İçeriğe geç

Ermeni Tehciri Kitap Alıntıları – Yusuf Halaçoğlu

Yusuf Halaçoğlu kitaplarından Ermeni Tehciri kitap alıntıları sizlerle…

Ermeni Tehciri Kitap Alıntıları

Osmanlı hükümeti seferberlik ilanından itibaren dokuz ay boyunca iyi niyetle ve küçük tedbirlerle işi çözmeye çalışmıştı. Ancak olayların önüne geçemeyince, Ermeniler konusunda köklü tedbirler almak zorunda kaldı. Van isyanının patlak vermesi üzerine bu olayları başlatan ve Ermeniler’i silahlandıran komite yuvalarını dağıtmak için 24 Nisan 1915’te vilayetlere ve mutasarrıflıklarına acele ve gizli kaydı ile genelge yolladı. Bu genelgede, Ermeni komite merkezlerinin kapatılması, evrakına el konulması ve komite elebaşılarının tutuklanması bildirildi. 26 Nisan’da da Başkumandanlık tarafından bütün birliklere aynı mealde bir tamim gönderilerek elebaşıların askeri mahkemelere sevki ile suçluların cezalandırılması istendi. Bu emir üzerine İstanbul’da 2345 kişi tevkif edildi. Alman Büyükelçisi Wangenheim bir raporunda tutuklamanın, 24/25 Nisan 1915 gecesi ve ertesi günü akşamı olduğunu, İstanbul’da aralarında doktor, gazeteci, yazar, din adamı ve mebusların da bulunduğu 500 Ermeni’nin, Taşnak İhtilal Örgütü üyesi olmaları sebebiyle gerçekleştiğini ifade etmektedir.
Komite ve teşkilatları için bir yıkım olan bu tutuklamadan dolayı Ermeniler, genelgenin çıkarıldığı bu tarihi, her yıl katliam günü olarak kabul ettiler.
Hükûmet, Ermeni tehcirine başlamadan önce bütün vilayetlere yazılar yazarak, bölgelerinden geçecek kafilelerin bütün ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli tedbirlerin alınmasını ve yiyecek stoklanmasını bildirdi.
(..)
Sevkıyat sırasında kafilelerin ihtiyaçlarının karşılanması için Konya’ya 400.000, İzmit Sancağına 150.000, Eskişehir sancağına 200.000, Adana vilâyetine 300.000, Halep vilayetine 300.000, Suriye vilayetine 100.000, Ankara vilâyetine 300.000, Musul vilayetine de 500.000 kuruş olmak üzere toplam 2.250.000 kuruş tahsis edildiği belgelerden anlaşılmaktadır.

Ayrıca vilâyetler kendi imkanları nisbetinde yardımlarda bulundukları gibi, zaman zaman ihtiyaç durumuna göre merkezden yeni para tahsislerinin de yapıldığı tesbit edilmektedir. Bu arada Amerika’dan Ermeni muhacirlere verilmek üzere gönderilen bir miktar para da Amerikan misyonerleri ve konsolosları tarafından Hükûmetin bilgisi dahilinde Ermeniler’e dağıtılmıştır. Bunun dışında Amerika’da yaşayan bazı Ermeniler’in , aralarında topladıkları paraları gizli yollardan, tehcire tabi tutulan Ermeniler’e gönderdikleri de belgelerde yer almaktadır.

Osmanlı Hükûmeti, sevkiyat için bu kadar büyük paralar harcarken, bir yandan da tehcire tabi tutulan Ermenilerin devlete ve şahıslara olan borçları, ya ertelenmiş ya da tamamen defterden silinmiştir. Nitekim, Talât Paşa tarafından 19 Mayıs 1331/1Haziran 1915’te Maraş Mutasarrıflığına gönderilen bir şifre telgrafla, Ermeniler’in borçlarının alınmaması istenirken, bütün vilâyetlere 22 Temmuz 1331/4 Ağustos 1915’te gönderilen diğer bir emirde de, iskana tabi tutulan Ermenilerin âşar-ı ağnam ve diğer vergi borçlarının ertelenmesi talimatı verilmiştir.
Diğer taraftan sevkedilen kafilelere hastalık durumlarında tedavi edilmeleri için sağlık görevlileri atanmıştır.
Ayrıca, tehcir edilenler arasında bulunan suçlu ve zanlılar hakkındaki takibat da ertelenmiştir.

1915 Mayısından 1916 Ekim ayına kadar yaklaşık bir buçuk yıl devam eden göç ettirme ve yerleştirme sırasında devlet, yukarıda belirttiğimiz talimatnamelerle ve mahallinde aldığı tedbirlerle, o günün zor şartlarına ve savaş içinde bulunulmasına rağmen, Ermeniler’in canlarını ve mallarını koruyabilmiştir. Âdeta yeni bir cephe açmış gibi idarî, askerî ve malî külfete girmiştir. Şayet Osmanlı yönetiminin gerçek hedefi soykırım olsaydı, büyük masraflara girmek yerine bulundukları yerlerde Ermeniler’i imha yoluna gitmez miydi?
Buna karşılık aynı tarihlerde Rusya da, Kafkaslar’dan bir milyona yakın Müslüman göçmeni aç ve perişan bir şekilde Osmanlı topraklarına sürmüş, yollarda yüzbinlerce göçmen ölmüştür. Bu yüzden Osmanlı hükûmeti, bir yandan da bu Müslüman göçmenlerin yerleştirilmeleri ve iaşelerinin temini ile uğraşmak durumunda kalmıştır.
Eğer iddia edildiği gibi, bir buçuk milyon insan katledilmiş olsaydı, bunların toplu mezarlara gömülmesi gerekmez miydi? Bu toplu mezarlar nerelerde bulunmaktadır? Türkler’e ait toplu mezarlar ortaya çıkarken, Van şehrinin yakılmış yıkıntısı bütün çıplaklığıyla ortada dururken, neden Ermeniler’e ait bir toplu mezar bulunmamaktadır?
Yoksa bu gibi iddialar Fransa’nın Cezayir’de ve Adana’da Türkler’e, Îngiltere’nin Hindistan ve Afrika’da, Amerika’nın Kızılderililer’e ve diğer yerli halklara, Almanlar’ın Yahudiler’e, Rusya’nın önce Yahudiler’e, sonra da Türkler’e karşı uyguladıkları soykırım ve katliamlar unutturulmaya mı çalışılmaktadır?
Buna karşılık Osmanlı Devleti’nin yukarıdaki kararları ve uygulamaları, soykırım düşüncesinde olan bir devletin alacağı kararlar olmadığı gibi ,Dahiliye Nezareti’ne bağlı Şifre Kalemi ve Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti gibi dairelerin gizli belgelerinin hiçbirinde de,değil katliam yapmak ,böyle bir kavramın ima bile edilmediği görülmektedir.
Buna karşılık, başta Amerikan konsolosları olmak üzere, pek çok yabancı gazeteci ve misyon şeflerinin tehciri takip ettikleri, hatta fotoğraf çektikleri ve bir katliamdan söz etmedikleri belgelerden anlaşılıyor.
Fakat ne gariptir ki, buna rağmen Avrupa’da ve Amerika’da, özellikle Amerika sefirinin raporları ve bazı batılı gazetelerin yayınları ile tehcir, bir Ermeni katliamı şeklinde kamuoyuna duyurulmuştur.
Bunda Osmanlı Devleti’ni ve bilhassa Anadolu’yu paylaşmayı düşünenlerin, bu tehcirle emellerine belli bir süre set çekilmesi rol oynamış olsa gerektir.
Yoksa İtilaf Devletler’i İstanbul’u işgal ettiklerinde, Osmanlı Devleti’nin bütün arşiv belgelerine sahip oldukları bir dönmede ,bunu zaman geçirmeksizin ortaya çıkarır ve sorumluları daha o zamandan mahkum ederlerdi.
Nitekim İngilizler’in soykırımla suçladıkları Osmanlı ileri gelenlerinden pek çoğunu Malta’ya gönderdikleri ve muhakeme etmek için suçlayacak delil bulamadıkları ve bu kişilerin mahkeme edilmedikleri bilinmektedir.
Yukarıdaki bilgiler,hükümetin Ermeniler’i soykırıma hatta katle yönelik bir düşüncede olmadığını, devletin kendi güvenliği için bir tedbir olarak savaşın devamı müddetince tehciri uyguladığını, savaş sonrasında Ermeniler’in memleketlerine geri dönmelerine izin verildiğini ortaya koymaktadır.Nitekim ,bir müddet sonra Türkiye’yi işgal eden Rus, İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin yanında önemli sayıda Ermeni’nin bulunduğu ve bu işgal sırasında Müslüman halka yapılan akıl almaz işkence ve katliamda bulunduğu görülmüştür. Ermeni gurupların nasıl rol oynadığının, işgalci devletlerin kendi resmî belgelerine de yansıdığı ve bu sebeple işgalcilerin Anadolu’yu terkleriyle birlikte, büyük sayıda Ermeni’nin de birlikte Anadolu’dan çekildikleri bir gerçektir.
Savaşın sona ermesinden sonra ise isteyenler için geri dönüş kararnamesi çıkarılmış, dönenler için hukuki düzenlemeler yapılmış, tehcirden kurtulmak için din değiştirenlerin istedikleri takdirde eski dinlerine dönebilecekleri bildirilmiş, müslüman aileler yanında bulunan yetim Ermeni çocukları Ermeniler’den oluşturulan komisyona teslim edilmiş, dönenlere belli bir müddet iaşe yardımı yapılmış, şikayetler ve Ermenilere fenalıkta bulunanlar için tahkikat komisyonları kurulmuş, memleketlerine dönenlerin malları iade edilmiş, dönenlerin yol masrafları karşılanmış, bazı vergilerden muaf tutulmuş, resmî dairelerde geçici olarak muhafaza edilen eşyaları geri verilmiş ve geri dönenlerin mallarının iadesiyle ilgili komisyonlar kurulmuştur.
Tehcir tabii olarak meşakkatli geçmiştir. Binlerce insanın bir anda yerlerinin değiştirilmesi muhakkak ki kolay bir şey değildir. Bununla beraber, kafilelerin hangi güzergâhtan gideceği, toplanma mahallerinin önceden tesbiti, nakilde özellikle tren istasyonlarının merkez olarak seçilmesi ve naklin büyük ölçüde trenle yapılması, kafilelerin iaşe ihtiyacının devlet tarafından karşılanması, kafilelere sıhhiye memurları tayin edilmesi, kafilelerin güven içinde hareketleri için zaptiye eşliğinde gönderilmeleri gibi tedbirlerin alınmış olması, tehciri, belki de asrın en sistemli yer değiştirmesi haline getirmiştir.
Tabii ki, yukarıda da belirttiğimiz gibi, nakil sırasında, Ermeni çetelerinin katliamına uğrayan halktan bazı gurupların kafilelere bir tepki olmak üzere saldırıları olmuş ve yaklaşık dokuz on bin kişi katledilmiştir. Ayrıca tıpkı Rumeli’den Anadolu’ya göç eden Türkler’de olduğu gibi, bu şekilde büyük nüfus kütlelerinin yer değiştirmelerinde her zaman rastlanacak bulaşıcı hastalıklar sebebiyle de ölümler meydana gelmiştir. Hiç şüphesiz bunların hiçbiri tehcir emrini verenlerin istedikleri şeyler değildir. Nitekim görülen suistimallere karşı, devamlı tedbirler alınmış, kafilelerinin korumasız çıkarılmaması için emirler verilmiş, suistimali görülenler cezalandırılmıştır.
I.Dünya Savaşı sebebiyle Kafkas Cephesi’nde bulunan Osmanlı ordularına ihanet eden ve Ruslarla birlikte hareket ederek Van, Kars ve Erzurum gibi Osmanlı vilâyetlerinin Rusların eline geçmesine yardımcı olan Ermenilere karşı, Osmanlı Devleti’nin tehcir uygulaması, her devletin tabii olarak kendini savunması olarak görülmelidir. Özellikle, Osmanlı Devleti’ni aralarında paylaşmayı düşünen Rusya, İngiltere, Almanya, Fransa gibi Batı devletleri tarafından kışkırtılarak harekete geçirilen Ermenilerin, komiteler ve dernekler kurarak bağımsız bir Ermenistan oluşturma çabaları, savunmasız masum pek çok Türk’ün öldürülmesiyle sonuçlanmıştır. Öyle ki, Kars’ta, Van’da, İzmit’te, Erzurum’da, Bitlis’te ve diğer Osmanlı vilâyetlerinde akıl almaz hunharlıkla gerçekleştirilen katliamlar, işgalci Rus komutanları bile tiksindiren boyutlara ulaşmıştır.Nitekim Rus ve Ermeniler tarafından sadece Kars ve Ardahan’da otuz bin Müslümanın katledildiği belirtilmekte, bu sayı bütün Osmanlı vilayetleri genelinde düşünülecek olursa yüz binleri geçmektedir
Osmanlı Devleti, bir tedbir olarak savaş müddetince, önce savaş sahasına yakın yerlerdeki Ermeniler’den başlamak üzere mecburi iskân uygulamıştır. Daha sonra bu nakil, Ermeni çetelerinin katliamdan vazgeçmemeleri ve Osmanlı Devleti aleyhine yabancı devlet mensuplarına bilgi aktarmaları sebebiyle, Katolik ve Protestan mezhebinde olanlar ile yetimler, kimsesiz kadınlar ve hastalar hariç olmak üzere, diğer bütün Ermenileri de kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Bununla beraber devlete bağlılığı bilinen Ermeniler, bu kararın alınmasına rağmen tehcir harici tutulmuştur.
Osmanlı idaresinde Ermeniler dini vecibelerini tam hürriyet içinde yerine getirirlerken, kendi din adamlarını da yine kendilerinin tayin etmelerine izin verilmiştir.
( )
Anadolu’nun Türk idaresine girmesinden sonra burada yaşayan Ermeniler, kendi dillerini tam bir serbestlikle konuşmaya devam ettiler. Osmanlı yönetimi, diğer cemaatlere uyguladığı politikayı bunlara da uygulayarak Ermenice’yi ve Ermeni adlarının kullanılmasını serbest bıraktı.Buna bağlı olarak Ermeniler ,kendi dillerinde kültürel faaliyetlerini sürdürdüler.
Türk matbaasının kurulmasından 160 yıl kadar önce Venedik’te matbaacılık eğitim görmüş olan Sivaslı Apkar adındaki bir papaza 1567 de İstanbul’da bir Ermeni matbaası açması için izin verildi.
( )
1908’de bütün ülkede Ermeni matbaası sayısı 38’e ulaşmıştı.Nitekim 1910 yılında İstanbul’da Ermenice beş gazete ve yedi dergi çıkarılmaktaydı.
I. Dünya Savaşı sebebiyle Kafkas cephesinde bulunan Osmanlı ordularına ihanet eden ve Ruslarla birlikte hareket ederek Van, Kars ve Erzurum gibi Osmanlı vilayetlerinin Ruslar’ın eline geçmesine yardımcı olan Ermeniler’e karşı, Osmanlı Devleti’nin tehcir uygulaması, her devletin tabii olarak kendini müdafaası olarak görülmelidir. Özellikle Osmanlı Devleti’ni aralarında paylaşmayı düşünen Rusya, Ingiltere, Almanya, Fransa gibi Batı devletleri tarafından kışkırtılarak harekete geçirilen Ermeniler’in, komiteler ve dernekler kurarak bağımsız bir Ermenistan oluşturma çabaları, savunmasız masum pek çok Türk’ün öldürülmesiyle sonuçlanmıştır. Öyle ki, Kars’ta, Van’da, İzmit’te, Erzurum’da, Bitlis’te ve diğer Osmanlı vilayetlerinde akıl almaz hunharlıkla gerçekleştirilen katliamlar, işgalci Rus komutanları bile tiksindiren boyutlara ulaşmıştır. Nitekim Rus ve Ermeniler tarafından sadece Kars ve Ardahan’da otuz bin Müslümanın katledildiği belirtilmekte, bu sayı bütün Osmanlı vilayetleri genelinde düşünülecek olursa yüz binleri geçmektedir.
Osmanlı Devleti, bir tedbir olarak, savaş müddetince, önce savaş sahasına yakın yerlerdeki Ermenilerden başlamak üzere mecburi iskan uygulamıştır.
1915’de tehcir sebebiyle Suriye’ye nakledilen Ermeniler’in büyük çoğunluğu eski yerlerine geri dönmüştür.
Tehcirin yapıldığı bölgelerde bulunan yabancı gözlemciler, harp içinde olmasına rağmen Osmanlı hükümetinin bu işi büyük bir titizlikle ve iyi bir şekilde yürüttüğünü yazmışlardır. Buna karşılık içlerinde Rusya, İngiltere, Amerika devletlerinin de bulunduğu ülkelerle çoğu Batı basını, olayları olduğundan farklı bir biçimde çarpıtarak vermişlerdir.
Tehcir kararı, komiteci Ermeniler’in müstakil Ermenistan kurma düşüncesiyle savaş içinde bulunan kendi devletleri arkadan vurmaları yüzünden zorunlu olarak alınmıştır. Belgelerden Ruslar’ın Ermeniler’i nasıl kandırdıkları ve kışkırttıkları anlaşılmaktadır.
Babıali, 24 Nisan 1913’te İngiltere’ye başvurarak Doğu Anadolu’da birtakım düzenlemeler yapılacağını bildirerek, Doğu Anadolu’da görevlendirilmek üzere, kendilerinden subay ve müfettişler istediler. Rusya, Islahat olmazsa bölgeyi işgal edeceğini açıkladı.
1909 Adana olayları, Ermeni ıslahatı konusunu tekrar gündeme getirdi. İttihatçıların devamlı anlaşmak istemelerine rağmen Ermeniler, Balkan Harbi sırasında devletin sıkışık durumundan da yararlanarak yabancı devletleri işin içine soktular.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
31 Mart Vak’ası sonrası İttihatçıların, Adana Valiliği’ne gönderdiği Cemal Paşa, Avrupa’ya hoş görünmek için Ermeni çetelerine dokunmayarak, kurduğu Divan’ı Harb’de 47 Müslüman ve buna karşılık ancak bir Ermeni’yi idama mahkum ettirdi.
Ermeniler bu durumdan yararlanmak istemeleri yüzünden bu uzlaşma uzun ömürlü olmadı. İngiltere, 1897’den beri Rusya’ya, Osmanlı Devleti’nin taksimine hazır olduğunu, bu mirastan pay olarak boğazları kendilerine verilebileceği bildirmekteydi.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
II. Genç Türk Kongresi’nden sonra yaygınlaşan ve güçlenen muhalefet hareketleri karşısında II. Abdülhamid, 23 Temmuz 1908’de ikinci defa meşrutiyeti ilan etti. Bu durum devletin bütün unsurları tarafından sevinçle karşılandı.
1907’de Paris’te II. Genç Türk Kongresi toplandı. Bu kongrede Ermeniler, uzlaşmacı bir yol takip ederek Osmanlı Devleti’nin mülki ve siyasi bağımsızlığını kabullendiklerini, asker vermemekten ve tedhişçilikten vazgeçtiklerini açıkladılar.
Prens Sabahaddin Bey’in Adem-i merkeziyetçi bir idare tarzını benimseyen siyasi programı, Ermeniler’ e çok çekici gelmişti, muhtariyet ve sonra bağımsızlık yolunu açabilirdi. Ermeniler, bu bakımdan Prens Sabahaddin’in programını desteklediler.
4 Şubat 1902’de Paris’te toplanan I. Genç Türkler Kongresi’ne İttihad ve Terakki’nin iki güçlü lideri Prens Sabahaddin ve Ahmet Rıza Bey ile taraftarları yanı sıra Ermeni delegeleri de katıldı. Kongrede alınan kararlardan biri yabancı devletlerin müdahalesinin gerekli olduğuydu. 
Yüzyılın başında Ermeniler’i destekleyerek bir Ermenistan kurma hedefi içinde olanların, bugün, Türkiye’yi soykırımla itham etmek suretiyle, aslında geçmişteki başarısızlıklarının âdeta intikamını almaya çalışıyorlar.
Geçmiş olaylara dair birinci elden kaynaklar, tarih mefhumunun şekillenmesinde en önemli rolü oynar.
Avrupa devletlerinin Babıali’ye baskı politikası uygulamalarından ve Ermeniler’ i de kışkırtmalarından dolayı, ülkelerdeki unsurlar arasında ne Abdullah Cevdet’in beklediği dayanışma, ne de Mizancı Murat’ın önem verdiği karşılıklı tabii güven duygusu meydana geldi.
Sasun isyanının, Avrupa’nın fiili bir müdahalesine yol açmaması karşısında Ermeniler, 1895 yılında Hınçak komitesi üyelerinin kışkırtmaları sonucu; İstanbul, Trabzon, Erzincan, Urfa, Erzurum, Diyarbekir, Sivas, Malatya, Maraş, Muş, Kayseri, Yozgat ve Zeytun’da olaylar çıkarttılar.
Sasun ayaklanması, Ermeni kayıplarından ötürü Avrupa basınını ve kamuoyunu Türkler aleyhine harekete geçirdi. Kurulan bir milletlerarası Tahkikat komisyonu, 1895’te yayınladığı raporunda Sasun olaylarında Ermeniler’ in masum olmadığını açıkladı.
Avrupa devletlerini kendi olayları içine çekmek isteyen Ermeni komitacılar, 1894 yılında Patrik Aşıkyan’ a başarısız bir suikast girişiminde bulundular, Tokat’ta posta tatarını öldürüp posta arabasını soydular ve Sasun’da bir ayaklanma çıkardılar.
İlk ciddi olaylar 1890 yılında meydana geldi. Erzurum’da Anavatan Müdaifleri Cemiyeti üyelerinin ve İstanbul Kumkapı’da Hınçak İlk ciddi olaylar 1890 yılında meydana geldi. Erzurum’da Anavatan Müdaifleri Cemiyeti üyelerinin ve İstanbul Kumkapı’da Hınçak Partisi üyelerinin, Ermeni halkını kışkırtması sonucu patlak veren olaylarda iki taraftan on iki kişi öldü. Bu olay Avrupa basınında katliam olarak yeraldı.

Avrupa devletlerinin temsilcilerinin Osmanlı Devleti’ne yaptıkları baskı, Erzurum ve Kumkapı olaylarındaki suçluların gerekli cezaya çarptırılmalarını önlemek şeklinde oldu. Bu durum çete ve dernek üyelerinin terör konusundaki cesaretlerini arttırdı. 

İngiltere ve Rusya’nın kendi çıkarlarını ön plana alarak bu toplumu kullanmak isteyip kışkırtması ve bu gelişmeleri hızlandırıp yaymak için Ermeni çete ve derneklerinin Türk Ermenilere yönelik şiddet hareketleri, iki toplumu birbirine düşürmekte gecikmedi.
İlk Şiddet Olayları

Osmanlı topraklarında sosyal, ekonomik, dini, siyasi, idari ve kültürel hürriyetlere sahip olan ve memleketin hiçbir vilayetinde yeterli nüfus çoğunluğuna sahip bulunmayan Ermenileri bir ayaklanmaya sevk edecek bir baskı mevcut değildi.

Armenakan Partisi, İstanbul, Trabzon, Muş ve Bitlis’de; Hınçak Partisi de İstanbul, Bafra, Merzifon, Amasya, Tokat, Yozgat, Arapkir ve Trabzon’da şubeler açtı. Taşnaksutyun ise İstanbul ile Doğu Anadolu şehirlerinde teşkilatlandı.
1885’de Van’da İhtilalci Armenakan Partisi kuruldu. 1887’de Cenevre’de Marksist Ermeniler tarafından kurulan Hınçak Parti programındaki ilk hedef, Anadolu’daki Ermenilerin siyasi bağımsızlıklarını sağlamaktı.  

Anadolu’daki Ermeniler’ in bağımsızlığı sağlandıktan sonra Rusya ve İran Ermenileri ile federatif bir Ermenistan kurulacaktı. 1890 yılında Tiflis’te Ermeni İhtilal Federasyonu kuruldu. Bu partinin görevi, halkı silahlandırmak ve isyana teşvik etmekti.

Ayastafanos andlaşması yerine yeni imzalanan Berlin andlaşmasının 61. Maddesinde Babıali, Doğu Anadolu’da Ermeni ıslahatı yapacak, bu konuda aldığı tedbirleri ilgili devletlere bildirecekti. İlgili devletler de tedbirlerin icrasına nezaret edeceklerdi.
Osmanlı Devleti, Berlin’de İngiltere’nin destek ve yardımını ummaktaydı. Fakat İngiltere konferans toplanmadan önce, geçici de olsa Osmanlı’dan Kıbrıs’ı almayı başardı. Bu şekilde Rus tehdidini önleyerek  Hindistan’a giden en kısa yolun güvenliğini sağlamış oldu.
İngiltere, Balkanlar’da Akdeniz’deki dengenin bozulduğunu iddia ederek Ayastafanos anlaşması yerine, diğer Avrupa devletlerinin katılmasıyla yeni bir antlaşma yapılması isteğini Rusya’ya kabul ettirdi. Yeni Anlaşmanın Berlin’de imzalanması kararlaştırıldı.
İngiltere, Rusya’nın sıcak denizlere inmesine engel olması için öteden beri bu devlete karşı Osmanlı Devletini desteklemiştir. Osmanlı memleketinde Protestan misyonerlerinin faaliyetlerini de yönlendirmiştir. Bu faaliyetler Ermeni milliyetçiliğini uyandırmıştır.
Ermeni Patriği Nerses Efendi, barış görüşmelerinin yapıldığı Ayastefanos’ta Rus Başkumandanına Grandük Nikola’ya Ermeni isteklerini bildirdi. Doğu Anadolu vilayetlerinde ıslahat yapılacak ve buralardaki Hristiyanlar, Kürt ve Çerkesler’e karşı korunacaktı.
Ermenilerin Rus Çar’ından istekleri; Fırat’a kadar alınan bölgenin Türkler’ e geri verilmemesi ve buranın Arat ili ile birleştirilerek, Rusya’ya bağlı bir Ermenistan kurulması. İşgal edilen topraklar boşaltılacaksa, Babıali’den Ermeni Islahati için maddi teminat alınması.
24 Nisan 1877 başlayan Osmanlı-Rus harbinde, Rusya Doğu Anadolu’da yaşayan Ermenileri kullanmıştır. Buna karşılık Ermeniler savaş sonunda hizmetlerinin karşılığını derhal almak istemiş, Çar II. Aleksandr’a isteklerini sıralamışlardır.
Savaş sonunda Kafkasya’ya hakim olan Rusya, daha önce topraklarında kurmuş olduğu Ermenistan vilayetine Anadolu’daki Ermeniler’ in göç etmelerini istemiştir. Babıali’nin arzusu hilafına göç eden Ermeniler olmuştur.  
Rusya ile Ermenilerin birbirlerine karşılıklı ilgi duymaya başlaması, I. Petro (öl.1725) dönemine rastlar. I. Petro, İran ile yaptığı savaşlarda Ermeniler’ den yararlanmış ve onları Rus topraklarına yerleşmeye davet etmiştir. Ermeniler İran’dan Rusya’ya göç etmiştir.
Balkan Hristiyanları artık bağımsızdılar. Şimdi sıra Anadolu Hristiyanlarındaydı. Emperyalistler, bunun için Ermenileri seçtiler. Ayastafanos ve Berlin andlaşmalarına Ermeni ıslahat maddelerini ekleyerek, Şark meselesi içinde bir Ermeni konusu ortaya konulmuş oldu.
Kışkırtmaların sebebiyet verdiği 93 Harbi, Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne karşı galibiyeti ile sonuçlandı. Savaş sonrası imzalanan Ayastefanos ve Berlin andlaşmaları sonunda Balkanlarda, Romanya, Sırbistan ve Karadağ bağımsızlıklarını kazandılar. 
Osmanlı Devleti’nden bağımsızlığını kazanan ilk Hristiyan topluluk Yunanlılar’ dır. 1821’de başlayan Mora isyanına Rusya, İngiltere ve Fransa’nın müdahale etmesi sonucu 1829 Edirne Andlaşması ile Yunanistan’ın bağımsızlığı sağlandı. 
Rusya, 1774 Küçük Kaynarca Andlaşması  ile Osmanlı Oradoksları üzerinde söz sahibi oldu. 1789 Fransız ihtilalinden sonra yayılan milliyetçilik fikirleri bazı Avrupa devletleri tarafından Osmanlı Devleti’ni yıkmak için Hıristiyanlara teklin edildi.
I. DÜNYA HARBİ’NE KADAR ERMENİ MESELESİNE TOPLU BİR BAKIŞ

Avrupalıların ve Rusya’nın Ortadoğu Politikaları

Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinde Ermenilerin devlet yönetimiyle ilgili bir problemleri görülmezken, devletin zaafa uğradığı XIX. Yüzyılın son çeyreğinden itibaren, yabancı devletler Ermeni cemaatini siyasi ve ekonomik menfaatleri doğrultusunda kullanmaya başladılar. 

Tahrir Defterlerine, Müslüman nüfusun yanında Rum, Ermeni, Yahudi, Nasrani gibi dini ve milli unsurlar ayrı ayrı kaydedilmiştir. Bir kısım yerlerde Yahudiler’ in Ermeni cemaati içinde ve yine Süryanilerin “Eramine” adı altında gösterildiği görülmektedir.
Osmanlı’da Anadolu’da XVI. Yüzyıldan sonra Celali isyanları sebebiyle meydana gelen kısmi göç hareketi dışında büyük bir nüfus hareketi görülmemektedir. Bu sebeple vergi toplamak için hazırlanan Tahrir Defterlerinden elde edeceğimiz nüfusun önemi ortaya çıkmaktadır.
Osmanlı Devleti’nde XIX. Asra gelinceye kadar bugünkü manada bir nüfus sayımı görülmemektedir. XVI. Yüzyıla ait nüfusa ait veriler, genellikle vergi mükellefleri, vergi mükellefi olmayan kişileri içine almaktadır.
Fransa kralı Louis (1643-1715) kendi ülkesinde Ermeni matbaasını kapatırken, Osmanlı Devleti’nde Ermeni basını gelişerek devam etmiştir. 1908’de ülkede Ermeni matbaası sayısı 38’ e ulaşmıştır. 1910 yılında İstanbul’da Ermenice beş gazete ve yedi dergi çıkarılmaktaydı.
Osmanlı idaresinde Ermeniler dini vecibelerini tam hürriyet içinde yerine getirirlerken, kendi din adamlarını da yine kendilerinin tayin etmelerine izin verilmiştir. Ayrıca Ermeniler, kendi dillerinde kültürel faaliyetlerini de sürdürmüşlerdir.
Osmanlı idaresindeki Ermeniler’ den az da olsa diğer mezheplere mensup olanları da vardı. En yaygın Hristiyan mezhep olan Ortadoksluğu benimseyen Ermeniler, Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlıydılar.
Fatih Sultan Mehmet 1461’de Bursa’da bulunan Ermeni piskoposu Ovakim ile Anadolu’dan bir miktar Ermeni’yi yeni başkent İstanbul’a getirtmiştir. Padişah, Samatya’ daki Sulumanastır isimli kiliseyi Ermenilere vermiş ve Ovakim’i kendilerine patrik tayin etmiştir.
Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarından itibaren tebaasına adalet ve hoşgörü içinde oldukları, genel olarak tarihçilerin hemfikir oldukları bir husustur. Ermenilerin Bursa’nın başkent (1326) olmasından sonra, ayrı bir cemaat şeklinde teşkilatlanmasına izin verilmiştir.
Ermeniler’ in, gerek Büyük Selçuklu Devleti idaresinde, gerekse Selçuklu Devleti yıkılmasıyla ortaya çıkan Anadolu beylikleri dönemlerinde, bu devletlerin yönetiminden memnun olmadıklarına dair herhangi bir kayıt bulunmamaktadır.
Anadolu’yla beraber Çukurova’nın Osmanlı idaresine geçmesiyle Ermeniler Türk devletinin idaresine girdiler. Ermeniler, Bizans ve kendi prenslikleri zamanında görmedikleri adalet, hak ve hürriyete kavuştular.
İlk Türk-Ermeni münasebetleri XI. Yüzyılda başlamıştır. 1015-1020 yıllarında Selçuklu hükümdarı Alparslan’ın babası Çağrı bey’ in Doğu Anadolu’ya düzenlediği bir keşif seferi sırasında başlamıştır.
Ermeni Islahatı adı altında istenenlerin, şimdi de Kürtler için istendiği görülmektedir. Ermeni Tehciri’ ni bu gözle, belgelerin objektifliğiyle okuyanlar, vicdanlarında, kültürel farklılıkları insanlığın bir zenginliği olarak değerlendirip hüküm vereceklerdir.
Yüzyılın başında Ermenileri destekleyerek bir Ermenistan kurma hedefi içinde olanların, bugün, Türkiye’yi soykırımla itham etmek suretiyle, aslında geçmişteki başarısızlıklarının intikamını almaya çalıştıkları, aynı yöntemlerle bir Kürt devleti kurmak istedikleri anlaşılmaktadır.
Tarihi gerçekleri hiçbir surette örtmek mümkün değildir ve tarih boyunca da bunun bir örneği görülmemiştir. Tarihi çarpıtanların ihanetleri bir gün ortaya çıkacak, kendi tarihleri de başkaları tarafından çarpıtılacaktır.
Osmanlı Arşivi’nde, binlerce yerli ve yabancı araştırmacı inceleme yapmaktadır. Bu çalışmanın ana kaynağını oluşturan arşiv belgelerinin kopyaları, eserin objektifliğini göstermesi ve inandırıcılığını artırması düşüncesiyle çalışmamızda yayınlanmıştır.
XIV. yüzyılın hemen başında kurulan ve XX. Yüzyılda yıkılışına kadar geçen altı yüz yıllık bir dönem içinde üç kıtada hakim olan Osmanlı Devleti’nin günümüze intikal eden yüz milyonu aşkın belge ve defteri muhtevi arşivi, bütün dünya devletlerini yakından ilgilendiriyor.
Binlerce insanın yerlerinin bir anda değiştirilmesi kolay bir şey değildir. Kafilelerin hangi güzergahtan gideceği, toplanma mahallelerin tespiti, tren istasyonlarının merkez olarak seçilmesi gibi bütün özellikleriyle Ermeni tehciri, asrın en sistemli yer değiştirme hareketidir.
Osmanlı Devleti, önce savaş sahasına yakın yerlerdeki Ermeniler’ den başlamak üzere mecburi iskan uygulamıştır. Daha sonra bu nakil, bir kesim hariç tutularak, bütün Ermenileri kapsayacak şekilde genişletilmiştir.
İstanbul’da “Otuz bir Mart Vaksa’sının çıkmasının ertesi günü, Adana’da Ermeniler de Müslümanları katletmeye başladılar. Olay her zaman olduğu gibi Avrupa’ya, “Ermeniler öldürülüyor” şeklinde intikal ettirildiğinden, İttihatçılar telaşa düştüler. Bunun üzerine Adana Valiliği’ne gönderilen Cemal Paşa, Avrupa’ya hoş görünmek için Ermeni çerelerine dokunmayarak, kurduğu Divan-ı Harp’te 47 Müslüman ve buna karşılık ancak bir Ermeni’yi idama mahkum ettirdi.
Eğer iddia edildiği gibi, birbuçuk milyon insan katledilmiş olsaydı, bunların toplu mezarlara gömülmesi gerekmez miydi? Bu toplu mezarlar nerelerde bulunmaktadır? Türkler’e ait toplu mezarlar ortaya çıkarken, Van şehrinin yakılmış yıkıntısı bütün çıplaklığıyla ortada dururken, neden Ermeniler’e ait bir toplu mezar bulunmamaktadır? Yoksa bu gibi iddialar Fransa’nın Cezayir’de ve Adana’da Türkler’e, Îngiltere’nin Hindistan ve Afrika’da, Amerika’nın Kızılderililer’e ve diğer yerli halklara, Almanlar’ın Yahudiler’e, Rusya’nın önce Yahudiler’e, sonra da Türkler’e karşı uyguladıkları soykırım ve katliamlar unutturulmaya mı çalışılmaktadır?
Türk Istiklal Mücadelesi sırasında özellikle Fransızlar tarafından Antep, Maraş ve Adana’ya önemli miktarda Ermeni’nin iskân edildiği, Mısır’a gitmiş bulunan Musa Dağı Ermenileri’nden toplanan gençlerin, Kıbrıs Monarga Ermeni Lejyonu kampında eğiterek Fransız üniformasıyla Anadolu’ya sevk edildiği bilinmektedir. Nitekim Adana, Antep ve Maraş’ta bulunan altı tabur Fransız askerinden üçünün Ermeniler’den teşekkül ettiği bilinmektedir. Birinci Dünya Savaşı’nda bu kabilden Fransız ordusunda savaşan ve ölen Ermeniler’e ait listeler hazırlanmıştır. Bu listelerde Ermeniler’in doğum yerleri de verilmektedir ki, hemen hepsi Osmanlı Ermenileri’dir.
Buna benzer olarak Rus ordusunda da önemli miktarda Ermeni bulunmaktaydı. Nitekim Boghos Nubar Paşa, Fransa Dışişleri Bakanı’na yazdığı bir mektupta, Rus orduları içinde 150 bin Ermeni askerin bulunduğunu, 40 bin askerin ise Erivan’da hazır beklediğini bildirmektedir.
Bu konuda daha geniş bilgi ise Cenevre’de Milletler Cemiyeti arşiv kayıtlarında yer almakta olup, burada, Birinci Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri safinda çarpışırken ölen 200 bin Ermeni’den bahsedilmektedir.
Yukarıda kısaca bazı örneklerle açıklamaya çalıştığımız kadarıyla, Anadolu dışına çıkarılan Ermeniler’den önemli bir kısmının geri döndüğü görülmektedir. Dönmeyen veya kayıp olarak çeşitli belgelerde yer alan Ermeniler ne olmuştur?

Yaptığımız araştırmalara göre, eski yerlerine dönmeyenlerden büyük bir çoğunluğun Amerika, Fransa, Güney Amerika ülkeleri ile Avusturalya, Hindistan, Iran ve Rusya gibi ülkelere göç ettikleri ortaya çıkmaktadır. Bu gidenlerle, Anadolu’da eski yerlerine dönenleri ve İtilaf Devletleri orduları içinde savaşırken ölenleri bir cetvel halinde listelediğimizde, 1915 öncesinde Anadolu’da yaşadığı belirtilen Ermeni nüfusuna yakın bir sayı elde edilmektedir ki, bu da kayıpların aslında öldürülmek yerine başka ülkelere göç ettiğini ortaya koymaktadır. Bu sebeple iddia olunduğu üzere büyük sayıda Ermeni kaybının meydana gelmediği ve 1918 yılında öldüğü iddia edilenlerin halen yaşadıkları sonucuna ulaşılmaktadır. Nitekim Osmanlı topraklarındaki limanlardan başta Amerika olmak üzere diğer ülkelere giden gemilere ait yolcu listelerinde, bu göç eden Ermeniler tespit edilebilmekte, bunların adları ve soyadları ile yaşları, cinsiyetleri, seyahat ettikleri geminin sefer sayısı yer almaktadır

Avrupa devletlerinin katliam iddilarından bunalan devlet, 12 Ca 1337/13 Şubat 1919 tarihinde, tehcirin soruşturulması ve sebeplerinin tespiti için ikişer kişiden oluşan tarafsız hukukçulardan bir komisyon kurulması için İsveç, Hollanda, İspanya ve Danimarka hükûmetlerine bir nota vermiştir. Ancak bu devletler 6 Mayıs 1919’da verdikleri cevaplarda, bu teklifi reddetmişlerdir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir