İçeriğe geç

En Güzel Aşk Hikayemiz Kitap Alıntıları – Mario Levi

Mario Levi kitaplarından En Güzel Aşk Hikayemiz kitap alıntıları sizlerle…

En Güzel Aşk Hikayemiz Kitap Alıntıları

sesimiz kısıldı hafız
İçimize konuşmaktan
Huzeyfe Mücahid
‘Satır aralarındaki yazılamamış tümcelerle gizli parantezleri kendinize göre aramaktan çekinmeyin.’
Diyeceğim, herkes kendine göre bir dizi korkunun ya da tedirginliğin tutsağıdır.
Bir tümcede, bir sözcükte, ya da bir olasılıkta gizleniyor olabilirdi ne de olsa bir benzerimiz.
Bu yorucu yolculuğun neresindeydi şimdi, bundan sonra nereye, nasıl, hangi eksilmelerle gidecekti?
Hiç kimse bir başkasıyla bu denli ilgili değildi sonuçta, herkes kendine göre yaşıyor, kendine göre taşıyordu kendi hikâyesini.
Bir tasarıyla anlam kazanıyordu bütün devinimler, bir tasarıyla, yalnızca bir tasarıyla özleniyor, bekleniyordu kimi gündoğumları.
Gönüllü sürgün olmak başkaydı, zorunlu sürgün olmak başka.
Sözcüklerin direnişiyle parantez içlerinin gizli isyanı benzemez çünkü başka şeye.
Bir eksiklik vardır evet, adı bir türlü konamayan bir eksiklik. Ama bu eksiklik duygusu yüzünden içimizde geliştirdiğimiz umut olmasaydı, sakıncalı bir gecenin bitiminde, hüzünlü ışıltısıyla doğacak yepyeni bir günün düşünü dilediğinizce kurabilir miydiniz?
Söylenenler söylendi, söylenemeyenlerse hep bir kırgınlık, bir erteleme ya da bir olasılık olarak kaldı.
Hep aynı düşün, aynı dönüşün hikâyesiydi bu.
Kimi acılar yalnızca aşılabildiğinde, yani karanlık iyiden iyiye yaşandıktan uzun, çok uzun bir süre sonra anlatılır:
Zaman zaman bir küçük sevinç zaman zaman da alışkını olduğunuzu sandığım bir hüzünle okuduğunuz bir kitapta hangi tümceyi, sözcüğü, noktalama imini ya da düşsel parantez içini benliğinizde yaşattığınızı sizden başka kim bilebilirdi ki?
Hiç mi taşımadık içimizdeki kimi hikâye kahramanlarını içimizdeki bambaşka serüvenlere?
Bir an geliyor çünkü, yenilgilerin acısını her zamankinden çok daha somut bir şekilde duyumsadığınız bir an. Geriye yalnızca, akıntıya kürek çekme anlamında da olsa, bir çabayı, bir savaşımı göze almış ya da alabilecek olmanın avuntusu kalıyor.
Ama düşünün bir kere, bizlere ne kaldı ki artık, bir uzun şiiri aramaktan ya da bir umarsızlığı küçük de olsa bir umuda, bölük pörçük bir sevinçler toplamına dönüştürme çabasından başka?
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Ya da bir yerden sonra hangi zamanda olduğunuzu, bir hayalin neresinde kaldığınızı, bir gerçeği hangi biçimiyle yaşadığınızı tam olarak kestiremiyordunuz. Hayal bir kaybolmaydı, bir geriye dönemeyişti kimileyin, gerçekse enikonu güvenilmez bir gerçekti.
Her insanın her ilişkide bir başka türlü öldüğünü, bir başka türlü tükendiğini düşünüyorum.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Ben ne bu yazarı duydum bugüne kadar, ne de bu kitabı..
Şaşırtıcı bir kalabalık toplanmıştı nedense burada
Sözcüklerin büyüsünü biliyordu
Neler bulmuştum sende o zamanlarda, birbirimize nasıl, hangi çıkmazları ve tehlikeleri göze alarak ilerlemiştik?
Her şey yolundaydı evet, her şey yolundaydı böylesi kaçaklık anlarında.
Senden anıların ve sözcüklerin çok ötesinde bir şeyler bekledim anlayacağın. Oysa şimdi yalnızca tedirginlikler, güvensizlikler ve gizli, çok gizli pişmanlıklar var içimde.
Gelgelelim senin yolculuğun bambaşka, bana uzak, çok uzak bir adadaydı.
Bir kütüphaneden bir kitap çalmanın heyecanını yaşayamadık.
Kimi sözcüklerin karşısında neden bu kadar güçsüzdük?
Bilemiyorum, bilemiyorum artık..
Bir direnişin hikâyesi dedi biraz da gülümseyerek
tanımlanamamış bir sanrının izinde miydim ?!
Yılların verdiği deneyimle meselenin hiç olmazsa bu kadarını anlayabilecek, bir şekilde de olsa değerlendirebilecek durumdaydım.
Yalnızlık zor anlatılır, biliyorsunuz.
Hiç yaşamadığım bir ayrılığın şarkısını sana anlatmakla yetineceğim o zaman da. Seni onca uzaklığa karşın şaşılası bir biçimde yaşadığımı, hissettiğimi ayrımsayacaksın sonra, bana bir türlü anlatamadığın kimi izlekleri zaten bildiğimi göreceksin.
..bu aşk nasıl bir aşkmış ..
Bir yola çıkış müziği düşünüyorum ..
Oysa her şey baştan yanlıştı.
Çünkü o anda bir sıcaklık, bir garip sıcaklık sarıyor sanki benliğimi. Bir sigara yakıyorum durup dururken, biraz sıkılıyor, biraz da utanıyorum ama ben gene de biz bir aşk dehlizindeyiz, bize bakan kimse yok, biz şimdi birbirimizdeyiz diyorum. Beni duymadığını, dahası görmediğini ayrımsıyorum sonra. Silkiniyorum. Bende kalan yüzünü, yaşayamadığım bedenini, çalamadığım kapını düşünüyorum. Yaşadığım, yaşamaya hani neredeyse zorunlu olduğum onca ayrıntı hep senle devam ediyor, senle çoğalıyor, senle soluk alıyor çünkü
Kendine dönüşün, kendi sesini dinlemenin neresinde olunduğu bilinemezdi, hiçbir zaman bilinemeyecekti elbette.
Böylesi gecelerde tüketilmemiş tümcelerle, kimi anıları kimi hüzünlere çağıran sözcükler vardı.
Bir kahve pişirdi kendisine..
Böylesi ilk kez oluyordu ne de olsa
Anlatıcı, tek başınalığını, sevgiye, aşka verdiği önemi, yabancısı olmadığı izlekleri düşünmekle yetindi yalnızca
{..}bir insandan bir sonsuzluğu yakalama özlemiyle hiç dönmemeyi düşlemek için benim de hiçbir tutarlı gerekçem yok aslına bakacak olursanız.
Kanatlanıp sonsuza doğru, hiç kimseye haber vermeden uçmak, hiç kimsenin ilgilenmediği bir yıldızda hiç kimsenin inanamayacağı bir yaşantıyı keşfetmek, dilediğim rüyanın içinde bir süreliğine de olsa kaybolmak, durup dururken görünmez adam olmak ya da bu dünyanın herhangi bir yerinde, hiçbir zaman bitmeyecek, yıpranmayacak mutlu, çok mutlu bir aşkı yaşamak gibisinden çocukça hayallerinse hiç kimseye inandırıcı gelmeyeceği düşüncesindeydim.
Boş veriyorsunuz
..anlatabilmek mümkün müydü, kendinizi kendinize, bu güvensizliği, bu güvenilmez sığınakta anlatabilmek mümkün müydü?
Bir geceye, bir telefona, bir şarkıya ya da yalnızca bir tümceye sığınmak diyorum bir kez daha.
Nerede olduğumuzu hiçbir zaman bilemedik, dilediğimizce anlatamadık belki. Ama gene de yaşanmalıydı sanki bu yaşadıklarımız. Bir kaçınılmaz yolculuktu bir diğer deyişle paylaşmaya çalıştığımız. Uzun, çok uzun bir yolculuğun bilinmesi pek de gerekli olmayan bir durağındaydık.
Maskeler hiçbir zaman düşmeyecek korkmayın.
Bilemiyorum, bilemiyorum. Ama sonuçta buradayız, burası neresi olursa olsun buradayız işte. Aynı yerde, aynı metnin içindeyiz. Şu anda bizi dinleyen, bizi sesini çıkarmadan gözleyen herkes gibi.
Dilediğiniz gibi yorumlamakta özgürsünüz.
Ama düşünün bir kere, bizlere ne kaldı ki artık, bir uzun şiiri aramaktan ya da bir umarsızlığı küçük de olsa bir umuda, bölük pörçük bir sevinçler toplamına dönüştürme çabasından başka?
Diyeceğim, herkes kendine göre bir dizi korkunun ya da tedirginliğin tutsağıdır.
Özlemini duydukları ilişkilere hazırlanabilmek için, kimi yaşanmışlıklar adına, kimi küçük yalanları sıksık göze alır ne de olsa kimi insanlar.
Böylesi durumlarda bir ölüm korkusudur, ölmenin tanımlamakta zorlandığınız bir biçimidir sanki sizi kovalayan. Susarsınız. Hiç kurtulamayacağınız bir büyünün, bir karabasanın içine girmişsinizdir bir kez daha. Susar, hiç kimseye, hiçbir şey söyleyemezsiniz evet. Bu insanların nasıl yaşadığını sorarsınız yalnızca kendi kendinize. Nasıl sözcüğünün bu bağlanda bir çok kimsenin kapısını açacağını bilirsiniz. Nasıl yaşar örneğin bu insanlar, nasıl yaşayabilir? Yeni bir gün nasıl duvar kendileri için? Bir gece nasıl başlar, bir şarkı, bir eski dost, bir yeni konuk nasıl yaşanır? Nasıl konuşulur ölümle? Nasıl konuşulur ölümle?
Bilirsiniz aslında bu düşle kafanızda yarattığınız dünyanın gerçektekinden çok farklı olduğunu. Belli belirsiz bir şarkıda gelebilir o anda kulağınıza. Bu şarkıyı tanımaya, geçmişiniz de bir yerlere yerleştirmeye çalışırsınız. Ama aslında bu bir yanılsamadır, bir umarsızlıktan kurtuluş arayışıdır doğrusunu söylemek gerekirse. İşte böyle olunca da ne önemi vardır aslında yolculukların, hangi yolculuk hangi insandan, hüsrandan ya da açmazdan kaçış anlamındadır?
Sözcükler, çağrışımlar ya da yalnızca sorular vardı bir de hayatınızda. Kolay kolay yanıtlayamadığınız, zaman zaman da yanıtlamaktan kaçındığınız sorular. Ama bu sorulara başka sorulara, beklenmedik çıkış kapılarını götürmüyor muydu sizleri? Bu sorular değil miydi aslında bizleri hayata bağlayan kimi ertelenmiş yanıtların izini sürmemizi sağlayan? Yeni hikayelere ya da insanlara doğru yol almıyor muyduk bu sorularla? Yeni hikayelerle de doğmuyor muyduk yeni olasılıklara?
Soruları, gerçek soruları kim yanıtlayabildi iki? Soruları gerektiğinde yanıtlayamamanın kırgınlığı evet. Ama soruları her şeye, tüm sakıncalarına karşın göze alma yürekliliğini göstermek de bir başlangıç, bir yeni yola çıkış anlamına gelmiyor mu onca yaşantıdan ve zorunlu kendine dönüşten sonra.
Belli belirsiz sözcükler, kırgınlıklar geliyor yalnızca yanı başıma: Hep aynı düşün, aynı dönüşün hikayesiydi bu.
Bu şehrin kendine özgü büyüsüne gerçek anlamda da pek az kişi girebilir.
Zorunlu uyumalar, unutmalar, bir kaçışı olabildiğince yaşamalar, yepyeni bir yanılsamayı bir kez daha göze alabilmeler, sözde taptaze, değişebilirliklere açık bir sabaha uyanmalar, düşünmeler ya da düşündüğünü sanmalar, gündelik tasaların ya da tasarıların etkisiyle gecelerin büyüsünü ayrımsayamayanlar, sesler, sesler, sesler, ölülere, hep ölülere doğru yol almanın tedirginliği, anlamsız, belli bir zamandan sonra hani neredeyse bir göreve, bir kaçışa, dahası kimi eksiklikleri örtmeye, kimi yalanlardan sıyrılmaya dönüşen sevişmeler, suskunluklar, kendi sessizliğinde ya da bir başkasının sessizliğinde kala kalmalar, sonra bir küçük isyan, bir garip, kendini sürekli olarak yenileyen bir uzun sonbahar, sözcükler, sözcükler, sözcükler, sırları her geçen gün biraz daha çok dökülen aynalar, yiten, yitmiş gibi görünen, durup dururken, beklemediğimiz, hazırlıklı olmadığımız anlarda karşımıza çıkabilen görüntüler vardı ne de olsa hayatımızda. Görüntüler evet, görüntülerin sınırsızlığı ve hiç bitmeyecek hikayesi.
Yürümeyen, tanımlanması güç bir şeyler vardı sanki buralarda, nereye nasıl ulaşacağımızı kestiremediğimiz bir yolda, hayatınızı beklemediğimiz bir anda değiştirebilecek bir deniz kıyısına, bir yağmura, insanları yadırgayacağınız bir sokağı doğru koşuyordunuz. Her sözcük, her gece, her şarkı bir hayaldi evet. Tanımlamaktan sürekli olarak kaçtığınız bir yerde bir kez daha kendinizle, bir kez daha tek başınaydınız. Olası bir başlangıcın coşkusunu sevebileceklerinizle ısrarla paylaşmak isteyeceğiniz zamanlarda, tamamlayamayacağımızı bildiğiniz bir hikayeyi yeniden deneyebilir, bir çok acıyı ve düşkırıklığını istesenizde istemesenizde gözardı ettiğinizi, bir çok özlemi ertelemeye zorunlu kaldığınızı birden bire ayrımsayabilir ve kim bilir, belki de bu yüzden geriye, yola çıkışların o eşsiz büyüsüne yeniden dönmek istemeyebilirdiniz.
Yaşamak ya da ölmek. İşte o büyülü, o çok eski yarayı, anlamını aramaktan bir türlü vazgeçemediğimiz günlere taşıyan tümce. Yaşamak ya da ölmek, kalmak ya da gitmek evet.
Gel gelelim olması gerektiği gibi değil, zaman zaman hayal edildiği gibi yaşanırdı kimi tutkular.
Küçük hayallerle küçük hikayeler hep olmuştu çünkü hayatımızda, aykırılıklar, düş kırıklıkları, durup dururken hüzünlenmeler oldukça hep yaşayacaktık, yaşamak isteyecektik yalnızca kendimize sakladıklarımızı, bir gizliliği sürdürmek isteyecektik.
Onca yıl birlikte yaşadığımız bir insandan elbette bir şeyler kalırdı içimizde, onca yıl yaşadığımız bir insanla günün birinde aynı insana doğru ilerleyebilirdik.
Yeni sözcüklere, sarhoşluklara ve söylemlere karşın değişmemişti bir diğer deyişle kendimize zorunluluklarımız, tüm çabalarımıza karşın değişememişti bir başkasına tutsaklıklarımız.
Düş kırıklıkları ve kırgınlıklarla örülü, tüm çabalarımıza, hayatı güzelleştirmek için zorladığımız onca sınırı ve çıktığımız onca ayrıntı arayışına karşın, sahnenin dışında kaldık, sahne bizim içimizde kaldı yalnızca, hiçbir şey özlediğimiz, göstermeye çalıştığımız bir olmadı, olmayacak.
Herkes, bu oyunda tutunabilmek için kendine göre bir ödünü, bir suskunluğu, giderek bir uzlaşmayı, dolayısıyla da zaman zaman bir seyirci olmayı kabullenmıyor muydu? Herkes ulaşamadığı yerleri, yaşantıların yanılsamasını yaşamıyor muydu biraz? İnsanı hep aynı çıkmaza, bir başkasının cehennemi, kurbanı ya da celladı olmaya yöneltmiyor muydu kimileyin o başarılar?
Yazmanın, ne adına, kim adına olursa olsun yazmanın bir nebze de olsa anlam kazandığını, savunulabilir olduğu bir sonsuzluk anı.
Bir suskunluk, bir hüzün akıyor yeniden içime, hiçbir zaman yaşayamayacağın bir sözcüğe, bir olasılığa dönüşüyorum.
Oysa şimdi yalnızca tedirginlikler, güvensizlikler ve gizli, çok gizli pişmanlıklar var içimde.
Başlangıç noktasına her şeye karşılık farklı insanlar olarak döndüğümüzu sanmamızsa bir avunma denemesinden başka bir anlama gelmiyor, gelemiyor bir yerden sonra.
Kimi sözcüklerin karşısında neden bu kadar güçsüzlük? Bilemiyorum, bilemiyorum artık ne yazık ki, benim için bir zamanlar her biçimiyle yaşanmaya değer olan bu soruları bir gönül erinciyle, içimdeki kuşkuları, ürpertileri gözardı etmeksizin yanıtlayamıyorum şimdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir