İçeriğe geç

Elhamdülillah Müslümanım Kitap Alıntıları – Mehmet Yaşar Kandemir

Mehmet Yaşar Kandemir kitaplarından Elhamdülillah Müslümanım kitap alıntıları sizlerle…

Elhamdülillah Müslümanım Kitap Alıntıları

Müslüman; elinde ve ağzında yemek bulaşığı, yemek kokusu olduğu hâlde kesinlikle uyumamalıdır. Zira yemek kokusuna gelen böcekler kişiye zarar verebilir. Peygamber Efendimiz bize bunu hatırlatmış:Elini ağzını yıkamayan kimse bir zarar görürse başkasını değil, kendisini suçlasın. (Ebû Dâvud, Tirmîzi) buyurmuşlardır.
Hadis-i şerif
Beni,Hristiyanların Meryem Oğlu İsa’yı aşırı derecede övdüğü gibi övmeyin!Çünkü ben sadece bir kulum.Bana Allah’ın kulu ve Resulü deyin.
Kıyamet gününde bazı kimseler amel defterlerini açıp bakacak ve orada yapmadıkları günahları görecekler.İtiraz ederek:
-Burada bir yanlışlık var.Ben bu günahı işlemedim. Diyecekler.O zaman kendilerine:
-Bunlar,gıybetini yaptığın falanın günahıdır. Denecek.
Yatağa abdestli olarak yatmalıdır. Resûl-i Ekrem Efendimiz böyle tavsiye buyurmuştur.*
Yatağa girince;
Peygamber Efendimiz’in yaptığı gibi sağ tarafına yatmalıdır.
Onun yaptığı gibi yanağını sağ avucunun içine koymalıdır.
Sonra da Sultân-ı Enbiyâ’nın yaptığı yatak duâlarından birini okumalıdır.
Bana şöyle bir olay anlattılar:
Komiser, iki polise, külhanbeyi geçinen birini, bulunduğu kahveden alıp getirmelerini söylemiş. Polisler o adama: “Bizimle karakola kadar geleceksin” demişler. Fakat adam kendisine böyle nâzik davranan polislerle karakola gitmeyi reddetmiş. Bu defa komiser bir başka polisi görevlendirmiş. O da bu adam hakkında bilgi topladıktan sonra yanına yaklaşıp, ensesine bir tokat aşketmiş, sonra da “Kalk ulan, karakola gideceğiz!” demiş.
Adam hiç itiraz etmeden karakolun yolunu tutmuş.
Onu karakola götüremeyen polisler, kendileriyle niçin gelmediğini sorunca, güzel sözden anlamayan adam: “Siz bu abi gibi konuşmadınız ki!” demiş.
Bir de şöyle bir durum var:
Bir adam var ki, dinimizin yasakladığı işleri, günahları açıkça yapıyor. Fakat diğer Müslümanlar onun böyle biri olduğunu bilmiyor. O zaman din kardeşlerimizi o kötü adamın şerrinden kurtarmak için, onun nasıl biri olduğunu kardeşlerimize söyleyeceğiz. O takdirde yaptığımız bu uyarı gıybet sayılmaz. Çünkü Fahr-i Âlem Efendimiz de ashâbını böyle durumlarda uyarmış ve bilgilendirmiştir.* Bir fenanın yedi mahalleye zarar verdiğini herkes bilir.
Birini çekiştirmek, onun gıybetini yapmak ne kadar günah ise, yapılan bir gıybeti dinlemek de o kadar günahtır.
“İyi ama” denebilir, “Adam konuşup duruyordu. Ben de istemeyerek dinledim. Benim suçum ne?”
Bu durumda yapılması gereken şudur: Biri gıybet etmeye başlayınca:
Ya onun konuşmasına engel olmalıdır.
Veya konuyu değiştirmelidir.
Bunlar yapılamıyorsa, oradan kalkıp gitmelidir.
Bir gün Server-i Enbiyâ Efendimiz ashâbına:
“Cuma günü bana çokça salâtü selâm getirin. Sizin göndereceğiniz salâtü selâmlar bana bildirilir” buyurmuştu.

Bunu duyan sahâbîlerden birinin zihnine bir soru takıldı ve:
“Yâ Resûlallah! Sen çürüyüp toprak olduktan sonra göndereceğimiz salâtü selâmlar sana nasıl iletilecek?” deyiverdi.

Allah’ın Resûlü onun merâkını şöyle giderdi:
“Allah Teâlâ peygamberlerin cesedini çürütmeyi toprağa haram kılmıştır.
Peygamberlerin bedeni çürümez.”*

İşte bu sebeple biz de Cuma günü Peygamber Efendimiz’e çokça salâtü selâm getirmeliyiz.

Peygamber Efendimiz’in târif ettiğine göre gıybet:
“Din kardeşini, onun bulunmadığı bir yerde, duyduğu zaman hoşlanmayacağı sözlerle anmaktır.”
Allah’ın Elçisi böyle buyurduğu zaman, orada bulunan sahâbîler:
“Ya o kardeşimiz hakkında söylediğimiz kusurlar onda varsa, yine de onu gıybet etmiş olur muyuz?” diye sordular.
Allah’ın sevgili elçisi bu soruya şu cevâbı verdi:
“Evet, söylediğin şeyler onda varsa, kardeşinin gıybetini yapmış olursun. Şayet söylediğin şeyler onda yoksa, kardeşine iftirâ etmiş olursun.”*
Yüce Rabbimiz murâdına erenlerin özelliklerini sayarken:
“Onlar boş sözden ve lüzumsuz işlerden kaçınırlar.” buyurmuştur.*
İki Cihân Güneşi Peygamberimiz, yolda karşılaşanlardan kimin kime selâm vereceğini de öğretmiştir. Buna göre:
Binitli olan yürüyene,
Yürüyen oturana,
Sayıca az olan çok olana,
Küçük büyüğe selâm verecektir. *
Bir iş yaparken elden gelen çabayı, gayreti göstermeli, sonra da Allah’a tevekkül etmelidir. Çalışıp çabalamadan sonuç alınmaz. Meşhur kelâmdır:
Derviş şeyhine: “Baba, himmet!” demiş, şeyhi de ona: “Oğul, hizmet!” demiş. Hizmet olmadan nimet elde edilemez.
Bir savaştan dönüyorlardı. Ağaçlık bir yerde mola verdiler. Peygamber Efendimiz kılıcını ağaca astı. Yere uzanıp uyumaya başladı. Fırsat kollayan düşmanlardan biri, ağaca asılı kılıcı kaparak:
“Muhammed! Seni elimden kim kurtaracak?” diye bağırdı.
Sese uyanan Peygamber Efendimiz:
“ALLAH!” diye cevap verdi.
Onun Allah’a bu kadar güvenmesine yabancı adam şaştı kaldı. Korkudan titremeye başladı. Elindeki kılıç yere düştü. Allah’ın elçisi yerdeki kılıcı alarak:
“Şimdi seni kim kurtaracak?” diye sordu.
Adam ümitsizce sızlandı:
“Hiç kimse!” dedi.
Resul-i Ekrem Efendimiz onu affettiğini söyleyince, ölümden dönen adam, Efendimiz’in merhametine hayran kaldı. Kelime-i şehadet getirerek Müslüman oldu.
Güzeller güzeli Efendimiz’in şu hadis-i şerifi kulağımıza küpe olmalıdır:
“Kolaylaştırınız,
“Zorlaştırmayınız,
“Müjdeleyiniz,
“Ürkütmeyiniz!”
Sevdiğini ölçülü sev, belki bir gün düşmanın olur.
Sevmediğin kimseden de ölçülü nefret et, belki bir gün dostun olur…
Peygamber Efendimiz de Cuma gününün önemini ve değerini şöyle belirtmiştir:
Üzerine güneş doğan en hayırlı gün Cuma günüdür…
Aman güzel kardeşlerim, iyilik, ibadet, hayır, hasenat adına ne yapıyorsak, bunları sırf Allah rızası için yapalım. İki günlük dünyada şunun bunun beğenisini kazanmak için parmağımızı bile oynatmayalım.
Bir de hep iyi şeyler yapmayı düşünelim. İyi şeyler yapmayı düşündükçe, Rabbimiz niyetimize göre bize devamlı surette sevap verir. Hele bir de düşündüğümüz iyi şeyleri yaparsak, Yüce Rabbimiz bize en azından on iyilik, hatta 700 iyilik sevabı verir.
İnsan ölünce her şey bitmez, ruhu Ölmez.
Ölümle birlikte yeni bir yolculuk başlar.
Kabir hayatı, bu yolculuğun ilk durağıdır.
Ezan sadece namaza çağrı değildir. O bizi namaza çağırırken,üç şeyi de hatırlatır:
Allah’ın varlığını ve birliğini
Resulullah Efendimiz’in O’nun elçisi olduğunu,
Asıl hayatın ve kurtuluşun, ahiret hayatı ve mutluluğu olduğunu hatırlatır.
Ezanı duyduğunuz zaman,kalbimizde adeta bahar yelleri eser. Müslüman olmanın güzelliğini hissederiz ve adeta yeniden can buluruz.
Boş yere böbürlenen kimse , meyvesiz ağaca benzer. Çünkü meyveli ağaçların başı yerde , meyvesiz ağacın başı gökte olur .
İnsan sevmediği yemeği yemeyebilir. Bunda bir sakınca yoktur. Sakıncalı olan, yemekte kusur aramaktır.371
Bir gün Peygamber Efendimiz ashâb-ı kirâma günahın insan üzerindeki etkisinden söz ediyordu. Buyurdu ki:
Kul bir günah işlediği zaman, kalbinde siyah bir nokta meydana gelir.
O kul günahına tövbe eder, Allah’tan af dilerse, kalbi cilalanır ve o siyah nokta silinip tertemiz olur.
Yok böyle yapmaz da günah işlemeye devam ederse, kalbindeki lekeler büyür, çoğalır ve kalbini kaplar.322
Bir gün Server-i Enbiyâ Efendimiz ashâbına:
“Cuma günü bana çokça salâtü selâm getirin. Sizin göndereceğiniz salâtü selâmlar bana bildirilir” buyurmuştu.

Bunu duyan sahâbîlerden birinin zihnine bir soru takıldı ve:
“Yâ Resûlallah! Sen çürüyüp toprak olduktan sonra göndereceğimiz salâtü selâmlar sana nasıl iletilecek?” deyiverdi.

Allah’ın Resûlü onun merâkını şöyle giderdi:
“Allah Teâlâ peygamberlerin cesedini çürütmeyi toprağa haram kılmıştır.
Peygamberlerin bedeni çürümez.”239

İşte bu sebeple biz de Cuma günü Peygamber Efendimiz’e çokça salâtü selâm getirmeliyiz.

“Cuma günü mü’minlerin bayram günüdür. Bu sebeple bayram gününüzü oruçla geçirmeyiniz. Şâyet Cuma günü oruç tutacaksanız, ya bir gün öncesiyle veya bir gün sonrasıyla birlikte tutunuz.”241
İnsana merhamet etmeyene, Cenâb-ı Hakk’ın da merhamet etmeyeceğini bilelim.314

Nitekim Peygamberler Sultânı Efendimiz:
“Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin” buyurmuştur.315

Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’i ve sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafâ sallallahu aleyhi ve sellemin hadîs-i şerîflerini okuyup öğrenerek takvâ sahibi olur.
Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’den öğrendiğimize göre Allah Teâlâ:
“Takvâ sahiplerini sever.”299
“Takvâ sahiplerinin dostudur.”300
“Takvâ sahiplerine yardım eder.”301

Takvâ sahiplerinin âhirette kazançlı çıkacağı, cennette hesapsız nimetlere kavuşacağı Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok âyetinde belirtilmiştir.302

“Allah katında en değerli insan kimdir?” diye sorulsa, bunun iki kelimelik cevâbı vardır:
Takvâ sahipleridir.298

Yani Allah’tan en çok korkan, ibâdetleriyle, yaptığı sâlih amellerle kötülüklerden kendini koruyan kimselerdir. Takvâ sahibi olan Müslümanlara “müttakì” denir.

Allah rızâsı için oruç tutmanın ne kadar önemli olduğunu bir kudsî hadiste şöyle buyurdu:
“Oruç benim içindir, mükâfatını da ben vereceğim.”247
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, oruç tutacağımız zaman mutlaka sahur yapmamızı ister:
“Sahur yapınız, çünkü sahurda bolluk bereket vardır” buyururdu.252
Peygamber Efendimiz, iftar vakti girer girmez hemen orucunu açmış, bizim de öyle yapmamızı istemiş, orucunu çabucak açanın, çok hayır kazanacağını söylemiştir.250
Sen hayallerin peşinden koşarken, hayatın sessizce senden aldıklarıdır kader.
İhtiyaç sahibi olanlara fâizsiz borç vermek de bir sadakadır.
Kâinâtın Rabbi, malı dilediğine verir, dilediğinin elinden alır.245 Biz cimrilik yapar, ihtiyaç sahiplerini gözetmezsek, malın gerçek sahibi bize verdiklerini geri alabilir.
Kur’ân-ı Kerîm’de zekât, çoğu kere namazla birlikte geçer. Allah Teâlâ:
“Namazı gerektiği şekilde kılın, zekâtı verin” buyurur.242
Yüce Kitabımız iyi Müslümanlardan bahsederken de:
“Onlar namazı gerektiği şekilde kılar, zekâtı verirler” buyurur.243
Nebîler Sultânı Efendimiz, kıyâmet gününde ilk olarak namazdan hesâba çekileceğimizi haber vermiştir.214
* Câmiye temiz bir elbiseyle ve mümkünse güzel koku sürünerek gitmeliyiz.
* Câmiye giderken, soğan, sarmısak ve turp gibi kokusu insanları rahatsız eden şeyleri kesinlikle yememeliyiz. Bunu sevgili Efendimiz özellikle tembih etmiştir.221
Câmiye vakar ve sükûnetle girmeliyiz. Farza yetişeyim diye koşmamalı, ayak seslerimizle cemâati huzursuz etmemeliyiz. Fahr-i Âlem Efendimiz böyle yapanları uyarmış, yetiştiğiniz kadarını cemâatle kılın, yetişemediğiniz kısmı sonra tamamlayın buyurmuştur.222
Resûlullah Efendimiz beş vakit namazın bizim için vazgeçilmez olduğunu ve bizi mânevî kirlerden temizlediğini şöyle bir misâlle anlatır:
“Kapınızın önünde bir dere olsa, siz de bu derede her gün beş defa yıkansanız, hiç üzerinizde kir kalır mı?
İşte beş vakit namaz da böyledir. Allah, beş vakit namaz kılan kimsenin günahlarını da böyle silip yok eder.”218
Teyemmüm, temiz toprakla veya toprak cinsinden olan kum, tuğla, kiremit ve taş gibi şeylerle yapılır.
Önce abdest alacakmış gibi kollar sıvanır.
“Niyet ettim teyemmüm etmeye” denir.
Abdeste başlarken yapıldığı gibi eûzü besmele çekilir.
İki elin parmakları açılır, avuçlar toprağa veya toprak cinsinden olan şeylere vurulur.
Ardından eller yüze sürülür.
İkinci defa eller tekrar toprağa vurulur.
Sol avucun içiyle sağ kol, parmak uçlarından dirseklere kadar meshedilir yani sıvazlanır.
Sonra da oradan tekrar parmak uçlarına kadar meshedilir.
Ardından sağ avucun içiyle sol kol aynı şekilde meshedilir.
Teyemmüm yapan kimse, bir tür abdest almış olur. Abdestli olarak yapılan ibâdetler, teyemmüm ile de yapılır.
Abdesti bozan şeyler teyemmümü de bozar.
Su bulununca teyemmüm de bozulur.
Öyle zaman olur ki, insan su bulamaz. Su bulamayınca da hem abdest alamaz, hem de boy abdesti yapamaz.
Yahut su bulunsa bile, vücudunda yara olanlar su ile abdest alamaz. Diyelim ki hava çok soğuktur. Suyu ısıtma imkânı da yoktur. Bu durumda bir kimse boy abdesti aldığı takdirde hastalığı artacak veya iyileşmeyecek yahut da hayatı tehlikeye girecektir.
Bize her şeyin kolayını gösteren güzel dinimiz, böyle durumlarda, mânen temizlenmiş olmak ve namaz gibi ibadetleri aksatmamak için “teyemmüm” yapılmasını istemiştir.
Teyemmüm yapan kimse, abdest almış ve gusletmiş olur.
Namaz kılamaz.
Kur’ân-ı Kerîm okuyamaz ve ona dokunmaz.
Câmiye giremez.
Kâbe’yi tavâf edemez.
Hadîs-i şerîfler Kur’ân-ı Kerîm’in tefsîri yani açıklamasıdır. Allah Teâlâ Peygamber Efendimiz’e Kur’ân-ı Kerîm’i açıklama görevi vermiştir.
Kâinâtın Rabbi, sevgili Peygamberine, “senin görevin, benim kitabımı kullarıma duyurmaktan ibârettir” dememiştir. Onun görevinin, Kur’ân-ı Kerîm’i hem sözleriyle, hem de uygulamalarıyla açıklamak olduğunu belirtmiştir.193
“Sözün en güzelidir.”184
Onu okudukça rûhumuz can bulur.
Ona tutunduğumuz sürece yolumuzu kaybetmez, tehlikeye düşmeyiz.185
O, kesinlikle âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.178
Kendilerini zarar veren şeylerden koruyanlara (takvâ sahiplerine) doğru yolu gösterir.179 Allah’ın verdiği bir öğüttür, gönüllerin derdine devâdır.180
İnsanlara rehberdir, rahmettir.181
Sözün en güzelidir, âyetleri birbiriyle uyumlu ve tutarlıdır, gerçekleri farklı üsluplarla anlatıp durur.182
O Allah’ın kopmaz ipidir. Ona sımsıkı sarılan ayrılığa düşmez.183
Kur’ân-ı Kerîm bize:
Nereden gelip nereye gittiğimizi, Dünyada nasıl yaşayacağımızı ve âhireti nasıl kazanacağımızı öğreten el kitabımızdır.
Fahr-i Kâinât Efendimiz, ilim öğrenmeye çalışanlara müjdeler vermiştir: Cenâb-ı Hakk’ın onlara:
“Cennetin yolunu kolaylaştıracağını, Meleklerin onların üzerine kanatlarını gereceğini, Göklerde ve yerde bulunan varlıkların, hattâ sudaki balıkların bile âlimlerin bağışlanması için Allah’a yalvaracaklarını” haber vermiştir. 173
“Kazana yanaşırsan karası bulaşır, kötüye yanaşırsan belâsı bulaşır.”
Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bazı sahâbîleriyle bir yere gidiyordu. Yol kenarında iki mezar gördüler. Efendimiz bu mezarların yanında durdu ve ashâbına şunları söyledi:
“Bu iki mezarda yatanlar var ya, onlar hayatta iken iki günahı küçümserlerdi. İşte şimdi o yüzden azap görüyorlar. Aslında onlar büyük bir şeyden dolayı azap görmüyorlar.
Bunlardan biri koğuculuk ederdi. Onun bunun gıybetini yapıp çekiştirirdi.
Öteki ise abdest bozarken idrarından sakınmaz ve iyice temizlenmezdi. Şimdi bu yaptıklarının cezasını çekiyorlar.” 154
Dünya kime kalmış ki bize kalsın. Dünyanın geçici olduğunu anlamak için kendimize bakmamız yeterlidir.
İnsan dünyaya bebek olarak geliyor, sonra çocuk oluyor, genç oluyor, orta yaşlı oluyor, zamanla yaşlanıyor, sonra da her şeyi geride bırakıp âhirete, yani asıl yurduna göçüyor.
İnsanın dört elle sarıldığı dünya, böylece elinden kayıp gidiyor.
Zaten yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’inde bu gerçeği açıkça belirtiyor:
“Bu dünya hayatı sadece bir eğlence ve bir oyundan ibârettir. Oysa âhiret yurdu, işte gerçek hayat odur. Keşke bunu bilselerdi!”131
Acaba şefâate inanmayanlara da şefâat edilecek mi?
Peygamber Efendimiz’in terbiyesinde yetişen Enes ibni Mâlik radıyallahu anhden sahih bir senedle rivâyet edildiğine göre, bu soruyu Hz. Enes’e sordular. O da bu soruya şöyle cevap verdi:
“Şefâati kabul etmeyenlerin, şefâatten nasîbi yoktur.”85
Sultân-ı Enbiyâ Efendimiz, bize duâların kabul edildiği zamanları öğretirken, bu değerli zamanlardan birinin, “ezan ile kàmet arasındaki zaman” olduğunu bildirmiş, bu sırada yapılan duânın reddedilmeyeceğini müjdelemiştir.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu müjdeyi verince ashâb-ı kirâm:
“Yâ Resûlullah! Bu sırada nasıl duâ edelim?” diye sordular. Allah’ın Elçisi de:
“Allah’tan dünyâ ve âhirette âfiyet isteyin!” buyurdu.70
Öyleyse ezan bitip de kàmet getirilene kadar geçen zaman içinde kendimize, ailemize ve Müslüman kardeşlerimize de duâ edelim.
Ezan sadece namaza çağrı değildir. O bizi namaza çağırırken, üç şeyi de hatırlatır:
Allah’ın varlığını ve birliğini, Resûlullah Efendimiz’in O’nun elçisi olduğunu, Asıl hayatın ve kurtuluşun (felâhın), âhiret hayatı ve mutluluğu olduğunu hatırlatır.
Ezanı duyduğumuz zaman, kalbimizde âdetâ bahar yelleri eser. Müslüman olmanın güzelliğini hissederiz ve âdetâ yeniden can buluruz.
Dinimizi sevmeyenler ise, ezandan rahatsız olurlar.
Günlerden bir gün Allah’ın Elçisi, Hz. Ömer’e olan muhabbetini göstermek için onun elini tutmuştu. Bildiği doğruları her zaman en açık şekilde dile getiren Hz. Ömer, Efendimiz aleyhisselâmın bu davranışından çok duygulandı ve ona:
“Yâ Resûlallah! Seni canım dışında her şeyden daha çok seviyorum” dedi. Peygamber aleyhisselâm bu sevgiyi yeterli görmedi ve ona:
“Canımı kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, canından da çok sevmedikçe beni gerçekten sevmiş olamazsın” buyurdu.
Bunun üzerine Hz. Ömer:
“Vallahi Yâ Resûlallah! Şu anda sen bana canımdan da ilerisin” dedi. O zaman İki Cihân Güneşi Efendimiz:
“Ömer! İşte şimdi oldu” buyurdu.51
Birçok insan başına gelen sıkıntılardan şikâyet eder. Kendisinin dünyanın en tâlihsiz, en çileli insanı olduğunu düşünür. Bunlar, sevgili Peygamberimiz’i yeterince tanımayan kimselerdir.
Hâlbuki Allah’ın en sevdiği, bu sebeple de âlemlere rahmet olarak gönderdiği en değerli insan olduğu halde, onun küçük yaştan itibaren tatmadığı acı, görmediği çile kalmadı.
Buna rağmen o, hiçbir zaman başına gelenlerden dolayı şikâyet etmedi. Her zaman Allah’a tevekkül etti, O’na sığındı.
İşte bundan dolayı Peygamberler Sultanı olan Efendimiz’in hayatını çok okumalıyız.
Onu anlatan siyer kitaplarını elimizden düşürmemeliyiz.
Allah Teâlâ, Peygamber’e itâat konusuna pek önem vermiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de, otuzdan fazla âyette, Fahr-i Âlem Efendimiz’e itâat etmemizi şöyle değişik ifâdelerle emretmiştir:

“(Ey insanlar!) Allah’a ve Resûlüne itâat edin.”39
“Allah’a ve Resûlüne itâat edin ki, Allah da size merhamet etsin.”40
“Kim Allah’a ve Resûlüne itâat ederse, Allah onu, içinde ırmaklar akan cennetlere koyar; onlar orada ebedî olarak kalırlar.”41
“Peygamber’e itâat eden, Allah’a itâat etmiş olur.”42
“Allah’a itâat edin, Peygamber’e itâat edin ve onlara karşı gelmekten sakının.”43
“Ey îmân edenler! Allah’a itâat edin, Peygamber’e itâat edin de yaptığınız iyi işleri boşa çıkarmayın.”44

Kısacası Yüce Rabbimiz, Peygamber Efendimiz’e itâat etmeye çok önem vermiştir.

Yüce Rabbimiz bu yolu Peygamber Efendimiz’e şöyle bildirmiştir:
“Ey Peygamberim! Kullarıma şöyle de:
Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”9

Demek ki bir kimse “Ben Allah’ı seviyorum” diyorsa, onun Peygamber Efendimiz’in yolunca gidip gitmediğine bakacağız.
Şayet o kimse Allah’ı sevdiğini söylediği halde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yolunca gitmiyor, yani onun sünnetine göre yaşamıyorsa, o şahsın “Ben Allah’ı seviyorum” demesine kulak asmayacağız.

Bazı kendini bilmezler:
“Kur’an bize yeter, hadislere gerek yok” diyor.
Böyle diyenlere sormak lâzım:

Söyler misin, sabah namazının farzının iki rekât olduğu Kur’ân-ı Kerîm’in neresinde var?

Öğle, ikindi ve yatsı namazlarının farzının dört, akşam namazının farzının üç rekât olduğu hangi âyette var?

Namazın nasıl kılınacağı Kur’ân-ı Kerîm’in hangi âyetinde anlatılıyor?

Namaz vakitlerinin ne zaman girdiği Kur’ân-ı Kerîm’in neresinde geçiyor?

Öğle ve ikindi namazlarında Kur’an’ın açıktan okunmayıp sessizce okunacağı hangi âyette belirtiliyor?

Kıymetli kardeşlerim! Bunların hiçbiri Kur’ân-ı Kerîm’de geçmiyor. Biz bütün bunları, diğer görevlerimizi ve onları nasıl yapacağımızı Peygamber Efendimiz’in hadis ve sünnetinden öğreniyoruz.

“Allahım! Dayanılamayacak dertten,
insanı helâke götürecek tâlihsizlikten,
düşmanı sevindirecek felâketten,
ve başa gelecek fenalıktan Sana sığınırım!”
Gönlümüzün Sultanı ne buyuruyor:
“Allah Teâlâ bir Müslümanın vücuduna hastalık verirse, hastalığı devam ettiği sürece, ona sağlamken yaptığı ibâdetlerin sevâbı yazılır.”
Hastalığın günahları nasıl temizlediğini Peygamberler Sultânı Efendimiz bize demirci körüğü misâliyle anlatmış ve şöyle buyurmuştur:
“Demirci körüğü, demirin pasını nasıl söküp temizlerse,
mü’min hastalandığı zaman da, Allah Teâlâ onun günahlarını öyle temizler.”
Peygamber Efendimiz bu gerçeği şöyle dile getirmiştir:
“Mü’min bir erkek ve hanım, günahlarından tamamen arınmış olarak vefât edinceye kadar, vücuduna, ailesine ve malına çeşitli dertler ve hastalıklar gelmeye devam eder.”
Müslüman, Peygamber Efendimiz’in şu sözlerine bütün benliği ile inanır:
“Şayet bütün insanlar, sana zarar vermeye kalksa, ancak Allah’ın senin hakkında takdir ettiği zararı verebilirler.
Çünkü kaderi yazan kalem artık yazmaz olmuştur.
Kalemin yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir.”
Nebîler Sultanı Efendimiz şöyle buyurdu:
“İyi bir şeyin tamamını yapmasanız bile, başkalarına o iyi şeyi yapmalarını söyleyiniz. Kötü bir şeyin tamamından vazgeçmeseniz bile, başkalarını o kötülükten sakındırınız.”
Güzeller güzeli Efendimiz’in şu hadîs-i şerîfi kulağımıza küpe olmalıdır:
“Kolaylaştırınız,
zorlaştırmayınız,
müjdeleyiniz,
ürkütmeyiniz!”
Sen hayallerin peşinden koşarken, hayatın sessizce senden aldıklarıdır kader.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir