İçeriğe geç

Eskici Dükkanı Kitap Alıntıları – Orhan Kemal

Orhan Kemal kitaplarından Eskici Dükkanı kitap alıntıları sizlerle…

Eskici Dükkanı Kitap Alıntıları

Yıllar,kırık plaklarda kalmış çok eski türküler gibi geldi geçti.
Yıllar kırık plaklarda kalmış çok eski türküler gibi geldi geçti
Sadece oruç tutmakla, namaz kılmakla Müslümanlık olur mu?
Dünya bu. Bugün size, yarın bize. Kul bir kararda kalır mı?
Dünya kötüye kesmiş, insanlara güvenilmiyor. Kime, canım desen canın çıksın, diyor
Dünya kötüye kesmiş, insanlara güvenilmiyor. Kime canım desen canın çıksın diyor.
Ne vardı yani? Birbirlerinden hoşlanmışlardı. Ayıp mı? Günah mı?
Dünya kötüye kesmiş, insanlara güvenilmiyor.
Kime canım desen canın çıksın diyor
Allah kerim, kara gün kararıp gitmez ya böyle!
Konuşmaktan çok, herkes kendi içinde yaşıyordu.
Geçecekti. Hem geçecek, hem de alışacaktı ister istemez.
Ortada inat, cart curt olmasa, hepsinin istekleri de birdi aslında: Daha iyi bir yaşama kavuşmak!
Çünkü ya her ne iş olursa olsun çalışmak lazım ya da acımızdan gebermek!
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bu dünya, bu haksız dünya niye bozuluyor günden güne? Belli bir şey, eski hatıralar, eski saygılar unutuldu da ondan.
Lakin biliyor musun, insan bazen dünyaya geldiğini lanet ediyor. Kendi tatlı canından beziyorsun.
Sıcak, sinek, yağmur, çamur, ayaz Hayat bu. Geçim derdi. Savaşmak lazım, savaşacağız!
Allah nereden yönetirse yönetsin dünyayı. Olup olmadığını bile düşünmeye hiçbir zaman vakti olmamıştı. Allah var, yok Önemli olan, tükendi tükenecek yağdı.
Ne kadar benziyorlardı birbirlerine! O da yapayalnızdı, o da.
Yıllar, kırık plaklarda kalmış çok eski türküler gibi geldi geçti.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İstediğin kadar büyük ol, geldiğin yer toprak, gideceğin yer gene toprak
Dünya kötüye kesmiş, insanlara güvenilmiyor. Kime canım desen canın çıksın diyor
Dünya bu. Bugün size, yarın bize. Kul bir kararda kalır mı?
Demek iyi oğlandı. Hooş belli olmazdı insanların içi kolay kolay yaa..
Usta olduysan Allah olmadın ya!
İnsan, Kuran’ı göğsünde taşımakla, beş vakit namazı sektirmemekle dini bütün, tam da Allah’ın istediği insan olamıyordu!
Allah kimseyi yokluknan terbiye etmesin!
Gezsin, dolaşsın, lafın iyisini, eşin dostun hasını, eskisini arasın!
Varsa oğlanlar, yoksa oğlanlar. Dünyada sanki yalnız oğlanları vardı. Oğlanlar ne derse eninde sonunda o oluyordu. Kız geleceğine keşke bir kalıp sabun gelseydi. Elde, çamaşırda eriyip gider, dünyaya rezil olmazdı.
Bıkmış usanmıştı bu hayattan.
İstediğin kadar büyük ol, geldiğin yer toprak, gideceğin yer gene toprak.
Biz eşşek olduktan sonra palan vuran mı bulunmaz?
Burda, buramda bir şey, şuramda işte, yüreğimin başında. Ateş düşmüş gibi yanıyor, yüreğim, yüreğimin başı yanıyor!
Gün günden kötü gidiyor!
Kulun emeği Tanrı’nın yanında hiçbir zaman kaybolmaz. Onlar bu dünyadaysa biz de öbür dünyada!
Şu hükümetin de işine akıl ermiyordu vesselam. Gâvur içinde gâvurlaşmış tohumu bozukları al, getir, yıllar yılı bu topraklar üzerinde, bu toprakların iyi kötü günlerinin kahrını çekmiş yerlilerinin rızkına ortak et!
Topal eskiciye gelince, onun keyfine diyecek yoktu. Çoktandır içini paslandırdığını sandığı pis şarapların yerine inen rakı, melhem gibi gelmiş, başını tatlı tatlı döndürmeye başlamıştı. Bu dönen, bu tatlı dönmeğe başIıyan baştan belki de altmış yıllık geçmişi, erimiş bir renk cümbüşü halinde akıyordu: Dedesinin çiftliği, sarı sarı altın başaklı ekin tarlaları, beyaz beyaz patlamış pamuklar, kavun, karpuz yüklü arabalar, halis kan baklakırı kısrak, tozkoparan cepken, pencerelerinde ürkek sarı ışıkların titreştiği metruk bağ çardakları, baskın, kadın çığlıklarını gecenin zifir laranliklarini barut kokulu çıtırla
riyle delen silâhlar, silâh sesleri, bileklerinden atlara surüklenen yarı çıplak kadınlar, rakı, şarap, bira, cigara dumanları, Karasoku tiyatrosu, yanık sesli Ermeni kantocular, eş, dost, ahbap, meclisleri, sonraları Traty Trablusun kızgın çölleri, agelli kafiyeli dostlar, hurma ağaçları, bacağından vurulup kızgın kumlara yüzükoyun kapanışı yıldız dolu lâcivert gök, bacağının kesilişi, yurda dönüş, Kaçkaç, mavinin, morun, kına renginin çeşidi ile renkli ulu toroslar silâh sesleri uzak uzak yansıyan çeteler
Dünya kötüye kesmiş, insanlara güvenilmiyor. Kime canım desen canın çıksın diyor
Milleti rahatsız ediyormuşum. Benim derdimden kime neymiş.
“İstediğin kadar büyük ol, geldiğin yer toprak, gideceğin yer gene toprak.”
“Bozuldu ağa bozuldu, dünya kökünden bozuldu. Üstüne bastığım toprak, ayaklarımın altından kayıyor sanki. Bu gün dünü arıyoruz, yarında bu günü arayacağımızdan şüphen olmasın.”
Sana bir şey soracam
Sor emmi.
Oruç tutmakla, namaz kılmakla Müslümanlık olur mu?
Olmaz
Olmaz tabii, bilmem mi? Biliyorum amma, gene de diyorum işte. Peki, bildiğimiz halde bize gene de ters türs laf ettiren şey ne evlat?
Altmış Altı Ziya, Yokluk, dedi.
Varsa oğlanlar, yoksa oğlanlar. Dünyada sanki yalnız oğlanlar vardı. Oğlanlar ne derse eninde sonunda o oluyordu. Kız geleceğine keşke bir kalıp sabun gelseydi. Elde, çamaşırda eriyip gider, dünyaya rezil olmazdı.
Düşünme herif! diyordu. Kulun emeği Tanrı’nın yanında hiçbir zaman kaybolmaz. Onlar bu dünyadaysa biz de öbür dünyada!
Dedesinin konağı gibi konaklar yeryüzünde bile kalmamıştı artık. O biçim konaklar ortadan kalkarken hatırı gönülü, kadir kıymet bilirliği, daha kötüsü de fakir fukaranın dilinden anlamayı da birlikte götürmüşlerdi.
Yıllar, kırık plaklarda kalmış çok eski türküler gibi geldi geçti.
Ağzına mukayyet olmayan bir insanın insanlığından ne çıkar?
Dünyanın bin bir hâli vardı. Mala mülke güvenilemezdi. Yel üfürür, sel götürür, yangın kül edebilirdi.
Bozuldu ağa bozuldu,
dünya kökünden bozuldu.
Üstüne bastığım toprak ayaklarımın altından kayıyor sanki.
Bugün dünü arıyoruz, yarın da bugünü arayacağımızdan şüphen olmasın.
Bana göre hava hoş. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.
Dünya kötüye kesmiş, insanlara güvenilmiyor. Kime canım desen canın çıksın diyor
“Ummadık taş baş yarar diye boşuna dememişler.”
Bir evlat, ne olursa olsun, el kızını anasına değişmemeliydi.
Bana göre hava hoş. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.
Kanı kanla yıkamazlar, suyla yıkarlar.
Ne diye gitmişti sanki? Niçin, “Seveceğim, tabii seveceğim, vallahi billahi seveceğim ” dememişti?
İnsan, Kuran’ı göğsünde taşımakla, beş vakit namazı sektirmemekle dini bütün, tam da Allah’ın istediği insan olamıyordu!
“Bozuldu ağa bozuldu, dünya kökünden bozuldu. Üstüne bastığım toprak ayaklarımın altından kayıyor sanki. Bugün dünü arıyoruz, yarın da bugünü arayacağımızdan şüphen olmasın ”
“İtlerin duasıyla kıyamet kopsa her daim kopar!”
Beni hiç kimse anlamıyor amma, anlamasınlar. Allah içimi biliyor.
Zamanın birinde birine sormuşlar: cehennemde iş var, gider misin? Giderim demiş, maaş kaç?
Ben diyorum bayram haftası, o diyor mangal tahtası.
İki günlük ömür için Dünya sultan Süleyman’a kalmamış!
İstediğin kadar büyük ol, geldiğin yer toprak, gideceğin yer gene toprak.”
“Biraz nezaket, biraz edep yahu ”
“Bu dünyada, bu bok dünyada evlat, iyi olmaya imkan var mı?”
Bozuldu ağa bozuldu, dünya kökünden bozuldu. Bugün dünü arıyoruz, yarım da bugünü arayacağımızdan şüphen olmasın.
O da haklı, ben de haklıyım, sen de haklısın. Hepimiz haklıyız. Peki evlat, haksız olan kim?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir