Jean Paul Roux kitaplarından Eski Türk Mitolojisi kitap alıntıları sizlerle…
Eski Türk Mitolojisi Kitap Alıntıları
Irk Bitig’de yalnızca iki metinde sözü edilen bu tanrı, yol sözcüğüne atfedilen anlama bağlı olarak bir mutluluk tanrısı ya da bir yol tanrısı olabilir. Her ne kadar bu sözcüğe ilişkin niteleme sıfatları ikinci anlama işaret ediyorsa da, soru cevapsız kalmaktadır. Yol Tengri kendini şu sözlerle tanıtmaktadır: Ben, alaca — gt;At üstündeki yol tanrı-sıyım. Sabah akşam at sürerim. Gezintileri sırasında bir insanın iki aylık oğlu (veya insanoğlu = insan?) ile karşılaşır. Çocuk korkuya kapılır, ancak tanrı şöyle der: „Çekinme, ben ona -*Kut’u (yaşam iksiri) vereceğim. İkinci metinde, yolun kara tanrısı veya —»kaderin kara tanrısı anlamına gelen Kara Yol Tengri adını alır. Bu metinde onun daha başka özelliklerini de görmekteyiz: kırılmış olan şeyleri tamir etmek , dağılmış olan şeyleri biraraya getirmek . Kaldı ki, barış getiren de odur.
Muhtemeldir ki, Hoytu Tamir Yazıtlarının yazarlarından birçoğu bu tanrıya yönelmekte, fakat belli bir isim zikretme-mekteler. Tehlikeli bir dar geçit olan Hoytu Tamir’de, insanlar çıktıkları yolculuğun iyi geçmesi ya da sağ salim hedefe ulaşmalarım dilerler. Özellikle üçüncü yazıt kutsal bir tanrıya (Tengri — gt;İduk) ithaf edilmiş olup, kendisine şöyle yakarılır: Bizleri yanlış yola sapmaktan koru. Fakat aynı bağlamda, yolcuya kaderine uygun bir şekilde —»Dağlar diyarına eşlik edip yol göstermeleri için kendilerine rica edilenler yolculuğun koruyucu güçleri, yani yaşamın ve kaderin yirmiiki beyi dir. Bunlar bilge (?) beyler, küçük baba-beyler diye de adlandırılır. Irk Bitig, metin 2 ve 48. Hoytu Tamir (—»Giriş). J.-P. Roux ve P. N. Boratav, La divination chez les Turcs [Türklerde Kahinlik], La divination, cilt 2, Paris 1968, s. 296
Gücün kökenine ilişkin tüm tasarımlar için geçerli olan önemli bir kavramdır. Eski Türkçe metinlerde buyurmak anlamına gelen yarltgka fiil biçiminde yer alır; Tonyukuk Yazıtında üç kez, Köl Tegin ve Bilge Kağan Yazıtlarında dokuz kez ve Yenisey Yazıtlarında, en azından Uybat III Yazıtında geçer. Bazen, yaşam iksiri anlamına gelen —»Kut ve —►Kader anlamına gelen ülüg ile ilintilendirilmektedir. A. von Gabain, Alttürkische Grammatik [Eski Türkçenin Grameri]. J.-P. Roux, Tengri, Rev. Hist. Rel. CL, s. 32-39.
—»Kurban ve ölünün gömülmesi (-»Ölünün Gömülmesi) vesilesiyle yapılan merasimler hakkında bir dizi bilgiye sahibiz. Bu merasimler gayet şatafatlıydı, ancak onları gerçek anlamda bir tören olarak göremeyiz. Buna karşın, gerçek anlamda tören olarak nitelendirilebilecek merasimler konusunda fazlaca bir bilgiye sahip değiliz. Yalnızca hükümdarın tahta çıkma törenim, bu vesileyle yürütülen başlıca iki ritüeli (—»Kutsal Yağ Sürülerek Tahta Çıkma) bir parça yakından bilmekteyiz. Yabancı yazarlarca ya da hatta Türkçe metinlerde kinaye yoluyla birçok kez törenlerden bahsedilmektedir, ne var ki, bu ifadeleri yorumlamak çok zordur. Yakut, Kırgızların yılda birden fazla bayramı olduğunu, Kazvini, Kırgızların üç bayram kutladığını ya da tekrar Yakut, Kartukların değişik merasimlerde sarılıcı bitki motifli tören elbiseleri giydiğini söylemekte, ancak bizlere verilen bilgi bununla sınırlı. Ancak, bütün törenlerde —»Hayvanların önemli bir rol üstlendiğini söylemek mümkün: —»At Yarışları, aynı şekilde -»Develer arasında yapılan döğüşler belgelerde geçmektedir. Bunlar, Moğolistan’da kayalara çizilmiş resimlerde Suleik tarafından betimlenmektedir. İnsanların eğlencelerine hayvanların katılması, daha sonraki dönemler için de söz konusudur.
Elbette yemeğin büyük bir önemi vardı. Tonyukuk Yazıtında, bu mutluluk şu sözlerle doğrulanmaktadır: Bir taraftan tavşan ve geyik eti yerken ; Irk Bitig’de ise şöyle denmektedir: Sabah ve akşam altın bir tahtta oturuyor ve iyi yemek yiyorum. Galibiyet, birleşme öngören anlaşma, cenaze töreni, düğün gibi bütün büyük vesilelerde ziyafet verilirdi, aralarındaki beraberlik ruhu ise son derece gelişmişti. Ferrand, Relations de voyages [Seyahat Notları], cilt 1, s. 214, 216. Wüstenfeld, Des Abu Dulaf Misar Bericht [Abu Dulaf Misar’ın Raporu], s. 213. Appelgren-Kivalo, Alt-Altaische Kunstdenkmaler [Eski Altay Plastik Sanatları], Helsinki 1931, s. 77 ve 87. Tonyukuk Yazıtı, satır 8. Irk Bitig, paragraf 1.
Türk dillerinde tek boynuz için özel bir ad mevcut değildir, aksine Çince, Sanskritçe, Arapça, Farsça veya Ti-betçe karşılıkları kullanırlar; bu karşılıkların birçoğu kaynak dilde gergedanı nitelendirmektedir. Paris Ulusal Kütüphanesindeki Oğuzname’de geçen kik sözcüğü, keyik’m (av hayvanı) deforme olmuş bir biçimi olmalıdır. Ne var ki, tek boynuz başlangıçta ister gerçek bir hayvandan türemiş olsun, isterse olmasın, bir fabl hayvanı olmuştur.
Orta Çağ’daki söylensel rolü ise hep önem taşımıştır. Bir Turfan metninde, tek boynuzlu av hayvanının boynuzu gibi bir kimsenin adının yüceltilmesi dileğinde bulunulmaktadır. Bu konuyu İbn Fadlan da betimlemektedir. Oğuz Kağan’ın bir delikanlı olarak katıldığı büyük avda, bu konu büyük önem taşımaktadır. Raporda bu tartışmalı hayvan, sürüleri ve insanları yiyen büyük, vahşi ve kötü yürekli bir hayvan olarak geçmektedir. İbn Fadlan’ın yaptığı betimlemede, bu hayvan farklı hayvan türlerine ait parçaları kendinde toplayan pek korkunç bir yaratıktır: —»Devenin başı, boğamn kuyruk ve toynağı ile katırın vücudu: Görünüşe bakılırsa, bu melez yaratıkların mükemmel bir enkarnasyonu söz konusudur. Bunlara ait birçok betimleme mevcuttur. Şüphesiz bunlar birden fazla hayvan türünün çiftleşmesi sonucu oluşmuş ve bütün bu hayvan türlerinin yaşamına iştirak etmektedirler.
Oğuzname, satır 7-17. Bang ve von Gabain, Türk. Turfan-Texte [Türkçe Turfan Metinleri], SPAW, 1929, satır 41-43. İbn-Fadlan, Par. 74. Z. Velidi Togan, s. 76. D. Sinor, Sur les noms altaiques de la licome [Tek Boynuzlu Atın Altay Dilindeki Karşılıkları Üzerine], WZKAM, 56, 1960, s. 168-76. Ettinghausen, The Unicom [Tek Boynuzlu At], Freer Gallery of Art. Occasional papers, I, 3, Washington 1950. Bang ve Rachmati, Die Leğende von Oghuz Kağan [Oğuz Kağan Destanı], SPAW 1932, s. 706.
Eski Türklerde daha çok doğal tapınaklar bilinmekteydi. Bunları ise, —»Nehrin kaynağı veya —»Dağın zirvesi gibi kutsal yerlerden ayırt etmek genelde mümkün değildi. Ne var ki bunlar, bazen de, örneğin oyuklarda olduğu gibi bir tapınağın bazı özelliklerini taşıyordu. Uzunca bir süre, göçebeliğin kült mekanlarının inşasını engellediğine inanıldı. Fakat Orta Asya’daki Türklerin tamamının göçer olmadığı ya da sadece göçer olmadığı ve tanrılara ait resimleri veya ayinler için gerekli çadırları naklettikleri bir yana bırakılırsa (ki bunu ancak sonraları açık bir şekilde görmekteyiz), bazı durumlarda gerçek tapınaklar inşa ettikleri görülmektedir.
Ancak biz bunları henüz doğru şekilde yerli yerine koyamamaktayız. Birçok yazar kesin bir kanıt sunmadan, bunlann dünya üzerinde yaygın olan bu ya da şu dine hizmet ettiğine inamrdı. Oğuzlardaki bir ibadethaneden söz eden Kazvini’nin bir çalışmasını okuyan Dunlop buna örnektir: O, bu ibadethanenin içinde bir sinagog görmüş.
Yakut’un Kırgızlarda ve Karluklarda, bazen ibadethane olarak adlandırılan bazı tapınaklara işaret ettiğini göz önünde bulundurursak, bu durum daha fazla kuşku uyandırmaktadır. Bu ibadethanelerdeki duvarların, önceki kralların resimleriyle süslü olduğunu belirtmektedir. Mezar ise mutlaka bir tür ölüler tapınağıydı. —»Mağara; Ölünün Gömülmesi; Kurban. Wüstenfeld, II, s. 395 (Kazvini). Dunlop, The Jeuıish Khazars [Musevi Hazarlar], Princeton N. J. 1954, s. 261. Ferrand, Relation de voyages [Seyahat Notları], 2 cilt, Paris 1913-14 (Yakut 1. cilt, s. 213-215).
Esasen soyut bir simge olup, Türk boylarınca bir şeyi nitelendirmek için kullanılmıştır. Çoğu kez, bir mülkün işaretlenmesi amacıyla imza, mezar kitabesi olarak ya da kamp yerini işaretlemek amacıyla yere çıkarılan bir kalıp olarak vb. kullanılmıştır.
Orhon ya da Yenisey’deki eski Türklere ait mezar taşlarında bu şekilde birçok işaret bulunmaktadır. Bu işaretler genelde münferit olarak —»Taşlarda yer almaktadır. Raşid-ad-Din Fadlallah ve aynı şekilde Kâşgarlı Mah-mud yirmidört Oğuz boyunun tamgalannı sıralamaktadır1). Ne var ki, sundukları tanıtlar birbirinden farklılık göstermektedir. Bu durum bize, eğer bir yanılgı söz konusu de ğilse, her zaman çok dayanıklı oldukları kabul edilen tamgalann birkaç yüz yıl içinde geliştirilmiş olmaları gerektiğini düşündürüyor.
Tamgcınm kutsanmış karakteri, onun boy ile olan bağının ve belki de onun —»Ongun ile olan bağının bir sonucudur. Ongun, boyun özel ilişkiler kurduğu hayvan veya varlıktır (bu bir bitki olabildiği gibi, astrolojik türde de olabilir). Vernadsky, Note on the origin of the word tamga [Tamga Sözcüğünün Kökeni Üzerine Not], Journ. Amere. Orient. Soc., Baltimore LXXVI, 1956, s. 188. Tryjarski, The tamgas of the Turkic tribes frorn Bulgaria [Bulgaristan’daki Türk Ka-vimlerinin Tamgaları], Ural-alt. Jahrbücher, 47, 1975, s. 189, 200.
insanda bedensel olmayan, onun asıl özü, nefesi, tini, vücut öldükten sonra bireyden artakalan ve yaşayan şeyi nitelendiren çok sayıdaki Türkçe sözcük, ve diğer taraftan bu sayılan şeylerin değişik mekânlarda aynı anda var olması, ki bu her yerdelik değildir, ve nihayet karşılaştırılabilir çağdaş belgeler, Türklerin, birden fazla ruha sahip olduklarının bilincinde olduklarına işaret ediyor görünmektedir.
Eğer daha yeni kaynaklara veya görünürde koşut Moğol olgularına dayanmayacaksak, bu durumda maalesef ruh ya da ruhlar kavramının çok belirsiz olduğunu itiraf etmek zorundayız. Çoğu kez değişik tercümelere dayanan değişik sözcüklerin incelenmesi dahi, arzu edilen açıklığa ulaşamama tehlikesiyle karşı karşıyadır. En fazla, kötü bir cin olduğu kabul edilen —»Yek, tesadüf eseri gezgin bir ruh olmuş olabilir. Daha ziyade Türkler tarafından sıkça kullanılan değişik sözcükler arasında tin, öz, üziit, yula yer almaktadır. Abacı ve elkin ya da yelkin kavramlarıyla ise, kelimenin dar anlamıyla cinler ve hayaletler anlatılmakta, fakat Türklerin bu kavramlarla ne kastettiklerini biraz daha açık bir biçimde belirtmek gerekir.
Tin, Kâşgarlı Mahmud tarafından nefes , nefes almak olarak tercüme edilmektedir (örneğin: soluğu tümüyle kesilmek). Kâşgarlı Mahmud’a ait bu tercüme, Kıpçak sözlüklerinde ndzların anlamının belirsiz olmasına veya Codex Cumanicus’da yer alan anima spiritualis” veya spiritus sanctus a rağmen, en güvenilir olandır. Daha sonra meydana gelen anlam değişmelerine rağmen, tin’in ruhu nefes olarak nitelendirdiğini (Moğolca’daki az çok kesin karşılığı amin’dir) ve ölüm anında vücudu terk ettiğini ihtiyatla kabul edebiliriz.
Öz, nefis , vücut , yaşam , kişi anlamına gelmektedir. Her ne kadar kişinin nefsi ifadesinin anlamı Codex Cumanicus’da teyit ediliyorsa da, Kâşgarlı Mahmud bu sözcüğü nefis in dışında, ayrıca ruh, kalp ve yine nefes olarak tercüme ederek, biraz farklı çeşitlemeler sunmaktadır. Uygurca bir metinde, öz konuğun vücut içinde yaptığı gezintiler ele alınmaktadır: Onun, bulunduğu yeri her gün değiştirdiğini görmekteyiz; bir bakmışız gözlerde, bir bakmışız kulaklarda, göğüste, kollarda, uyluklarda vb. Üzüt (veya özüt) öz’den türetilmiş olabilir.
Gerçi von Gabain, bu sözcüğün genel anlamının ruh, tin olduğunu belirtiyorsa da, sözcük Orta Çağ’a ait sözlüklerde merhum kişiyi, ölüyü nitelendirmektedir. Bu sözcük çok erken dönemlerde, gezgin birer ölü oldukları düşünülen kötü cinleri nitelendirmek için kullanılırdı. Uygurca Turfan Metinlerinde belirtildiğine göre, ölümün ardından vaktiyle içinde yaşamış oldukları eve geri dönenler, ölülerin ruhlarıdır . Nihayet, alev , meşale anlamına gelen ve Kâşgarlı Mahmud tarafından alıntılanan yuh sözcüğü, oldukça belirsiz bir şekilde ruhu çağrıştırmaktadır. Her ne kadar kesin olarak kamtlanmadıysa da, yaşam gücü , Viatikum anlamına gelen —» Kutun, vaktiyle —»Gökten gelmiş ve ölümün ardından tekrar oraya geri dönen bir ruh olduğu akla yalan geliyor.
Ruhların ölümden sonraki akıbeti —» ahiret maddesi altında ele alındığından, burada ruhların ölümsüz olduğunu saptamakla yetinebiliriz. Buna ne zaman inanıldığını kestirmek zor olsa da, işin tuhaf yam ruhlar, gökte yaşayan kuşun şekline girmiş olarak enkamasyonlanyla birlikte yaşıyorlardı. Belli ruhların ya da belli bir ruhun —»Hayvan şekline girdiği, onun öldüğü anlamına gelen o akbaba oluyor ifadesiyle ve cennetin varlığı ile ölünün yaşamaya devam ettiğine olan inançla açık seçik bir şekilde kanıtlanmaktadır. Ruhların —»Kan ile olan bağları, hükümdarların ve hayvanların kanlarım dökme yasağı ile vurgulanmaktadır. —»Kemikler ve iskelet ile olan bağları ise, ölü gömme ritüelleri, kafatası kültü ve kemik iskeletinin muhafaza edilmesiyle vurgulanmaktadır. Her şeye rağmen, ruhlar anlaşılmaz bir şekilde plasenta (— gt; Umay) ile bağlantılıdır. Yukarıda belirtilen simgelerin her birinin (ve daha başkalarımn da) belli bir ruhla ilgisi olduğuna neredeyse kesin gözüyle bakılıyor. Öte yandan ruhun kendisi ise, değişik organlara bağımlıdır. Ruhların akıbetinin her zaman aynı olmadığını da var sayabiliriz; bunun nedeni ahlâkî bir değerlendirme değil, aksine ruhlar arasındaki doğal farklılıklardır
Bugünkü Moğolistan’da Orhon —»Nehri yakınlarındaki —»Dağ. Yeri tartışmalıdır, ancak Hangai dağlarında yer aldığı kesindir (A. v. Gabain). Ötüken adı seçmek , tercih etmek anlamına gelen Uygurca ötü- sözcüğüyle ilintilendirilmiş ve Radloff tarafından sevilen dağ ormanı olarak tercüme edilmiştir. Thomsen sert , sivri anlamına gelen ütkin/ötkin sözcüklerinin etimolojisini irdelemiş, Bang ise ötü ve kan’ı ayırmayı tercih etmiştir. Kendisi, sözcüğün ikinci kısmında o ünlü hükümdar sıfatını görmektedir, ancak bu varsayım şüphelidir. Büyük ihtimalle bu sözcük dua , öğüt oy anlamına gelen öf sözcüğünden gelmektedir. Bulunduğu yer, Orhon Yazıtlarında Ötüken’in ormanlık dağı olarak nitelendirilmekte ve tıpkı —»Yer ve —»Su gibi kutsanmış diye adlandırılmaktadır. Görünen o ki, Ötüken kelimenin tam anlamıyla en stratejik yerdir, imparatorluğun kalbidir: Metinlerde, Devleti bir arada tutan yer, [her zaman] Ötüken Ormanı olmuştur diye geçer. Ötüken, hiç de küçümsenmeyecek dinsel bir öneme sahipti ve T’u-küe hükümdarlığının sonunu da görmüştür. Çin yıllıklarında ve Şine Usu yazıtında, Ötükenden birçok kez bahsedilmektedir. Ayrıca Kâşgarlı Mahmud’un sözlüğünde yer almaktadır, şüphesiz Moğollardaki yer tanrıçası Etiigen ya da îtügen’den (Pelliot) türemiştir. Pelliot’un iddia ettiği üzere, Ötüken’in daha T’u-küelerde yer tanrıçası olduğu görüşü son derece şüphelidir. Başka dağların da kutsanmış kabul edildiği Uygur döneminde ancak, Ötüken bu daha genel anlamı kazanmıştır. Paul Pelliot’un bahsettiği ve henüz yayımlanmamış olan Uygurca bir el yazmasında, Otken biçiminde, yer tanrıçası ile kutsal ana vatanın kişileştirilmesi olarak yer alır. 8. yüzyılda ise sadece kutsal bir dağdır. Bu dağ çok yücedir, ancak hiçbir zaman yer ile topluca karıştırılmaz. Ötüken Uygurlar’a devredilmiş olup, onların başarısını temin eder. Daha önceleri buraya Tonyukuklar yerleşmiş ve onların buyruğuna girmek için tüm halklar gelmiştir .
Çin yıllıkları, You-Tou-Kin’e (Ötüken) dörtyüz li uzaklıkta bulunan bir başka dağdan bahseder ve onu haklı veya haksız yere, bir yer tanrısı olarak görürler. A. von Gabain, Alttürkische Grammatik [Eski Türkçenin Grameri], Leipzig 1941. Radloff, Die altaischen Inschriften [Altay Yazıtları], s. 100. Thomsen
Alttürkische Inschriften [Eski Türk Yazıtları], s. 123. Chavannes, Documents [Belgeler], s. 98, 120. Pelliot, Le mont Ötükan chez les anciens Turcs [Eski Türklerde Ötüken Dağı], T’oung Pao, 1929, 4-5, s. 212-19. J.-P. Roux, Religion des Turcs de l’Orkhon [Orhon Türklerinin Dini], RHR, 1962, 2, 437, s. 200. R. Giraud, Les Regnes [Hükümdarlıklar], s. 105-07. Vladimirov, Bericht der Akademie der Wissenschaften der UdSSR [SSCB Bilimler Akademisi Raporu], Moskau-Leningrad 1929, s. 133-35.
Ayrıca Minusinsk ve Altın Köl’deki metinlerde de karşımıza çıkmaktadır. Orhon Yazıtında şöyle der: Zaman tanrısı karar verir, tüm insan oğulları ölümcül olarak dünyaya gelmiştir. Kâşgarlı Mahmud, neredeyse aynı tümceyi ele alırken, zamanı artık tanrısallaştırmaz ve şu saptamayla yetinir: İnsan hiç fark etmeden zaman (öd) geçer gider; insanoğlu ölümsüz değildir. Bu tanrı hakkında başkaca bir bilgi mevcut değildir. Kâşgarlı Mahmud, I, s. 44. A. von Gabain, Inhalt urıd magis-che Bedeutung der Alttürkischen Inschriften [Eski Türk Yazıtlarının İçerik ve Gizemli Anlamı], Anthropos 48, 1953. J.-P. Roux, Tengri, Rev. Hist. des Religions, CXLIX, s. 76.
Doğaüstü kadınlarla yapmış olduğu iki evliliğinden altı çocuğu olur: —»Kün (güneş), —»Ay, —»Yıldız, —»Kök, —»Dağ ve Deniz. Bunlar altı kolu oluşturur ve bunlardan da yine yirmidört Oğuz boyu doğar. Her ne kadar adı collostrum olarak yorumlandıysa da (halka özgü etimolojiye göre, annesinin yalmzca ilk sütünü içmek istemiş), kendisi genç bir boğa beyidir. Ne var ki, o farklı hayvanların karakteristik özelliklerini taşımaktadır: bir boğanın ayakları, bir —»Kurdun sağrısı, bir samurun omuzları, bir ayının göğsü, ve tüm vücudu kıllarla kaplıdır.
Dolayısıyla o erdişi bir yaratıkür, belki de farklı ataların bir ongun resmidir. Oğuzname için bkz. kaynaklar. Abu- ‘l-Gazi Bahadur Han, Şecere-i Türk (Desmaisons, Histoire des Mongols et des Tar-tares, St. Petersburg 1871 ve 1874). Şecere-i Terakime (Kono-nov, Rodoslovnaja Türkmen Sotcinenije Abul Ghazi, Mos-kau-Leningrad 1958). Raşid-ad-Din Fadlallah, Radloff, Das Kudatku Bilig [Kutadgu Bilig], cilt 1, s. 15. D. Sinor, Sur la leğende de l’Oguz Qagan [Oğuz Kağan Efsanesi Üzerine], Bericht des 11. Orientalistenkongresses, Paris 1948, s. 175. L. Bazin, Notes sur les mots Oghuz et Türk [Oğuz ve Türk Sözcükleri Üzerine Notlar], Oriens, VI, 1953, s. 315-22.
Daha sonra sıkıca boğazını sıkarlar ve tam boğulacağı sırada, kendisinden hükümdarlık edeceği süreyi tahmin etmesini rica ederler
Boğma taklidi, kanını dökmeden gerçek bir hükümdarın nasıl öldürüldüğünü anımsatır.
Şu halde tahta çıkmak sıradan bir yaşamın ölümüdür ve bunu hükümdarlık yaşamı için bir diriliş takip eder.
Bir keçenin üzerine oturtarak havaya kaldırmak suretiyle, onu göğe (Tengri) sunarlar (kral ise gücünü buradan almaktadır).
Türkler ateşe fevkalade büyük saygı gösterirler[ ], fakat sadece gök ve yerin yaratıcısına dua ederler ve onu tanrı diye adlandırırlar.
Çin yıllıklarına göre, T’u-küelerin kurucusu olan bu ismin sahibi, bir dişi kurttan doğmuş ve doğaüstü yetenekler ile sihirli güçlere sahiptir. Kendisi iki genç kızla evlenmiş, bunlar yaz ve kış tanrılarının kızlarıydı.
Yağmur taşının her yerde yaygınlaşmasının ardından, Kazvini bunun Türklerin bir buluşu olduğunu belirtir
Irk Bitig’de ise şöyle denmektedir: Sabah ve akşam altın bir tahtta oturuyor ve iyi yemek yiyorum. Galibiyet, birleşme öngören anlaşma, cenaze töreni, düğün gibi bütün büyük vesilelerde ziyafet verilirdi, aralarındaki beraberlik ruhu ise son derece gelişmişti
Önce zar atılır, sonra kitaba bakılırdı; zarda çıkan sayılar hangi sayfaya bakılması gerektiğine işaret ederdi. Zar atarak belirlenen öyküyü muhtemelen bir uzman yorumluyordu
îdhik (izik veya ajan) diye adlandırılansa işte bu ruhlar ve güçlerdir. Bunlar mekanların ve nesnelerin asıl sahipleredir. Elbette bunların varlığı, var olan her şeye karşı insanın belli davranış biçimleri göstermesini şart koşar. Ritü-ellerin çoğunu, alınması gereken önlemleri ve yasakları motive eder
Hayvanların sahip oldukları bu güçten faydalanmaya çalışmaktadır
Fazlasıyla tüylü bir köpek. Türk inancına göre, kartal (?) yaşlandığında iki yumurta yumurtlar ve kuluçkaya yatar. Yumurtaların birinden av köpeklerinin en hızlısı ve en iyisi olan Barak, diğerinden ise yavrularının sonuncusu olan küçük bir kartal çıkar. İslam inancında Barak, Hz. Muhammed’in göğe yükselirken üzerine bindiği hayvan olan Burak ile özdeş görülmektedir