iyi tanıyoruz, ondandır diyoruz
Penceremden dışarı bakıyorum. Yirmi milyon insan. Koca bir şehir. Böyle bir kalabalıkta insan tek başına kalabilir mi? Öyle yalnızım ki, öyle bir dert var ki anlatamadığım. Derdimi anlayabilecek birine öyle bir sarılasım var ki.
Ve kadın sevildikçe güzelleşir
Sabreyle Nice kapılar açılır, hiç beklemediğinde
Ve bağırdı annem, Tam kapıdan çıkarken; Yüreğini ört..! -insanlar soğuk,üşürsün .
Fesleğen’ imi öyle severken, nasıl olur da bu sevgiyi bana verene düşmem ki, nasıl olur da Fesleğen’i bana sevdireni sevmem ki?
Sonra unuttuk işte.
Yaşamayı unuttuk, nefes almayı unuttuk
ve bir gün geldi sevmeyi de unuttuk biz
Belki de her şey sevmeyi unutmakla başladı.
Evet sevmeyi unuttuk biz.
Bugünlerde herkes sinirli
Herkes kavgalı, gürültülü.
Kalabalıklar çekip gittiğinde değil,sadece biri gittiğinde ölür insan yalnızlıktan.
Artık kelimelerimizin sesi kısılmıştır. Hiçbir ses yetmez içimizi teskin etmeye, derdimizi yüklenmeye. Eyvallah hem bir kabulleniş, hem bir razı olmadır aslında. Kabullenmenin ötesinde rıza göstermedir Allah’a.
Sonra unuttuk işte.
Yaşamayı unuttuk, nefes almayı unuttuk,
ve bir gün geldi sevmeyi de unuttuk biz
“Kurgular dolu bir kitabın içine hapsolmuş gibiyim.”
Sadece sabırla çalışmak tahammül etmekten başka bir şey değil İnsan sevdiğine tahammül etmez, bilgisiyle ve adanmışlığıyla onu hayatına katar.
Şunu fark ettim ki insan üzüldüğünde yalnızlaşıyor, kötü hissediyor. Kötü hissedince tek başına ağlamak gibi büyük bir yükün altına giriyor.
En aşk halimsin..
Gönlüme gelişine sevmenin manasını yüklediğim yârim,
Sevdiğim..
Eyvallahım..
Günbegün sevda yüklü dualar bırakıyorum satırlarıma..
Eminim ki ulaşıyorlar sol yanına..
Gönlüme gelişine sevmenin manasını yüklediğim yârim,
Sevdiğim..
Eyvallahım..
Günbegün sevda yüklü dualar bırakıyorum satırlarıma..
Eminim ki ulaşıyorlar sol yanına..
ve bir gün tertemiz bir çift el çıkıp gelecek,
ettiğimiz tüm dualara birlikte amin diyeceğiz
Ve kadın sevildikçe güzelleşir
papatyaları seviyor muydu hâlâ, verdiğim kitapları okumuş muydu, sevmiş miydi acaba ?..
Gelmeyen biri özlenir mi hiç? Belki de en çok onlar özlenir, ne bileyim..
Huzur nerede, adres arıyoruz!
İnsanın saklısı olmalı.
Onu özel yapan değerleri olmalı.
Herkesin bir şarkısı, bir şiiri olmalı.
Bir gün sevdiği çıkıp geldiğinde, Ona anlatacağı bir şeyleri olmalı
Sonra unuttuk işte.
Yaşamayı unuttuk, nefes almayı unuttuk, ve bir gün geldi sevmeyi de unuttuk biz
Belki de her şey sevmeyi unutmakla başladı.
Evet, sevmeyi unuttuk biz.
Bugünlerde herkes sinirli
Herkes kavgalı, gürültülü.
Neye sahip olduğunu bilmek belki de bela oluyordu başımıza. Başka şeyleri bildikçe karşımızdakine ulaşmak güçleşiyordu.
Ah, bu dünya dedikleri mana ve maddeden oluşur. Bunların arasındaki fark şudur : Mana önce hoş gelmez, tattıkça hoş gelir. Hiç sıkılmazsın. Madde ise önce hoş gelir, tattıkça hoş gelmez. Sıkar.
Peki, ya kitaplar olmasaydı?
Sensizlik de bir eylemdi..
Sonrası mı ? Hep hasret
Biraz kirli olunca ayaklarımız bile çekinip sokamadığımız suları içimize sokmuşuz. İnsanların çoğu su. Kendimizi kirletmeye çekinmiyoruz, içimizdeki kirlenen sulardan iğrenmiyoruz. Halbuki kötülük,kavga ve nefret dolu içimizdeki denizler.
Sevmem gereken şey ‘biri’ değildi, yürümekti. İnandığım yolda, hiç bitmeyecek yolda, en güzel yolda. Karşıma çıkacaklara takılıp durduğum an ilerleyemezdim. İnanarak hiç durmadan yürümeye devam edecektim. Bir gün en sevdiğim benden gitse de ben yolumdan ayrılmayacaktım.
Hayat bir arayış, hem de sürekli. Sürekli olduğu kadar da bilinmeyen. Bazen ümitli, bazen de ümitsiz. Bazen yavaş yavaş, bazen hırçın bir dalga gibi duvarlara çarpa çarpa
Kimse bulunduğu durumdan memnun değil. Malı, makamı olsun olmasın herkes arıyor. Zenginler, fakirler, güçlüler,
güçsüzler, iyiler, kötüler. İnsanlar arıyor. Ama neyi? Bilmiyoruz. Çünkü bulduğumuz her şeyde, ulaştığımız her yerde
aradığımızın o olmadığı ortaya çıkıyor. Tatmin olmuyoruz.
Heyecan, ulaşana kadar sürüyor. Ulaşınca da sönüyor. Yeniden başka bir şeyi aramaya başlıyoruz. Sanki içimizde bir kara delik var. Bütün finaller sıkıcı, bütün elde etmeler sıradan gibi. Ona yürürkenki heyecanı hiçbir sahip olma durumu karşılamıyor. Kendimize dediğimiz gibi: İşte bu,
bu kişiyle birlikte olursam her şey yoluna girecek ” “Evet, müdür olmak benim için bir dönüm noktası Şu dersi bir vereyim, önümde hiçbir engel kalmayacak ” “Bıktım
bunların bana karışmasından, eve çıkayım, hayata yeniden başlayacağım
İçimizde ciddi bir boşluk var ve bunu doldurmak için arayıp duruyoruz. Bir hastalık gibi. Bir salgın gibi. Doğuştan herkesin sahip olduğu bir içgüdü gibi. Ve hiçbir şey bize doyum
yaşatamayacak gibi. Aramaktan sıkılmamamızın sebebi de
hiç boş kalmıyoruz, sürekli önümüze yeni bir şey geliyor ve onu aramaya başlıyoruz.
Annem şaka olsun diye Karısının esanslarından damlatıyordur. demişti de Yok artık! diye çıkışmıştı babam. Kavga edecek yer arar gibiydi hep kendine Özellikle de son zamanlarında. Sanki bizim suçumuzdu ciğerlerini kemiren habis. Biz musallat etmiştik sanki bu hastalığı üzerine. Suçlar gibi, acısını bizden çıkarmak arzusuyla öfke içinde saldırırdı etrafındaki herkese. Sözleriyle yaralar, çektiği acıyla dayanılmaz bir suçluluk hissi aktarırdı karşısındakine. Keşke o değil de ben hasta olsaydım. derdi annem maruz kaldığı bu duygusal baskılara dayanamaz olduğunda.
Babam ne vakit Ben hayatımı sizin için feda ettim. dese, doğduğuma bile pişman olurdum. Dünyaya gelmemiş olsaydım belki daha sağlıklı, mutlu, huzur dolu bir hayatı olurdu babamın diye düşünürdüm. Annemle gül gibi geçinir giderler, çocuk büyütme kaygısıyla kendilerinden hiçbir şeyi feda etmek zorunda kalmazlardı böylece.
yüzmeyi unutmuş bir balık gibi vurmuşum karaya..
Herkes bir gün mutlaka gider diyordu.
Her şey mutlaka bir gün biter. demişti.
Böyle hüzünlü bir başına insanları incitmeyi, kırmayı çok seviyor insanlar. Başıma gelen her şeye eyvallah çekiyorum bu günlerde. Olsun diyorum, ince düşünen insanlar incinir hep.
Herkes bir gün mutlaka gider, her şey bir gün mutlaka biter. demişti Fesleğen bir defasında. İnsan birini severken duymak isteyeceği son kelimeler gitmek, bitmek olurdu sanırım. Hele ki bunları sevdiğinden duymak hiç yaratılmamış bir an olmalıydı. Ne gereği vardı gitmenin, bitmenin, güneş ve dünya durabilirdi buna alışabilirdik ama sevdiğinden ayrılmak bir aşığın başına gelebilecek en büyük felaketti.
Unutmak ne güzel diye düşündüm bir an. Niethzsche’nin de dediği gibi, unutan iyileşirdi sahiden. Ne kavgam kalmıştı geçmişimle ne de bağışlayamadığım birileri
‘İnsanın sevdiğini araması, onu beklemesi ve onu yaşaması Sevmeyene anlatılacak türden değildi.’
‘Eyvallah bir gönül terbiyesidir çünkü, eskiyemez. Eyvallah, kabuldür, tahammüldür, sabırdır. Sana uymasada olana duyduğun saygıdır. Eyvallah, selamdır, sebattır, şükürdür. Karın tokluğudur, memnuniyettir, hoşgörüdür, her şeye rağmendir. Eyvallah, hasrete de kapı açmaktır, kavuşmaya da Gidişlere de selamdır, gelişleri de Olana da şükürdür, olmayana da ‘
‘Ve şunu anladım ki insan birini sevince yaşamaya başlar ve o gidince de nasıl yaşayacağını bulmaya çalışırmış.’
‘Severim yürümeyi Yürümek bir yere varmak değildir benim için. Bir yerden uzaklaşmaktır daha çok Ama kendinden, ama acından, ama geçinemediğin her şeyden adım adım uzaklaşmaktır.’
‘Öyle ya herkes yüreği kadar sevebilir bu dünyada ‘
Bilirsiniz erkekler ağlamaz derler. Lütfen onlara ağlamanın cinsiyet meselesi değil, insanlık meselesi olduğunu söyleyin
Nasihat toplumunda büyüdük. Sözlerin model olduğu lakin davranışların eksik kaldığı bir toplumda.
Eskiden bilen konuşurdu, konuşmalıydı. Oysaki bu aralar bilen değil, konuşma eylemini alışkanlık edenler konuşuyor. Herkesin her şeye bir cevabı var.
Herkese saygı duyuyorum ama kitap okumayanları sevemiyorum. Sevmediğim şey kitap okumaması değil, okumamaktan kaynaklanan birtakım tutumları ya da düşünceleriydi. Aslında bir insanın kitap okumaması kendisinden çok çevresine zarar veriyordu.
Kurgular dolu bir kitabın içine hapsolmuş gibiyim. Yazarın insafına kalmış hayatım.
Gitmeye niyetli ama gidemeyen biri olarak, gitmek nedir bilmeyenlerin arasında kaldık öylece.
Peki, ya kitaplar olmasaydı? Nereden anlayacaktık yitirdiklerimizi?
insanın ihtiyacı olan şey mükemmel biri değil, kendisine ayna olacak o kişidir
Çok sevmek de, özlemek de hep olsun
Ama en çok sevmek Allah için olsun
Mühür ettik zaten kalbimize bu sözü. Artık ne gelse cevabımız belli, ne gitse ona da cevabımız belli. Küstürseler de, hakkımızı yeseler de, kırsalar da, incitseler de, gelirim deyip gelmeseler de, hepsine eyvallah –
Hangi duam o saati kurup karşılaştırdı bizi bilmiyorum
İnsanın içine kelebeklerin dolması ne demekmiş o vakit anladım
Bir fesleğen kokusunda anladım bir duanın kabuluymuşsun onu anladım
İnsan hep gidenleri özler. Bırakıp gidenleri. Gerisinde kocaman bir boşluk bırakanları. Anılarıyla acıtanları, kendisinden alıp gittikleriyle yakanları çok özler.
Ve bazen de hiç gelmeyenleri özler. Gelmeyen biri özlenir mi hiç? Belki de en çok onlar özlenir, ne bileyim?
Hâlâ çayı sessizliğe demletenler varya içimizde hepsine Eyvallah!
Sabret, Allah için sabret..
Davranışlardan sızan bu soğukluk, bu yapmacıklık uzak tutuyor beni insanlardan.
Bırak artık o şemsiyeyi,
Belki bu ıslandığın son yağmur !
Derdimize eyvallah da, vakti gelecek mi tebessümün de?
Hüznümüze de tebessüm ederiz biz eyvallah da,
Sıra gelecek mi yârin yüzünü görmeye de?
Gönlüme gelişine sevmenin manasını yüklediğim yârim,
Sevdiğim..
Eyvallahım..
Günbegün sevda yüklü dualar bırakıyorum satırlarıma..
Eminim ki ulaşıyorlar sol yanına..
Ve onlar bize ağlama dedikçe, salya sümük ağlayasımız geliyor..
Belki güzdeyiz, ondandır hüznün yapraklarımızı dökmesi,
Sabredip güçlenmemiz, şükretmemiz için selam vermiştir bize.
Sevmenin anlamı ne kadarsa, işte o kadarını üzerimde taşıyorum. Tanımı nedir sevmenin, bilmiyorum ama yapabildiğim kadar yapıyorum. Bir dalga gibi ancak kâğıtlara vurabiliyor sözlerim. Nakış nakış ismini, kokunu işliyorum kâğıtlara..