Mehmet Yaşar Kandemir kitaplarından Elhamdülillah Müslümanım kitap alıntıları sizlerle…
Elhamdülillah Müslümanım Kitap Alıntıları
Beni,Hristiyanların Meryem Oğlu İsa’yı aşırı derecede övdüğü gibi övmeyin!Çünkü ben sadece bir kulum.Bana Allah’ın kulu ve Resulü deyin.
-Burada bir yanlışlık var.Ben bu günahı işlemedim. Diyecekler.O zaman kendilerine:
-Bunlar,gıybetini yaptığın falanın günahıdır. Denecek.
Yatağa girince;
Peygamber Efendimiz’in yaptığı gibi sağ tarafına yatmalıdır.
Onun yaptığı gibi yanağını sağ avucunun içine koymalıdır.
Sonra da Sultân-ı Enbiyâ’nın yaptığı yatak duâlarından birini okumalıdır.
Komiser, iki polise, külhanbeyi geçinen birini, bulunduğu kahveden alıp getirmelerini söylemiş. Polisler o adama: “Bizimle karakola kadar geleceksin” demişler. Fakat adam kendisine böyle nâzik davranan polislerle karakola gitmeyi reddetmiş. Bu defa komiser bir başka polisi görevlendirmiş. O da bu adam hakkında bilgi topladıktan sonra yanına yaklaşıp, ensesine bir tokat aşketmiş, sonra da “Kalk ulan, karakola gideceğiz!” demiş.
Adam hiç itiraz etmeden karakolun yolunu tutmuş.
Onu karakola götüremeyen polisler, kendileriyle niçin gelmediğini sorunca, güzel sözden anlamayan adam: “Siz bu abi gibi konuşmadınız ki!” demiş.
Bir adam var ki, dinimizin yasakladığı işleri, günahları açıkça yapıyor. Fakat diğer Müslümanlar onun böyle biri olduğunu bilmiyor. O zaman din kardeşlerimizi o kötü adamın şerrinden kurtarmak için, onun nasıl biri olduğunu kardeşlerimize söyleyeceğiz. O takdirde yaptığımız bu uyarı gıybet sayılmaz. Çünkü Fahr-i Âlem Efendimiz de ashâbını böyle durumlarda uyarmış ve bilgilendirmiştir.* Bir fenanın yedi mahalleye zarar verdiğini herkes bilir.
“İyi ama” denebilir, “Adam konuşup duruyordu. Ben de istemeyerek dinledim. Benim suçum ne?”
Bu durumda yapılması gereken şudur: Biri gıybet etmeye başlayınca:
Ya onun konuşmasına engel olmalıdır.
Veya konuyu değiştirmelidir.
Bunlar yapılamıyorsa, oradan kalkıp gitmelidir.
“Cuma günü bana çokça salâtü selâm getirin. Sizin göndereceğiniz salâtü selâmlar bana bildirilir” buyurmuştu.
Bunu duyan sahâbîlerden birinin zihnine bir soru takıldı ve:
“Yâ Resûlallah! Sen çürüyüp toprak olduktan sonra göndereceğimiz salâtü selâmlar sana nasıl iletilecek?” deyiverdi.
Allah’ın Resûlü onun merâkını şöyle giderdi:
“Allah Teâlâ peygamberlerin cesedini çürütmeyi toprağa haram kılmıştır.
Peygamberlerin bedeni çürümez.”*
İşte bu sebeple biz de Cuma günü Peygamber Efendimiz’e çokça salâtü selâm getirmeliyiz.
“Din kardeşini, onun bulunmadığı bir yerde, duyduğu zaman hoşlanmayacağı sözlerle anmaktır.”
Allah’ın Elçisi böyle buyurduğu zaman, orada bulunan sahâbîler:
“Ya o kardeşimiz hakkında söylediğimiz kusurlar onda varsa, yine de onu gıybet etmiş olur muyuz?” diye sordular.
Allah’ın sevgili elçisi bu soruya şu cevâbı verdi:
“Evet, söylediğin şeyler onda varsa, kardeşinin gıybetini yapmış olursun. Şayet söylediğin şeyler onda yoksa, kardeşine iftirâ etmiş olursun.”*
“Onlar boş sözden ve lüzumsuz işlerden kaçınırlar.” buyurmuştur.*
Binitli olan yürüyene,
Yürüyen oturana,
Sayıca az olan çok olana,
Küçük büyüğe selâm verecektir. *
Derviş şeyhine: “Baba, himmet!” demiş, şeyhi de ona: “Oğul, hizmet!” demiş. Hizmet olmadan nimet elde edilemez.
“Muhammed! Seni elimden kim kurtaracak?” diye bağırdı.
Sese uyanan Peygamber Efendimiz:
“ALLAH!” diye cevap verdi.
Onun Allah’a bu kadar güvenmesine yabancı adam şaştı kaldı. Korkudan titremeye başladı. Elindeki kılıç yere düştü. Allah’ın elçisi yerdeki kılıcı alarak:
“Şimdi seni kim kurtaracak?” diye sordu.
Adam ümitsizce sızlandı:
“Hiç kimse!” dedi.
Resul-i Ekrem Efendimiz onu affettiğini söyleyince, ölümden dönen adam, Efendimiz’in merhametine hayran kaldı. Kelime-i şehadet getirerek Müslüman oldu.
“Kolaylaştırınız,
“Zorlaştırmayınız,
“Müjdeleyiniz,
“Ürkütmeyiniz!”
Sevmediğin kimseden de ölçülü nefret et, belki bir gün dostun olur…
Üzerine güneş doğan en hayırlı gün Cuma günüdür…
Bir de hep iyi şeyler yapmayı düşünelim. İyi şeyler yapmayı düşündükçe, Rabbimiz niyetimize göre bize devamlı surette sevap verir. Hele bir de düşündüğümüz iyi şeyleri yaparsak, Yüce Rabbimiz bize en azından on iyilik, hatta 700 iyilik sevabı verir.
Ölümle birlikte yeni bir yolculuk başlar.
Kabir hayatı, bu yolculuğun ilk durağıdır.
Allah’ın varlığını ve birliğini
Resulullah Efendimiz’in O’nun elçisi olduğunu,
Asıl hayatın ve kurtuluşun, ahiret hayatı ve mutluluğu olduğunu hatırlatır.
Ezanı duyduğunuz zaman,kalbimizde adeta bahar yelleri eser. Müslüman olmanın güzelliğini hissederiz ve adeta yeniden can buluruz.
Kul bir günah işlediği zaman, kalbinde siyah bir nokta meydana gelir.
O kul günahına tövbe eder, Allah’tan af dilerse, kalbi cilalanır ve o siyah nokta silinip tertemiz olur.
Yok böyle yapmaz da günah işlemeye devam ederse, kalbindeki lekeler büyür, çoğalır ve kalbini kaplar.322
“Cuma günü bana çokça salâtü selâm getirin. Sizin göndereceğiniz salâtü selâmlar bana bildirilir” buyurmuştu.
Bunu duyan sahâbîlerden birinin zihnine bir soru takıldı ve:
“Yâ Resûlallah! Sen çürüyüp toprak olduktan sonra göndereceğimiz salâtü selâmlar sana nasıl iletilecek?” deyiverdi.
Allah’ın Resûlü onun merâkını şöyle giderdi:
“Allah Teâlâ peygamberlerin cesedini çürütmeyi toprağa haram kılmıştır.
Peygamberlerin bedeni çürümez.”239
İşte bu sebeple biz de Cuma günü Peygamber Efendimiz’e çokça salâtü selâm getirmeliyiz.
Nitekim Peygamberler Sultânı Efendimiz:
“Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin” buyurmuştur.315
“Takvâ sahiplerini sever.”299
“Takvâ sahiplerinin dostudur.”300
“Takvâ sahiplerine yardım eder.”301
Takvâ sahiplerinin âhirette kazançlı çıkacağı, cennette hesapsız nimetlere kavuşacağı Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok âyetinde belirtilmiştir.302
Takvâ sahipleridir.298
Yani Allah’tan en çok korkan, ibâdetleriyle, yaptığı sâlih amellerle kötülüklerden kendini koruyan kimselerdir. Takvâ sahibi olan Müslümanlara “müttakì” denir.
“Oruç benim içindir, mükâfatını da ben vereceğim.”247
“Sahur yapınız, çünkü sahurda bolluk bereket vardır” buyururdu.252
Kâinâtın Rabbi, malı dilediğine verir, dilediğinin elinden alır.245 Biz cimrilik yapar, ihtiyaç sahiplerini gözetmezsek, malın gerçek sahibi bize verdiklerini geri alabilir.
“Namazı gerektiği şekilde kılın, zekâtı verin” buyurur.242
Yüce Kitabımız iyi Müslümanlardan bahsederken de:
“Onlar namazı gerektiği şekilde kılar, zekâtı verirler” buyurur.243
* Câmiye giderken, soğan, sarmısak ve turp gibi kokusu insanları rahatsız eden şeyleri kesinlikle yememeliyiz. Bunu sevgili Efendimiz özellikle tembih etmiştir.221
“Kapınızın önünde bir dere olsa, siz de bu derede her gün beş defa yıkansanız, hiç üzerinizde kir kalır mı?
İşte beş vakit namaz da böyledir. Allah, beş vakit namaz kılan kimsenin günahlarını da böyle silip yok eder.”218
Önce abdest alacakmış gibi kollar sıvanır.
“Niyet ettim teyemmüm etmeye” denir.
Abdeste başlarken yapıldığı gibi eûzü besmele çekilir.
İki elin parmakları açılır, avuçlar toprağa veya toprak cinsinden olan şeylere vurulur.
Ardından eller yüze sürülür.
İkinci defa eller tekrar toprağa vurulur.
Sol avucun içiyle sağ kol, parmak uçlarından dirseklere kadar meshedilir yani sıvazlanır.
Sonra da oradan tekrar parmak uçlarına kadar meshedilir.
Ardından sağ avucun içiyle sol kol aynı şekilde meshedilir.
Teyemmüm yapan kimse, bir tür abdest almış olur. Abdestli olarak yapılan ibâdetler, teyemmüm ile de yapılır.
Abdesti bozan şeyler teyemmümü de bozar.
Su bulununca teyemmüm de bozulur.
Yahut su bulunsa bile, vücudunda yara olanlar su ile abdest alamaz. Diyelim ki hava çok soğuktur. Suyu ısıtma imkânı da yoktur. Bu durumda bir kimse boy abdesti aldığı takdirde hastalığı artacak veya iyileşmeyecek yahut da hayatı tehlikeye girecektir.
Bize her şeyin kolayını gösteren güzel dinimiz, böyle durumlarda, mânen temizlenmiş olmak ve namaz gibi ibadetleri aksatmamak için “teyemmüm” yapılmasını istemiştir.
Teyemmüm yapan kimse, abdest almış ve gusletmiş olur.
Kur’ân-ı Kerîm okuyamaz ve ona dokunmaz.
Câmiye giremez.
Kâbe’yi tavâf edemez.
Kâinâtın Rabbi, sevgili Peygamberine, “senin görevin, benim kitabımı kullarıma duyurmaktan ibârettir” dememiştir. Onun görevinin, Kur’ân-ı Kerîm’i hem sözleriyle, hem de uygulamalarıyla açıklamak olduğunu belirtmiştir.193
Onu okudukça rûhumuz can bulur.
Ona tutunduğumuz sürece yolumuzu kaybetmez, tehlikeye düşmeyiz.185
Kendilerini zarar veren şeylerden koruyanlara (takvâ sahiplerine) doğru yolu gösterir.179 Allah’ın verdiği bir öğüttür, gönüllerin derdine devâdır.180
İnsanlara rehberdir, rahmettir.181
Sözün en güzelidir, âyetleri birbiriyle uyumlu ve tutarlıdır, gerçekleri farklı üsluplarla anlatıp durur.182
O Allah’ın kopmaz ipidir. Ona sımsıkı sarılan ayrılığa düşmez.183
Nereden gelip nereye gittiğimizi, Dünyada nasıl yaşayacağımızı ve âhireti nasıl kazanacağımızı öğreten el kitabımızdır.
“Cennetin yolunu kolaylaştıracağını, Meleklerin onların üzerine kanatlarını gereceğini, Göklerde ve yerde bulunan varlıkların, hattâ sudaki balıkların bile âlimlerin bağışlanması için Allah’a yalvaracaklarını” haber vermiştir. 173
“Bu iki mezarda yatanlar var ya, onlar hayatta iken iki günahı küçümserlerdi. İşte şimdi o yüzden azap görüyorlar. Aslında onlar büyük bir şeyden dolayı azap görmüyorlar.
Bunlardan biri koğuculuk ederdi. Onun bunun gıybetini yapıp çekiştirirdi.
Öteki ise abdest bozarken idrarından sakınmaz ve iyice temizlenmezdi. Şimdi bu yaptıklarının cezasını çekiyorlar.” 154
İnsan dünyaya bebek olarak geliyor, sonra çocuk oluyor, genç oluyor, orta yaşlı oluyor, zamanla yaşlanıyor, sonra da her şeyi geride bırakıp âhirete, yani asıl yurduna göçüyor.
İnsanın dört elle sarıldığı dünya, böylece elinden kayıp gidiyor.
Zaten yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’inde bu gerçeği açıkça belirtiyor:
“Bu dünya hayatı sadece bir eğlence ve bir oyundan ibârettir. Oysa âhiret yurdu, işte gerçek hayat odur. Keşke bunu bilselerdi!”131
Peygamber Efendimiz’in terbiyesinde yetişen Enes ibni Mâlik radıyallahu anhden sahih bir senedle rivâyet edildiğine göre, bu soruyu Hz. Enes’e sordular. O da bu soruya şöyle cevap verdi:
“Şefâati kabul etmeyenlerin, şefâatten nasîbi yoktur.”85
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu müjdeyi verince ashâb-ı kirâm:
“Yâ Resûlullah! Bu sırada nasıl duâ edelim?” diye sordular. Allah’ın Elçisi de:
“Allah’tan dünyâ ve âhirette âfiyet isteyin!” buyurdu.70
Öyleyse ezan bitip de kàmet getirilene kadar geçen zaman içinde kendimize, ailemize ve Müslüman kardeşlerimize de duâ edelim.
Allah’ın varlığını ve birliğini, Resûlullah Efendimiz’in O’nun elçisi olduğunu, Asıl hayatın ve kurtuluşun (felâhın), âhiret hayatı ve mutluluğu olduğunu hatırlatır.
Ezanı duyduğumuz zaman, kalbimizde âdetâ bahar yelleri eser. Müslüman olmanın güzelliğini hissederiz ve âdetâ yeniden can buluruz.
Dinimizi sevmeyenler ise, ezandan rahatsız olurlar.
“Yâ Resûlallah! Seni canım dışında her şeyden daha çok seviyorum” dedi. Peygamber aleyhisselâm bu sevgiyi yeterli görmedi ve ona:
“Canımı kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, canından da çok sevmedikçe beni gerçekten sevmiş olamazsın” buyurdu.
Bunun üzerine Hz. Ömer:
“Vallahi Yâ Resûlallah! Şu anda sen bana canımdan da ilerisin” dedi. O zaman İki Cihân Güneşi Efendimiz:
“Ömer! İşte şimdi oldu” buyurdu.51
Hâlbuki Allah’ın en sevdiği, bu sebeple de âlemlere rahmet olarak gönderdiği en değerli insan olduğu halde, onun küçük yaştan itibaren tatmadığı acı, görmediği çile kalmadı.
Buna rağmen o, hiçbir zaman başına gelenlerden dolayı şikâyet etmedi. Her zaman Allah’a tevekkül etti, O’na sığındı.
İşte bundan dolayı Peygamberler Sultanı olan Efendimiz’in hayatını çok okumalıyız.
Onu anlatan siyer kitaplarını elimizden düşürmemeliyiz.
“(Ey insanlar!) Allah’a ve Resûlüne itâat edin.”39
“Allah’a ve Resûlüne itâat edin ki, Allah da size merhamet etsin.”40
“Kim Allah’a ve Resûlüne itâat ederse, Allah onu, içinde ırmaklar akan cennetlere koyar; onlar orada ebedî olarak kalırlar.”41
“Peygamber’e itâat eden, Allah’a itâat etmiş olur.”42
“Allah’a itâat edin, Peygamber’e itâat edin ve onlara karşı gelmekten sakının.”43
“Ey îmân edenler! Allah’a itâat edin, Peygamber’e itâat edin de yaptığınız iyi işleri boşa çıkarmayın.”44
Kısacası Yüce Rabbimiz, Peygamber Efendimiz’e itâat etmeye çok önem vermiştir.
“Ey Peygamberim! Kullarıma şöyle de:
Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”9
Demek ki bir kimse “Ben Allah’ı seviyorum” diyorsa, onun Peygamber Efendimiz’in yolunca gidip gitmediğine bakacağız.
Şayet o kimse Allah’ı sevdiğini söylediği halde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yolunca gitmiyor, yani onun sünnetine göre yaşamıyorsa, o şahsın “Ben Allah’ı seviyorum” demesine kulak asmayacağız.
“Kur’an bize yeter, hadislere gerek yok” diyor.
Böyle diyenlere sormak lâzım:
Söyler misin, sabah namazının farzının iki rekât olduğu Kur’ân-ı Kerîm’in neresinde var?
Öğle, ikindi ve yatsı namazlarının farzının dört, akşam namazının farzının üç rekât olduğu hangi âyette var?
Namazın nasıl kılınacağı Kur’ân-ı Kerîm’in hangi âyetinde anlatılıyor?
Namaz vakitlerinin ne zaman girdiği Kur’ân-ı Kerîm’in neresinde geçiyor?
Öğle ve ikindi namazlarında Kur’an’ın açıktan okunmayıp sessizce okunacağı hangi âyette belirtiliyor?
Kıymetli kardeşlerim! Bunların hiçbiri Kur’ân-ı Kerîm’de geçmiyor. Biz bütün bunları, diğer görevlerimizi ve onları nasıl yapacağımızı Peygamber Efendimiz’in hadis ve sünnetinden öğreniyoruz.
insanı helâke götürecek tâlihsizlikten,
düşmanı sevindirecek felâketten,
ve başa gelecek fenalıktan Sana sığınırım!”
“Allah Teâlâ bir Müslümanın vücuduna hastalık verirse, hastalığı devam ettiği sürece, ona sağlamken yaptığı ibâdetlerin sevâbı yazılır.”
“Demirci körüğü, demirin pasını nasıl söküp temizlerse,
mü’min hastalandığı zaman da, Allah Teâlâ onun günahlarını öyle temizler.”
“Mü’min bir erkek ve hanım, günahlarından tamamen arınmış olarak vefât edinceye kadar, vücuduna, ailesine ve malına çeşitli dertler ve hastalıklar gelmeye devam eder.”
“Şayet bütün insanlar, sana zarar vermeye kalksa, ancak Allah’ın senin hakkında takdir ettiği zararı verebilirler.
Çünkü kaderi yazan kalem artık yazmaz olmuştur.
Kalemin yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir.”
“İyi bir şeyin tamamını yapmasanız bile, başkalarına o iyi şeyi yapmalarını söyleyiniz. Kötü bir şeyin tamamından vazgeçmeseniz bile, başkalarını o kötülükten sakındırınız.”
“Kolaylaştırınız,
zorlaştırmayınız,
müjdeleyiniz,
ürkütmeyiniz!”