Richard P. Feynman kitaplarından Eminim Şaka Yapıyorsunuz Bay Feynman kitap alıntıları sizlerle…
Eminim Şaka Yapıyorsunuz Bay Feynman Kitap Alıntıları
Her çarşamba Hughes Uçak Firmasında konferans verirdim. Bir gün oraya vaktinden önce gittim ve her zamanki gibi danışmadaki kızla flört etmeye başladım. O sırada altı kişi içeri girdi; bir adam, bir kadın ve başkaları. Onları daha önce hiç görmemiştim. Adam, Profesör Feynman’ın konferanslarını yaptığı yer burası mı? dedi.
Danışmadaki kız, Evet, burası dedi. Adam arkadaşlarıyla konferansa girip giremeyeceklerini sordu.
Konuşmasını pek beğeneceğinizi sanmıyorum dedim. Konular teknik ağırlıklı.
Kadın hemen durumu anladı. Oldukça zekiydi. Bahse girerim ki siz Profesör Feynman’sınız!
Uzun yıllar boyunca ödülün verilme zamanı yaklaştığında acaba bunu kime verecekler diye takip ederdim. Ama sonraları bunların verildiği mevsime bile dikkat etmez oldum. Bu yüzden sabahın 03:30 veya 04:00’ında beni kimin ve niçin telefonla arayabileceği hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Profesör Feynman?
Hey! Niçin beni sabahın bu saatinde rahatsız ediyorsun?
Nobel Ödülü kazandığınızı duymak isteyeceğinizi düşündüm.
Evet, ama şu an uyuyorum! Beni sabah arasan daha iyi olurdu deyip telefonu kapattım.
Karım Kimdi o?
Nobel Ödülü kazandığımı söylediler.
Haydi Richard, kimdi söylesene? Ona sürekli bu şekilde şaka yapardım. O da hiçbir zaman buna inanmazdı. Ama bu sefer onu gafil avladım.
Telefon yine çaldı: Profesör Feynman duydunuz mu?
(Bıkkın bir sesle) Eveeet. ppp
Bir keresinde bir partide bongo çalıyordum ve güzel çalıyordum. Adamlardan biri benim çalışımdan çok etkilenmişti. Banyoya gitti, gömleğini çıkardı, traş köpüğüyle göğsüne komik şekiller çizdi ve kulaklarında kirazlar çılgınca dans ederek oradan çıktı. Doğal olarak hemen bu çatlakla iyi arkadaş oldum. Adı Jirayr Zorthian’dı. Sanatçıydı.
Konuşmamdan bir iki gün önce koridorda Wigner’i gördüm. Feynman dedi, Wheeler’la yaptığınız çalışmanın çok ilginç olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple Russell’ı da seminere davet ettim. Henry Norris Russell, zamanın ünlü, büyük astronomi uzmanı seminerime geliyordu! Devam etti: Profesör von Neumann’ın da bu seminerle ilgileneceğinden eminim. Johnny von Neumann etrafınızda görebileceğiniz en büyük matematikçiydi. Ve Profesör Pauli İsviçre’den ziyarete geliyor, onu da seminerinizden haberdar ettim. Pauli çok ünlü bir fizikçiydi. Bunları söylediğinde yüzümün rengi sarıya dönmeye başlamıştı. Profesör Einstein seminerlerimize çok nadiren gelir ancak üzerinde çalıştığınız konu çok ilginç olduğundan onu özel olarak davet ettim. Yani Einstein da orada olacak dedi.
Sık sık böyle arkadaşlara inanmadıkları şeyleri göstererek inandırmak gibi bir sorunum olurdu. Bir defasında idrarın vücuttan yerçekimi sebebiyle dışarı aktığı konusunda bir tartışmaya girmiştik. Onlara, başımız yerde, tepetakla durarak da işeyebileceğimi uygulamayla göstererek bunun yanlış olduğunu kanıtlamıştım.
MIT’deyken sık sık insanlara oyun oynamak hoşuma giderdi. Bir defasında makine çizimi dersinde şakacı biri bir Fransız Eğrisi (düzgün eğriler çizebilmek için eğri bir cetvel) kaptı ve Bu şeyin üzerindeki eğrilerin özel formülleri var mı acaba? dedi.
Bir an düşündüm ve sonra, Elbette var. Bu eğriler çok özel eğrilerdir. Gel göstereyim diyerek Fransız eğrimi kaptım ve yavaşça döndürmeye başladım. Fransız Eğrisi öyle yapılmıştır ki her eğrinin en alt noktasındaki teğet nasıl döndürürsen döndür hep yatay kalır.
Sınıftaki bütün çocuklar Fransız eğrilerini havada tutup farklı eğimler veriyorlar, kalemlerini en alt noktada eğriye değdiriyorlar ve teğetin gerçekten yatay doğrultuda olduğunu keşfediyorlardı. Her ne kadar daha önce yeterli matematik dersi almış ve herhangi bir eğrinin alt minimum noktasındaki türevinin (teğet) sıfır (yatay) olduğunu öğrenmişlerse de bu keşif’ten çok heyecanlanmışlardı. İkisini birbiriyle bağdaştıramamışlardı. Neleri bildiklerini bile bilmiyorlardı.
İnsanları anlayamıyorum. İrdelemeyle anlayarak öğrenmiyorlar, başka yollarla -ezberleyerek ya da başka türlü-öğreniyorlar. Bilgileri son derece kırılgan!
Bir kuruluştaki yeriniz ya da parasal destek ya da başka bir şey uğruna, bütünlüğünüzü kaybetmeye kendinizi mecbur hissetmemenizi, bu hürriyete sahip olmanızı dilerim
Hiç kimsenin böylesi içine kapalı bir eğitim sistemiyle, sadece sınav geçmeyi öğreterek eğitilebileceğini düşünmediğimi söyledim.
Birçok gözlemden sonra anladım ki, öğrenciler her şeyi ezberlemişti. Fakat ezberlediklerinin ne demek olduğunu bilmiyorlardı.
Anladım ki öğretmek ve öğrenciler hayatı canlı kılıyor.
Kendi çocuklarıyla nasıl konuşacaklarını bilmiyorlar
Ben her zaman dürüstüm. Ama öyle bir şekilde dürüstüm ki çoğu zaman kimse bana inanmaz.
İnsanları anlayamıyorum. İrdelemeyle anlayarak öğrenmiyorlar, başka yollarla, ezberleyerek ya da başka türlü, öğreniyorlar. Bilgileri son derece kırılgan!
İlk ilke kendinizi kandırmamanızdır. En kolay kandırılacak kişi insanın kendisidir.
Yani öngördüğü şey gerçekleşmeyen kuramları ve bilim olmayan bilimi yeni baştan gözden geçirmeliyiz.
Yani, hiç kimsenin hakkında bir şey bilmediği konular konuşulabilir konulardır!
Normal aptallar tamam ; onlarla konuşabilirsiniz ve onlara yardım etmeye çalışırsınız. Ama kendini beğenmiş aptallar aslında aptal olup da bunu saklamaya çalışanlar ve hokus pokusla insanları etkilemeye çalışıp ne kadar şahane olduklarını inandıranlar. Işte buna dayanamam!
Düşünmek eyleminden çok büyük zevk alıyordum ve herhangi bir şeyin bu zevki veren makineyi bozmasına izin veremezdim.
Hiçbir şey herkes tarafından kabul edilemez . Bu sebepten bir şeyin ‘toplumca kabul edilebilir’ olması için toplumun yüzde kaçı bunu kabul etmelidir?
Onlara beraber çalışmanın , tartışmanın , konu üzerinde konuşmanın ne kadar önemli olduğunu anlattım , ama bunu da yapmayacaklardı . Çünkü birisine soru sorsalar itibarları sarsılır sanıyorlardı . Çok yazık!
Bütün zamanlarını on beş dakikada bakılabilecek şeyleri ezberlemek için harcamışlardı.
İlk ilke kendinizi kandırmamanızdır. En kolay kandırılacak kişi insanın kendisidir. Bu konuda çok dikkatli olmalısınız.
Söylediği konuyu anlayamamış kimseler tarafından yazılmış kitapları kullanarak nasıl bir eğitim verebileceğimizi anlayamıyordum.
Yanlış olan bir şey söylemedi, beni utandırmadı. Bu beni motive etti ve daha çok çalışmamı sağladı. Biraz daha iyi çizmeye başladım, ama benim için asla yeterli değildi.
Kuşkusuz bu hayata sadece bir kez geliyoruz ve hepimiz hata yapa yapa yapmamamız gereken şeyler öğreniyoruz. Bu da sonumuz oluyor.
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Tamamen ezbere dayalı olarak biliyorlardı her şeyi. Ve bu yüzden hiçbir şeyi uygulanabilir düzeye taşıyamıyorlardı.
Bana, Hayatın değeri sizce nedir? diye sordu.
Altmış dört.
Neden altmış dört dediniz?
Hayatın değerini nasıl ölçebileceğinizi sanıyorsunuz?
Hayır! Demek istediğim neden yetmiş üç değil de altmış dört dediniz?
Yetmiş üç deseydim de yine aynı soruyu sormayacak mıydınız?
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Arlene ben oraya vardıktan birkaç saat sonra öldü. Ölüm belgesini doldurmak için bir hemşire geldi. O gittikten sonra bir süre daha karımla yalnız kaldım. Ona, yedi yıl önce tüberküloz tanısı konduğunda verdiğim saate baktım. O zamanın ölçülerinde güzel bir şeydi. Sayıları mekanik olarak dönerek değişen, dijital bir saatti. Saat çok hassas olduğundan, sürekli şu ya da bu şekilde duruyor, ben de tamir ediyordum. Bütün bu yıllar boyunca çalışmasını sağladım. Ama şimdi bir kez daha durdu. 09:22’de. Yani ölüm belgesinin üzerinde yazılı olan saatte!
MIT’de yaşadığım bir anımı hatırladım. Bir gün kaldığım yurttaki odamda durup dururken kafamda büyükannemin öldüğü fikri belirdi. Hemen sonra Pete Bernays’e bir telefon geldi. Büyükannem yaşıyordu. Buna benzer bir hikâye tersi şekilde sonuçlanırsa, rastlantı olarak gerçekleştiğini düşünürüm. Zaten büyükannem de çok yaşlıydı. Oysa bazı insanlar bu gibi olayları bazı mucizelere bağlıyorlar.
Arlene, hastalığı süresince saatini hep yatağının yanında bulunduruyordu. O da Arlene’in ölümüyle durdu. Mucizelere azıcık da olsa inanan birinin -özellikle böyle bir durumda- bu olayı nasıl algılayacağını düşünebiliyorum. Kişi, olayın nasıl gerçekleştiğini anlamaya çalışmayacak, ama saate kimse dokunmadığı için bunun normal bir açıklaması olamayacağını düşünecektir. Saat durmuştu. Bu olay, bu tür olağanüstü olayların dramatik bir örneği olurdu.
Odadaki ışığın az olduğunu gördüm. Sonra da hemşirenin saati daha net görebilmek için eline alıp ışığa çevirdiğini hatırladım. Bu, pekâlâ saati durdurmuş olabilir.
“Bu sebepten sizler için bir tek dileğim var. Tanımladığım türden bir bütünlüğü sürdürebilmeniz için şansın yanınızda olması. Bir kuruluştaki yeriniz ya da parasal destek ya da başka bir şey uğruna, bütünlüğünüzü kaybetmeye kendinizi mecbur hissetmemenizi, bu hürriyete sahip olmanızı dilerim.“
“Öğrencilere bir deneyin bilimsel bütünlük içinde nasıl yapılacağını öğretmek yerine, sadece istenen sonuçların nasıl elde edileceğini öğretmek yanlıştır.“
“Yanlış olduğunu ya da yanlış olabileceğini bildiğiniz herhangi bir şey varsa bunu anlatmak için her çabayı göstermelisiniz. Eğer örneğin bir kuram meydana getiriyorsanız, bunu ilan ediyor ya ortaya koyuyorsanız, onunla uyuşanları yaptığınız gibi uyuşmayan bütün gerçekleri ve olayları da belirtmelisiniz.“
“Hiçbir şey olmaz, çünkü hayatlarında gerçek bir etkinlik ve meydan okuma yoktur.“
“Von Neuman bana ilginç bir fikir verdi: üzerinde yaşadığın dünyadan sorumlu olmak zorunda değilsin. Sonuçta, Von Neuman’ın önerilerini esas alarak, kendimde çok güçlü bir sosyal sorumsuzluk güdüsü geliştirdim. Bu beni daha önce olduğundan daha mutlu bir insan yaptı.“
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
“Hemen, neden Princeton’un çalışmalardan sonuç elde ettiğini anladım. Cihazla iş yapıyorlardı. Bu cihazı inşa etmişler, neyin nerede olduğunu, nasıl çalıştığını biliyorlardı.“
“Ama şimdi dönüp düşününce, diğer çalışanın, profesyonelin, yaptığını çok iyi bildiğini anlıyorum. Başkasına söyleyerek zor durumda kalma riskini onun üzerine atmak. O adamı bahşiş vermek konusunda eğitmeyi bana yaptırdı. Kendisi hiçbir şey söylemedi; bana yaptırdı!“
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
İnsanlar çoğu zaman benim düzenbaz olduğumu düşünürler . Oysa ben her zaman dürüstüm . Ama öyle bir şekilde dürüstüm ki çoğu zaman kimse bana inanmaz
Siz hep kendinize Bunu yapabilirim , ama yapamayacağım dersiniz . Bu ise yapamayacağım demenin bir başka şekli değilmidir?
Bir hafta sonra provaya gittiğimde yeni bir davulcunun geldiğini gördüm; eski davulcu başka bir iş için grubu bırakmıştı. Kendimizi tanıttık:
Merhaba, Biz Havana kısmında sahneye çıkacak kişileriz.
Merhaba. O kısma bir bakayım deyip sayfaları çevirdi ve bizim sahnemizin yazılı olduğu sayfayı buldu. Bagetini davulun yanlarına vurarak bing, bong, bong a bong, bing a bing, bong, bong diye notalara bakarak hızlı hızlı çaldı! Beni şok etmişti bu. Ben bu kadarcık şeye dört gün çalışmışken bu adam kâğıtlara bakar bakmaz çalmıştı!
Bütün mesele bozukluğun nerede olduğunu bulmak ve onarmak için ne yapmak gerektiğine karar vermekti.
Dünyanın geri kalan kısmının nasıl olduğunu öğrenin. Değişiklik her şeye değer.
İnsanlar çoğu zaman benim düzenbaz olduğumu düşünürler. Oysa ben her zaman dürüstüm. Ama öyle bir şekilde dürüstüm ki çoğu zaman kimse bana inanmaz.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Siz hep kendinize “Bunu yapabilirim, ama yapmayacağım” dersiniz. Bu ise yapamayacağım demenin bir başka şekli değil midir?
İnsanlar çoğu zaman benim düzenbaz olduğumu düşünürler.
Oysa ben her zaman dürüstüm.
Ama öyle bir şekilde dürüstüm ki çoğu zaman kimse bana inanmaz.
MIT’deyken sık sık insanlara oyun oynamak hoşuma giderdi. Bir defasında makine çizimi dersinde şakacı biri bir Fransız Eğrisi (düzgün eğriler çizebilmek için eğri bir cetvel) kaptı ve Bu şeyin üzerindeki eğrilerin özel formülleri var mı acabar dedi.
Bir an düşündüm ve sonra, Elbette var. Bu eğriler çok özel eğrilerdir. Gel göstereyim diyerek Fransız eğrimi kaptım ve yavaşça döndürmeye başladım. Fransız Eğrisi öyle yapılmıştır ki her eğrinin en alt noktasındaki teğet nasıl döndürürsen döndür hep yatay kalır.
Sınıftaki bütün çocuklar Fransız eğrilerini havada tutup farklı eğimler veriyorlar, kalemlerini en alt noktada eğriye değdiriyorlar ve teğetin gerçekten yatay doğrultuda olduğunu keşfediyorlardı. Her ne kadar daha önce yeterli matematik dersi almış ve herhangi bir eğrinin alt minimum noktasında- ki türevinin (teğet) sıfır (yatay) olduğunu öğrenmişlerse de bu keşif’ten çok heyecanlanmışlardı. İkisini birbiriyle bağdaştıramamışlardı. Neleri bildiklerini bile bilmiyorlardı. Insanlarn anlayamıyorum. Irdelemeyle anlayarak öğrenmiyorlar, başka yollarla -ezberleyerek ya da başka türlü- öğreniyorlar. Bilgileri son derece kınlgan!
Söylediği konuyu anlayamamış kimseler tarafından yazılmış kitapları kullanarak nasıl bir eğitim verebileceğimizi anlayamıyordum.
Birçok gözlemden sonra anladım ki öğrenciler her şeyi ezberlemişti fakat ezberlediklerinin ne demek olduğunu bilmiyorlardı.
Öğrenciler sınavı geçebilir ve bunların hepsini öğrenebilirlerdi ama ezberledikleri dışında hiçbir şey bilemeyeceklerdi.
Hepsi yaptıkları işlere göre akıllı insanlardı, ama kendilerini bu komik düşünceye hapsetmişlerdi. Bu acayip, kendine yeterli eğitim türü anlamsızdı, tamamen anlamsızdı.
Elbette, sadece bir hayat yaşarsınız ve tüm hatalarınızı yaparsınız ve ne yapmayacağınızı öğrenirsiniz ve bu sizin sonunuzdur.
Arkadaşıma bir elektromıknatısın nasıl çalıştığını, küçük bir tel bobini yaparak ve bir ip parçasına bir çivi asarak göstermeye çalıştığımda, voltajı verdim çivi bobinin içine doğru sallandı ve Jerry dönüp bana şöyle söyledi, “Ooh! Bu aynı düzüşmek gibi!
Ben de öğrencilerime aynı tavsiyeyi yapıyorum. Dünyanın geri kalan kısmının nasıl olduğunu öğrenin. Değişiklik her şeye değer.
İnsanları anlayamıyorum. İrdelemeyle anlayarak öğrenmiyorlar, başka yollarla-ezberleyerek ya da başka türlü- öğreniyorlar.Bilgileri son derece kırılgan!
Yenilik yapmanın gerçek dünyada çok zor bir şey olduğunu öğrendim.
Yeni bir teorem geliştirdik. Matematikçiler sadece sıradan teoremleri ispatlayabiliyorlar, çünkü ispatlanmış her teorem sıradandır.
Siz hep kendinize Bunu yapabilirim, ama yapmayacağım dersiniz. Bu ise yapamayacağım demenin bir başka şekli değil midir?
İnsanları anlayamıyorum. İrdelemeyle anlayarak öğrenmiyorlar, başka yollarla -ezberleyerek ya da başka türlü- öğreniyorlar. Bilgileri son derece kırılgan!
Öğrencilere bir deneyin bilimsel bütünlük içinde nasıl yapılacağını öğretmek yerine, sadece istenen sonuçların nasıl elde edileceğini öğretmek yanlıştır.
Bu sebepten sizler için bir tek dileğim var. Tanımladığım türden bir bütünlüğü sürdürebilmeniz için şansın yanınızda olması. Bir kuruluştaki yeriniz ya da parasal destek ya da başka bir şey uğruna, bütünlüğünüzü kaybetmeye kendinizi mecbur hissetmemenizi, bu hürriyet’e sahip olmanızı dilerim.
“Normal aptallar tamam;onlarla konuşabilirsiniz ve onlara yardım etmeye çalırsınız.Ama kendini beğenmiş aptallar aslında aptal olup da bunu saklamaya çalışanlar ve hokus pokusla insanları etkilemeye çalışıp ne kadar şahane olduklarına inandıranlar. İşte buna dayanamam!”
İçimdeki dünya güzelliğine dair bir duyguyu resimle ifade etmek istiyordum.
Kuşkusuz bu hayata sadece bir kez geliyoruz ve hepimiz hata yapa yapa yapmamamız gereken şeyleri öğreniyoruz.
Artık anlamıştım. Biliyorsunuz, bu dünyayı anlamalıyım.
Neleri bildiklerini bile bilmiyorlardı.
İnsanları anlayamıyorum. İrdelemeyle anlayarak öğrenmiyorlar, başka yollarla -ezberleyerek ya da başka türlü- öğreniyorlar. Bilgileri son derece kırılgan!
O zaman, yenilik yapmanın gerçek dünyada çok zor bir şey olduğunu öğrendim.
Neticede anladım ki öğretmek ve öğrenciler hayatı canlı kılıyor. Bana sevinerek kabul edilecek bir iş teklif edilse dahi öğretmek unsuru içinde yer almıyorsa bu işi reddederim. Asla kabul etmem.
Eminim şaka yapıyorsunuz, Bay Feynman
yenilik yapmanın gerçek dünyada çok zor bir şey olduğunu öğrendim.
Öngördüğü şey gerçekleşmeyen kuramları ve bilim olmayan bilimi yeni baştan gözden geçirmeliyiz.
Neden her şeyinizin mutlak olarak en üstün olması gerekli ki?
Bir şeyi kopyalayan insanlar yeni ve farklı bir şey yapma cesaretini bulamazlar.
Bunu insanlar nasıl yapıyor bilmiyorum. Hani Yüzüne buz gibi bir ifade yerleştirmek diye bir söz var ya. İşte o da aynen öyle yaptı. Dönüp başkalarıyla konuşmaya başladı.
Hiç kimsenin hakkında bir şey bilmediği konular konuşulabilir konulardır!
Neler döndüğünü anlamıştım, ama beni tam bir aptal sanmalarını istedim.
sistemin halkalarından biri olmamayı seçince, eğer iş sarpa sararsa sonuca katlanmak zorundasınız.
Her şey, söylediği şey hakkında hiçbir şey bilmeyen birisi tarafından yazılmıştı. Dolayısıyla hepsi biraz yanlıştı! Söylediği konuyu anlayamamış kimseler tarafından yazılmış kitapları kullanarak nasıl bir eğitim verebileceğimizi anlayamıyordum. Nedenini bilmiyorum ama kitaplar berbattı; evrensel olarak berbattı!