İçeriğe geç

Evrim Kuramı ve Mekanizmaları Kitap Alıntıları – Çağrı Mert Bakırcı

Çağrı Mert Bakırcı kitaplarından Evrim Kuramı ve Mekanizmaları kitap alıntıları sizlerle…

Evrim Kuramı ve Mekanizmaları Kitap Alıntıları

Bana kalırsa doğada her şeyin bilimsel bir açıklaması vardır.Henüz keşfedilmemiş olabilir, çok karmaşık gibi görünebilir ama öyle ya da böyle, her şeyin somut bir açıklaması yapılabilecektir.
Doğa değişir. Kayalar değişir, dağlar değişir, denizler değişir, okyanuslar değişir, hava değişir, her şey değişir. Daha da önemlisi, canlılar değişir.
20) Türlerin evrimsel değişimleri, her zaman ve mutlaka enerji dengesi üzerine kuruludur.
Bunlar, elbette ki evrimin tamamını anlamaya yeterli olmaktan çok uzaktır; ancak yine de kafalarımıza yerleştirilen temel yanlışları çözmek için önemli birer adım olacaklardır diye düşünüyorum. Unutmayın ki her bir maddenin detaylı açıklaması, kitabımın içerisinde bulunmaktadır, dolayısıyla bilgi almak için ilgili kısımlara yeniden gidebilir ve buraları okuyabilirsiniz.
19) Evrimsel değişimler, farklı Evrimsel Mekanizmaların birbirine bağımlı etkisi sonucu oluşmaktadır. Dolayısıyla evrimsel süreçleri, farklı Evrimsel Mekanizmaların bağımsız etkilerinden ayrı olarak düşünmek mümkün değildir. Bir türün evrimi, hiçbir zaman tek bir mekanizma açısından değerlendirilemez!
18) Dünya üzerindeki bütün türlerin ortak iki adet biyolojik amacı bulunmaktadır: hayatta kalmak ve üremek.
17) Genetik çeşitliliğin ve Doğal Seçilim’in varlığını kabul eden biri, otomatik olarak evrimsel değişimlerin varlığını kabul etmek durumundadır. Çünkü sadece bu ikisi aracılığıyla bile evrimsel değişimler sağlanabilir, kaldı ki diğer onlarca mekanizmanın varlığı unutulmamalıdır.
16) Canlılık tarihinde olan bir değişimin, gelişen bir yapının, evrimleşen bir özelliğin nasıl olabildiğini anlamıyor olmamız, bu özelliklerin evrimsel süreçlerle var olmadığı anlamına gelmez. Olsa olsa, bizim bu konudaki bilgisizliğimizi veya konu hakkında yeterli bilimsel araştırmanın yürütülmediği anlamına gelir.
15) Evrim Kuramı olarak isimlendirdiğimiz kuramlar bütünü, sadece “Darwin’in Doğal Seçilim’e Bağlı Meydana Gelen Değişim Teorisi” ile sınırlı değildir. Darwin’den sonra gelen birçok büyük bilim insanı, doğadaki evrimsel değişim gerçeğine açıklamalar getiren farklı evrim teorileri ileri sürmüştür ve bunlar da, Darwin’in Teorisi gibi son derece önemlidir.
14) Bir canlının içerisinde bulunduğu çevre, onun istek ve arzularından bağımsız olarak, her zaman ve genellikle kaotik (karmaşık) bir şekilde değişir.
13) Fiziksel ve genetik yapılarıyla bir bütün olarak organizmalar (canlılar), çevrelerinden bağımsız olarak düşünülemez!
10) Modern (Evrimsel, Filogenetik) tür tanımına göre, bir türün diğerlerinden ayırt edilebilmesi için, türün evrimsel (filogenetik) geçmişiyle birlikte biyolojik, ekolojik, morfolojik, anatomik, fizyolojik ve genetik geçmişine bakmak gereklidir. Yani modern bilimde, sadece iki canlının birbiriyle çiftleşip çiftleşememesine bakılarak tür tanımı yapılamaz!
9) Genetik çeşitliliği sağlayan tek mekanizma Mutasyonlar değildir! Mutasyonlar, Evrim Mekanizmalarının sadece ufak bir kısmıdır, onlarcasından yalnızca biridir.
8) Canlılardaki evrimsel değişimlerin hammaddesi, genetik malzemedeki sürekli ve durdurulamaz değişimdir. Evrim’in Çeşitlilik Mekanizmaları, Evrim’in Seçilim Mekanizmalarının çalışabileceği bir alan, bir çeşitlilik yaratır. Çeşitlilik olmaksızın seçilim düşünülemez.
7) Mutasyonların büyük bir kısmı ne yararlıdır ne de zararlıdır; mutasyonların çok büyük bir kısmı etkisizdir (nötrdür).
6) Bireyde meydana gelen genetik değişimler, evrimsel değişimler değildir! Bunlar, çoğunlukla kalıtımsal olmayan, geçici değişimlerdir (modifikasyon). Üstelik, bir bireyin genlerindeki her değişim evrime neden olmaz! Bu değişimleri, yalnızca Evrimsel Seçilim Mekanizmalarının üzerinde işleyebileceği genetik çeşitliliğe katkı sağlarlar. Evrimin olabilmesi için, popülasyon içerisindeki bu çeşitliliğin seçilmesi veya elenmesi gerekmektedir!
5) Evrim, hiçbir zaman tek bir bireyde meydana gelmez, nesiller içerisinde meydana gelen değişimdir! Evrimden söz edebilmek için mutlaka, en azından 1 neslin geçmesi gerekir.
4) Doğada her şeyin bilimsel bir açıklaması vardır.
3) Bir kuramı tamamıyla çürütmek/yanlışlamak istiyorsanız, o kuramın dayandığı doğa gerçeklerini teoriye bağlayan, test edilmiş hipotezlerin her birini, tek tek çürütmeniz/yanlışlamanız gerekmektedir; yani gerçekler ile teori arasındaki bağı/köprüleri kırmanız gerekmektedir.
20 maddelik değişim noktaları listesini burada tekrar sunacağım. Bunları bağımsız olarak da okuduğunuzda göreceksiniz ki, esasında bu 20 madde, evrimin tam olarak anlaşılabilmesi ve en temel hatalara düşülmemesi için kavranması gereken önemli noktalardır:
Evrim gerçeğinin fark edilmesinin, neredeyse bilim kadar eski bir tarihi vardır. Antik Yunan’da oldukça yüzeysel bir şekilde fark edilen bu gerçeğin, öncelikle çeşitli coğrafyalardan bilim insanlarınca daha belirgin tanımlarla önü açılmış, sonrasında, 1859 yılında Charles Robert Darwin sayesinde büyük ölçekte tanımlanmıştır. Bundan sonra ise, 150 yılı aşkın bir süredir, bu bilim dalı hatalarından ayıklanmakta, geliştirilmekte, güçlendirilmektedir. Bu sebeple, kitabımdaki örneklerden de anlamış olacağınız gibi, Evrim Kuramı’nı yalnızca Darwin ile özdeşleştirmek, yapılabilecek en büyük hatalardan biri olacaktır.
Evrim Ağacı, sadece sıradan bir bilim imgesi değildir. Aynı zamanda, felsefemizi, hayata bakışımızı ve hayatın kendisini algılayışımızı değiştirmiş bir ağaçtır.
Burada, bireyin evrimsel uyumluluk kabiliyetini belirleyen doğrudan uyum başarısı (direct fitness) yerine, kapsayıcı uyum başarısı (inclusive fitness) kavramı geliştirilmiştir. Bu kavram dâhilinde, sadece bireyin evrimsel başarısı değil, aynı zamanda akrabalarının bireye bağlı olan evrimsel başarıları da değerlendirilir. Bu, Evrimsel Biyoloji’nin doğayı kavramamıza yaptığı devasa katkılardan bir diğeridir.
Sherman ve arkadaşlarının yaptıkları bu keşif, çok net bir şekilde Akraba Seçilimi’ni, yani bir nevi “akrabaları kayırma ve destekleme ilkesi”ni ortaya koydu. Sonrasında, diğer canlılar üzerinde yapılan incelemelerin de aynı sonuçları vermesi, Akraba Seçilimi’nin bir Evrim Mekanizması olduğunu gösterdi.
Buradaki “r” ifadesi, tür içerisindeki bir bireyin, bir diğerine olan genetik yakınlığıdır.
Yani “akrabalık ilişkisi”dir. Bunu matematiksel olarak ifade etmek için, kesirli bazı sayılar kullanırız. Örneğin, yukarıdaki Hamilton İlkesi içerisinde, ikizlerin genetik yakınlığı 1, iki öz kardeşin genetik yakınlığı , yani 0.5 olarak ifade edilir ve bu değer ebeveyn-yavru ilişkisi için de aynıdır. Büyükbaba ve büyükannelerin torunları ile olan genetik yakınlığı, amcalar ve teyzelerin yeğenleriyle olan genetik yakınlığı , yani 0.25 ile ifade edilir. Kuzenler ise , yani 0.125 yakınlıktadır (kuzenlerle ilgili daha detaylı analizler de mevcuttur). Görüleceği gibi akrabalık ilişkisi uzaklaştıkça, “r” çarpanı da küçülmektedir.
Doğanın türler üzerinde dikte ettiğini, matematiksel bir şekilde izah ederiz, birbirimize aktarır, analiz ederiz. Zaten matematik de bunun için vardır. Peki bu denklem bize ne anlatır?
Basit, yalın, sade… İki kavramın matematiksel çarpımı, bir üçüncüsünden büyük ise, fedakârca (altruistik) yaklaşmak evrimsel açıdan avantajlıdır; küçük ise, dezavantajlıdır.
Örneğin fillerde ve aslanlar gibi birçok kedigilde, aile yapısı çok önemlidir. Benzer bir şekilde, en yakın yaşayan kuzenlerimiz olan şempanzeler ve bonobolarda, ilginç aile yapılarına rastlarız. Kimisinde aile bağları sıkıdır, kimisinde daha gevşektir. Üstelik aynı türün içerisindeki ailelerde bile, birbirinden farklı bağlılık seviyeleri görürüz.
Doğadaki türlerde kimi zaman aileler olabildiği gibi, kimi zaman bireyler tek başlarına yaşarlar. Fakat hayvanların büyük çoğunluğunda, öyle veya böyle bir aile kavramının olduğunu görürüz.
Güneş, yarı kurak bölgeyi yavaş yavaş ısıtmaya başladığında, türler de yeni bir güne başlamanın telaşıyla hareketlenmişti. Bu türlerden biri, bir Homo sapiens bireyi olan Mehmet Arif’ti. Arif, esasında kıtanın kuzeyinde, Turkana Gölü çevresinde fosil kazıları yapan ve tarihin gizemlerini ortaya çıkaran bir arkeolog ve paleontologdu. Ancak işlerin duraklamasını fırsat bilerek, Afrika’nın derinliklerinde çekilecek bir belgesel ekibine katılmış ve buradaki çalışmalara katkı sunuyordu. Ekip, onu Somali’ye kadar getirmişti.
Kalahari Çölü’nde avlanan Kudu’nun birkaç bin kilometre kuzey doğusunda bulunan Somali’de, Kismayo bölgesinde Hint Okyanusu’na dökülen Jubba Nehri’nin etrafında, gün yavaş yavaş doğuyordu. Bu bölgede her yer verimli olmasa da, Etiyopya’nın yüksekliklerinden başlayıp Hint Okyanusu’na kadar ulaşabilen bu nehrin civarı, birçok ilginç türün yuvasıydı.
Ağır kafasını çeşitli boydaki ağaçların dallarına çarpmadan, onlara takılmadan ilerlemesini sürdürdü. Alana yaklaştıkça, vücudundaki değişimleri hissedebiliyordu. Böbreklerinin üzerinden vücuduna yavaşça verilen adrenalin, onu hazırlıklı tutuyor ve kalp atışlarının hızlanmasına, vücudunun ısınmasına neden oluyordu. Adımlarını sıklaştırarak, dikkatlice ilerleyişini sürdürdü.
Güneşin doğuşundan hemen sonra, ağaçların içerisinden çıkan bir çift göz, biraz ürkekçe, etrafını kolaçan etti. Hafifçe nemli olan burun delikleri genişleyip daralarak havayı kokluyor, tehlikenin olup olmadığını hissetmeye çalışıyordu. Tehlikeye dair hiçbir iz yoktu; öte yandan burnuna gelen başka bir koku, kendisini ağaçların ilerisindeki açık alana çekiyordu. Koku, havada yoğun değildi, fakat hissetmemek imkânsızdı. Bir değil, birden fazla güzel koku vardı havada. Bu iyiye işaretti, ne kadar fazla, o kadar iyi…
Evrim Kuramı olarak isimlendirdiğimiz kuramlar bütünü, sadece “Darwin’in Doğal Seçilim’e Bağlı Meydana Gelen Değişim Teorisi” ile sınırlı değildir.
Her canlı organizma, etrafındaki diğer canlılarda meydana gelen değişimlerden de her an etkilenmektedir.
örnek olarak, deniz seviyesinden yüksek dağların tepelerine çıkıp buralarda yaşamaya başlayacak olursanız, atmosfer basıncı düşeceğinden akciğer hacminiz birkaç sene içerisinde artar. Ancak yeniden deniz seviyesinde bir yere taşınırsanız, akciğerlerinizin kapasitesi eski haline dönecektir.
Hava sıcaklığı ve basıncı fark edilmeyecek şekilde değişir. Avların ve avcıların nitelikleri ve popülasyon içerisindeki özellik dağılımları nesiller içerisinde yavaş yavaş değişir. Kıtalar her sene birkaç santimetre bulundukları yerden kayar. Sular yükselir, alçalır, buzullar erir, havadaki gaz derişimi değişir. Bunun gibi katrilyonlarca fiziksel, kimyasal ve biyolojik etmen sürekli olarak değişir.
Çoğu zaman çevre, türlerin ve bireylerinin hissedemeyeceği kadar yavaş bir şekilde değişir.
Örneğin bir göktaşının Dünya’ya beklenmedik bir şekilde çarpması, şu anda bize “tıkır tıkır işliyormuş” gibi gelen bu sakin Dünya’nın tüm dengelerinin altüst olmasına neden olabilecektir, 65 milyon yıl önce koskoca bir dinozor süper-ailesini neredeyse tamamen yok edecek kadar değiştirdiği gibi… İnsanın zekâsı bile bu kaotik sürecin üstesinden gelmeye yetmeyebilir ve bu hızlı değişen süreçte, insan türü bile tamamen yok olabilir.
Çevre, şimdilik önceden kestiremeyeceğimiz kadar fazla sayıda değişkenin etkisi altında, oldukça rastlantısal bir şekilde sürekli değişmektedir.
Yapay Seçilim Mekanizmasının bir benzerinin doğada, bilinçsiz bir şekilde bulunup bulunamayacağı idi. Darwin, HMS Beagle isimli gemiyle çıktığı 5 senelik dünya seyahatinde topladığı yüzlerce bilgi ve örnek sayesinde, doğadaki mücadeleyi ve bu mücadelenin nedeni olan, kendisinin Doğal Seçilim adını verdiği mekanizmayı keşfetti.
Bu süreçte yeni türler oluşacak, var olan türler yok olacaktır. Doğanın tüm dengesi, bu yasaların karşılıklı çalışması üzerine kuruludur.
Çeşitliliğe sebep olan yasalar ve sadece bu seçilim yasası bile var olmayı sürdürdükçe, canlılar nesiller içerisinde kaçınılmaz bir şekilde değişecek, farklılaşacak, evrimleşeceklerdir.
Doğadaki bütün evrimsel süreçlerin temelinde, bu hayatta kalma mücadelesi yatmaktadır.
Hedefinden sapmamalı, yorulmamalı, bıkmamalı ve daha önemlisi… Düşmemeli, pes etmemeli.
Bunaltıcı bir sıcak… Yerden, katman katman buhar kalkıyor. Toprak çatlamış, susuz.
Kupkuru, damarlı toprak içerisinden fışkıran sarı ve yeşilimsi otlar birkaç santimetre uzunluğunda ve göz alabildiğine bir alanı kaplıyor. Uçsuz bucaksız bir yer burası: Kalahari Çölü, Güney Afrika. Yarı çöl olan bu savana, yani kurak, otlar ve kısa ağaçlardan oluşan düzlük ufka doğru uzanıp gidiyor.
Halkımız, ömrünü bilime adamış insanların sözlerine değer vermek yerine, insanlara duymak istediklerini söyleyen kişilerin sözlerine kanmış, inanmıştır. İşte bir toplumun cahilleştirilmesinin en kolay yolu budur.
Çünkü karanlığı, yalnızca bilim ile fethedebiliriz.
Bizlerin de içinde bulunduğu, anatomik olarak modern olan insan türü, yani Homo sapiens türü günümüzden 200.000 yıl önce evrimleşmiştir ve bugüne kadar gelmeyi başarmıştır. Bu süreçte birçok canlı ile doğrudan ya da dolaylı olarak etkileşime girmiş ve hatta bazılarının evrimsel gelişimlerini etkilemiştir.
Günümüz evcil köpeklerinin hepsinin atası vahşi gri kurt olarak bilinen Canis lupus türüdür.
Evrim, ilk canlıların var olmasından bu yana canlılıkta meydana gelen kademeli ve yavaş değişimi inceleyen bilim dalıdır.
Beyin konusunda diğer hayvanlardan ileri olmamız, bizi farklı bir canlı tipi yapmıyordu. Geri kalan bütün özelliklerimiz hayvanların hemen hepsinin gerisindeydi: onlar gibi hızlı koşamıyoruz, uçamıyoruz, saklanamıyoruz, avlanamıyoruz, kaçamıyoruz. Bunlardaki eksiklerimizi beynimizin bir ürünü olan zekâ ile hallediyoruz, ancak bu bizi farklı bir canlı yapmıyor.
“Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir.”
Milyonlarca insan elmanın düştüğünü gördü; ancak sadece Newton ‘Neden?’ diye sordu. (Bernard Baruch)
Koaservatların oluşup, uzun vadeli sürerliliklerini sağladıktan sonra, bugün gördüğümüz çeşitliliğe doğru evrimin başladığını görürüz.
Genetik materyalin oluşumundan kısa bir süre sonra, bu moleküller sayesinde üretilebilecek bir diğer hayat molekülü olan proteinlerin sentezi gerçekleşmiştir.
Genetik materyal olarak bildiğimiz DNA ve RNA’nın da tamamı, hücrenin geri kalanı gibi sadece cansız maddelerden oluşmaktadır. DNA, RNA, genler ve bunlardan üretilen aminoasitler ve proteinler ile diğer bütün yönetici moleküller, diğer tüm kimyasallar gibi yine cansız maddelerdir. Ancak bunların metabolizmaya katılması ve toplam aktiviteleri sonucu entropi artışına karşı koyabilecek ve sürekli olarak üretilebilecek yapılar (hücreler) oluşturulabilir.
Koaservatların evrimindeki yağ zırhının oluşumundan sonraki sürecin tam sırası bilinememektedir ve açıkçası bu sıra çok da önemli değildir. Ancak elimizdeki veriler, yağ zırhından sonra (ve hatta belki de önce), ilk olarak genetik materyalin oluştuğunu düşündürmektedir, zira entropiye dirençli bu yapıların sadece var olması yeterli değildir, gelecek nesillere var oluşlarına dair bilgileri aktarabilmeleri de gerekir. İşte bu yüzden, belki de yağ moleküllerinin sentezine yönelik kimyasalların üretilmesini sağlayabilecek bu genetik yapılar, diğer tüm Hayat Molekülleri’nden önce oluşmuştur. Her ne zaman oluşmuş olurlarsa olsunlar, günümüzde değerleri aşırı miktarda abartılan bu genetik materyalin tamamen doğal süreçlerle var olabileceği bilinmelidir.
Yağlar, canlılığın evrimi için birincil derece öneme sahiptir, çünkü kimyasal yapılarından ötürü “amfifatik” yapıdadırlar. Bu kimyasal yapı, yağ moleküllerinin su içerisinde, içi su dolu küresel zırhlar oluşturmasına sebep olmaktadır.
Örneğin yağların oluşabilmesi için “yağ asitleri” ve “gliserol” molekülleri gerekmektedir. Nükleik asitlerin oluşabilmesi için “nükleotit”, “fosfat grubu” ve başlı başına bir grup olan şekerlerin bazılarının bulunması gerekmektedir. Proteinlerin yapıtaşları olaraksa “aminoasit” dediğimiz birimleri görmekteyiz, bunların bir araya gelmesiyle proteinler oluşur. Şekerler ise en basit yapılı hayat molekülleridir, kendi başlarına var olabilirler, bu sayede nükleik asitlerin de yapısına doğrudan katılabilirler.
moleküller, 4 grupta toplanır: Lipitler (Yağlar), Nükleik Asitler, Proteinler, Şekerler. Bu büyük molekül gruplarının altında birçok alt birim ve bunların farklı kombinasyonlarından oluşan birçok kimyasal yapı bulunmaktadır.
Canlılık, çok basit cansız moleküllerin bir araya gelmesiyle ilkin adımları atılmış bir varlık formudur. Bu formun ayırt edici özelliği ise, periyodik cetvelde tamamı “cansız” olan kimyasalların belli başlı bir grubunu ve bu elemetlerden oluşan molekülleri, temel yapıtaşı olarak içeriyor olmasıdır.
İnsanlarda “canlı” kavramı son derece yüzeyseldir ve sadece “bilinçli hareket eden varlıklar” gibi düşünülmektedir.
Nasıl olur da cansız yapılar, doğal süreçlerle bir araya gelerek canlılığa neden olabilirler?
Okyanus diplerine çökelen kimyasallar, okyanusun başka herhangi bir yerinde gerçekleştirmeyecekleri tepkimelerle bir araya gelmeye ve daha karmaşık yapılı kimyasalların oluşmasına neden olurlar.
Güneş Sistemi’nin oluşumuna hemen hemen paralel olarak bugün evimiz olarak bildiğimiz, Dünya dediğimiz gezegen de oluşuyor. Ancak o zamanki gezegenimiz, bugünküyle pek kıyaslanabilir bir halde değil. Her şey çok daha farklı…
Peki, bir kuram nasıl değişebilir? Eğer ki kuramı ortaya atan kişi, doğa gerçekleri ile bu gerçekler arasındaki bağlantıyı hatalı ya da eksik kurduysa, ondan daha iyi yapabilen biri ve/veya daha fazla gerçeği ortaya çıkaran biri bunu başarabilir, bir kuramı değiştirip geliştirebilir. Doğada herkes tarafından görülen gerçeklerin, açıklanmak üzere beklemekte olan sorun ile arasındaki bağlantılarını daha iyi kurarak (daha başarılı hipotezler geliştirerek), var olan teorilerden daha başarılı teoriler geliştirebilir.
Doğa değişir. Kayalar değişir, dağlar değişir, denizler değişir, sular değişir, okyanuslar değişir, hava değişir, her şey değişir. Daha da önemlisi, canlılar değişir.
“Evrim bir teoridir ve teori olarak kalacaktır, çünkü hiçbir bilimsel açıklama gibi, Kütleçekimi gibi, Görelilik gibi, hücre yapısına yönelik açıklamalar gibi, Evrim Teorisi de bir kanun olamaz.”
Gazların davranışlarıyla ilgili bilimsel açıklamalarımızın toplamına Gazların Kinetik Teorisi adı verilir. Elektronların çekirdek etrafındaki dönüşünü açıklayan güncel açıklamalar Modern Atom Teorisi olarak anılır.
Canlıların hücrelerden oluştuğuna dair argümanlar bütünü bile bir teoridir, Hücre Teorisi olarak geçer.
birbiriyle etkileşim halindeki bütün cisimlere etki eden kuvvete karşı bir tepki kuvveti oluştuğunu keşfetmiştir. Buna da Etki-Tepki İlkesi veya Newton’un Üçüncü Hareket İlkesi diyoruz. Bunu da her anımızda hissederiz.
Çoğu zaman bir teori, o konuyla ilişkili başka gerçeklerin fark edilmesi ve bu gerçeklerin teoriye nasıl katkı sağlayabileceğinin açıklanması sonucu teoriler ile gerçekler arasında daha fazla köprünün kurulması ve böylece teorinin güç kazanması sağlanabilir.
Kanunlar ise, bu hipotezlerin defalarca test edilip, her seferinde aynı sonucu vermesi sonucu artık değişemeyeceği, sonsuza kadar sabit kalacağı anlaşılan doğa yasalarıydı.
Hipotezler, çevremizde gördüğümüz sorunlara yönelik geliştirdiğimiz geçici, muhtemel, değişime ve yanlışlanmaya son derece açık cevaplardı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir