İçeriğe geç

Erkeği Yönetme Sanatı Kitap Alıntıları – Hamdi Kalyoncu

Hamdi Kalyoncu kitaplarından Erkeği Yönetme Sanatı kitap alıntıları sizlerle…

Erkeği Yönetme Sanatı Kitap Alıntıları

..Çünkü, bir şeylerin ters gittiği ya da eksik olduğunu kavramak için bir miktar zeka ve yetenek gerekir!
“Aptallar depresyona girmez!”
Bugünün toplumunu ele alalım: Özünde her türlü ihtiyacı karşılanır, ama birisi hariç; “anlam ihtiyacı!”
Prof.Dr. Reinhold Niebuhr ne kadar güzel söylemiş;

“Allah bana, değiştiremeyeceğim şeyleri kabul edecek inancı, değiştirebileceğim şeyleri değiştirecek cesareti, aradaki farkı bilecek aklı ihsan eylesin.”

“Takdir” edilmenin etkisi, uyuşturucuların etkisine benzer. Bir kere tadını alınca, periyodik aralıklarla almak ister insan. Uyuşturucunun, uçurucu hazzını sürekli tatmak için nasıl bir bedel ödeniyorsa, takdirin hazzına alışan kişi de bunun için gönüllü olarak bedel ödemeye başlar. Bu bedel, isteklerinizin yerine getirilmesidir işte!.
“Takdir” insanoğlunun çok kolay etkisinde kaldığı ve karşı koyamadığı, en tesirli silah!. Bu zaaf çok kolay kullanılabilir. Yeter ki, söylediklerinizde küçük bir doğruluk payı bulunsun!

Şu Fransız atasözünün; “insan her yaşta çocuktur, değişen oyuncaklarıdır” dediği gibi, erkeklerin büyük ekseriyeti de kadın karşısında çocuk gibidir.

erkeğin yanında mutlu görünmesini başarabilen kadın, ona “başarılı olduğu hissi”ni yaşatan kadın amacına ulaşabilir.

Erkeği yönetmenin bir numaralı kuralı da budur!

 

Erkek sevmeye, kadın sevilmeye arzulu. Sevildiğini bilmek kadını mutlu eder. Bunun için sık sık sorma ihtiyacı duyar; “beni seviyor musun?” diye.

Erkek severek mutlu olduğu için ve seven de kendisi olduğundan sorma ihtiyacı duymaz.

Erkeğin, uğrunda hayatını feda edecek kadar önemsediği birine güzel sözler söyleme konusunda cimri davranmasında biraz kişilik ve yetişme tarzı, biraz da kültürel nedenler etkilidir.

Kadınlar, sevinçlerini ve dertlerini birileri ile paylaşmaya can attıkları halde, erkekler özellikle başarısızlıkları ve hatalarından sonra yalnız ve sessiz kalma ihtiyacı duyarlar. Problemleri hakkında konuşmaktan hoşlanmazlar. Sıkıntılarını paylaşmaya yanaşmazlar.
“Kadını güzelleştiren en etkili iksir, iltifattır.”

 

Duygular, dışarıdan içimize şırınga edilemez. Bunlar bizim içimizde oluşur. Bu sebeple gönlümüzde daha çok hangi duygulara yer veriyorsak, o duyguların gölgesinde yaşayacağız demektir.
“Erkeğinin gözüne mutlu görünmeyi becerebilen kadın kazanır.”
erkekler kendilerine teşekkür edilmesinden hoşlanırlar. Hele teşekkür eden bir kadınsa! Buna kadınca davranışlar da eklendiğinde erkeğin verdiklerini gözü görmez olur.
Sürekli sitemle karşılanan ve verdikleri azımsanan bir erkeğin daha fazla vermesini beklemek hayaldir.
Bir kadın için en aşağılayıcı durum, kendisini istemeyen bir erkeğin yanında zorla, ısrarla kalmaya çalışmaktır. Bitecekse bitecektir. Önemli olan, “her şeye rağmen birlikte olmak” değil, onurlu bir birlik yaşamaktır.
geleceğe yönelik kuşku taşımak, bir anlamda kendi kendinin falcılığını yapmak demektir ki, herhangi bir mantığı yoktur. Hiçbir falcı kendi falına bakmaz, çünkü, yaptığı şeyin saçma olduğunu bilir.
“Erkekler muhtaç görünen kadınlara yardım duygusu ile yaklaşır, eşlerini ise aciz görmekten nefret ederler.”

 

Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Tasavvufi üslup içinde “Kişi kendin bilmeli!”. Kişi kendini bilmez, yani haddini bilmez ise, sürekli haksızlığa uğradığını, hep daha fazlasına layık olduğunu düşünür ki, bunun sonu kaçınılmaz olarak mutsuzluktur.
Her insan yaratılıştan birtakım yeteneklere ve imkanlara sahiptir.

Bu hayata gönderilirken kendisine verilen bu yetenekler ile ihtiyaçlarını karşılaması ve isteklerine ulaşması kolaylaşır. Ancak yeteneklerin var olması yetmez; eğitilip geliştirilmesi de gerekir. Bunun için çaba göstermeli.

İhtiyaçlarını karşılayacak daha çok imkana, yeteneklerini kullanarak erişmesi söz konusu iken hiçbir gayret göstermeden, eşi de olsa, iyilikleri hep başkasından beklemek uzun süreli mutluluk getirecek bir yol olamaz.

Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İyi iyiyi, kötü kötüyü bulur;
iyi ol ki, iyiler seni bulsun.”

 

Erkekler eve dinlenmek üzere gelir, kadın için ev, “iş yeri” gibidir.
Erkekle baş etmeye çalışan kadın, başarısını değil, baş ağrısını artırır
Sahiplendiğinizi koruyacaksınız, bunun için efor harcayacak ve yorulacaksınız. O size bir ikram gibi gelmeyecek. Tadında bir evliliğiniz olmayacak. Sahiplenmeye eşlik eden “mülkiyet ve kıskançlık” duyguları ruhunuzu tutsak edecek. Ve belki, siz korumaya çalışırken başkaları “istifade” edecek.

Halbuki, kimse kimseye ebedi olarak ait olmaz. Hatta, belki hiçbir zaman ait değildir. Erkek kadından, kadın erkekten bir süre için istifade etmektedir. Zaten evlilik karşılıklı yararlanmak için değil midir?!

Evliliğin bir ömür ya da ebedi süreceğini sanmak

Mademki, hiçbir şey edebi değil, ilişkiler de ebedi olamaz. Evlenen bir kadın, bu evliliğin sonsuza dek süreceği gibi bir kanaat içinde olmaya meyilli görünür.

Bu psikoloji, en ufak bir aksama karşısında tehlike çanlarının çalmasına neden olur.

Eğer bir süre için, yani belki ölümüne kadar, belki, daha önce bitecek bir süre için size bir imkan olarak tanınan birlikteliği, sonsuza dek kopmayacakmış gibi görürseniz, bu hem yanlış olur, hem de sizi yorar.

Erkeklerin göze alamayacakları, kadınların ise hep yapageldikleri bu büyük fedakarlıkların sebebi “mutlu olma arzusu”dur.

Esasen bayanlar, hayatlarında önemli değişiklikler olacağını önceden bilir ve buna psikolojik olarak da hazırlanırlar.

Sevdiklerinden uzaklaşacak,

Çoğunlukla eğitimini yarıda kesecek,

Çalışıyorsa işinden ayrılacak,

Birlikte yaşamaya alıştığı ailesini, anasını, babasını geride bırakacak,

O ana kadar alıştığı evini, mahalleyi, semtini, şehri ve belki ülkeyi terk edecek,

Nadiren de olsa, belki inançlarını bile geride bırakacak,

Evlilikle kuracağı yuvanın hayali içinde, ölene dek sürecek olduğuna inandığı, dönülmesi güç bir yola girecek.

Bu ne büyük fedakarlık.!

“Mutlu olmak için sadece erkeğe bel bağlayan kadının ömür boyu sırtı yere gelmese de yüzüstü sürünmekten kurtulamaz!”

 

Bugünün toplumunu ele alalım: Özünde her türlü ihtiyacı karşılanır, ama birisi hariç; “anlam ihtiyacı!”
Cinsellik, üreme ve bir de, “seveme sevilme ihtiyacı”nın, karşı cinsle ilgili olan kısmı evlilikte karşılanır böylece kişi huzur bulabilir. Evlilikle bazı ihtiyaçların en iyi şartlarda karşılandığını düşünsek bile, unutmamak gerekir ki, kadın da, erkek de olsa, insan sadece cinsiyetten ibaret değildir. Başka yeteneklerin varlığı da söz konusudur.

Dikkatleri biraz da diğer yeteneklerden yana çevirmeli. Evlenmeden önce hayata öylece hazırlanmalı. Aksi halde “evlilik”, çoğu zaman “mutsuzluk” anlamına gelecek ve her zaman bir tatminsizlik hissedilecektir.

Toplumsal şartlanmalar, kadını erkeğe mahkum ettiyse, kadını hayatta potansiyel bir mutsuzluk bekler.
Erkek için “hayatta başarılı” olmak, öncelikle “iş”te, mesleğinde ve sosyal hayatta başarılı olmaktır. O, işinde başarılı ise, evdeki sıkıntılarını fazla da dert etmeyebilir.

Halbuki kadın için durum farklıdır. Onun, “hayat başarısı” ailesinden, evliliğinden, kocasından yana sevgi ve ilgi görmesi ile özdeşleşmiştir. O, kendisini ancak böylece başarılı addeder.

Erkekler eğitimleri, iş alanları, hobileri, sosyal etkinlikleri ile kendinde bulunan farklı yeteneklerini uygulama alanına koyar ve rahatlarlar. Bu sebeple de, hayatlarından, eşleri kadar şikayetçi olmazlar.

Kadınlar ise, kendilerine biçilen rolleri itibariyle, daha çok cinsiyetleri ile sınırlı bir hayat yaşadıkları için, içlerinde hep bir boşluk hissetmeye meyillidirler. Bu boşluk hissi anlamsızlığa, anlamsızlık da sürüp giden şikayetlere neden olur. Bu tabloya bir de “hayatın amacı”ndan habersiz olma durumu eklenmişse, işte o zaman durum daha da vahim bir hal alır.

Düşüncelerimizle algılar, duygularımızla yaşar, inançlarımızla mutlu oluruz.”

 

Şimdi nin tadını çıkarabilmek bir mutluluk kuralıdır.
İyi iyiyi, kötü kötüyü bulur; iyi ol ki, iyiler seni bulsun.
Erkekler dünyayı idare eder, kadınlar da onları.
Mutlu olabilmenin ön şartlarından biri de yetinmesini bilmektir.
Artılarımızı düşünür şükredersek, artılarımız artar. Eksilerimizi düşünür sitem edersek, eksiklerimiz artar.
Düşüncelerimizle algılar, duygularımızla yaşar, inançlarımızla mutlu oluruz.
“Tüm insanı ilişkilerde “haddini bilmek” kadar önemli ne olabilir! Kişinin ilişkilerini düzenleyen, konumunu kabullenmesini sağlayan, razı olmasını ve yetinmesini kolaylaştıran çok önemli ve önemli olduğu kadar da gerekli bir haslettir bu!
Her insan bir durumla karşılaştığında ya da ortaya çıkan bir sonucu eleştirmeye ve değerlendirmeye başladığında, önce kendine bakmalı. Eğitimi, birikimi ve yeteneklerinin ifade ettiği anlam ve değeri gözden geçirmeli.
“Bana bu mu düştü? Ben buna layık mıyım?” Derken, karşı tarafa haksızlık yapmamalı. Tasavvufi üslup içinde “Kişi kendin bilmeli!”. Kişi kendini bilmez, yani haddini bilmez ise, sürekli haksızlığa uğradığını, hep daha fazlasına layık olduğunu düşünür ki, bunun sonu kaçınılmaz olarak mutsuzluktur.”
“Bütün iyi duygular “sevgi” odaklı, bütün kötü duygular “nefret” odaklıdır. İçinde; sevgi, aşk, merhamet, şefkat, acıma, yardımlaşma gibi duyguları besleyen kişi, kendi içinde mutluluk hisseder.
Yüz birim duygunuz varsa, bunların içinde sevgi kaynaklı “iyi” duygularınız ne kadar fazla yer etmişse siz o kadar “iyi”siniz demektir.
Nefret odaklı; kim, intikam, haset, kıskançlık gibi duygulara kendini kaptıran kişinin ise, içine kurt girmiş, ateş düşmüştür. Onu yer, yakar bitirir.
Mutlu olmak istiyorsanız mutluluk vermeyen, kin, nefret, haset, kıskançlık gibi duygularınızı azaltmaya; mutluluk verici sevgi, merhamet, acıma, yardımlaşma gibi duygularınızı artmaya yönelmelisiniz.”
“Mutlu olabilmenin ön şartlarından biri de yetinmesini bilmektir.
İster başkaları tarafından verilmiş, ister kendi gayreti ile ulaşılmış olsun, insanlar ellerindekini hep azımsarlarsa, mutlu olamazlar.
Elbette daha iyiye, daha güzele ulaşmak için çalışmak önemlidir. Ama şükürsüz olan birinin hiçbir zaman doygunluğa ulaşması mümkün olamaz. Bunu için insanlar kendilerine imkan sağlayanlara teşekkürü alışkanlık haline getirmeli.
Memnuniyet göstermekten uzak durmak, alamadıklarının mutsuzluğu içinde olmak yetinmeyi bilmemektir.
Böyle biri karşısında, veren durumda olan, kim olursa olsun şevki kırılacak, vermemeyi tercih edecektir.
Bilmek gerekir ki, “Artılarımızı düşünür şükredersek, artılarımız artar. Eksilerimizi düşünür sitem edersek eksilerimiz artar.”
“Kişinin kendini bilmesi, yaşadığının farkında olması, var edilmiş olmak gibi bir lütufa mahzar edilmiş olduğunun idraki içinde bulunması ve kendini değerli görmesi gerekir.
Kişi, kadın olsun, erkek olsun, var edilmiş olmanın ve değerinin idraki içinde değilse, mutlu olmanın temel şartlarından birini kaybetmiş olacaktır. .”
“Herhangi bir yönde yeteneği olmayanın, tatminsizlik duygusu da olmayacaktır. Yani bir başka deyişle; “Aptallar depresyona girmez!” diyebiliriz.
Çünkü, bir şeylerin ters gittiği ya da eksik olduğunu kavramak için bir miktar zeka ve yetenek gerekir!
Yetenekli olanlar ise, içlerindeki bu yeteneklerin uyandırdığı istek ve arzularla rahat olamayacaklardır. Ta ki o yönde bir meşguliyet bulana dek! Ve, elbette inanç ve değer yargılarına ters düşmeden.!”
“Yeteneklerimiz, doğuştan gelen ve içimizde yaşayan çocuklardır. Doğal ihtiyaçlarımızın karşılanması yanında, bu çocukların da dikkate alınması, hesaba katılması, beslenmesi, geliştirilmesi yani tatmin ediliyor olması gerekir.
Beslenip büyütülmezler, aç susuz ve ilgisiz bırakılırlarsa ağlarlar. Biz de içimizdeki bu feryatları “mutsuzluk” olarak algılarız.
Evlilik, yeteneklerin tümünün değil, sadece bir miktarının uygulama alanı bulması ve bir kısım ihtiyaçların karşılanmasıdır!.”
“İhtiyaçların karşılanması ve yeteneklerin uygulama imkanına kavuşması ile oluşan tatmin duygusuna “mutluluk” diyorsak, yetenekler ihmal edildiği ve ihtiyaçların yeterince giderilemediği ortamlar da, doğal olarak mutsuzluğu getirecektir.
Mutluluk duygusunun sürekli tadılması için temel ihtiyaçların karşılanması gerektiği kadar, kişiyi kendisi yapan yeteneklerinin de keşfedilip geliştirilmesi ve yaşamın bir parçası haline gelmesi gerekir.
Aslında bu durum sadece insan için değil, tüm canlılar için geçerli.
Mutsuzluk varsa;
Yapılması gerekenler yapılamıyor,
Olması gerekenler olamıyor,
Hayat anlamlı yaşanamıyor demektir.”
“Düşüncelerimizle algılar, duygularımızla yaşar, inançlarımızla mutlu oluruz.”
İnsanlar unutabilir, insanlar nankör olabilir. Ama Yaratıcı.! O asla unutmaz! Kendisinden beklenen karşılığı da kat kat verir.
Duygular, dışarıdan içimize şırınga edilemez. Bunlar bizim içimizde oluşur. Bu sebeple gönlümüzde daha çok hangi duygulara yer veriyorsak, o duyguların gölgesinde yaşayacağız demektir.
Önemli olan, “her şeye rağmen birlikte olmak” değil, onurlu bir birlik yaşamaktır.
Erkekler muhtaç görünen kadınlara yardım duygusu ile yaklaşır, eşlerini ise aciz görmekten nefret ederler.
En uzun süren ve en sağlıklı ilişki “arkadaşlık”tır. Evliliğin de sağlıklı ve uzun süreli olması “arkadaşlık” formatına oturtulmasına bağlı.
Kişi, kadın olsun erkek olsun, var edilmiş olmanın ve değerinin idraki içinde değilse, mutlu olmanın temel şartlarından birini kaybetmiş olacaktır.
Erkekle baş etmeye çalışan kadın, başarısını değil, baş ağrısını artırır.
Mutlu olmak için sadece erkeğe bel bağlayan kadının, ömür boyu sırtı yere gelmese de yüzüstü sürünmekten kurtulamaz!
Günahlarınızı Allah affedebilir, fakat sinir sisteminiz asla affetmez
Gerçekten ciddi olan tek bir sorun vardır; “Yaşam; yaşamaya değer mi, değmez mi?”
Hayatın amacı iyi anlaşılmamış ise ve kişi yaşadığı hayatı kendisi için yeterince anlamlı bulmuyorsa, maddi şartlar elverişli olsa bile mutlu olmak için yetmez.
Herhangi bir yönde yeteneği olmayanın, tatminsizlik duygusu da olmayacaktır. Yani bir başka deyişle; “Aptallar depresyona girmez!” diyebiliriz.
Emerson’un dediği gibi; “Bir adam bütün gün ne düşünüyorsa, odur! Mesut düşünerek mesut, sefil düşünerek sefil olursunuz!.”
insan her yaşta çocuktur, değişen oyuncaklarıdır
Erkekler dünyayı idare eder, kadınlar da onları!
Kendinizi fazla zorlamayın. Hayat anlamadan da yaşanabilir!
Kendinizden hiç mi şikayetçi değilsiniz?! Buna rağmen kendi kendinizle yaşayıp gidiyorsunuz. Onu da kendiniz gibi kabul edin ve yaşayıp gidin.
Mutlu olmanın bir kuralı da, değiştirebileceklerini değiştirme çabası yanında değiştiremeyeceklerini kabullenme olgunluğu gösterebilmektir.
Mutluluk; barışık olmaktadır.
Bir kadın için en aşağılayıcı durum, kendisini istemeyen bir erkeğin yanında zorla, ısrarla kalmaya çalışmaktır. Bitecekse bitecektir. Önemli olan, “her şeye rağmen birlikte olmak” değil, onurlu bir birlik yaşamaktır.
Halbuki, kimse kimseye ebedi olarak ait olmaz.
William James; “Günahlarınızı Allah affedebilir, fakat sinir sisteminiz asla affetmez”
Albert Camus bir keresinde şöyle demişti; “Gerçekten ciddi olan tek bir sorun vardır; “Yaşam; yaşamaya değer mi, değmez mi?”
Bugün insanlar yaşamak için gerekli araçlara sahip, ama yaşamak için bir anlamları yok.
Eğer hayatınız belli bir amaçtan yoksunsa, yaşamınızda bir anlam göremiyorsanız, asıl büyük problem budur.
Çünkü, bir şeylerin ters gittiği ya da eksik olduğunu kavramak için bir miktar zeka ve yetenek gerekir!
“Aptallar depresyona girmez!”
Mesut düşünerek mesut, sefil düşünerek sefil olursunuz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir