İçeriğe geç

Et Rige af Tåge og Vrede Kitap Alıntıları – Sarah J. Maas

Sarah J. Maas kitaplarından Et Rige af Tåge og Vrede kitap alıntıları sizlerle…

Et Rige af Tåge og Vrede Kitap Alıntıları

Kendimi kitaplara verdim – hiç duymadığım kişilerle ve yerlerle ilgili hikayelere. Beni koyu umutsuzluğun pençesine düşmekten alıkoyan şey belki de bu hikâyelerdi.
Asla var olmayan ve asla var olmayacak tüm o karakterler,bana sessizce ve yılmadan eşlik ederken, bir şekilde o kadar da yalnız olmadığımı hissettirmişlerdi.
Mesele seni sevip sevmemesi değil, ne kadar sevdiği. Aşk aşırıya kaçarsa zehre dönüşebilir.
“Yıldızlara bakıp dilek tutanlara.” dedim. Kadehini aldı ve benimkine vurdu. “Dinleyen yıldızlara… ve gerçekleşen hayallere.”
“Mesele seni sevip sevmemesi değil, ne kadar sevdiği. Aşk, aşırıya kaçarsa, zehire dönüşebilir.”
Cehenneme git. Madem bu kadar önemli, neden gidip kendin almıyorsun?
Çünkü Dokumacı beni tanıyor……. ve yakalanırsam, bedeli çok ağır olur. Durum ne kadar ciddi olursa olsun, Yüce
Lordların ona müdahale etmesi yasak. Zulasındaki
hazinelerin haddi hesabı yok, üstelik bazıların
milenyumlardır elinde tutuyor. Çoğu asla
geri alınamayacak çünkü hem onu koruyan yasalar yüzünden hem de onun gazabından korktuklar için, hiçbir Yüce Lord yakalanmayı göze alamaz. Yüce Lordlar adına çalışan hırsızlara gelince…… Ya geri dönemediler ya da uçları kendilerine dokunur diye Yüce Lordlar tarafindan hiç gönderilmediler Ama sen Seni tanımıyor. Sen her saraya aitsin.
Yani senin avcın ve hırsızınım, öyle mi?
Ellerini aşağıya kaydırıp dizlerimin arkasını Kavradı yaramaz bir edayla gülümsedi:
Sen, Feyre, benim kurtuluşumsun.
“Dağlara bakan küçük localardan birinde, kalın minderli tekli koltuğa gömülüp kitap okumayı alışkanlık edinmiş, yeni kelimeler öğrendiğim için yavaş ilerlesem de koskoca bir kitabın sonuna gelmiştim. En azından zaman öldürmeme yardım etmişti: Asla var olmayan ve asla var olmayacak tüm o karakterler, bana sessizce ve yılmadan eşlik ederken, bir şekilde… o kadar da yalnız olmadığımı hissettirmişlerdi.”
“Öyle demek istemedim demeliydim… ama öyle demek istemiştim, hem de bütün kalbimle. En azından, kalbimden geriye kalanlarla.”
Mesele seni sevip sevmemesi değil, ne kadar sevdiği. Aşk, aşırıya kaçarsa, zehire dönüşebilir.
Yalnız kalmamaya ihtiyacın vardı.
Benim için en uygun son mezara girip cehennemde yanmak olurdu.
İnsan kalbi taşıdığın için ne mutlu sana, Feyre. Bırak hiçbir şey hissetmeyen zavallılar kendine acısın.
“Rhys”
Keşke hiçbir şey hissetmeseydim.
Aşk, merhem olduğu kadar, zehir de olabiliyordu.
Birçok zulüm, çoğunluğun iyiliği adına yapılmıştır.
Asla var olmayan ve asla var olmayacak tüm karakterler, bana sessizce ve yılmadan eşlik ederken, bir şekilde o kadar da yalnız olmadığımı hissettirmişlerdi.
“Bir ruh kan kaybından ölebilir miydi? Belki de çoktan ölmüştü.”
Birçok zulüm, çoğunluğun iyiliği adına yapılmıştır.
Aşk, aşırıya kaçarsa, zehire dönüşebilir.
Sen, Feyre, benim kurtuluşumsun.
Kapıya bakarken, hayat dolu, dünyalar güzeli eşimin kahkahalar atarak içeri girdiğini görür gibiydim. O zamana kadar savaşacağız.
Aşk merhem olduğu kadar, zehir de olabiliyordu.
Acaba tüm o çaresizlik ve umutsuzluk içinde bile tamamen yalnız olmadığımı hissetmiş miydim?
Ama elini sıkı sıkı tuttum, çünkü bırakırsam bir daha asla bulamayacağım bir yerde kalmasından korkuyordum ve
Ne süs köpeğiydim, ne bez bebek, ne de hayvan.
Ben sağ kalandım ve güçlüydüm.
Sen benim kurtuluşumsun.
‘Birisi neden bir şeylere dört elle sarılır?.. Belki de gittikleri yeri o kadar seviyorlar ki buna değiyor. Belki de geriye tek bir yıldız kalana dek gelmeye devam edecekler. Belki o tek yıldız, geçmeye devam ettiği sürece başka bir yıldızın eninde sonunda onu bulacağını umut ederek, sonsuza dek yolculuk yapmaya devam edecek. ‘
Bir ruh kan kaybından ölebilir miydi? Belki de çoktan ölmüştü.
Asla var olmayan ve asla var olmayacak tüm o karakterler bana sessizce ve yılmadan eşlik ederken bir şekilde o kadar da yalnız olmadığımı hissettirmişlerdi.
Sessizliğin damarlarıma ve beynime yayılmasından rahatsız değildim, hatta bunun keyfini çıkarıyordum.
Zaten hiçbir zaman bunu ya da şunu konuşmanın sırası değildi.
‘Birçok zulüm,’ diye mırladı Rhys, ‘çoğunluğun iyiliği adına yapılmıştır.’
Karanlığa uzun süre bakarsan, Lucien, karanlığın da sana bakmaya başladığını fark edersin.
Bir daha asla zayıf ve çaresiz olmayacaktım. Kimse beni kırmayacak ve kıramayacaktı.
“Yani senin avcın ve hırsızınım, öyle mi?”
Ellerini aşağıya kaydırıp dizlerimin arkasından kavradı ve yaramaz bir edayla gülümsedi: “Sen, Feyre, benim kurtuluşumsun.”
Göğüs kafesimin içinde, esneyen, açık bir yara vardı. Bu yara kanar mı diye merak ettim. Bir ruh kan kaybından ölebilir miydi? Belki de çoktan ölmüştü.
İçimde ne büyük bir ıssızlık, ne büyük bir… hiçlik vardı.
Kendimi kitaplara verdim – hiç duymadığım kişilerle ve yerlerle ilgili hikâyelere. Beni koyu umutsuzluğun pençesine düşmekten alıkoyan şey belki de bu hikâyelerdi.
Aşk, merhem olduğu kadar, zehir de olabiliyordu.
Karanlığa uzun süre bakarsan, Lucien, karanlığın da sana bakmaya başladığını fark edersin.
Sana bakarken ölüyormuşum gibi hissettiğimi düşünüyorum. Nefes alamıyormuşum gibi.
“Ya beni zorla götürseydi?” Gözlerinde tavizsiz kararlılıktan başka bir ifade yoktu. “Seni geri almak için dünyayı yerle bir ederdim.”
Birlikte her şeyin başlangıcı, ortası ve sonu olana dek. Dünyaya ilk ışığın düştüğü zamanlarda söylenen bir şarkıya dönüşene dek.
İnsan kalbi taşıdığın için ne mutlu sana, Feyre. Bırak hiçbir şey hissetmeyen zavallılar kendine acısın.
Çoğunluğun iyiliği için
Birçok zulüm, ( ) çoğunluğun iyiliği adına yapılmıştır.
Öfke, hiçbir şey hissetmemekten iyiydi; çünkü öfke ve nefret, umutsuzluğumun sonsuz karanlığında hiç bitmeyen tek yakıtımdı.
Aşk; aşırıya kaçarsa, zehire dönüşebilir.
Beni birçok tehlikeden kurtaran arkadaşım.
Kırılıp yorgun düşmüş ruhumu iyileştiren sevgilim.
Yaşanan tüm aksiliklere rağmen beni beklemekten umudunu kesmeyen eşim.
“Sana zarar veren herkesi öldürürüm,” diye hırladı. “Hepsini öldürürüm… hem de acele etmeden, yavaş yavaş.” Nefes nefese kaldı. “Durma. Bu yüzden benden nefret et – beni küçük gör.”
“Sana zarar veren herkesi öldürürüm,” diye hırladı. “Hepsini öldürürüm… hem de acele etmeden, yavaş yavaş.” Nefes nefese kaldı. “Durma. Bu yüzden benden nefret et – beni küçük gör.”
“Yıldızlara bakıp dilek tutanlara,” dedim.
Bakışları öyle deliciydi ki Tarquin’in karşısında yüzümün kızarmasına değmezmiş diye düşündüm.
Kadehini aldı ve benimkine vurdu. “Dinleyen yıldızlara… ve gerçekleşen hayallere.”
“Şu anda bu masada ailenle birlikte oturabiliyorsan, bu Feyre’nin yaptıkları sayesindedir. Bu yüzden, şimdi söyleyeceklerim için beni affet Tarquin… ama prenses Tamlin’e haber uçuracak olursa veya içinizden herhangi biri onu geri teslim etmeye kalkarsa, bunu canıyla öder.”
Denizden gelen esinti bile durdu.
“Beni kendi evimde tehdit etme, Rhysand,” dedi Tarquin. “Cömertliğimin de bir sınırı var.”
Rhys, “Bu bir tehdit değil,” diye karşılık verirken tabağındaki yengecin kıskaçları görünmez ellerle açıldı. “Bir yemin.”
“Yani senin avcın ve hırsızınım, öyle mi?”
Ellerini aşağı kaydırıp dizlerimin arkasını kavradı ve yaramaz bir edayla gülümsedi. “Sen, Feyre, benim kurtuluşumsun.”
Rhysand’in yüzü tekrar sakinlik maskesine büründü. “Onu nereye sakladılar?”
“Bana kimsenin bilmediği bir sırrını söyle Gece Lordu, ben de sana kendi sırrımı söyleyeyim.”
Acaba hangi korkunç gerçek karşıma çıkacak diye kendimi hazırlamıştım ki Rhysand, “Yağmurlu havalarda sağ dizimin ağrısından duramıyorum,” dedi. “Savaşta incitmiştim; o zamandan beri ağrıyor.”
“Nereye gidiyoruz?”
Rhys’in yüzündeki gülümseme sırıtmaya dönüştü. “Velaris’e. Yani Yıldızışığı Şehri’ne.”
Nefesim daralıyordu.
Kapana kısılmıştım.
Evin içinde kapana kısılmıştım. Dağın Altı’nda olsam yeriydi; tekrar o hücrede olsam yeriydi…
Aşırı hafif, aşırı hızlı adımlarla geri geri gidip lobinin ortasındaki meşe masaya çarptım. Yakınlardaki gözcülerden hiçbiri neler olduğuna bakmaya gelmedi.
Beni burada kapana kıstırmıştı; beni buraya kapatmıştı.
“Yardım etmek istediğini biliyorum,” diye devam etti Lucien. “Üzgünüm.”
Ben de üzgündüm.
Sonu olmayan varlığım uçsuz bucaksız bir kuyu gibi önümde açıldı.
Beni tümüyle yutmasına izin verdim.
Bana bakan yüzü tanıyordum.
Gri mavi gözlerini, altın kahve saçlarını, dolgun dudaklarını, çıkık elmacık kemiklerini tanıyordum. Hafif kavisli yeni kulaklarını, güce uyarlanmış uzuvlarını, insani kusurları gizleyen belli belirsiz ölümsüzlük pırıltısını tanıyordum.
Yüzünden akan sahteliği, umutsuzluğu, çürümüşlüğü tanıyordum.
Hançeri kaldırırken elim titremedi.
Kemikli omzunu sıkıca tutup karşımdaki iğrenç yüze baktım – kendi yüzüme.
Ve üvez hançeri tam kalbime sapladım.
minik Lucien, diye mırladı. Güz Sarayı Leydisi sana,eğer bir kadın hayır diyorsa, gerçekten hayır demek istiyordur demedi mi?
Derken,Cassian hareketlendi,onu görünce tarladaki başak sapları gibi kaskatı kesilen muhafızların arasından geçti ve Nesta’nın yanına gelip durdu.
Uzun uzun Nesta’nın yüzünü inceledi. Kraliçelere dik dik bakmaya devam eden ablamın gözlerinde yaşlar birikmişti:onu içten içe kasıp kavuran ateşten gelen,öfke ve çaresizlik yaşları. Sonunda Cassian’ı fark edince başını kaldırıp yüzüne baktı.
Cassian soğuk bir sesle, ” Beşyüz yıl önce, ” dedi,bu evden çok uzak olmayan savaş meydanlarında çarpıştım.Perilerle olduğu kadar insanlarla da omuz omuzdaydım.Onlarla birlikte kanımı döktüm.Bu evi ve halkı korumak için,Nesta Archeron,yine o savaş meydanında olacağım.Öleceksem,hiç olmazsa yardıma en çok ihtiyaç duyanları savunurken ölürüm.
Nesta’nın yanağına bir damla yaş süzüldüğünü gördüm. Ve Cassian’nın uzanıp o yaşı sildiğini
Çünkü öfke, hiçbir şey hissetmemekten iyiydi; çünkü öfke ve nefret, umutsuzluğumun sonsuz karanlığında hiç bitmeyen tek yakıtımdı.
İnsan kalbi taşıdığın için ne mutlu sana, Feyre. Bırak hiçbir şey hissetmeyen zavallılar kendine acısın.
Aşk, merhem olduğu kadar, zehir de olabiliyordu.
Aşk, aşırıya kaçarsa, zehire dönüşebilir.
Yıldızlara bakıp dilek tutanlara, dedim.
Kadehini aldı ve benimkine vurdu. Dinleyen yıldızlara ve gerçekleşen hayallere.
Eskiden azıcık bana nezaket gösteren, azıcık güven telkin eden ilk kişiye aşık olabilecek kadar yalnız ve çaresizmişim diye düşünüyorum. Belki bunu onun da bildiğini düşünüyorum. Açıkça belli etmese de böyle birine kol kanat gerecek kişi olmayı istediğini. Bunun eskiden olduğum kişi üzerinde işe yaradığını, ama şuan olduğum kişiye işlemediğini.
Sana bakarken ölüyormuşum gibi hissettiğimi düşünüyorum. Nefes alamıyormuşum gibi. Seni ölesiye arzuladığım için senin yanında geçirdiğim zamanın yarısında dikkatimi toplayamadığımı düşünüyorum.
Onunla gideceğimi düşündün mü?
Kendi başının çaresine bakabileceğini biliyordum ama yine de elini tutacak olsaydın, bununla yaşamanın bir yolunu bulacaktım. Sonunda senin seçimindi.
Ya beni zorla götürseydi?
Seni geri almak için dünyayı yerle bir ederdim.
Beni seviyor musun? diye sordum.
Başını öne arkaya salladı.
Yoksa sevmek kelimesi bana karşı hissettiklerini, benim için yaptıklarını ifade etmekte zayıf mı kalıyordu? Benim ona karşı hissettiklerimi?
Ne süs köpeğiydim, ne bez bebek, ne de hayvan.
Ben sağ kalandım ve güçlüydüm.
Korkunun üstüme çullanmasını bekledim; benliğimin bu yemekten kaçmak için eşek gibi anırmasını bekledim – ama tık yoktu. Belki de geberip gitmek en hayırlısıydı
Geniş bir el yüzümü kavradı – canımı yakmayacak kadar nazik ama ona bakmamı sağlayacak kadar sert. “Sakın böyle düşünme,” diye fısıldadı Rhysand. Gözlerinden ateş fışkırıyordu. “Kahrolası bir saniye bile.”
“Ama her zaman sana ayıracak vakit bulurum.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir