İçeriğe geç

Ermiş Claire’in Kuyusu Kitap Alıntıları – Anatole France

Anatole France kitaplarından Ermiş Claire’in Kuyusu kitap alıntıları sizlerle…

Ermiş Claire’in Kuyusu Kitap Alıntıları

– Ama yanında daha fazla kalamam. Çünkü insanlara götürecek birçok itirazım var. Ne gündüz ne gece rahat yüzü görüyorum. Lambamı bazen bir din adamının yazı masasına, bazen gece uykusuzluktan şikâyetçi bir kişinin başucuna koyarak, durmadan bir yerden diğer bir yere gitmeliyim.
İnsanların dudaklar üzerinde şekillenen sözlere son derece duyarlı olduklarını, şehitler ve sen örneğinde göründüğü gibi, hiç anlamı bulunmayan sözcükler için kendilerini öldürttüklerini göstereceğim sana.
Siz büyük bir şakacısınız Messer Platon; dünyayla çok alay ettiniz.
Kişi hiç de ‘var olan’ değil, ‘Olan’dır. Çünkü, var olmak ile olmak aynı şey değildir; birbirinin karşıtı iki şeydir.
Messer Platon, temiz olan nedir? Sizi dinliyorum, Messer Platon. Bilginin görülmekten, işitilmekten, dokunulmaktan ve genellikle sınanmaktan bütünüyle yoksun bırakıldığı zaman temiz olacağını iddia ediyorsunuz. Aynı koşullarda, gerçeğin temiz gerçek olacağına dair, başlığınızın bir işaretiyle benimle aynı düşünceyi taşıyorsunuz. Yani yeter ki o, dilsiz, kör, sağır, bacağı kopuk, felçli, tüm organlarından yoksun kılınsın. Siz büyük bir şakacısınız Messer Platon; dünyayla çok alay ettiniz. Başlığınızı çıkarın.

İtirazcı, harmanisinin eteğini indirdikten sonra, sözü yeniden ermiş kişi Giovanni’ye yöneltti.
-Dostum, şu Gerçek’in ne olduğunu bilmiyorlar. Ama fizikçi ve doğal harikaların büyük gözlemcisi olduğum için, eğer o beyaz renktedir, daha doğrusu beyazın kendisidir diyorsam, bana güvenebilirsin.

Bundan, sana dediğim gibi, onun temiz olduğu anlamını çıkarmak gerekmez. Sanıyor musun ki, süt gibi beyaz kalçalara sahip Veronalı bayan Eletta, bunları evrenin geri kalanından soyutlayıp görünmezliğe ve dokunulmazlığa saklayarak, Platoncu öğretiye göre temizdir? Bu, çok büyük bir hata olacaktır.

Ermiş kişi Giovanni:
– Bu bayan Eletta’yı tanımıyorum, dedi.

İtirazcı:
– Yaşarken kendini iki papaya, altmış kardinale, prense, on sekiz tacire, Kıbrıs kraliçesine, üç Türk’e, dört Yahudi’ye ve Arezzo piskoposunun maymununa, bir çift cinsiyetliye ve şeytana verdi. Ama, Gerçek’in özgün doğasını bulmak olan asıl konumuzdan uzaklaşıyoruz.

Şimdi, bu doğa, Platon’un kendisine karşı da gösterdiğim gibi, temizliği değil de katışıklılığı o denli akla getiririr ki, o katışıklılık, var olan her şeyin gerekli koşuludur. Düşünüyorum da, yaşamın ve ona bağlı her şeyin bileşik, karışık, çeşitli, çoğalma ya ya da azalmaya eğilimli, dengesiz, eriyebilir ve temiz olmayan halde bulunduğunu yeterince sınamadan geçirdin.

Giovanni: Yüce bilgin, diye yanıtladı, tümüyle temiz Tanrı var olduğuna göre, nedenleriniz hiçbir değer taşımıyor.

Etkin yüce bilgin karşılık verdi:
– Eğer kitaplarını daha iyi okusaydın, oğlum, görecektin ki, ad verdiğin Kişi hiç de ‘var olan’ değil, ‘Olan’dır. Çünkü, var olmak ile olmak aynı şey değildir; birbirinin karşıtı iki şeydir. Kendin görüp, ‘Ben hiçbir şeyim; ben, ben değilmişim gibiyim demiyor musun? ‘Ben kimsem oyum’ demiyorsun. Çünkü yaşamak, her an için var olmayı durdurmaktır. Aynı zamanda, ‘Kirliliklerle doluyum’ da diyorsun; çünkü sen tek bir şey değil, ama hareket eden ve aralarında savaşan nesnelerin karışımısın.

Ermiş Kişi:
– İşte, aklı başında konuşuyorsunuz, diye yanıtladı. Görüyorum ki, Etkin yüce bilgin, insani olduğu kadar tanrısal bilimde de çok ilerlemişsiniz. Çünkü Tanrı’nın kim ise o olduğu doğrudur.

Öteki devam etti:
– Baküs’ün başı için, kusursuzca ve evrensel olarak, odur. Ona bir yerde olduğu kadar bir başka yerde ne az ne de çok rastlandığından ve doğruluk payı kapsamayan bir çift eski papucun bile bulunmayacağından emin olduğumuz içindir ki, onu herhangi bir yerde aramaktan bağışıklıyız.

Giovanni:
– Bu hayranlık verici ve kesindir, diye yanıtladı. Ama madde değişimi etkisiyle, onun daha özel olarak, kutsal türlerde bulunduğunu eklemek yerinde olur.

Yüce Bilgin:
– Hatta, o yenilebilirdir, dedi. Dikkatlice bak, oğlum, o elmanın içinde yuvarlak, patlıcanda uzun, bir bıçakta kesici ve bir flütte seslidir. Maddelerin tüm niteliklerine sahiptir. Onda aynı zamanda, şekillerin tüm özellikleri de vardır. Bütün olası üçgenlerden olduğuna göre, dik ve geniş açılıdır; daire ve elips olduğuna göre yarıçapları eşit ya da eşit değildir ve tarif edilemeyen bir şekil olan hiperboldür de o.

Ermiş adam Giovanni bu yüce gerçekleri derinden düşünürken, Etkin yüce bilginin kahkahalarla güldüğünü işitti. O zaman sordu ona:
– Neden gülüyorsun?

Yüce Bilgin:
– Gülüyorum, dedi; insan derin düşününce bende bazı çelişkiler ve çelişkili söylemler bulur ve beni acı biçimde ayıplar. Bunlardan bende çokça bulunduğu doğrudur. Ama bunların hepsi bende varsa, Öteki’ne benzer olacağım görülmez.

Ermiş kişi sordu:
– Hangi ötekinden söz ediyorsun?

İtirazcı yanıt verdi:
– Kimden söz ettiğimi bilirsen, kim olduğumu öğrenirsin. Sonra en iyi sözlerimi seve seve dinlemezsin; çünkü beni çok kötülediler. Tersine, kim olduğumu bilmezsen sana pek yararlı olurum. İnsanların dudaklar üzerinde şekillenen sözlere son derece duyarlı olduklarını, şehitler ve sen örneğinde göründüğü gibi, hiç anlamı bulunmayan sözcükler için kendilerini öldürttüklerini göstereceğim sana. Ey Giovanni, akla uygun bir anlam bulmanın olanaksız olduğu bu Gerçek sözcüğü için kendini Viterbe meydanında boğdurmaktan ve sonra da yedi mezamir okunurken yaktırmaktan sevinç duyuyorsun.

Doğallıkla cahil beyinciğinin köşesini bucağını arayıp tarayacaksın; bu sözcüğü açacak ve anlamını çıkaracak çengeli asla bulamaksızın, oradaki tüm örümcek ağlarını, eski demir hurdalarını yerinden oynatacaksın. Bensiz, zavallı dostum, ne senin ne de yargıçlarının anladığı iki hece yüzünden, kurbanın mı yoksa cellatların mı daha çok kınanacağının asla bilinemeyeceği şekilde kendini astırmış, sonra da yaktırmış olacaksın.

Şu halde bil ki, pek sevdiğin hanımın Gerçek, yaşla kurunun, sertle yumuşağın, soğukla tersinin birbiriyle rastlaştığı unsurlardan yapılmıştır ve şehvetli hanımlardaki gibi, bu hanımın içinde de şefkat ve sıcaklık tüm bedene eşit biçimde yayılmamıştır.

Fra Giovanni, saflığı içinde, bu söylemin pek iffetli olup olmadığından kuşku duydu. İtirazcı, ermiş kişinin gözlerinden bunu okudu. Ona güvence verdi:
– Bunlar okulda edindiğim bilgilerdir. Ben Tanrıbilimciyim.

Ayağa kalkıp sözünü sürdürdü:
– Seni terk etmekten üzgünüm, dostum. Ama yanında daha fazla kalamam. Çünkü insanlara götürecek birçok itirazım var. Ne gündüz ne gece rahat yüzü görüyorum. Lambamı bazen bir din adamının yazı masasına, bazen gece uykusuzluktan şikâyetçi bir kişinin başucuna koyarak, durmadan bir yerden diğer bir yere gitmeliyim.

Bunları söyledikten sonra, geldiği gibi gitti. Ermiş kişi ise kendi kendine sordu:

Neden bu yüce bilgin, gerçeğin beyaz olduğunu söyledi?” Sonra samanların üzerinde yatarken, bu düşünceyi kafasında evirip çevirdi. Bedeni ruhundaki kaygıya katılıyor, rahat edemeyip bir yandan öteki yana dönüp duruyordu.

anlamak için aklını yeterince zorlamadın. Sana Gerçek’in, katıksız olduğunu değil, beyaz olduğunu öğrettim.

Duyduklarından şaşkına dönen ermiş kişi Giovanni yanıtladı:

-Havva’nın ağır suçunu başarıya ulaştırmış olduğu, dünyanın güneşten sakladığı ayın, yoğun gölgesinde bu yerkürenin karardığı şekilde, siz de, Messer Etkin Kişi, aydınlık bir sözü karanlık bir sözle örttünüz. İşte, karanlıklarda dolaşıyorsunuz. Çünkü Gerçek, tüm temizliğin kaynağının Tanrı’dan gelişiyle, katıksızdır.

Itirazcı karşılık verdi:

– Fra Giovanni, üstün bir fizikçi olun; temizliğin anlaşılmaz bir nitelik olduğunu kabul edin. Denir ki, Arkadyalı çobanlar, bilmedikleri tanrıları temiz tanrılar diye adlandırıyorlardı

Gerçek’in beyaz olduğunu söylüyorsunuz ve onu açıkça lekesiz bir hanım gibi gösteriyorsunuz. Ben de onu sizin dediğiniz gibi, beyazlıkta bahçelerdeki zambakları ve kış boyunca Alverne tepelerini örten karı geride bırakan olarak tasvir ediyorum.
bilginin neye ulaşabildiğini öğrenmeyi önemsiyorsun. Şimdilik, onun BEYAZ olduğunu öğren.
içinde, ihtiyatsız kişinin kullanmadan attığı küçük bir anahtar vardır.
Ama aklı başında kişi onu çok sayıda kilitte dener. Sonunda onun altın ve değerli taşlarla dolu bir kasayı açtığını görür.
– Kardeş, bana verilen adı söylemek neye yarar? Bana hangi adı verirsen, senin için o kişi olacağım.
Şeytanın karanlık eylemlerinde birkaç iyilik belirtisi seçtiği kanısındaydı
Şeytanın kesin olmasa da, kötü olduğunu ve onun doğuştan kusurluluğunun, kötülükte kusursuzluğa ulaşmasını engelleyeceğini düşünüyordu.
Dine ve bilime içten bağlıydı; ama birtakım garipliklerle birlikte. Kutsal kitabın tanıklığına ve Kilise’nin öğretisine göre Tanrı’ya inanıyor; zorunlu olmadıkları halde, kendiliklerinden Tanrı’ya inanan basit filozoflarla alay ediyordu. Bunda, gelenekçilikten ayrılmazdı.
Kitaplığın gediklisi olarak, altın sarısı elmalar satan köylü kadınların önünde özellikle durup, onların gelişigüzel konuşmalarına kulak kabartarak pazarı da sıkça dolaşırdı. Güzel Toscana dilini bu kadınlardan öğrendiğini söylerdi.
Bonapart:
Yüzyılın anlayışını bilmiyorsunuz, dedi. Fransa’da güçlü bir din karşıtlığı var. Orada tanrıtanımazlık kökleştirildi. Montesquieu’nün, Raynal’ın ve Rousseau’nun düşüncelerinden haberdar değilsiniz. Tapınma kaldırıldı. İnanç yitirildi .
İyi kalpli din adamı başını salladı:
– Ah, şu sevimli genç kişiler! Onlar hafifmeşrep, kaygısız, şaşkın oluyorlar! Bunu atlatırlar. On yıl içinde, kızları daha az koşturup, ayinlere gidecekler. Karnavala az kaldı; aynen sizin Fransız Devriminizin uzun zaman sürmeyeceği gibi. Kilise ise ezeli ve ebedidir.

Bonapart yalnız kalınca, kocaman anı defterlerinin yapraklarını çevirdi. Kilise’nin gücünü hayal ediyor ve kendi kendine, papalık kuruluşunun, III. yılın anayasasından daha dayanıklı olduğunu söylüyordu.

—Yemek takımlarınızı satmakla büyük hata ettiniz. Borçlu bir kişiye borç verilebilir, fakat mobilyalarından ve yemek takımlarından yoksun kalmış bir kişiye borç verilmez.
– Güzel Zanetta, Venedik’in tüm saraylarında da otursan, murdar bir evde daha fazla soyluluk vardır.*

*Zanetta, bir fahişe İflâs eden ve zengin dostları tarafından borç para ve altın talebi reddedilen tacir Fabio’ya mücevherlerini vermeyi teklif ediyor.

Çoğunlukla borç alanla borç veren arasında gönül alışverişi kötü gider.
Aşk aynı zamanda da kindir.
Papinien, bütünü hiç yargılamamaktansa, hatalı yargılamanın daha geçerli olduğunu ilan eder. Çünkü insanlar adalet yokluğunda ormanlardaki hayvanlardan daha aşağıdır.
Yargıçların arasında bulunan pek yüce bilgin bir kişi ayağa kalkıp dedi ki: – Giovanni, seni mahkum eden hükme boyun eğmen yararına olur. Çünkü sen de bu kentin parçası olduğuna göre, kent adına dile getirilen, senin tarafından da söylenmiş oluyor. Vatandaş olarak, burada onurlu bir paya sahipsin. Adalet tarafından boğazlanmış olmaktan mutluluk duyman gerektiğini sana kanıtlayacağım.

Aslında herkesin memnunluğu, parçaların mutluluğunu içerir ve kapsar. Mademki, sen de soylu Viterbe kentinin gerçekte son derece ufak ve zavallı bir parçasısın, toplumu memnun eden mahkumiyet seni de mutlu etmelidir.

Ölüm tutuklamasını sevecen ve yönteme uygun değerlendirmek zorunda olduğunu sana daha da kanıtlayacağım. Çünkü olayların doğru ölçümü olan hukuktan daha yararlı ve uygun hiçbir şey yoktur. Sana bu iyi ölçümün yapılması dolayısıyla hoşnut olmalısın. Sezar Jüstinyen tarafından konulan kurallara göre, sen hakkını aldın. Mahkumiyetin de adil, dolayısıyla hoşa gidici ve iyidir. Mahkumiyetin haksız, lekelenmiş, cahillik ve ahlak bozukluğuna (Tanrı’nın hoşlanmadığı budur) bulaşmış mı olacak; bunu da sana kanıtlamak uygun olur.

Çünkü haksız bir yargı, adaletin biçimleri içinde dile getirildiği zaman, bu biçimlerin erdemine katılır, bunlar aracılığıyla yüce, etkin ve büyük erdem içinde kalır. Onda var olan kötü taraf geçicidir, sonucu pek önemli değildir ve özel durumu etkiler. Oysa, onda iyi olan taraf, değişmezliği ve adalet kuruluşunun sürekliliğini elde tutar; buradan da geneli hoşnut kılar. Bu nedenledir ki, Papinien, bütünü hiç yargılamamaktansa, hatalı yargılamanın daha geçerli olduğunu ilan eder. Çünkü insanlar adalet yokluğunda ormanlardaki hayvanlardan daha aşağıdır. Oysa, adalet aracılığıyla, onlar soyluluklarını ve liyakatlerini ortaya koyarlar. Böylesi, Atinalılar arasında onurda eşsiz Areopage yargıçları örneğinde kendini gösterir. Bu arada, yargılamanın gerekli ve yararlı olduğu, yanlışsız, hatasız yargılama mümkün olmadığı gibi; onun ardından hata ve yanlışın adaletin kusursuzluğunda bulunuşu, bu kusursuzluğa katılışı gelir. Bundan da, eğer yargının haksızlığına inanıyorsan, bu haksızlığa adalete uygunluğun karışıp birleşmiş olduğu kadarıyla, kendini memnun etmelisin. Aynı biçimde, kalay ve bakır da, Pline’in öykülerinde dediği gibi, değerli bir maden olan ve pek soylu işlerde kullanılan bronzu meydana getirmek için birbirine karışmıştır.

Yüce bilgin daha sonra, hizmetçilerin her cumartesi günü evlerin avlularını yıkadıkları gibi, yanlışı yıkayan ceza çekmenin elverişliliklerini ve üstünlüklerini sıraladı. Ona yargıçlar ve bir savunucu vermiş olan Viterbe cumhuriyetinin yüce iradesi tarafından idama mahkum edilişinin, kendisi için ne büyük bir iyilik olduğuna ermiş adamın dikkatini çekti. Yüce bilgin, sözlerini bitirip susunca, Fra Giovanni yeniden prangaya vurularak hapishaneye götürüldü.

bilgenin dediği gibi, ‘kuşku içindeyken, yapmaktan vazgeç.’
– Beni yargılıyorsunuz ama, açıkça ortaya çıkan eylemlerim ve sözlerimden dolayı değil, ancak Tanrı’nın gördüğü niyetlerimden dolayı.

Yargıç yanıt verdi:

– Görünmeyeni göremiyorsak ve yeryüzü üstündeki tanrılar değilsek, insanları yargılamamız nasıl mümkün olurdu? Bilmiyor musun ki, Viterbe’de yapılmış bir yasa en gizli düşüncelere kadar her şeyi kovuşturur? Çünkü kent polisi durmaksızın kendini kusursuzlaştırıyor; Sezar zamanında cetveli ve gönyeyi elinde tutan Ulpien, bizim gönyelerimizin ve cetvellerimizin üstünlüğünü görse şaşkına dönerdi.

Kendi kendine, Gerçek, bana darağacına kadar eşlik edecek’ diyordu. ‘Bana bakacak ve ağlayacak. Ağlıyorum, çünkü bu adam benim için ölüyor’ diyecek.
Sizi kimsenin soymayacağı şekilde, varınızı yoğunuzu elinizden çıkartın.
Ama sevgiden yana kendinizi güçlendirin ve sizden nefret eden kişileri sevin. Karşılıksız kalan kin, yarı yarıya azalır. Geri kalan bölümde cansızlaşır, güçsüzleşir ve ölür.
hasmından destek alamayan zorba kendiliğinden düşer.
İnsan bilgeliğinin nereye gittiğini gördükçe, deli olmayı çok istiyorum.
efendinin mutsuzluğu, köleninkinden daha korkunçtur.
Dedim ki: Ben yoksulların dostuyum’. Benim, dostunuz olduğuma inanmadınız; çünkü gururunuz içinde, yoksul olduğunuzu hiç bilmiyordunuz.
Birilerine dedim ki: ‘Asla zalim olmayınız.’ Kimilerine de, ‘İsyan etmeyiniz’ dedim. Ne birileri, ne de ötekiler bana kulak verdiler. Beni topluca alaya alarak taşladılar. Çünkü hepsiyle birlikteydim; her biri bana, ‘Sen benden değilsin’ dedi.
Asla, ‘Yumuşak başlılık, halkların yöneticilerine zarar verir’ demeyin. Çünkü bu konuda hiçbir şey bilmiyorsunuz. Halkların yöneticileri bunu henüz denemedi.
sevinç, acı çekmenin içindedir. Sevenler bunu bilir.
Zulümden, tatlılıkla acı çekelim ve içine dökülen kinin pis kokusunu miskiambere dönüştüren şu saf sevgi kaplarından olalım.
Dayanın, acı çekin, kabul edin, Tanrı’nın istediğini isteyin
Herkesin dürüstçe payını alacağı ve davetlilerin birbirlerinin ayaklarını yıkayacağı bir masa, güzel olacaktır. Ama sakın, ‘Bu masayı şiddet yoluyla kentin sokaklarında ve kamuya açık meydanlarında kuracağım’ demeyin. Çünkü, kardeşlerinizi adalet ve hoşgörü şölenine elde bıçakla davet etmemelisiniz. Masanın, Mars’ın alanında iyilik ve iyi niyet erdemiyle kendiliğinden kurulması gerekir.

Bu bir mucize olacaktır. Bu arada, mucizelerin ancak iman ve sevgiyle tamama erdiğini bilin.

İçinde birtakım zulümlere kaymasından korkarak, genel mutluluğu istencinizde aşırı güçle ve sebatla koruyun. Ama evrensel iyilik arzunuz, bir dua ateşliliği ve bir umut yumuşaklığını alsın.
Tanrı’yı içinizde hissedin ve deyin ki: ‘Her şey onda güzeldir.
Daha mutlu olun, çünkü masumsunuz.
Yaşamı seviyorsunuz. Bu bağlılık her insanın yüreğinde var. O halde acı çekmeyi sevin. Çünkü yaşamak, acı çekmektir.
İyi olunuz; tüm evren iyi olacaktır. Çünkü evren, iyiliğinizin aracıdır.
Her şeyden acı duymak, hiçbir şeyden acı çekmemektir.
Kötülük, arzunun içindedir. Asla arzulamayın.
Şiddet gösterenlere lânet olsun! Çünkü şiddet, şiddeti doğurur.
Yasalara yasalarla karşı çıkmayın. İnsanların yüzüne karşı mermer ya da tunç levhalar dikmeyin. Çünkü, levhaların üzerinde tüm kayıtlı olanlar, kandan harflerle yazılmıştır.
İnsanlar cimri ve acımasız kaldıkları sürece, en yumuşak yasaları acımasız kılacaklar ve sevgi sözleriyle kardeşlerini soyacaklardır.
Kötü yerölçümcüye pergel ve tesviye aleti vermeyin. Çünkü o, haksız bölüştürmeler yapacaktır.
– Adaletin yasalarda olması, eğer o gönüllerde yer almıyorsa ne önem taşır? Gönüllerde küfürle doluysa, yasada dürüstlüğün egemen oluşu neye yarayacaktır?
Ermiş kişi Giovanni, üzerinden ırmağın geçtiği bir hücrenin ortasındaki direğe zincirlenmişti.

Onunla birlikte iki adam daha bu yapışkan karanlığın içine atılmıştı. İkisi de yargılanmış ve yasalara aykırı davrandıklanı kamuoyuna açıklanmıştı. Biri Cumhuriyet’i güç kullanarak yıkmak istiyordu. O, ibretlik ağır suçlar işlemişti. Kenti kaba kuvvetle temizlemeyi tasarlıyordu. Öteki ise inançları değiştirmeyi umut ediyordu: İnandırıcı söylemlere girişmişti. Bilgece yasaların bulucusu olarak, hemşerilerini zorlamak için dehasının güzelliğine ve geleneklerinin masumiyetine güveniyordu. İkisi de aynı biçimde mahkum edilmişlerdi.

Cahil olun; artık yanılgıya düşmekten korkmazsınız.
İyilik, ne geleneklerde ne de yasaların içindedir. Ama, Tanrı’dadır ve yeryüzünde Tanrı’nın iradesinin yerine getirilişinin içindedir. Ne hukukçular ne de yöneticiler yeryüzünde Tanrı iradesini gerçekleştirirler.
bu yasalar asla Tanrı’dan değildir. Bu yasalar insandandır; onun kötülüğüne ve aptallığına katılırlar. Onlar, çocukların Viterbe meydanında top oynarken koydukları kurallara benzer.
– Selametin sesini dinleyin! İyilik asla insanın içinde değildir. İnsan, kendiliğinden ona iyi gelenin ne olduğunu hiç bilmez. Çünkü o, doğasından ve gittiği yerden habersizdir. İyi sandığı, kendisi için kötü olabilir. Yararlı olduğunu sandığı, ona zararlı olabilir. O, uygun olan şeyleri seçmekten acizdir; çünkü o, gereksinimlerini bilmez ve çayırda oturup süt yerine, güzelavratotu sütü emen çocuğun benzeridir. Çocuk güzelavratotunun zehir olduğunu bilmez, ama annesi bunu bilir. Bu nedenledir ki, iyilik Tanrı’nın iradesini yerine getirmektir.
– Sabahtan akşama kadar taş söküyorum. Çalışmamın karşılığında bir parça kara ekmek alıyorum. Bedenim tümüyle yıpranıp, kollarım dağın taşları yüzünden güçsüz kalınca açlıktan öleceğim.
Ermiş kişi Giovanni:
– Kardeşim, dedi, çok taş çıkarıp az ekmek almanız hiç adil değil.
Irgat ayağa kalktı:
– Keşiş, tepenin üstünde ne görüyorsun?
– Kentin surlarını görüyorum, kardeşim.
– Ya daha yukarıda?
– Mazgalların üstüne egemen olan evlerin damlarını.
– Daha yukarıda?
-Çam ağaçlarının tepelerini, kiliselerin kubbelerini ve çan kulelerini.
– Ya çok daha yukarıda?
– Ötekilere egemen olan bir sur kulesini. Onun tepesini çevreleyen mazgalları. Bu, Podestat burcudur.
– Keşiş, bu burcun mazgalarının üstünde ne görüyorsun?
– Kardeşim, burcun mazgallarının üstünde gökyüzünden başka bir şey görmüyorum.
Irgat:
– Bense, dedi, bu burcun üstünde çok çirkin ve dev gibi bir kişinin elindeki topuzu salladığını ve topuzun üzerinde BÜYÜK HAKSIZLIK yazılı olduğunu görüyorum. Büyük haksızlık da, yönetim kulesinin ve yasaların üstündeki vatandaşların üzerinde yükseltiliyor.
insan sadece acı içinde düşünür, hüzün içinde derin düşüncelere dalar. Korkular ve arzularla altüst olup, kaygılı bir halde yatağında kıvranır ve yalanlardan oluşmuş yastığını paralar.
Şeytan, rahip asasını, başlığını ve cübbesini
atıp, çıplak halde göründü. Siyahtı ve meleklerin en güzelinden daha güzeldi.
Tatlılıkla güldü ve ermiş adama dedi ki:

– Emin ol, dostum. Ben kötü ruhum.

Zavallı insanlar, karanlıkların içinde el yordamıyla yürüyorlar; Hata, başlarının üstünde geniş gölgeliğini açıyor. Basit kişiler ve bilginler, ezeli yalanın oyuncağı oluyor.
– Senyör, yetenekli bir ressam daracık bir tahta levhaya bir kenti evleri, kuleleri ve surlarıyla nasıl resmediyorsa, aynı şekilde siz de beni birkaç sözcükte ruhumla ve yüzümle, hayranlık verici doğrulukta tasvir ettiniz. Tamamen söylediğiniz kişiyim.
– Yoksullara sadaka vermekle asla insanlara değil, vatandaşların yönetime vergi ödedikleri gibi, Tanrı’ya veriyorum. Vergi kent içindir, o aldığı parayla gereksinimlerini giderir. Benim verdiğim, Tanrı katını döşemek içindir.
Hiçbir şey bilmiyorum. Sersemliğim o derecede ki, ancak basit dille yazılmış şarkıları aklımda tutabiliyorum.
Bu cübbe ise görkemli bir hileydi. Kiliselerin hazinelerinde bile bundan daha zenginine rastlanmazdı.
İyi kalpli ermiş François şöyle demeyi âdet edinmişti: ‘Kibarlık, çiçeklerin tepeleri bezediği gibi, oğullarımın süsüdür.’
yalnızlıkta her şey felakettir.
Onlar gerçeği öğrendiklerinde mutsuz olacaklar. Çünkü hayalde sevinç yoktur ve huzur sadece cahillikte bulunur.
— Kardeşim, siz Lucide’siniz (sabır incisi); Tanrı’nın gözünde sizin kalbinizden daha temiz bir temiz taş yoktur.
— Meleklerinden birinin eliyle yoksul kuluna hizmet ettirişinle ne kadar iyisin, Tanrım! Ey kutsal yoksulluk! Ey pek görkemli ve pek varlıklı yoksulluk!
– Rahip Bonaventure, aklımı karmakarışık eden şu kuşkuyu yok edin ve bana cevap verin. Bir cahil, bir bilgin kadar aşkla Tanrı’yı sevebilir mi?
– Yoksul bir yaşlı kadın, Tanrı aşkı bakımından, tüm Tanrıbilim uzmanlarına yetişip onları geçebilir. İnsanın kusursuzluğu sevgidedir. Size şunu da söyleyeyim, kardeşim: Böyle çok cahil bir kadın, gökyüzünde bilginlerin üzerine yükseltilecektir.
O biliyordu ki, aşksız bilim boşunadır.
bu dünyada Tanrı’ya ait olan tüm şeylerin, yoksullara ait olduğunu biliyordu.
Fra Giovanni, bir çınarın dibine diz çöküp, dostun dosta yaptığı gibi Tanrı’yla konuştu. Tanrı’dan yetimlere, dullara ve mahpuslara acımasını; Lombardiyalı ortakçıları kabaca sıkıştıran toprak ağalarına merhamet bağışlamasını; avcıların kovaladığı ormandaki geyiklere ve dişi geyiklere, tuzağa yakalanan tavşana ve kuşa acımasını yakardı.
Biz, zehirli meyveler taşıyan ağaçlarız. O, eylemde bulunmaktan korkuyordu; çünkü çaba acı verici ve boşunadır. Düşünmekten korkuyordu; çünkü düşünce kötüdür.
O, insanın gururlanabileceği hiçbir özgün şeyinin olmadığını ve görkemliliğin ruhu katılaştırdığını bildiğinden dolayı, alçak gönüllüydü.
Biz, zehirli meyveler taşıyan ağaçlarız. O, eylemde bulunmaktan korkuyordu; çünkü çaba acı verici ve boşunadır. Düşünmekten korkuyordu; çünkü düşünce kötüdür.
O, huzur içinde yoksuldu. İtaat içinde, büyük zevk alıyordu. Tasarılar yapmaktan uzak kalarak, gönül nafakasının tadını çıkarıyordu. Çünkü, insani eylemlerin ağırlığı çok haksızcadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir