Jennifer Royce kitaplarından Esir Yürek kitap alıntıları sizlerle…
Esir Yürek Kitap Alıntıları
“Seni hangi kategoriye sokmalıyım o zaman?”
“Korsan’” Cevabını verirken gözleri elde ettiği hazineye kıymet biçermiş gibi genç kızın yüzünde, saçlarında, havlunun açıkta bıraktığı omuzlarında ve en son uzun ve düzgün bacaklarında dolaştı.
“Bir hazineyi nerede olsa tanırım.”
Sonra geri geleceğim, eninde sonunda nerede olursam olayım, hep sana döneceğim. Sen benim dünyamın merkezisin.
“İnan bana olurdum, Sagirah! Yüreğim sana esirken, bedenimi uzakta tutman bir işe yaramayacak. Gururumun boyun eğdiği tek varlık sensin ve senin için sonsuza kadar köle kalmaya razıyım.”
Genç kız uzanıp, dudaklarına doyumsuz bir öpücük bırakırken, “Seni sevdiğimi söylemiş miydim, Lord Esir Yürek?” diye fısıldadı.
Beline dolanan kollar sıkışıp, narin kıvrımlarını sert bedenine yapıştırırken, “Daha fazla esir, hem de gönüllü bir esir olmamı istiyorsan sürekli söylemelisin, Sagirah. Sonsuzluktan sonrasında da aşkına ihtiyacım var,” diye fısıldadı sevgiyle.
“Duygularını paylaşmadığın sürece güvendesindir. Sırlar ise tek kişi bilirse emniyettedir. Dallanıp budaklanan duygular ve sırlar, en huzurlu anında seni sırtından bıçaklayabilir.”
“Çocukluğunu yaşayamadığın ve acı dolu yılların için özür dilerim!” diye fısıldadı. Gözünden kayan bir damla yaş yastığa damladı. “O çocuğu kurtarmaya gelmeyen bütün insanlık için özür dilerim. Orada olup yaralarını saramadığım için özür dilerim! Çektiğin onca eziyete rağmen böyle harika bir adam olduğun için de teşekkür ederim.”
“Küçük bir çocukken, ölesiye dayak yediğim zamanlarda, kendi kendime geçecek diye mırıldanırdım. Hiçbir acı sonsuza kadar sürmez. Yaralar iyileşir, acılar azalır.” Kızın burnuna minik bir öpücük bıraktı. “Nitekim geçerdi de… Gerçekten de hiçbir acı sonsuza kadar sürmüyordu.”
Fahid’e hiç de yabancı gelmeyen o raflarda dizili ciltler, tanıdık bir dostu selamlar gibiydi. Genç adam bir süre odada dolaşıp kitap kokusunu içine çekti.
“Ne yaparsan yap, senden kaçmayacağım çünkü beni incitecek son insan sensin. Ayrıca duygularını bastırmanı veya yatıştırmanı istemiyorum. Delice sevildiğimi ve istendiğimi bilmeyi son nefesimde bile hissetmek istiyorum. Bir gün yaşlandığımızda bana hâlâ böyle altına bulanmış aç gözlerle bakmanı, ellerini benden uzak tutamıyormuş gibi dokunmanı ve doyamıyormuş gibi öpmeni istiyorum. Başımı göğsüne her yasladığımda ismimi söyleyen kalbini dinleyerek yaşlanacağım günleri sabırsızlıkla bekliyorum. Çünkü benim yüreğim yüz yaşına gelse bile seni sevmekten asla yorulmayacak.”
Ayrin, yanında yürüyen Fahid’in güçlü bedenine göz ucuyla bakarak, “Heyecandan ölmek üzereyim,” diye mırıldandı.
“Ben de,” diyen Fahid’in sesini duyduğunda şaşkınlıkla profiline baktı. “Ama hiç de öyle görünmüyorsun.”
Fahid, muzip bir ifade oturttuğu bakışlarını ona çevirerek, “Bir kadın gibi ayılıp bayılmadığım için mi? Erkekler sizin kadar duygularını kolay ifade edemez,” dedi.
Aynı kaderi paylaşmış iki insandan daha fazla birbirini anlayacak başka birileri yoktu.
Hasan’ın çok okuduğu bir kitap vardı. Müslüman bir bilge, adı Rumi’ydi. O kitaptan okuduğu bir dize aklına geldi.
“Eğer senin uğruna can verirsem sevinerek ölürüm.
Senin kölenin kölesi olursam neşe ile can veririm.”
“Senin kölenin kölesi olursam…” diye mırıldandığında gözünün önüne Ayrin geldi. Belki Rumi bu dizede çok farklı bir inanç dile getirmişti ama Fahid kendine göre yorumladı. Ayrin’in kölesi olmak… Evet, bu uğurda neşeyle can verebilirdi.
Kan ve ölüm…
İnsanoğlu asırlardır bir canavar gibi bu ikisine doymamıştı. Hep bir bahaneleri vardı. Zenginlik, güç, sağlık, iktidar, varoluş… Bitmek bilmeyen açlıklarını doyurmanın yolunu öğrenmişlerdi. Masumların kanına tıpkı bir parazit gibi ihtiyaç duyuyorlardı.
Yeryüzündeki bu zalimler yüzünden ölmeden ölümü yaşamak vardı bir de… Ölüm sadece bedenin ölümüdür. Peki ya ruh? Beden nefes alıp verirken ve kalp atarken ruh ölürse işte asıl o zaman gerçek ölüm yaşanır. Bu seçenek ne korkunç bir ölümdür. Her şeyin farkındayken uzuvlarınızın yavaş yavaş koparılması, iç organlarınızın gözünüzün önünde çıkarılmasıdır.
“Artık bir köle değilsin. Benim sana uygun olabilmem için aynı kaderi yaşamam gerekiyordu. Bütün olanların tek açıklaması bu! Yoksa seni nasıl anlayabilirdim? Bu dünyada bana uygun olan tek adamsın. Aramızdaki farklılıklar sadece saçmalık ve umurumda değil. Sen benimsin! Bunu ilk gördüğüm günden beri biliyorum.”
“Kaderde payına düşen bensem, neden karşı geliyorsun? Sen benim koruyucu meleğimsin. Tanrı, küçük bir kızken seni bana gönderdi. Şimdi ise gelecek hayatımda her gün yanımda olman ve beni koruyup sevmen, benim de kalbimdeki bütün sevgiyi sana vermem gerekiyor. Bunu benim kadar sen de görmelisin.”
“Hani sana kendimi hiçbir yere ait hissetmiyorum demiştim ya… Artık bir yer buldum ve orası her şeyimle ait olduğum yer. Yüreğimdeki yalnızlık, sığınacağı bir yuva buldu.”
“Yani bencilce nedenlerle çektiğin acıyı görmezden mi geldiler? Yaşadıklarından kalan tortuyu dökmene nasıl izin vermezler? Kahretsin, Sagirah! Neden kaybolmuş göründüğün belli! Çektiğin eziyet ve acı hâlâ içinde duruyor. Atmana ve rahatlamana izin vermemişler.”
Genç kızın dolu gözlerini yakından görebilmek için yüzünü avuçlarına aldı. “Ağlayarak, haykırarak, çığlık atarak ve konuşarak geçmişi gömmen gerek! Bırak gözyaşlarını! İçindekilerle birlikte akıp gitsin ve seni yıkasın!”
“Cesaret, aptalca gözü karalık değildir. Cesaret; her ihtimali tartıp, kendini ona göre hazırlamak, tehlikeyi en aza indirerek kendine ve çevrene zarar gelmesini önlemektir. O zaman tehlikeyi göze alır ve ona göre davranırsın.”
Kendi yalnızlık çölünde ulaşmaya çalıştığı vaha, nedense yaklaştıkça yanılsamalar arasında kayboluyordu. Aşmaya çalıştığı kum tepelerinin arkasında bir görünüp bir kayboluyordu. Ancak o vahayı bulmak için önce o çölü aşmak gerekiyordu. Çünkü çöl vahanın anlamıydı.
Ayrin ise o çölü aşıp vahayı bulmayı beceremiyordu. Vaha da onun ayağına gelmiyordu. Susuz ve yalnızdı.
“Bir kayıp ruhu ancak bir başka kayıp ruh tanırmış.”
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
“Nasılsın, Sagirah?”
“Özgür ama mutsuz…”
Bu duyguyu biliyordu genç adam. Onun sevimli tavrına gülümsedi. “Haklısın, özgür olmak güzel ama hiç eğlenceli değil.”
Ölmemek için öldüreceksin, bu adamların yaşam felsefesiydi. Hayatta kalmak için güçlülerin yanında olmak, daha da önemlisi güçlü olmak gerektiğini çabuk öğrendi. Zeki çocuktu. Gemide yediği dayakları ve kırbaçları en aza indirmek için kurnaz davrandı. Suskundu, suskunluğu güvenilirliğinin ölçüsüydü. Susarken pek çok şey öğrendi. Farklı milletlere ait dilleri konuşmak ve insanlarla anlaşmak hiç problem değildi onun için.
Kendine kitaplardan oluşan bir dünya kurdu. Okumadan geçen yılları telafi etme amacındaydı. Ayrıca kitaplar; acımasız, vicdansız ve düşman değildi. Azarlamaz, dövmez, hakaret etmezdi.
Vedalaşmak her zaman zordur. Özellikle dünyada güvenebileceğinizi düşündüğünüz tek insandan ayrılıyorsanız, bir yarınızı orada bırakırsınız. Ayrıldığınız yerde kalan yarınızı ya kabullenirsiniz ya da gidene emanet edersiniz. Yıllar, o yarım kalmışlığı asla tamamlayamaz. Gittiğiniz yer neresi olursa olsun; hep eksik, hep yarım kalmışlık duygusuyla yaşamak zorundasınızdır.
Elinin dış yüzeyiyle yanağını okşayarak, “Unutacaksın, Sagirah… Her şey geride kalacak ancak izini hep taşıyacaksın. O izi silmenin kolay bir yolu olsaydı, kendimden önce sende denerdim. Sadece geçmişi düşünmeyi bırakmalısın. Bir kâbus gibi düşün ve uyandığında kendine olanları unut emrini ver. Hayata yeniden umutla bakan bu menekşe rengi gözlerin gülümsediğini görmeyi çok isterim. Bunu benim için dener misin?” diye mırıldandı.
Güneş, sonbahar kızılı pırıltılarla yükselirken gözünün önüne gelen sevimli yüze ait görüntüler her zaman olduğu gibi içini huzurla doldurdu. Bu huzur, daha çok üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmiş olmaktan doğan bir ferahlıktı. Ayrin’in saçlarını hatırlatan gökyüzüne yüzünü çevirip gözlerini kapattı. O yumuşak şefkatin tüm bedenini esir almasına izin verdi.
“Neredesin, Sagirah? Mutlu musun? Geçmişi geride bırakabildin mi? Ben hâlâ bocalıyorum. Umarım, her şey gönlünce olmuştur.”
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
“Bu bedele değer… Onu buldum… Bu vicdan azabımın bir ödemesiyse eğer, seve seve kabul ediyorum… Nihayet senin yaşadığını ve nerede olduğunu biliyorum, Sagirah…”
“Sagirah!”
Kulağına gelen boğuk sesin söylediği tek kelime, nefesinin durmasına neden oldu. Göreceklerinden, umut edeceklerinden ve olmayabileceklerden korkarak başını gömdüğü yerden yavaşça kaldırdı.
Önünde diz çökmüş olan adamın altın rengi gözlerinden pek çok duygu gelip geçiyordu. Kıza doğru uzattığı iri nasırlı ellerini destekleyen parlak bakışları sanki kamarayı aydınlatıyordu.
Genç adamın kuruyan dili, bir süre söylemek istediklerine itiraz edermiş gibi hareket etmedi. Onun bu sessizliği düşünüyormuş şeklinde algılandı.
“Kızı satın almak istiyorum.” Hayatında söylemek zorunda kaldığı en zor cümleydi. Ayrin’in bir köle olduğunu ve mal gibi alınıp satıldığını sanki yeni fark etmiş gibi tüyleri diken diken oldu.
Söylenen sözlerin ardında başka anlam arayan bir adam olan Aber; bir kölenin, en azından bir zamanlar köle olmuş bir adamın, neden bir cariyeyi satın almak istediğini düşündü. Bu, ucunda çok para olan bir işe dönüşebilirdi. Üstelik kız, hemen öylesine verilecek bir esir değildi.
Vicdan azabı ve pişmanlıkla geçen yıllar… Aramalarının sonuç vermediği ve imkânsızın peşinden koştuğunu düşündüren günler ve geceler… Sekiz yaşında kaçırılmış ve insanların bir mal gibi alınıp satıldığı bir ortamda büyümüş bir adam için kanıksadığı yaşamı, başka birinin de yaşadığını düşünmekle geçen acı verici yıllar…
Dertlerini ve sıkıntılarını paylaşan biri olmadım hiçbir zaman. Duygularını paylaşmadığın sürece güvendesindir. Sırlar ise tek kişi bilirse emniyettedir. Dallanıp budaklanan duygular ve sırlar, en huzurlu anında seni sırtından bıçaklayabilir.
Ayrin kızgınlıkla saçnı çekti. Kahretsin Fahid! Ben senin karınım! Aramızda sır istemiyorum!
Başını kaldırıp kızın gözlerine baktı. Bu kuralımı seninle yıktığımı görmüyor musun? Yüreğimi açtığım tek insansın.
Vedalaşmak her zaman zordur. Özellikle dünyada güvenebileceğinizi düşündüğünüz tek insandan ayrılıyorsanız, bir yarınızı orada bırakırsınız
Özgür kaldığımı düşünsem de özgür değilim. Yine köleyim, bu defaki daha da kötü, toplum kuralları nefesimi kesiyor
Sen benim asla olmayacak olanımsın..!
Sana aşık olma cüretini gösterdiğim de, Tanrı tarafından cezalandırılacağımı düşündüm..
Belki de aşk özgürlüktü ; yüreğe takılan kanat ve uçsuz bucaksız mavi gökyüzüydü..
Aşk, yüreği sevdiğine köle olabilecek
kadar cesur olanların hakkıdır..
Aşktan ötesi sonsuzluk, savrulmayı göze alamazsan eğer ışığını kaybetmeye mahkumsun..
Geçmişin kördüğümünü çözmeden geleceğe dokunman mümkün değildir..
Girdiğin savaşta yüreğe boyun eğdirecek tek şey kılıç değil, aşk olacaktır..
Özgürlüğe uçmak isteyen yürekleri ancak kadim bir aşk zincirlerinden kurtarabilir..
Artık özgürsün meleğim.
Sonsuza kadar özgürlüğe uçaçaksın..
Kader, insanların yerle bir ettiğini seven bir yürekle telafi eder..
Ölüm sadece bedenin ölümüdür. Peki ya ruh? Beden nefes alıp verirken ve kalp atarken ruh ölürse işte asıl o zaman gerçek ölüm yaşanır. Bu seçenek ne korkunç bir ölümdür. Her şeyin farkındayken uzuvlarınızın yavaş yavaş koparılması, iç organlarınızın gözünüzün önünde çıkarılmasıdır.
Bakmasını ve görmesini bilirsen en çirkindeki güzelliği bile fark edersin.
Karşındakine kızarsan kontrolünü kaybedersin. Kontrolünü kaybeden, yenilmeye mahkumdur.
Yenilgi yaşadıysan bundan sonra da hep yenileceksin demek değildir. Yeter ki niye yenildiğini anla.
O zaman soğuk kalıpları yıkmanın zamanı gelmiş. Ben değişmek istemediğime göre onlar değişsin!
Senin kayıp ruhun geçmişe demir atmış. Artık onları da azat etmenin zamanı gelmedi mi? Köle olarak geçirdiğim yıllarda öğrendiğim bir şey varsa oda yaşadıklarının yaşayacaklarının önüne geçmesine asla izin vermemen gerektiğidir. Yoksa seni bağlayan bağlarla köle olmaya devam edersin. Hem de zincirin olmadan, bu kez geçmişine ve yaşadıklarına mahkum kalırsın. Özgür vede mutlu olmak için ruhunu azat et.
Kendine kitaplardan oluşan bir dünya kurdu. Okumadan geçen yılları telafi etme amacındaydı. Ayrıca kitaplar ;acımasız, vicdansız ve düşman değildi. Azarlamaz, dövmez, hakaret etmezdi.
Unutacaksın Her şey geride kalacak ancak izini hep taşıyacaksın. O izi silmenin kolay bir yolu olsaydı kendimden önce sende denerdim sadece geçmişi düşünmeyi bırakmalısın. Bir kabus gibi düşün ve uyandığında kendine olanları unut emrini ver.
Bir kayıp ruhu ancak
bir başka kayıp ruh
tanırmış.
Geçmişi azat et, demişti.
Geçmiş nasıl geride bırakılırdı? Yeniden yeniden düşünerek mi? Yoksa ağlayarak ve birilerine içini dökerek mi?
Yüreğimdeki yalnızlık, sığınacağı bir yuva buldu.
Vedalaşmak her zaman zordur. Özellikle dünyada güvenebileceğinizi düşündüğünüz tek insandan ayrılıyorsanız, bir yarınızı orada bırakırsınız. Ayrıldığınız yerde kalan yarınızı ya kabullenirsiniz ya da gidene emanet edersiniz. Yıllar, o yarım kalmışlığı asla tamamlayamaz. Gittiği yer neresi olursa olsun; hep eksik, hep yarım kalmışlık duygusuyla yaşamak zorundasınızdır.
Ümitlenmek, cama tırmanmaya çalışmak kadar boş bir çabaydı. Kayıp düşeceğinizi bile bile yeniden denemekse aptallıktı.
Bitti, artık özgürsün, meleğim! Kanatların şimdi kopmuş olsa bile bir gün gelecek, yerine daha pırıltılı ve güçlüsü çıkacak. Sonsuza kadar özgürlüğe uçacaksın.
Vicdan azabı ve pişmanlıkla geçen yıllar Aramalarının sonuç vermediği ve imkânsızın peşinden koştuğunu düşündüren günler ve geceler Sekiz yaşında kaçırılmış ve insanların bir mal gibi alınıp satıldığı bir ortamda büyümüş bir adam için kanıksadığı yaşamı, başka birinin de yaşadığını düşünmekle geçen acı verici yıllar
Özgürlük aşkla kutsanmadıkça, bir yanı hep eksik kalacaktır yüreğin
Geçmişin kördüğümünü çözmeden, geleceği dokuman mümkün değil
Bazen geçmiş geleceği şekillendirirken arkanı dönüp gidemezsin. Sıkı sıkıya sarılıp geleceğini oluşturmak için geçmişten yardım beklersin. Geçmişin kördüğümünü çözmeden geleceği dokuman mümkün değil.
Yüreğini görebiliyorum, orada beni nasıl sakladığını ve koruduğunu da görebiliyorum.
Yavaş biraz, hiçbir yere kaçmıyor! sözünü duyunca onunla alay eden Cabir’e döndü. Yüreğime ayak uydurmaya çalışıyorum.
Özgürlüğe uçmak isteyen yürekleri ancak kadim bir aşk zincirinden kurtarabilir.
En derin yaralar, en yakınlarımızın ve en sevdiklerimizin açtıklarıdır.
Sonra geri döneceğim, önünde sonunda, nerede olursam olayım, hep sana döneceğim. Sen benim dünyamın merkezisin.
Yarın benimle ata biner misin, Sagirah?
Ayrin durup ona döndü. Hipnotize eden bakışlarında gördüğü kıvılcımların daha önce de olup olmadığını merak etti. Benimle zaman mı geçirmek istiyorsun?
Fahid karşısında duran kızın menekşe rengi gözlerinde kendini kaybettiğini hissetti, ama konuşurken sesi sakin ve duyguları konusunda en ufak bir ipucu vermiyordu. Buna neden şaşırıyorsun ki? Eskiden seninle çok zaman geçirirdik neden yeniden geçirmeyelim ki? Benim tanıdığım Sagirah büyümüş, çekici genç bir hanıma dönüşmüş. Şimdi bu genç kadını tanımak istiyorum.
Benim hakkımda neler düşünüyordun, Sagirah?
Ayrin onun siyah kıyafetini içinde ne kadar çarpıcı olduğunu yeni fark etmiş gibi, güçlü bedenini en ince detayına kadar inceledi. Senin bana ait olduğunu ve yanına yaklaşan kadınların gözlerini oymaya hazır olduğumu
Fahid gülümserken etrafına yaydığı cazibeden her kadın gibi genç kız da etkileniyordu. Öyleyse duygularımın aynısı senin de yaşamış olmandan memnunum. Sana bir salon adamı olmadığımı söylememe rağmen, bu gece buradasın. ⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Ben de sana katılmak zorunda olduğum davetler olduğunu söylemiştim.
Genç adam kontrol edemediği ellerini arkasında birleştirip kızın önünde birkaç adım öne arkaya giderken Ayrin gözlerini ondan ayırmadan izliyordu. Benim tatlı Sagirah’ım, senin bu dikbaşlılığın bazen çok can sıkıcı olabiliyor. Niyetin beni sınamaksa, pişman olabilirsin.
Kader, insanların yerle bir ettiğini seven bir yürekle telafi eder.
Çok konuşuyorsun Sagirah. Çok konuşmak saygı kaybettirir.
Bazen geçmiş geleceği şekillendirirken arkanı dönüp gidemezsin. Sıkı sıkıya sarılıp geleceğini oluşturmak için geçmişten yardım beklersin. Geçmişin kördüğümünü çözmeden geleceği dokuman mümkün değil.
Korku; sise benzer. Gözünü perdelediğinde, bir adım sonrasını göremezsin. Görüşün bulanıklaşır. İçindeki gerçekle yüzleşmek zorunda kalırsın.