İçeriğe geç

En Güzel Günlerini Demek Bensiz Yaşadın Kitap Alıntıları – Can Gürses

Can Gürses kitaplarından En Güzel Günlerini Demek Bensiz Yaşadın kitap alıntıları sizlerle…

En Güzel Günlerini Demek Bensiz Yaşadın Kitap Alıntıları

Şiir, tenin ruha dikilmesiyle vücut bulur.
Güzelse hayatın içinde olmalı.

Hem güzel hem kırılgansa yine hayatın içinde olmalı. Ama yanında, ona gözü gibi bakan başka biri daha olmalı.

Ölümü belleyip yetinmeyi öğrenmeli hayatla. Bir kez bunu öğrendin mi yırtarsın.
Hepimize acılar gelir, tutkular gelir de anneye gelmez mi? Anne her şeyi içinde biriktirir biriktirir de gün gelir taşmaz mı? Anneye hiçbir şey olmaz mı?
Babam her zaman öyle yoktu ki, öldüğünü hiçbir zaman anlayamadım
Tutku neye yarar, desinler hele. Tutulmakmış. Ay mısın güneş misin? İnsansın. Ne tutulacaksın ne tutturacaksın.
Her insan bulunduğu mekânın kuludur kölesidir. Mekânın ötesinde hayatın kölesidir.
Kulağın hafızası, gözün hafızasından katbekat kuvvetli olmasaydı bir insanın kim olduğunu sesinden değil fotoğrafından çıkarmak daha kolay olurdu.
Kimseye mutluluğu tam olarak veremediğimi görüyorum.
Halbuki geçmişin öyküsü tektir. Mühim olan öyküyü kimin ağzından dinlediğimiz.
Elimde olsa sırf senin için yaşayabildiğim kadar yaşarım. Ama ne yalan söyleyeyim, artık mekânlar mânâsız geliyor gözüme. Dünya bu kadarmış bana
Görmüyorlar değil mi can yoldaşım?
Bir şeyler yapmak durumunda kalırlar diye görmemek için ellerinden geleni yapıyorlar.
Koza çok kapalı, çok güçlü, çok, nasıl diyeyim, çok kadın bir kadındır. Şu masadaki kimsenin cesaret edemeyeceği bir yaşamı seçmiş, bunu her şeyi bile bile yaşamış, heyyavrumheygillerden
İnkâr etme özlediğini. Gözün bir özlediğini yürek binbir özlermiş
Bakakalırım giden geminin ardından. Atarım kendimi denize. Dünya güzel! Serde kadınlık var. Ağlarım.
Keşke hüzün nedir gözükmeseydi gözlerinden Görmüyorlar değil mi can yoldaşım? Bir şey yapmak zorunda kalırlar diye görmemek için ellerinden geleni yapıyorlar.
Hangi erkek, bir kadınları bir de parayı yapamadıklarını yapabiliyormuş gibi hissetmek için kullanmaz ki?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Hangi çocuk hayatına, kişiliğine bu kadar karışılarak, düşüncelerine bulaşılarak büyütülse, sonunda işte böyle hayata karışıp bulaşmaktan korkar. Yerine saplanır. Mimiksiz kalır. Tatsız yaşar.
Buradan tek şey diyebilirim: Her mutsuz aile birbirine benzer ama her mutlu ailenin kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.
Her mutsuz aile birbirine benzer ama her mutlu ailenin kendine özgü bir mutsuzluğu vardır
Er ya da geç kötü olan her şey iyi olacak… Er ya da geç insan çirkinliğini beğenmeyecek ve kendiliğinden güzelleşecek… Er ya da geç, ülkeleri canavarlar değil halk yönetecek… Er ya da geç denizin her yerde ve her yerden dibi görünecek… Er ya da geç, hayat hep birlikte yaşanabilecek…
Neden her an, en sevdiği insanlar birlikteyken bile yalnızdır insan? Neden her zaman kendi kadar olmak zorundadır? Yalnızlık, insanın iskeletini saran et gibi bir şeydir amenna ama ne işe yarar? Birbirimizi sevelim diye mi yalnızlıkla yaratılmışız? Birbirimizden nefret edelim diye mi sevgiyi yaratmışız? Yalnızlığı haklı çıkaralım diye mi nefret ederiz birbirimizden? Neden her şeyi yerli yerinde bırakıp hep haksız hep yalnız hep eksikken biter hayatımız?
Neden hep bir yerde durmak zorundayız? Neden bir yerde doğar, bir yere gider, bir yerden döner, bir yerde kalır, bir yerden yeniden geçer, bir yeri hatırlar, bir yeri özler, bir yerden geçemez olur, bir yerde yok oluruz?
Meğer insanlık öyle memnunmuş ki hayatından, öyle rahatmış ki bir şeyleri canla başla sevmemekten, yamuk yumuk yaşamaktan…
Bana öğretilen, insanın nasıl mutlu oluyorsa öyle yaşaması değil, nasıl alıştırılmışsa öyle yaşaması. Mutlu olmaya alıştırılan çocuk var mı?
Kimse kimseyi kurtaramaz, kimse kimseye tutunarak yürüyemez. Herkes yalnız başına yürüyebilmeli.
Kendi gerçeğini bulup ve yaratıp, o gerçekle yaşayan insan olmanın, bir insanın erişebileceği en yüksek kat olduğunu savunur Haziran.
Güzelse hayatın içinde olmalı. Hem güzel hem kırılgansa yine hayatın içinde olmalı. Ama yanında, ona gözü gibi bakan başka biri daha olmalı.
Bir şeyin ruhunun olması için bir yanının eski kalması şart.
Gerçeklik hiçbir zaman düşünülmüş bir şey olmadı. Gerçek, düşlerin en büyüğü olmalı! Düşün kabuslusundan da olabilir, şekerpembelisinden de. Tek yapmamız gereken onu görmek.
Neden seni bu kadar çok severken, senin bu kadar yakınına gelmişken seni bu kadar özlerim?
Sen olan her şeyi severim.
En güzel masalı, bana bakışıydı.
İnsan niye kendi yüzüyle çıkmasın ki insanın karşısına?
Meğer insanlık öyle memnunmuş ki hayatından, öyle rahatmış ki bir şeyleri canla başla sevmemekten, yamuk yumuk yaşamaktan
Güzel olan sendin.
Kendine benzemeyen kimseyi anlamaya çalışmadı. Sevdi, doğru, ama düşünmekten korktu. Sevdiğinin ona muhtaç kalmasından, sevdiğine yardım etmek zorunda kalmaktan, kendisini paylaşmak gereği duymaktan korktu.
Yanılıyorsam affedin fakat öyle sanıyorum ki sizin gerçeğinize benzemeyen gerçekleri sıkıcı bulursunuz.
Aman, siz insanlar da pek çelişkili yaratıklarsınız!
Hem her şeyin mantıklı mı olması gerekir? Belki de başkalarına saçma görünen şeyi yapmaktan utanmamak en mantıklı davranıştır.
Onun yakınında olmak ayrıcalıklı bir şey.
Hatırla sevgili
O mesut geceyi
Çamların altında
Verdiğin buseyi

Beni mecnun ettin
Sen de olasın
Aşkımı inkâr edersen
Allah’tan bulasın

Bana sen öğrettin
Aşkı sevdayı
Ne çabuk unuttun
Beni sen hercai

Onunla birlikte susabilmekti en büyük hayalim.
Kendime her geçen gün biraz daha yabancılaşıyorum.
Yerini bilmeli insan der babam. Çok doğru.
Hayatta gerçek olmayan ne varsa onu yaşamak neden bu kadar cazip?
Yanlış anladığım her şeyi aslında anlamamış olduğumu anladım.
sıradan insan ol, hayatın bağrında ol
İzin versen ve inansan bana
Yaşıyorum desen. Bunu gönlünün, gözünün her bir soluğuyla söylesen, zaman imkan verir güneşe.
İnkâr etme özlediğini. Gözün bir özlediğini yürek binbir özlermiş. Tamam, açık açık söyleme. Fakat, zihininin senden gerçeği saklamasına izin verme. Döndüğüne bin pişman etme yüreğini. Daha dün bir bugün iki. Korkma yarından. Yarının olmadığını senden iyi kim bilebilir? Yarının senin elince var edileceğini senden iyi kim gösterebilir?
Her mutsuz aile birbirine benzer ama her mutlu ailenin kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.
Dakikalar anlamından olmuştu. Sözler yığılıyordu. Sokağın adı Halaskargazi’ydi. Sokağın ortasındaki Hrant’tı.
Bir şeyin ruhunun olması için, bir yanının eski kalması şart. İnsan için de, masa örtüsü için de bu böyle.
Kulağın hafızası, gözün hafızasından katbekat kuvvetli olmasaydı bir insanın kim olduğunu sesinden değil, fotoğrafından çıkarmak daha kolay olurdu.
Bir adamı kendine yalnızca sevgili edinen kadınlardan olamadım ben.
Hepimiz birbirimize katlanıyoruz. Oyuncuyuz işte.
Bilmem şimdi nerededir? İnsanların adına ölüm dedikleri şeyde midir yoksa benim gibi hayatın bir köşesinde midir?
Ben ayrı mı gördüm hayatımı sanattan? Bedenimin konuştuğu dil, kurduğu cümleler hayatımı anlatmadı mı? Sanat hayattan ayrı düşemez, ya sanatçı Sanat üreten sanatçı, yaşamın içinde sıradan kalabilir mi?
Kulağın hafızası, gözün hafızasından kat be kat kuvvetli olmasaydı bir insanın kim olduğunu sesinden değil fotoğrafından çıkarmak daha kolay olurdu. Fotoğraflar kimin kim olduğunu söylemek için başvurulacak en son kaynak olmalı. Ses öyle mi? Duyar duymaz tanıdığımız o kişiyi bütün bütün gösterir sesi. Öyle ki, daha “Şarkılaaar seeni sööööyler. derken bile baştan aşağı Müzeyyen Senar’dır bu nadide ses.
Vasiyetimi okumaya başlasam bırakır mısınız kavgayı? Odamda, yatağımın yanındaki çekmecede. Şarkıyı falan bırakıp, getireyim, okuyayım mı size? Keyfinizi kaçırayım, yemekleri çöpe atayım mı? Ne kadar yazık ediyoruz zamana. Bir daha niye gelesiniz bu eve Buradayız, evimizde. Hep birlikteyiz. Koza bile burada. Eskisi gibi. Daha da kalabalığız. Ne güzel. Ne gerçek. Aile dediğin kalabalık bir sofradır. Daha ne?
Niçin var oldum, neye yarıyorum, ne siz sorun ne ben söyleyim.
Annem kimseye benzemez. Dinlemekte olduğumuz şarkı tam da annemi anlatır. Doğru söylüyor Müzeyyen. Kimse de anneme benzemez. Tavrına hayran olayım be anne!
Her gün hayat gözüme daha eksik görünüyor.
Geceler olmasa hayatım safi saçmalık.
İnsanlar sadece kendi varlıklarını ortaya koyup yaşayamazlar mı? Neden bu kadar çok şeye ihtiyacımız olsun? Hayatı güzelleştiren küçük detaylar hep olsun hep çok olsun, eyvallah, zaten doğa böyle, doğa küçücük güzelliklerle var, demek hayat da öyle, onlarla dopdolu olmalı
Elimde olsa sırf senin için yaşayabildiğim kadar yaşarım. Ama ne yalan söyleyeyim, artık mekânlar mânâsız geliyor gözüme. Dünya bu kadarmış bana. Înan ki bu evden, evimizden bile gözümü kırpmadan çekip gidebilirim.
Hayatta gerçek olamayacak ne varsa onu yaşamayı istemek hep cazip gelir.
Bana öğretilen, insanın nasıl mutlu oluyorsa öyle yaşaması değil, nasıl alıştırılmışsa öyle yaşaması.
Ocak ayındaki nisan sıcağını konuşuyorlar. Bize ne havadan? Evimizin havasını ısıtalım bir. Buradaysak, burada olalım birlikte.
İhsan, kendinin olamayacağı bir şey olarak görürdü beni. Kıskançlığı bunaydı. Benim olduğum şey, neyse o, olmak istediği de olmamıştı. Yani sorunu her zaman kendisiyleydi.
Anneler çocuklarıyla tanışmazlar zaten. Anneler çocuklarını severler. Ben bilmem başka şey.
Ben ne kadar keyfime düşkünsem o da o kadar hüznüne düşkündür.
Annen için yaptığın her şeyi biraz da kendin için yaptığını unutma. Anneler çocukları için vardır çünkü.
Senin hayatının rüzgârına karışmayacak ısıya ayarlı hayatları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir