İçeriğe geç

Erdem ve Mutluluk Kitap Alıntıları – Erich Fromm

Erich Fromm kitaplarından Erdem ve Mutluluk kitap alıntıları sizlerle…

Erdem ve Mutluluk Kitap Alıntıları

Alain’e göre bilge kişi sadece bilen kişi değil,
mutlu olmasını bilen kişidir.
İnsan, kendi varlığı kendisi
için bir problem olan, bu problemi çözmek zorunda bulunan ve
bu problemden kaçıp kurtulması mümkün olmayan tek hayvandır.

Kendisi ve kendi varlığının anlamı
konusunda kendine hesap vermek zorundadır. Kendi içindeki bu
çatlağı, kesinlik için duyduğu özlemin verdiği acıyla, kendisini
tabiattan, başka insanlardan ve kendinden ayıran lâneti ortadan
kaldıracak başka türlü bir uyumla kapamaya zorlanmıştır.

İyilik de, kötülük de kendi başına ya da bir alınyazısına bağlı olarak gerçekleşen şeyler değildir. Karar, insana bırakılmıştır.
İnsan vicdanı olan tek yaratıktır.
Başkalarına yaptığın her şeyi aynı zamanda kendine de yapmış olursun.
olağandışı pek çok şey vardır dünyada ama hiçbiri insandan daha olağanüstü değildir.
Sophocles
Mutluluk tanrıların bir armağanı değil, insanın içindeki yaratıcılığın sağlamış olduğu bir başarıdır.
Hümanist vicdanın gayesi, yaratıcılık, dolayısıyla mutluluktur, çünkü mutluluğu yaratıcı bir şekilde yaşamaktan ayırmak mümkün değildir.
İnsanın, ” vicdanıma göre hareket edeceğim. demesinden daha büyük bir gururla söyleyebileceği başka hiçbir şey yoktur; Socrates doğru bildiği şeylerden ödün vererek vicdanına ihanet etmesine yol açacak bir ders vermektense, ölmeyi tercih etmişti. Vicdan olmasaydı, insan soyu gelişme sürecinin tehlikeli akışı içerisinde çoktan batağa saplanmış olurdu.
Kötülükten uzak dur ve iyilik yap. Kötülüğe tam olarak çevir sırtını, onun üzerinde düşünme ve iyilik yap. Yanlış bir şey mi yaptın? O zaman doğru bir şey yaparak dengeyi sağla.
Kimi kendini aradığı için gider bir başkasına, kimi de kendini yitirmek için.
Başkalarını sevmeniz, kendinizi yeterince sevmediğiniz içindir. Kendinizden kaçıp başkalarına sığınıyorsunuz.
Ama insan, hayatını nasıl kullanıyor? Onu tüketirken kendisi de bir mum gibi yanıp tükeniyor Hayattan zevk almak, hayatı tüketmek demektir.
Kendimize değil Tanrıya aitiz biz; dolayısıyla, onun için yaşayalım ve ölelim.
Komşunu (insanları) kendin gibi seveceksin.
Kutsal Kitap
Masochism, insanın kendi benliğinden kurtulmak, özgürlüğünden kaçmak ve kendini başka birine bağlayarak güvenliğe ulaşmak için yapmış olduğu bir denemedir.
İnsanın başkalarını dinleyebilmesi için, her şeyden önce kendisine kulak vermeyi bilmiş olması gerekir; başkaları ile ilişki kurabilmesi için, kendi kendisiyle uyum halinde olması gerekir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bütün insanların yardıma ihtiyacı vardır ve birbirlerine bağımlıdırlar.
Faust, hayatın anlamını bulmak için insanoğlunun gerçekleştirdiği uçsuz bucaksız arayışın bir simgesidir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Spinoza’ya göre erdem, insanın kendi güçlerini kullanması, kötülük ise güçlerini kullanmayı başaramamasıdır; Spinoza için kötülüğün temeli güçsüzlüktür.
İnsan, her zaman, tam olarak doğmadan önce ölmektedir.
İnsan akıl gücü ile olayların iç yüzünü kavrayabilir ve özünü anlayabilir. Sevme gücü ile bir insanı ötekinden ayıran duvarı aşabilir.
Kişiliğin yitirilmesi, boşu boşunalık, hayatın anlamsızlığı, bireyin otomat haline gelmesi gittikçe artan bir hoşnutsuzluğa yol açmış, daha uygun bir yaşama biçimi arama ve insanı bu amaca ulaştırabilecek kuralları bulmaya çalışma gibi bir ihtiyaç yaratmıştır.
Ancak son zamanlardadır ki, mallarda olduğu kadar insanlarda da, paketleme, etiket ve marka adı önem kazanmıştır.
Sevgi ve dürüstlük zayıflık belirtisiydi; düşünme ise korkakların ve yozlaşmış olanların işi olarak görülüyordu.
Öğrencilerden o kadar şey öğrenmeleri isteniyor ki, düşünmeye hemen hiç zamanları ve enerjileri kalmıyor.
‘Viscerotonic’ deyimi, iyi yaşamayı seven, rahatına düşkün ve ahbap canlısı bir mizaç tipini belirtmek için kullanılmaktadır.
Mizaç tepki biçimi ile ilgilidir, yapısaldır ve değişmez; karakter ise daha çok bir insanın yaşantıları ile, özellikle ilk çocukluk günlerindeki yaşantıları ile oluşmuştur; gerçeği kavramak ve yeni yaşantılar edinmekle bir dereceye kadar değişebilir.
Gerçekten de insan yalnızca ekmekle yaşayamaz.
Bir eşekarısı türünün var oluşundan bu yana, hep aynı şekilde, yuva yapıp, eşleşip, yumurtladıktan sonra canına kıyıp, yumurtalardan çıkacak yavrulara kendisini yiyecek olarak sunması gibi
İnsan, canı sıkılma, hoşnut olamama, cennetten kovulmuş olduğunu hissetme gücüne sahip olan tek hayvandır.
İnsan hayvanların en zayıfı, en güçsüzüdür, ama bu biyolojik zayıflık onun kuvvetinin temeli, özel insani niteliklerinin gelişmesinin ilk nedeni olmuştur.
Bir insan olmak,
Benim için,
Başka insanlarla paylaştığım bir şeydir,
Görmek, işitmek,
Yemek yemek ve su içmek
Bütün hayvanlar gibi
Benim de yaptığım şeylerdir
Ama benim ben olmam
Yalnızca benimdir
Ve başka hiç kimseye değil
Bana aittir
Başka hiçbir insana değil
Bir meleğe de değil
Ve tanrı ile de birleşmediğim sürece
Tanrıya da değil
Bana aittir.
Master Eckhart
Psikanaliz, insanın kendisiyle ilgili gerçeği ışığa çıkarma denemesidir.
Ben bir Yahudiyim! Bir Yahudinin gözleri yok mu? Bir Yahudinin elleri yok mu, organları, boyu bosu, duyuları, duyguları, tutkuları yok mu? Tıpkı bir Hristiyan gibi aynı yiyeceklerle beslenmez mi, aynı silahlarla yaralanma mı, aynı hastalıklara yakalanmaz mı, aynı araçlar ve gereçlerle iyileşmez mi, aynı kış üşütmez mi, aynı yaz ısıtmaz mı? Etimize bir iğne batırsanız kanımız akmaz mı? Gıdıklarsanız gülmez miyiz? Bizi zehirleseniz ölmez miyiz? Bütün öteki şeylerde size benziyorsak eğer, bunda da size benzeyeceğiz demektir
Erdem, insanın kendi varlığına karşı gösterdiği sorumluluktur. Kötü dediğimiz şey, insanın güçlerinin zedelenmesi ve bozulmasıdır; kötülük ise insanın kendine karşı sorumsuz bir tavır takınmış olmasıdır.
Şu var ki, sanat deyince yalnızca tıp, mühendislik ve ressamlık gibi meslekleri anlamamak gerekir; yaşamak da başlı başına bir sanattır; gerçekte, insanın uğraşması gereken en önemli, aynı zamanda en güç ve en karmaşık sanattır.
İnsanların size karşı nasıl bir tavır takınacakları büyük ölçüde sizin onlara karşı nasıl davrandığınıza bağlıdır.
Öğütler de tohumlar gibidir, ancak elverişli topraklarda çimlenebilirler.
Adler, Sokrates’in ‘kendini tanı’ ilkesini mutluluğun temel kanunu olarak görmektedir. Kendimizi ve başkalarını tanıdığımız ölçüde insanlarla daha iyi geçinmemiz, dolayısıyla daha mutlu bir hayat yaşamamız mümkün olabilecektir
armut piş ağzıma düş misali, mutluluğu hep dış şartlardan beklerler. Oysa insan kendi mutluluğunu kendi elleriyle yaratmak zorundadır.
Her insan mutlu olmak istediği halde, pek az insan mutlu olmayı başarıyordu. Mutlu olma konusundaki beceriksizliğin sebebi ne olabilirdi?
Kendi gücümüze güvenmediğimiz içindir ki, insana da inanmıyoruz, kendimize de inanmıyoruz, güçlerimizin yaratabileceği şeylere de inanmıyoruz. Hümanist anlamda vicdanımız yok bizim, çünkü verdiğimiz yargılara güvenme cesaretini gösteremiyoruz.
Bir insanı anlamak demek, onun kusuruna bakmamak demek değildir; yalnızca, sanki Tanriymışız ya da ondan daha üstün bir durumda bulunan bir yargıçmışız gibi onu suçlamaya kalkmamak demektir.
İnsanın sevme gücü vardır, bu gücünü kullanamayacak olursa, yani sevme yeteneğini gösteremezse, bu bahtsızlıktan acı duyacaktır; çektiği acıyı çeşitli rasyonalizasyonlarla gizleyerek ya da başarısızlığının verdiği acıdan kurtulmak için çeşitli kültürel yollara başvurarak acısını görmezlikten gelmeye çalışsa bile, yine de acı çekecektir.
Kadınlarda çocuk doğurma ve onlara bakma gücü vardır; bu güç kullanılmadan kalırsa, bir kadın anne olamazsa, dünyaya bir çocuk getirme ve bu çocuğu sevme gücünü harcayamazsa, bir engellenme duygusu duyacak ve bu duygudan ancak, güçlerini, hayatının başka alanlarında daha fazla gerçekleştirerek kurtulabilecektir.
Nefret eden kişi, sürekli bir şekilde hissettiği düşmanlık duygusunu açığa vurduğu için sanki mutluymuş gibi bir rahatlık duyar.
Olağan -dışı pek çok şey vardır dünyada, ama hiçbiri insandan daha olağanüstü değildir.
*Sophocles, Antigone*
Bir insana inanmanın en ilkel hali, annenin yeni doğan bebeğine duyduğu inançtır. Yaşayacağına, büyüyeceğine, yürüyeceğine, ve konuşacağına inanması.
İnsanları etkilemesini bilen bir önderin üstün hitabet gücü, şimdi (yani geceleyin), karşı koyma güçlerini en tabii şekilde yitirmeye başlayan insanları, enerjilerini ve iradelerini hâlâ denetim altında tutan insanlardan daha kolay kazanmayı, kendi tarafına daha kolay çekmeyi başaracaktır. ***
Zevkli hale getirilemeyen hiçbir etkinlik yoktur: Köleler bile kaderlerinden hoşnut olmayı öğrenmişlerdir; zalimlerse zulümden hoşlanmayı
Müzik ve edebiyat alanındaki en iyi eserleri herkesin ayağına götürebilen radyolarımız olduğu halde, dinlediklerimiz genellikle, ucuz resimli dergilerin düzeyini aşamayan saçma sapan şeyler, ya da zekâyı ve incelmiş bir zevki rencide edecek reklamlar. Insanin şimdiye kadar hiçbir zaman sahip olmadığı olağanüstü araçlarımız ve gereçlerimiz var, ama şöyle bir durup da bunların neye yaradığını sormuyoruz.
Çalışma araçtır, hoşa giden şeyler ise amaçtır. Oysa gerçekte olup bitenler nedir? Insanlar daha fazla para kazanmak için çalışıyorlar ve bu parayı yine daha fazla para kazanmak için kullanıyorlar, amaç -yani hayattan tat almak- ise, gözden kaçırılıyor. Insanlar telâş içerisindeler ve daha fazla zamanları olsun diye yeni yeni buluşlar koyuyorlar ortaya. Sonra da kazandıkları zamanı yine yeni zaman kazanmak için koşuşturmakla geçiriyorlar ve sonunda o derece tükeniyorlar ki, kazanmış oldukları zamanı kullanamaz hale geliyorlar.
Yaratıcı olmayan ya da akla uygun olmayan bir sevgi, karşılıklı saygı ve kişilik bütünlüğüne dayanmayan, iki insanın bağımsız yaşayamamaları yüzünden birbirlerine bağlandıkları masochistic ya da sadistic bir ortak-yaşarlık olabilir. Bütün öteki akıldışı çabalar gibi böyle bir sevgi de kıtlığa, yaratıcılığın ve iç güvenliğin bulunmayışına dayanır.
Nevrotik uyku ihtiyacı, normal bir yorgunluk gibi bedensel durumlardan ileri geldiği sanılan, oysa gerçekte baskı altına alınmış endişe, korku ve öfke gibi ruhsal durumlardan kaynaklanan bir isteğin başka bir örneğidir.
Zararlı olan şeyler için duyulan şiddetli istek, ruh hastalıklarının özünü oluşturmaktadır.
Sevinç insanın giderek daha kusursuz, daha yetkin olması, keder ise kusursuzluktan ya da yetkinlikten gittikçe uzaklaşması demektir.
*Spinoza*
Mutluluk erdemin mükâfatı değil, erdemin ta kendisidir; tutkularımızı dizginlediğimiz için mutlu olduğumuz ya da mutluluğun tadına vardığımız söylenemez; tersine mutluluktan büyük bir zevk duyduğumuz içindir ki, tutkularımızı dizginleyebiliyoruz.
Bencil insanların başkalarını sevmedikleri doğrudur, ama onlar kendilerine aşık gibi görünseler de aslında kendilerini de sevmezler.
Başkalarını sevmeniz, kendinizi yeterince sevmediğiniz içindir.
*Nietzsche*
Nietzsche’ye göre, sevginin peşinden koşmak, istedikleri şeye ulaşabilmek için savaşma gücü olmayan ve bu yüzden onları sevgi yoluyla elde etmeye çalışan kölelere özgü bir şeydir.
Nietzsche sevgiyi bir zayıflık ve kendini inkâr etme olarak görmüş ve suçlamıştır.
İnsanın başkalarını dinleyebilmesi için, her şeyden önce kendisine kulak vermeyi bilmiş olması gerekir.
Objektiflik, objeden kopmak değil, ona saygı duymaktır; yani nesneleri, başka insanları ve kendimizi bozmadan, değiştirmeden olduğu gibi görme yeteneğidir.
Sevme gücü, kişinin kendisini bir başkasından ayıran duvarı aşmasını ve onu anlamasını mümkün kılar.
Özgür topraklar üzerinde, özgür bir milletin yanında olmak isterdim!
Karakter, bir insana yalnızca tutarlı ve akla uygun bir biçimde hareket etme imkânını vermekle kalmaz; aynı zamanda, o insanın topluma uyması için gerekli temeli de sağlar
İnsanın kaderi, karakteridir.
Çağımızda dikkatimizi çeken şeylere bir göz atalım: Fethetme ve üstün olma amacını güden diktatörlük sistemlerine insanların bağnaz bir şekilde bağlandıklarını gördük ve hâlâ görüyoruz
İnsan, kendi sorumluluğunu yüklenmek ve ancak kendi güçlerini kullanarak hayatına bir anlam verebileceği gerçeğini kabul etmek zorundadır.
İnsanın karşılaşmış olduğu problemin bir tek çözüm yolu vardır: Gerçekle yüz yüze gelmek, kendi yalnızlığını ve kendi kaderine ilgisiz kalan bir evren içerisinde tek başına kaldığını bilmek, problemini onun yerine çözebilecek, onu aşan hiçbir kuvvetin bulunmadığını kavramak.
İnsanı, olmaması gereken şeyin başka türlü olamayacağına ve acı kaderini kabul etmek zorunda olduğuna inandırmaya çalışırlar.
İnsan, biricik, tek bir varlık olduğu ve başka hiç kimseyle aynı olmadığı için yalnızdır. Ama yalnız kalmaya, başka insanlarla ilişki kurmadan yaşamaya da katlanamamaktır.
Ölmek zorunda oluşumuz, insan için değiştirilemeyen bir gerçektir. Ama insan ölümü değil hayatı düşünecektir.
İnsan, bu gerçeği ideolojilerle inkar etmeye çalışmıştır: Ruhun ölümsüzlüğünü öne sürerek, insan hayatının ölümle son bulacağı gibi bir acı gerçeği inkâr ederek.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir