İçeriğe geç

Esmaü-l Hüsna Şerhi Kitap Alıntıları – Ali Osman Tatlısu

Ali Osman Tatlısu kitaplarından Esmaü-l Hüsna Şerhi kitap alıntıları sizlerle…

Esmaü-l Hüsna Şerhi Kitap Alıntıları

Eş-ŞEKÚR
Şükür; iyiliği iyilikle karışlamak demektir.
Kul şükrederse Allah onu şükrünü karşılıksız bırakmaz..
Es-SEMÎ
Yüreklerimizdeki sözleri, ellerimizdeki hafif dokunumasindan husule gelen sesleri işitir.
Allah iyilik bilenleri sever , nankörlük edenleri sevmez.
Allah’ın yükselttiği insanlar çok defa melek huylu, tatlı dilli, yemekten ziyade yedirmekten zevk alan, temas halinde bulunduğu insanların ayıplarını, kusurlarını örtüp, eksiklerini tamamlayan, istihkak sahiplerine malıyla, bedeniyle, bilgisiyle, nasihatiyle yardım eden, hakikaten nazik, kibar insanlardır. Onlar bu istikametten ayrılmadıkça Allah da kendilerinden bu nimeti almaz.

Allah’ın itibardan düşürüp aşağılattığı kimseler yine çok defa mukaddesatını arka planlara atarak geçici dünya zevkleri için yalan, binbir çeşit hile ve tezvir tuzakları kuran, birbiriyle boğuşup çarpışan haksız, utanmaz, kavgacı mahluklardır. Bunların görünüşleri göz doldursa bile, gönülleri hakiki insanlık meziyetlerinden sıfır olduğu için kelp tabiatlıdır. İnsanlık mahfiline çıkacak kabiliyetleri yoktur. Yüzlerce insan bir masada tatlı tatlı sohbet ederek yemek yer, fakat iki köpek bir lâşe nin başında hırlaşır durur. İnsanı Allah’tan uzaklaştıran dünyalık da, bir lâşe dir.

Halife Ömer’ül-Faruk (Radiyallahu anh)’in sohbetinde bulunanlardan biri bir gün: Şu satranca şaşırıyorum. Satranç tahtasının eni de, boyu da birer arşından fazla değilken, insan onun üzerinde binlerce oyun oynasa, bir oynadığı oyun mutalaka öbürüne benzemez. demiştir.

Hazret-i Ömer buna cevap olarak: Bundan daha ziyade hayret verici şeyler vardır. Meselâ insanin eni bir karış, boyu bir karıştan ibaret olan yüzünde kaşlar, gözler, burun ve ağız gibi azanın yerleri katiyyen değişmediği halde, yine dünya yüzünde yüzleri tamamiyle birbirine benzeyen iki insan bulamazsın. Şu ufacık deri parçası üzerinde bu sayısız değişiklikleri, bu sınırsız bediaları gösteren Allah Celle Şanuhu ne büyük kudret ve hikmet sahibidir! dedi.

Ğafir, umumiyet itibariyle kötü ve yüz kızartıcı sözleri ve işleri örten demektir. Bu sayede insanlar biribirini seviyor, emniyet ve i’timad ediyor.
Ğafur ism-i şerifinde çirkinliklerimizi melekut aleminden de saklamak vardır.

Herkes kendi iç Aleminde, vicdanında yaptığı kötlüklerden müteessir ve müteezzidir, insanı bu zidandan kurtarmak için, kabahatlarını kendi nazarından da örtmek, yani kabahat sahibine kabahatlarını bütün bütün unutturmak lütfu vardır. İşte bu i’tibarla da Ğaffardır.

İnsanın ömrü doğduğu günden değil, Allahı cc bildiği günden itibaren başlar.
Vaktiyle göz göre göre kaçırılmış fırsatlar sonra insana ilelebet iç sızısı olur.
İhsâ:Saymak, ezberle­mek, manalarını şuurla anlamak.
Allah-u Tealâ’nın doksan dokuz ismine İhsâ isimleri denir.
Arayan bulur, elverir ki, samimi olsun.
Bütün faziletler sabırla bulunur.
İnsanlardan beklediği bir şey olmayan, her haceti için Allah’tan başka merci bilmeyen bir gönül, Allah’a yalvarmakta ve Allah’a halini arz etmekte ne yüksek bir samimiyet taşır. Böyle gönüller için elbette Allah kafidir.
Eser gözle görülür;
Müessir, akıl ile sezilir.
Hayatın gayesi Allah’ın rızasına ermektir.
Önsöz

Allah adıyla andığımız büyük zat, bu muazzam varlığı yaratan, tutan, her lahza görüp gözeten zattır. Hudutsuz kudret sahibidir, isterse yaratılmışların daha nice benzerlerini de vücuda getirir; yine de kudretinden bir zerre eksilmez. O, Rabbü’l-Alemin olmakla beraber kendisiyle aşinalığı olan kullarına bilhassa öyle lütufları, öyle ikramları vardır ki, bunları söylemeye ve saymaya kimsenin gücü yetişmez. Bu sebepten bir insan için mümkün olabilen en büyük kazanç, O’nu tanımak ve en büyük kayıp da O’ndan gaflet halinde bulunmaktır.

Günahkâr bir kimse hela kuyusuna düşmüş ve her tarafı berbat olmuş bir zavallı gibidir. Şimdi bu durumda olan bir adamın yapacağı ilk iş bellidir. O, her şeyden evvel temizlenmeye çalışır. Çünkü o halde ne bir yere varabilir, ne de bir iş görebilir. İnsan yüzüne çıkacak hali yoktur. Meğer ki, aklı ve şuuru olmayıp da durumunu idrak edemeyecek kadar divane ola. Bunun gibi günah yapıp dururken, Allah’tan mağfiret niyazında bulunmayanlar da öyle mecnunlar gibidir, kalplerinin ve ruhlarının kirlenmiş olduğunu fark etmiyorlar demektir.
Hüner, bu fani sermaye ile baki Saadet kazanmaktır
En zarif giyecek maddesi ipekle, en lezzetli yiyecek maddesi balı yapan ve menfaatimizle ilgili olmaları dolayısıyla birçoklarımızın meşgul olduğu arı ile ipek böceğinin bunları yapmakta gösterdikleri intizam ve esrara nüfuz etmek bile Allah’ın hudutsuz refet ve keremini görmeye kâfidir.
Af, günahların izlerini de silip bütün bütün yok etmektir Mağfiret ise, sadece günahların üstüne bir perde çekmektir. Onun için af, mağfiretten daha ileridir. Mağfiret günahları örtmekten ibaret olduğuna göre, günah sadece yerinde duruyor demektir, yalnız açık değil. Fakat af, tamamıyla günahları silmek, mahv ve izale etmektir.

KULA GEREKEN ŞEY

Sevgili okuyucu! Biri seni rencide eder, sonra da beyan-ı itizar ederse özrünü kabul et, yahut da doğrudan doğruya onu affet ki Allah’tan mağfiret bulasın. Allah sana, senin başkalarına ettiğin gibi muamele eder; affedersen, affolunursun. İstiksa edersen, yani bir hakkı aramakta çok ileri gidersen istiksa görürsün. Bunalmış ve namuslu borçlulara mühlet vermek veya alacağının bir miktarını veya vaziyetinin icabına göre hepsini bağışlamak da böyledir.

Kul, Allah’ın razı olmayacağı şekilde hayat sürerken Allahu Tealâ onun dikkat ve basireti önüne düşündürücü ve ibret verici hadiseler sevk eder. Allah’ın öyle kulları vardır ki, onların gonülleri kav gibi ufacık bir kıvılcımdan ateş alır. Oyle kulları da vardır ki, onların gönülleri taş kesilmiştir. Soğuk mermerlerin üstüne kıvılcım değil kürekle ateş dökülse yine yanmaz.
Mesela, Ali’nin hangi tarihte, hangi sene, ay, gün saat ve dakikada, arz küresinin hangi noktasında, hangi memleketin, hangi mahallesinin, hangi evinin, hangi odasının, hangi köşesinde ve hangi ananın rahminden ve ne suretle doğacağını ve doğduğu dakikadan itibaren her an geçireceği ahvali, ne kadar yaşayacağı, müddeti ömründe kaç nefes alıp vereceği, ciğerlerinin ne kadar hava, mide ve bağırsaklarının ne kadar gıda sarf edeceği, santimine, milimetresine kadar, ağzından ne kadar ve ne mahiyette sözler çıkacağı, kulağının neler işiteceği, gözlerinin neler göreceği, ellerinin neler yapacağı, burnunun neler koklayacağı, ağzının neler tadacağı, kafasının neler düşüneceği, daha daha Mesela, hangi kadınla evleneceği ve ne kadar çoluk çocuk sahibi olacağı, iyi veya kötü tekmil arzuları, tekmil dış ve iç işleri ilâ âhirihi, orada yazılmıştır. Her kul vakti gelince dünyaya çıkar, yapıp edeceğini, görüp geçireceğini tamamladıktan sonra iyi kötü yaptıklarının karşılığını görmek üzere başka bir âleme geçer gider. “Kirâmen Kâtibin (zabıt kâtipliği yapan melekler) herkesin işlediğini yazar. Bütün vukuat, noktası noktasına herkesin ezeldeki fihristine göre zuhura gelir, öyle ki, hiçbir harfi şaşmaz. İşte her kul için Hakk’ın bu yazdıklarına ezelî mukadderat denir ki, kulun alın yazısı demektir. Allah yazar, vakti gelince de yazdığı gibi yapar. Her kul, yazısını görse gerektir.
Dünya milletleri arasında Allahu teala’nın ahlakını, evsafını en dürüst ve en geniş bilenlerin Müslümanlar olması icabeder. Böyle olunca, mesela bu ism-i şerifin hükmüne göre
fikri teşebbüs Müslümanlar için en umumi ve en tabii bir haslet olması lazım gelirken, i’tiraf etmeliyiz ki, Müslümanların çoğu, bugün Müslümanlık esaslarını her zamankinden
ziyade ihmal etmişlerdir. Bunun neticesi olarak dünya yüzündeki Müslümanların ne duruma düştükleri de meydandadır.
Er-Rahman, Er-Rahim isimleri iki türlü rahmet ifade eder. Er-Rahman ism-i şerifinin ifade ettiği rahmet, hiç bir türlü şarta, hiç bir türlü kesb ve· iradeye bağlı olmayarak bahşolunan rahmettir. Bu bir rahmet-i şamiledir ki, bütün mahlukatı kaplar. Bunda çalışan-çalışmayan, suçlu-itaatli, imanlı-imansız ayırt edilmez.
Er-Rahim ism-i şerifinin ifade ettiği rahmet ise, Rahman’ın lıltfu olan rahmeti iyiye kullanarak: çalışanlara bir mükafat olmak üzere verilen rahmettir ki, en az (bire on) dur.
Çalışanın ihlasındaki kuvvete göre Allahu teala’nın daha fazla ve hatta hudutsuz ve hesapsız mükafatları da vardır. İşte gayr-i meşru arzulara kapılmamanın, kötülükten korunmanın, Allah yolunda fedakarlıkta bulunmanın ehemmiyeti bu yüzdendir. Şunu kat’i surette bilmek lazımdır ki, -dünya için olsun, ahiret için olsun- çalışanlarla çalışmayanlar müsavi muamele görmeyeceklerdir.
Filanca merhametlidir demek, acınacak hadiseler karşısında müteessir olur, kederlenir demektir. Eğer o acıyı gidermeğe gücü yoksa, sade kederlenmekle kalır, başkaca bir yardım yapmak elinden gelmez. Bu hal ise noksan bir merhamettir. Amma falanca merhametlidir, düşkünlere el uzatır, onlara yardım etmekten, iyilik yapmaktan zevk alır, demek, merhamet ma’nasının tam bir ifadesidir. Şu halde merhamet, iyilik yapmağı istemek ve yeri gelince yapabilmek Asıl makbul olan ve herkesin sevdiği ve övdüğü meziyet budur.
ibadetler, insanları kamilleştiren ve yükselten en kuvvetli amillerdir.
herkes anlayışı nisbetinde yerleri, gökleri, havayı, bulutu, yağmuru, değişen mevsimleri, geceleri, gündüzleri, yerden çıkan mahsulleri, sınıf sınıf hayvanları ve nihayet kendi şahsını; içinde, dışında yapılmış, kurulmuş, durup dinlenmeden işleyen bunca makinaları düşünmeli, düşünmeli de basit bir bostan kulübesinin bile kendi kendine olamayacağına ve her eserin bir müessiri bulunacağına göre, bütün bunları yapan, eden, görüp gözeten, kurup işleten, mutlak kudret sahibi bir zatın varlığına ve O’nun kemal sıfatlarına yürekten inanmalı ve bu inancı ile dünya yüzünde tek başına kalsa bile sarsılmamalı.
İnsanın ömrü doğduğu günden değil, Allah’ı bildiği günden itibaren başlar. Allah’ı bilmeyen gönüller, gezen ve konuşan birer ölüdür. Birçokları evladının, kardeşlerinin, sevdiklerinin ölümünden kederlenir, günlerce acılar içinde kalır. Halbuki kendi kalbinin ölü olduğundan haberi bile yoktur. Ne hazin bir hal!..
Allah’ı bilmeyen ve Allah’dan korkmayan bir şahıstan ne ferde, ne cemiyete bir hayır
vardır.
Ma’na itibariyle Allah ism-i şerifi öteki isimlerin hepsini camı’dir. Öteki isimlerde bu cemiyet yoktur. Onlar yalnız bir sıfat veya bir fiile delalet ederler. Mesela: Er-Rahman, yalnız merhameti; El-Kahhar, yalnız kahrı; El-Alim, yalnız ilmi; El-Kadir, yalnız kudreti ifade eder. Fakat Allah ism-i şerifi bunların ve daha ötekilerinin ma’nalarını hepsini birden
toplu olarak ifade eder. Onun için ma’nadaki bu topluluğu mülahaza ederek Ya Allah diyen bir kimse, Cenab-ı Hak’kı bütün isimleriyle ve bütün sıfatlariyle zikretmiş olur. İşte bu
hususiyetlerinden dolayı, sayılan Esmaü’l-Hüsna içinde Allah ism-i şerifi (İsm-i A’zam)dır. Onun için şanı büyük, bereketi daha bol, feyzi ve inayeti daha süreklidir. Bu sebepten bu ism-i şerif daima aşıkların gıdası, sadıkların nevası olagelmiştir.
Her canlı mahluk, teneffüs etmek suretiyle mecburi olarak Allah’ı anmaktadır. Çünkü (He) harfinin mahreci göğüsten ve ciğerlerden gelen nefes ile çıkar. Her nefes, bir (He) harfidir. Her insan ve hatta teneffüs eden her mahluk farkına varmadan her nefeste Allahu Teala’yı bu ismiyle anmaktadır.
Teneffüs, Allah’ı anmak olunca, Allah anılmadığı surette hayat bitiyor demektir. Şu halde bu ism-i şerif aynı hayat demektir. Ruhların, bedenlerin varlıkta devamının ancak bu ism-i şerif ile temin edilmekte olduğu ne kadar açık görülmektedir.
Müslümanlığın anahtarı, imanın temeli olan Kelime-i Şehadet ancak bu ism-i şerifle(Allah ismi ile) hasıl olur, başka isimlerle olmaz. ‘Eşhedü en la ilahe illa’llah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Rasulûh. Mesela bir gayr-i müslim, müslim olmak için Eşhedü en la ilahe illa’llah yerine Eşhedü en la ilahe ille’r-Rahman yahud Eşhedü en la ilahe ille’r-Rahim yahud Eşhedü en la ilahe ille’I-Melik dese Müslümanlığa girmiş olmaz. Her halde Eşhedü en la ilahe illa’llah demesi lazımdır. Çünkü, şimdi söylediğimiz gibi Allah ismi müteferrid, yani tek ve eşsiz olarak Zat-ı Hak’kı ifade eden bir ism-i hastır. İsm-i haslarda ortaklık ma’nası düşünmek mümkün değildir. Bunun için hakiki bir tevhiddir. Fakat öteki isimler alem değildir, muayyen ve has olarak zata delalet etmezler. Ya bir sıfat veya ism-i cins gibi umumi ve kaplayıcı bir ma’na ifade ederler. Bu ma’nalarda ise ortaklık ma’nası düşünülmek mümkündür. Gerçi bu ma’nalarda da Allah tekdir ve eşsizdir.
Fakat bu hüküm, ma’nasının kendine nazaran değil, dış delillere nazaran sabit olmuştur. Onun için tevhid de sarih değildir.
Tanrılık da’vasına cür’et eden fir’avun bile, kendi adamlarına karşı (Ene Rabbükümü’l-a’la) demiş; fakat (Ene’llah) dememiştir. Cehalet devrinde Mekke müşrikleri, senenin günleri
sayısınca Kabenin etrafını 360 putla doldurmuşlardı. Bu putların ayrı ayrı adları da vardır. Kendileri de son derece cahil ve
kaba adamlar olduğu halde, hiçbir puta Allah diye isim vermemişlerdir.
Ruh kemâle aşıktır. Bir şeyin kemalini öğrenince hemen oraya akıverir ve gördüğü kemalin kuvvetine göre bir zevk duyar.
Bütün kemalatın ancak Allah’ta bulunduğuna kat’ı bilgi edinen ruh, bu bilgiden sonsuz bir zevke dalar ki, kendisinden bu zevkin asla kesilmemesini ister.
Bugün dünya yüzündeki insanları, (Allah bilgisi) hususunda üç sınıfa ayırmak mümkündür:

1 – Tam ve gerçek bir bilgi edinenler: Gerçek bir duygu ile Allah’a inanan en kıymetli insanlardır. Çünkü her şeyde hakkaniyyetten ayrılmaz, kimseye kötülük etmez, bilakis herkese iyilik etmeye çalışır, ne kadar büyük olursa olsun insana tapmaz, herkesi kardeş bilir, kimseye boyun eğmez, yalan söylemez, gönlü ferahtır, dünya hırsı ile gözleri kararmaz, doğru yoldan ayrılmazlar

Ah!.. Bütün insanlar, o hakikatlar hakikati yüce varlığı böylece öğrenebilselerdi. O zaman birbirlerini ne kadar sevecekler, birbirleriyle boğuşmaktan ne kadar nefret edeceklerdi!

2 – Bütün bütün varlığını inkar edenler:
Allah’ın varlığını inkar etmek, riyazi bir düsturu inkar etmek kadar saçma ve hezeyanken, (bilgi devri) diye öğünüp durduğumuz bu zamanda bile şirk ile inkar, beşeriyyetin ötedenberi kanayan bir yarası olmakta devam etmektedir. Ne gariptir ki, bu münkirlerin çoğu, güzel eserlerin hayranı ve mesela mahirane çizilmiş bir tabloyu görünce:
– Efendim harika, harika! diye ressamını alkışladıkları halde, bu küçücük dünyada milyarlarca tablo gösteren o büyük kudret sahibine karşı gaflet içinde bulunuyorlar. Bu hale insanlık namına derin bir acı duymamak kabil değildir.

3 – Varlığına inandıkları halde, bilerek veya bilmeyerek O’nu şanına yaraşmayacak surette vasıflayanlar:

Nice insanlar da vardır ki, Allah’ın varlığına inandıkları halde O’na şirk koşmaktan, yani herhangi bir mahluka uluhiyyet payesi vermekten, veya uluhiyyete mahsus sıfatlardan herhangi birinde Allah’a bir denk veya bir ortak olabileceğini düşürekten veya mahlukata ait herhangi bir sıfatı Halık’a isnad etmekten kurtulamamışlardır. Bu sınıftan insanlar daha çok görülmektedir.
Bir taraftan da dünyanın herhangi bir noktasında beliren ve korkunç bir fikir hastalığı demek olan (münkirlik), bir kolera salgını gibi insanlar arasında yayılmaktadır.
Esasen insanın, kendini yaratan zat hakkında dürüst bir bilgi edinememesi çok hazin bir boşluktur. Bu bilgisizliği gidermek için Allahu Teala’nın isimlerini ve sıfatlarını öğrenmek icabeder.

Kula gereken şey, Allah’ın dostluğunu kazanmaya çalışmaktır.
Allah Teala öyle bir “Lâtîf”tir ki her şeyi bir şeye hazine yapmıştır. Mesela Sedef dediğimiz deniz böceğini inciye, arıyı bala, tırtıl böceğini ipeğe hazine yaptığı gibi insanoğlunun gönlünü de kendi marifetine hazine yapmıştır. Eğer bir gönülde bu marifet nuru inkişaf etmemişse, sahibinin bal yapmaz arılar gibi sadece iğnesi vardır, önüne geleni zehirler durur.
Kötülüğü görmeyen iyiliği bilemez, her şey zıddıyla öğrenilir.
Allah’ın her hareketimizi gördüğünü ve her sözümüzü işittiğini mülâhaza etmek ve bu mülâhazayı mümkün olduğu kadar muhafazaya çalışmak insanı adam eder.
Allah Teâlâ istediği kulunu indirdiği gibi, istediği kulunu da yükseltir. Gönülleri iman ışığıyla parlatır, yüksek hakikatlerden haberdar eder. Bazı gönülleri de gaflet ve cehaletle karartır. Onlar da alçaklık çevresinde mıhlanır kalır.
Şu muhakkaktır ki, şaşkınlığa ve taşkınlığa kapılmadan edebi gözeten ciddi ve ağırbaşlı insanlar, Allah’ın yardımını ve muhabbetini kazanmış olurlar.
Geçmiş insanlar arasında da büyüklük taslayanlar vardı şimdi onlar nerede ve ne haldedirler? Bugün onların dilleri üstüne yollar yapılmış olduğunda şüphe yoktur. Düşünecek olursak ayaklarımızın altında çiğnediğimiz topraklar çok eski devirlerde yaşamış insanlardır. Mesela bu topraklar vaktiyle kolu bükülmeyen pehlivanların pazusu yahut bir gülümsemesine binlerce kurban verilen dilber lerin yanağı, yahut yüzlerine bakılmaya cesaret edilmeyen taçlı
hükümdarların azametle sallanan başlarıdır.
Muhakkak ki Allahu Teala’ya mahsus olarak doksan dokuz isim vardır. Her kim bu doksan dokuz ismi ihsa ederse cennete girer, sonsuz saadete ulaşmış olur. (Hadis)

İhsa : şuurla, anlayarak ezberlemek
– ezberlemek – saymak –

– İlmin nihayeti, acz ve hayrettir.
İnsanın ömrü doğduğu günden değil, Allah’ı bildiği günden itibaren başlar. Allah’ı bilmeyen gönüller, gezen ve konuşan birer ölüdür.
İşi sözüne, sözü işine, fikri hiçbirine uymayan, samimi bir insan değildir.
Senden zayıf olanlara merhamet et ki senden kuvvetli olanların kahrını uğramayasın. Gücün yeterse, elinden gelirse düşmüşlere yardım et, düşkün vaktinde sana da bir yardımcı bulunur. Hele hiç insan incitme! Zira felaket ve musibet zamanında böylelerine kimse acımaz.
Ya cabire kulle kesirin Ve Ya musehhele kulle esirin
Ey her kırığı kaynaştırıp birleştiren ve Her zorluğu kolaylaştıran
Hz Ali münaacatından
İlmin nihayeti, acz ve hayrettir.
Allah bilgi­sinde bir taklitçi gibi, şundan bundan duyduğu yarım yamalak sözlerle kanaat etmemek lazımdır. Çünkü bu duygu, hayatın her safhasında adilane muamelenin, samimi­yetin, hele ibadette ihlasın temel taşıdır.
BİZ GÜNAHKAR KULLARINI DA CEMALİNİ

GÖREN SELAMINI DUYAN O BAHTİYARLAR

SIRASINA KATIVER EY LÜTUF VE KEREM

SAHİBİ ALLAH’IM

Bir insanın nihayet yüz senelik
hayatı , ezellerin, ebedlerin sonsuzluğu içinde nedir ki? Göz
açıp yumacak kadar bir zaman değil mi? Bu kadar kısa bir ömür
içinde neyi görecek, neyi bilecek?
Eğer aczini görebilirse ne
mutlu!
-Ali Osman Tatlısu Esmaul husna şerhi
Herkes anlayışı nisbetinde yerleri,
gökleri, havayı, bulutu, yağmuru, değişen mevsimleri, gece-
leri, gündüzleri, yerden çıkan mahsulleri, sınıf sınıf hayvan-
ları ve nihayet kendi şahsını, içinde, dışinda yapılmış, kurul-
muş, durup dinlenmeden işleyen bunca makinalan düşünmeli,
düşünmeli de basit bir bostan kulübesinin bile kendi kendine
olamayacağına ve her eserin bir müessiri bulunacağına göre,
bütün bunları yapan, eden, görüp gözeten, kurup işleten,
mutlak kudret sahibi bir zaun varlığına ve O’nun kemal sıfat-
larına yürekten inanmalı ve bu inancı ile dünya yüzünde tek
başına kalsa bile sarsılmamalı.

Esmaul husna şerhi -Ali O. Tatlısu

İnsanın ömrü doğduğu
günden değil, Allah’ı bildiği günden itibaren başlar. Allah’ı
bilmeyen gönüller, gezen ve konuşan birer ölüdür. Birçokları
evladının, kardeşlerinin, sevdiklerinin ölümünden kederlenir, günlerce acılar içinde kalır. Halbuki kendi kalbinin ölü
olduğundan haberi bile yoktur. Ne hazin bir hal!..
Esmaul husna şerhi -Ali Osman Tatlısu
O,Rabbu’l Alemin olmakla beraber kendisiyle aşinalığı olan kullarına bilhassa öyle lutufları, öyle ikramları vardır ki bunları söylemeye ve saymaya kimsenin gücü yetmez.
İhsân-ı İlahî’nin en hayırlısı akıl, âfetlerin en zararlısı cehildir.
İman her hayrın köküdür.
Kul, iradesini, kabiliyetini dalalete yöneltmedikçe Allah onu cebren dalalete sevk etmez.
Kul, hidayet istedikçe ve hidayete uydukça Allah’ın hidayeti de daima artar durur.
Bir felakete uğrayınca sakın ifrat derecede mahzun olma. Allahu Teala’nın gizli lütuf ve inayetleri vardır. Senin için sezmediğin yerden saadet sebepleri yaratır.
Allah’ım! Hüküm ve ferman senindir. Bizi fermanına razı olanlardan et.
Bazı ahmaklar da vardır ki, bir mahlukun gözüne girmek, teveccühünü kazanmak için Hâlık’ın gazabını mucip işlere atılır. Bunlar çok defa ilk silleyi, teveccühünü beklediği adamdan yer. İbret verici bir hikmettir.
Vaktiyle göz göre göre kaçırılmış fırsatlar, sonra insana ilelebet iç sızısı olur.
İnsanlar ikiye bölünür, iki muvazi ırmak gibi iyiler iyiliğe, kötüler kötülüğe akar.
Biz insanlar isteriz ki, her teşebbüsümüz mahsul versin; hiçbir işimiz aksamasın. Allahu Teala bazı isteklerimizi vermediği zaman, insanlık hali, daha doğrusu hamlık icabı, canımız sıkılır..
Vermediği zaman muhakkak ki bir hikmeti vardır. Çünkü verilmemesinin başka türlü izahına imkan yoktur:
1) Kulun istediğinden haberdardır.
2) Kulunun istediği o şeyin cinsinden, hazinesinde namütenahi mevcuttur.
3) Bunu istediği zaman kuluna ulaştırmaya kâdirdir.
4) Allahu Teala kendisinden bir şey istenenlerin en zengini, en merhametlisi, en kerimi, en cömerdi, en kuvvetlisi olduğu gibi, en hakimidir de. Her işinde birçok hikmetleri vardır. Bu hikmetlerin bazısı anlaşılsa bile, birçokları karşısında insan anlayışı acz ve hayret içindedir..
Hikmetinden ötürü vermez. Bizim salahımız, onun verilmemesinde. Buna aklımız erse de ermese de hakikat budur.
Sevgili okuyucu! Biri seni rencide eder, sonra da beyan-ı itizar ederse özrünü kabul et, yahut da doğrudan doğruya onu affet ki Allah’tan mağfiret bulasın.
Allah’ın rahmeti, kulun günahından çoktur. Doğrulup gelene kapısı açıktır.
Gerek bir şahıs, gerek bir ev halkı, gerek bir şehir ahalisi, gerek bir millet olsun Allahu Teala kendilerine verdiği rahat ve refahı, huzur ve afiyeti değiştirmez, onlar iyi giderini değiştirmedikçe.
Kulun tevbedeki sadakati, kaçırdığı farzları kaza etmek, yaptığı haksızlıkları tamir etmekle anlaşılır.
Tevbe edenler “tâib” ve “tevvab” olmak üzere ikiye ayrılır.
“Tâib”, yalnız dış günahlardan tevbe edendir.
“Tevvab” ise, iç günahlar denilen kötü huylardan da temizlenen kimselerdir.
İlmin nihayeti, acz ve hayrettir.
Kulun Allah ile münasebeti için tek vasıta, ibadet ve ubudiyettir.
İbadet, Allah’ın razı olacağı şeyi yapmaktır.
Ubudiyet, Allah’ın yaptığına razı olmaktır.
İnsanı Allah’ın yardımından mahrum eden en kuvvetli sebep, zulümdür.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir