Hüsamettin Arslan kitaplarından Epistemik Cemaat kitap alıntıları sizlerle…
Epistemik Cemaat Kitap Alıntıları
Bilmediğimiz şeyler biz bilmiyoruz diye yok değildir; sadece onları bilmiyoruzdur ve sadece bilmiyoruzdur.
Bilmediği şeyi kendisi bilmediği için yok sayan kişi önyargılarının kurbanıdır.
Bilmediğimiz şeyleri yok sayamayız.
Yazarın yanlış anlaşılmaları önleme lüksü var mıdır?
Üslubum, yukarıdakilere kızgın, aşağıdakilere müşfik*
Yazmak çekiçlemektir.Üslubum rahatsız edici ölçüde protest;kişiliğim gibi.
Yazma tarzım iğne,fırça kullanan bir üslup değil,çekiç kullanan bir üslup.
Üslubum keskin,aforizmatik,ukala ve dolayısıyla rahatsız edici.
Hepimiz pozitivizmi ideoloji olarak benimsemiş bir eğitim sisteminin ürünleriyiz.
Dil topluma, düşünceyse dile bağlıdır. Başka bir deyişle, düşüncenin belirleyicisi dil, dilin belirleyicisi ise toplumdur.
Kendinde doğru yoktur; kendi bağlamı içinde doğru vardır.
İhtilaf sosyal bir fenomendir; en az iki kişiyi, iki grubu, iki tarafı gerektirir. İhtilaf, insanın kendi kendisiyle ihtilafa düştüğü yerde bile sosyaldir.
Yorumlamak söylenenden söylenmeyeni çıkarmaktır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. Yüzyılı bir “tanzim” ve “ıslahat” yüzyılı değildir; bir “parçalanma” yüzyılıdır.
Okumuşlarla halk arasındaki uçurum, pozitivizmle klasik gelenek arasındaki uçurumdur.
Hepimiz pozitivizmi ideoloji olarak benimsemiş bir eğitim sisteminin ürünleriyiz.
Günümüzde Türkiye’de bulunan bütün modern entelektüel akımların kaynağında pozitivizm vardır.
Türkiye’de önce modern sonra pozitivist, önce materyalist veya sosyalist sonra pozitivist, önce islamcı sonra pozitivist, önce milliyetçi sonra pozitivist olunmaz; tam tersine önce pozitivist sonra modern , önce pozitivist sonra materyalist , önce pozitivist sonra milliyetçi , batıcı olunur. Çünkü pozitivizm gelenekten kopmanın biricik aracıdır.
Kitaplar kadınlara, kadınlar şehirlere benzerler. Önemli olan satır araları ve ara sokaklardır. Eğer bir kitabı okurken satır aralarından kulaklarınıza metafizik fısıltılar gelmiyorsa bilin ki yazar ahmak bir yazardır der Car
Bilgi yöntemlerle inşa edilmez; geleneklerin veya stratejilerin yön verdiği süreçlerle üretilir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
– (…) Unutmamak gerekir ki, en dehşet verici alçalma entelektüel alçalmadır
– (…) Bilmediğimiz şeyler biz bilmiyoruz diye yok değildir; sadece onları bilmiyoruzdur ve sadece bilmiyoruzdur
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bilimsel bilginin, klasik sosyoloji geleneğince pek ele alınmamış olmasının bir nedeni de, “bilimsel ilerleme” fikrinden kuşku duyulmasını sağlayacak şartların özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkmasıdır. Modern bilim eleştirilerini ve bilimsel bilginin araştırma odağına alınmasını motive eden güç aslında budur. Türkiye’de durum biraz da değişiktir. Entelektüel hayatımızdaki egemen akım hâlâ pozitivizmdir ve bilim, Batı’dakinden çok daha büyük itibar görmektedir.
Klasik sosyoloji geleneği içinde yer alan düşünürler arasında, “bilgi”nin -içinde inşa edildiği toplum dikkate alınmaksızın anlaşılamayacağı-yolunda bir mutabakat vardır.
İnsanlar yalnızca farklı uluslara mensup bulundukları için farklı diller konuşmazlar; farklı dünya görüşlerine, farklı bilgi sistemlerine, farklı teorilere bağlı bulundukları için de farklı diller konuşurlar.
Eğer pozitivistler haklı iseler, “bilimsel veya pozitivist dönem” insanlık tarihinin nihai aşaması olarak Batı toplumunun toplumlar arası hiyerarşinin zirvesinde yer alışını sembolize ettiği için, Batı dışında kalan toplumlar, evrim merdiveninin ebediyen en alt basamaklarında kalmaya mahkûmdurlar demektir.
“İlerleme” dogmasına inanmak, dogmanın mantığı gereği, mevcut anı veya mevcut tarihsel dönemi meşrulaştırmaktır.
İlerlemeye inanç, otoriterdir, kurulu dönemi aklamak için geçmiş ve gelecek dönemleri lanetler.
Statükodan yanadır ve dolayısıyla konservatiftir.
Nihai açıklayıcı veya belirleyici birey değil toplumdur. Çünkü bütün, parçaların toplamından daha fazla bir şeydir; bütün parçalarına göre değil, parçalar bütüne göre açıklanmalıdır.
Toplum, bireylerin matematiksel toplamı değildir; toplum bireylerin matematiksel toplamından daima daha fazlasıdır.
Bilimsel bilgi ve bilimi reddetmez; dünyamızdaki biricik bilgi kaynağının bilim olmadığını öne sürer.
Başka bilgi kaynakları ve başka bilgi sistemlerinin doğruları da vardır.
“Tek doğru yoktur; doğrular vardır.”
Pozitivist mantık “tekdüzeliğin”, “aynılığın” mantığı,
Rölativist mantık “çeşitliliğin” ve “renklerin” mantığıdır.
Bir yöntem olarak pozitivist, “evrensel” ve “üniversal” olanı yakalamak için farklılıkları görmezlikten gelerek, benzerliklerin altını çizer; tam tersine rölativist, rölativist mantık farklı olana var olma hakkı tanıdığı için farklılıkların altını çizmekten yanadır.
Bilimi, bilim adamları cemaatini biricik nihai otorite sayan her anlayış pozitivist veya bilimperesttir. Gayet tabii, monoteizmle büyük benzerlik içinde bulunan pozitivist bilim ideolojisi veya bilimperestlik, anti demokrattır; farklı olana var olma hakkı tanımaz.
Demokratik tutum farklı olana da yaşama hakkı tanıyan rölativist tutumda yatar.
Pozitivist bilim ideolojisi, bilimsel bilgide bulunduğunu öne sürdüğü yasa ve evrensellik kodları açısından bakıldığında bir mecburiyet ve zorunluluk unsuru içerir: evrensel olana ve yasa durumundaki şeye boyun eğilmelidir.
Bu ideolojide olması gerekeni buyuran biricik otorite bilim veya daha yerinde bir söyleyişle bilim adamları cemaatidir.
Doğa birbirini alternatif tarzlarda anlaşılabilir ve açıklanabilir; bu alternatif tarzların birbirlerine oranla daha doğru olabileceklerini söylememizi sağlayabilecek hiçbir kriter yoktur.
Birden fazla doğru vardır; birbirlerine oranla daha kullanışlı ve daha yararlı olabilen doğrulardan söz edilebilir sadece.
Konvansiyonalist olmak, insanın belirleyiciliğine, daha yerinde bir söyleyişle toplumun belirleyiciliğine inanmaktır.
Bilimsel yasalar, teoriler ve genellemeler konvansiyonlardır.
*Konvansiyonlar: Teamüller, gelenekler, inançlar.
Pozitivistler bilginin nihai belirleyicisinin olgular, gözlemler ve deneyler olduğunu; rasyonalistler akıl ve mantık olduğunu savunurlar.
Konvansiyonalist tali bir konuma yerleştirir:
İster bilimsel bilgi ister başka türde bilgi olsun, bilginin nihai belirleyicisi, bilgiyi inşa eden insanlar veya toplumdur.
Eğer bir kitabı okurken satır aralarından kulaklarınıza metafizik fısıltılar gelmiyorsa, bilin ki yazar ahmak bir yazardır.
Car
Kitaplar kadınlara, kadınlar şehirlere benzerler.
Önemli olan şey, satır aralarında ve ara sokaklardadır.
Bütün genç insanlar gibi ben de dâhi olmak için yola çıktım, ama acı bir tebessüm engelledi.
Lawrence Durell
Sosyal teorisyenler uzun süredir, toplumu toplum yapan şeyin hem çatışma hem de denge (düzen) olduğunda hemfikirdir; buna göre “çatışma ve denge” madenî bir paranın iki yüzü gibidir ve birbirini tamamlar.
Toplum ve insan hayat söz konusu olduğunda, “çatışma” daha iyi bir yorum ve açıklama anahtarıdır.
Işık neredeyse gölge de oradadır ve her çağın kendi kontekstinde aydınlık ve karanlık tarafları vardır.
Ortaçağın bütünüyle “karanlık” bir çağ olduğu fikri modernlerin kendini beğenmişliği, önyargısı ve hurafesidir.
Ortaçağ’da aydınlanmanın ve ışığın kaynağı Tanrı’ydı. Tanrının ışığı bile gölgeler ve karanlıklar yaratır: Din savaşları, engizisyon ve veba.
Aynı şekilde ışık kaynakları olarak akıl ve bilim de kendi gölgelerini yaratmıştır: İki Dünya Savaşı, Hiroşima ve Nagasaki, Auschwitz ve Gulag, kanser ve AIDS, çevre kirliliği ve gayet tabii açlık.
Fakat bugün artık biliyoruz ki, “ışık neredeyse gölge (karanlık) de oradadır.”
“İlk söz yazarın,
son söz okuyucunundur.”
Nietzsche
Bilgi, meşruiyet armağan edilmiş güçtür.
Bilginin gücü, bilginin meşruiyeti onu üreten cemaatin gücü ve meşruiyetidir.
Söylediğimiz ve yaptığımız şeylerin kaderi, onların daha sonraki kullanıcılarının elindedir
Bilginin temeli cemaat, cemaatin temeli ise iletişimdir.
Bilginin varoluş şartı cemaattir; çünkü bir öne süreni ve bir alıcısı ya da kabul edeni bulunmadığı sürece bir hiçtir.
Sosyolojik dil incelemelerin altını çizdiği şey, dilden çok dili konuşan insanlar, toplum ve cemaatler ya da gruplardır. Dil toplumsal bir fenomendir ve kendisini kullananlara göre açıklanmalıdır.
Her düşünme biçimi bir grupla birlikte varlık kazanabilir yalnızca.
İnsanın algılama eylemine mahkumiyeti, aynı zamanda tarihe ve topluma mahkumiyetidir.
Bilginin içinde inşa edildigi toplum dikkate alınmaksızın anlaşılamayacağı yolunda bir mutabakat vardır.
Bir yaklaşımı, bağlı bulunduğu düşünce geleneği içinde kavramak önemlidir.
İnsanlar yalnızca farklı uluslara mensup bulundukları için farklı diller konuşmazlar, farklı dünya görüşlerine farklı bilgi sistemlerine, farklı teorilere bağlı bulundukları için de farklı diller konuşurlar. Bilimsel bilginin dili ile dini bilginin dili, aynı toplumun insanları tarafından konuşuluyor olsa bile, aynı diller değillerdir.
Düşünce veya bilgi, içinde inşa edildigi dile atıfta bulunmaksızın anlaşılamazdı. Dil, düşünceden, dil bilgiden hem mantık düzeyinde hem de tarihi gelişme düzeyinde daha önce gelir. Bir anlamda, dille bilgi arasındaki ilişki, dille toplum arasındaki ilişkidir.
Toplum bireylerin matematiksel toplamı değildir; toplum bireylerin matematiksel toplamından daima daha fazla bir seydir. Nihai açıklayıcı veya belirleyici birey değil toplumdur.
Kavramsal düzeyde epistemik cemaat, bir bilme, bilgi, kavrama, anlama cemaatidir ve bilgiyi inşa eden, işleyen, Geliştiren ve daha sonraki kuşaklara intikal ettiren, bilgiyi taşıyan insanlar topluluğunu ima eder.
Gelenek reddedildiğinde, toplumdan devralınan gelenekten çıkılarak, geleneğin bulunmadığı bir ortama geçilmemiştir; bir gelenekten başka bir geleneğe geçilmiştir.
Türkiyede ortalama insan klasik geleneğin göbeğinde dünyaya gelir (aile) ve sonra pozitivist ideolojiye gönüllü bir geçiş yapar (okul). Böylece klasik gelenekten kopmanın yolu okula gitmektir. Yine burada da önce modern, materyalist, idealist, İslamcı, milliyetçi olunmaz; önce pozitivist ideolojiyle gelenekten kopulur, yani önce pozitivist sonra materyalist, idealist, modern vb. Olunur. Okumuşlarla toplum arasındaki kopukluk veya çatışma (bu güne kadar yanlış şekilde kuşak çatışması ve Aydın-halk kopukluğu diye isimlendirilmiştir) klasik gelenekle pozitivist ideoloji arasındaki çatışmadır. Okumuşlarla halk arasındaki uçurum, pozitivizmle klasik gelenek arasındaki uçurumdur.
Eğer bir kitabı okurken satır aralarından kulaklarınıza metafizik fısıltılar gelmiyorsa der Car, bilin ki yazar ahmak bir yazardır . Kitaplar metafizik fısıltılarıyla kanatlanırlar. Tersi entelektüel sürüngenlik, dar ufukluluk ve muhteva yoksulluğudur.
Bilimsel araştırma zannedildiği gibi problemlerle
başlamaz ihtilaflarla başlar. ( ) Bilim bir ihtilafları çözme bir ihtilafları sona erdirme çabasıdır. ( ) Evrensel bilimsel yöntem yoktur; stratejiler ve taktikler vardır.
Strateji bilgide zımnen varolan birseydir; strateji zımnen öğrenilen şeydir. Strateji gelenektir (tersi de doğrudur; gelenek, süreklilik arzeden stratejidir). Strateji, İstanbulu payitaht edinip Aden’de
Basra’da, Süveyş’te donanma bulundurmaktır.
Strateji, bir düşmanı zayıflatma taktiğidir.
Teoriler yoksa olgular da varolamazlar.
İster din adamı, ister sıradan insan, ister bilim adamı olsun, insan dogmaya mahkumdur.
Toplumlar kaos karşısında gerçekleştirilmiş inşalardır.
P. L Berger, Thomas Luckmann
Marx din i yanlış bilinç diye yorumlar, oysa Durkheim dini toplumun temeli sayar. Ona göre toplum, dindir.