Emin Özdemir kitaplarından Eleştirel Okuma kitap alıntıları sizlerle…
Eleştirel Okuma Kitap Alıntıları
Uygar toplumlarda bireyin kendi uğraş alanlarında ilerlemesi, önemli görevlere, yetkilere yükselmesi, gelişmiş bir okuma yetisi aracıyla kazandığı bilgi birikimin sonucudur. Herhangi bir bilgi alanında okumayı bir alışkanlık, kendi gündelik yaşamının bir parçası yapmış kimse, basılı sözcüklerin taşıdığı bilgiyi hiçbir zaman olduğu gibi benimsemez, okuduğuna kimi yönden katılır kimi yönden katılmaz; kitaplarda, dergilerde karşılaştığı her yeni görüşle bir kez hesaplaşır, böylece kendi özgün, bağımsız düşüncesini oluşturur.
Okuma yazma becerisini kazanan kişi, kendi dilinin yazısını, imlerden sesler, sesbirimlerden sözcükler çıkarmayı öğrenmiştir gerçi, ama bu temel beceri sürekli işletildiği, geliştirildiği zaman değer kazanır. Yoksa uygar bir dünyanın gündelik olaylarını, kültürünü, politik, ekonomik gelişmelerini izlemeye yetmez. Okuma yazma becerisi üstüne, bir okuma alışkanlığı kurulabilmesi için en önemli koşul ise temeli sağlam bir anadili öğrenimidir. Böyle bir öğrenimden geçmemiş kimse, yaşı ne olursa olsun, gerçek bir okur etkinliği kazanamayacaktır Gerçek okuryazarlık yetisi, okuduğunu kendi kelimeleriyle anlatabilmeyi de kapsar. Bu anlamda okuyan kimse başkalarına bağımlı olmadan, kendi okuma deneyleriyle, kendisi için bilgi edinmeye başlar, dünyaya, olaylara, insanlara bakışını, içgüdüsünü gitgide derinleştirir.
“
Ağır bir aydınlık, bildiğin şafak değil.
Öyle dalmış ki yüzyıllar süren uykusuna,
Uyandırmazsan,
Uyanacak değil.”
“Çamı bitmiş, kavağı azalmış,
Gamla örtülü bayırlar, çıplak değil.
Yedi ay kıştan sonra,
Yeşeren senin yaşamındır,
Yaprak değil.”
“Merak insanoğlunun yetenekleri arasında en az değer taşıyanlardan biridir. Günlük yaşamda görmüşsünüzdür, meraklı insanların belleği hemen hemen her zaman zayıftır; sonra, bu gibi kimseler genellikle budala oluyor… Böyle biriyle dost olmak güçtür; meraklı iki kişinin kendi aralarında dostluk kurmaları ise olacak şey değildir.”
Zaten bazı büyük eserler, adeta iki katlı gibidir. Üst kat, yani düzeydeki kat, çoğunun anlayacağı cinstendir. Eserin asıl büyüklüğünü, alt katın anlamını ise, herkes kolay kolay kavrayamaz.
“Türkiye’de eğitime hiçbir zaman önem verilmedi. Okuma yazma öğretildi, ama okuma yazma öğrenenlerin öyle başına buyruk gazete, dergi, ya da kitap okumaları istenmedi, dahası sakıncalı bulundu. Okumanın denetim altına alınması, kitap deyince okul kitaplarının akla gelmesinin nerdeyse zorlanması, ilkokuldan yukarı geçebilenlerin de okuma alışkanlığı edinememelerine yol açtı.”
Okuyorsan ne karşındakileri susturmak, bilgiçlik satmak için, ne her okuduğuna körü körüne inanmak, ne de konuşmalarına konu olmak için ama incelemek, düşünmek için oku.
“ Ne yazık ki okumadığımız için ne kadar az yaşadığımızın bilincinde değiliz…”
“ İnsan hayatı denen bu yolculukta benim bulduğum en iyi nevale kitaplardır ve ondan yoksun anlayışta insanlara çok acırım.”
Çağdaş insan okuyan, okudukları üzerinde düşünen, kendini sürekli yenileyendir.
Özgür insan, okuyan insandır. Çünkü bilgisizliğin, kör inançların ve saplantıların her türlüsünü yenen bir güçtür okuma.
Eğitim, kişiye belirli alışkanlıklar ve dünya görüşü kazandırır.
Bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ek,
Ağaç dik on yıl sonrası ise tasarladığın,
Ama yüz yıl sonrası ise düşündüğün, halkı eğit.
Bir kez ürün verir ekersen tohum,
Bir kez ağaç dikersen on kez ürün verir
Yüz kez olur bu ürün eğitirsen halkı.
Balık verirsen bir kez doyurursun halkı,
Öğretirsen balık tutmasını hep doyar karnı.
Kuan-Tzu (Çinli ozan)
(M.Ö. 1000)
İyi bir okuyucu düşünerek okur, okurken düşünür
Okuyorsan ne karşındakileri susturmak, bilgiçlik satmak için, ne her okuduğuna körü körüne inanmak, ne de konuşmalarına konu olmak için ama incelemek, düşünmek için oku.
Cahil olan karanlık İçinde bulunduğu için önünü ardını göremez. tökezler, yuvarlanır. Bilen ise yürüdüğü yolu görür, nereye varacağını kestirir. Bu yüzden ona aydın diyoruz haklı olarak. ”
Okumasını bilen ama hiç okumayan biri ile okumasını bilmediği için okumayan biri arasında bir fark yoktur. ”
Şiiri bir kez değil, birkaç kez okumalıyız. İyi ve düzeyli bir okuyuşta anlam ve şiir yükünü ele vermez. Nasıl ki ilk dinleyişte bir Beethoven senfonisinin tadına varamayız. Nasıl ki bir tabloya bir kez bakmakla yetinmeyiz. Bunun gibi bir şiiri de birden fazla okumalıyız. Her okuyuşta şiirin farklı bir yönünü görür, ondan ayrı bir tat alırız.
Şöyle bir akşam üstü, esip söylenivermiş sandığımız nice şiirlerin arkasında bir kumaş tezgahının takır tukur kargaşalığını, girift, renk renk ipuçlarını, kesme, kırpma, sarma, açma, kapamalarını andıran bir yapma gayreti saklandığını gittikçe daha iyi biliyoruz.
Düşünceyi içine almakla beraber düşünceyi aşan bir şey var şiirde ; usta şairin bildiği, bilir olduğu, düz sözle anlatamayıp yalnız şiirle duyurabildiği bir üst – düşünce, bir üst – gerçek.
Fakat hangi saadet ebede kadar sürmüş ki?
İnsan oturduğu yeri gönendirmeli!
Kitap vardır ancak tadına bakılmak içindir; kitap vardır yutulmak, kitap vardır çiğnenmek, özümlenmek içindir; başka deyimle, kimi kitapların insan ancsk bir bölümüne göz atmalı, kimisini baştan sona şöyle bir okuyuğ geçmeli, pek azını da her ayrıntı üzerinde titizlikle durarak adamakıllı okumalı.
vaka şahislarını büyük bir neşe ile yarattım. Onlara istediğim şekli verdim. Kadınlarım kumral, erkeklerin esmerdi. Birine kıvırcık saçlar verdim, diğerinin çenesine bir çukur koydum. Hoşuma gidenler her türlü talih lutfuna mazhar oluyorlardı. Hoşuma gitmeyenler ölüme mahkumdurlar. Fakat bir gün geldi ki onlardan biri artık bana itaat etmedi. Sonra birini gördüm ki benim muvafakattimi beklemeden istediği gibi hareket ediyordu. Birdenbire anladım ki yarattığım bebekler canlı idiler.
Olay örgüsü, ağzı açık, şaşkın mağara adamlarından oluşan bir dinleyici, astığı astık, kestiği kestik zorba bir sultana ya da bunların günümüzdeki uzun sinema izleyicilerine anlatılamaz. Onları uyanık tutan, sadece öykünün gerektirdiği Sonra ne olmuş? Ondan sonra ne olmuş? sorularıdır. Bu gibi kimselerin romana merak duyguları dışında getirebilecekleri bir şey yoktur; oysa olay örgüsü okurdan zekâ ile bellek de ister.
İnsan, ileride yaşamaktan kesilip geçmiş günlerden bir yığın olmaya yüz tutunca, roman ve şiir okumasını da bırakmaya başlar. Okuduğu olursa, artık eski tutkuyu bulamaz.
Kim kaçabilir kendinden? Roman bir uyduruksa da insanı insan gerçeklerinden büsbütün ötelere aşırdığı söylenemez. Ben her okuduğum romanla asıl kendime yaklaştığıma inanıyorum. Her biri, çok yanlı gerçekliğimizi belli bir yandan açar bana. Neden söz ederse etsin bana beni, başkalarını, yaşamayı tanıtır.
Şiirin, yalnız şiirin yüklendiği bir görev daha vardır toplumda. Şairler, her şeyden önce sözcüleridir bir toplumun. Şairler derken, şairleri bilerek öbür edebiyatçılardan çekip ayırıyorum. Romancılar, hikâyeciler olsun, tiyatro yazarları, denemeciler, eleştirmeciler olsun, önce şiirde ararlar kısmetlerini. Şiirin üstesinden gelemeyince sonradan öbür türlere yönelirler. İçlerinde hiç şiir yazmadım diyenlerin de araştıracak olursanız iyi bir şiir okuyucusu olarak akrabalığı vardır şiirle. Onun içindir, şairlerin kalan bütün bu edebiyatçıların, yetişmelerinde, ilk gençliklerinde yararlandıklerı şairlerin etkilerini, yaşadıkları bütün yazdıklarında sürdürdükleri görülür.
Zaten bazı büyük eserler, adeta iki katlı gibidir. Üst kat, yani düzeydeki kat, çoğunun anlayacağı cinstendir. Eserin asıl büyüklüğünü, alt katın anlamını ise, herkes kolay kolay kavrayamaz.
Okumadığımız için az yaşayan insanlarız. Az yaşayanlar, hem genç kuşakları iyi yetiştiremez, hem de özlenen bir hızla gelişemez. Ne yazık ki okumadığımız için ne kadar az yaşadığımızın bilincinde değiliz
Okumak insanı olgunlaştırır, konuşmak ustalaştırır, yazmak ise daha somut bir bilgi sağlar. Dolayısıyla az yazanın iyi bir belleği olması gerekir, az konuşanın keskin zekâlı, az okuyanın da bilmediğini bilir gibi görünebilmek için kurnaz olması gerekir.
Okumayı söküp kitapların dünyasına girdiğiniz günleri bir anımsayın ya da okumayı yeni öğrenmiş bir çocuğun kitap okumasına bakın. Değişik yönlerden gözleyin çocuğu. Kitaptan büyülü bir tat aldığını, okuduğu kitabın sayfaları arasında yitip gittiğini göreceksiniz. Öylesine kendisini kaptırır ki kitaba yanı başında top patlasa duymaz. Büyülenmiş gibidir. Yepyeni bir dünyanın yurttaşı olmuştur o.
Öğretmeyi değil, yaşatmayı amaçlar.
Yazınsallığın belirlenmesinde güvenilir ölçüt metindeki evrenin niteliğidir. Nasıl bir evren sunuluyor bize? Bu evrenin sınırlarını çizebilir, gerçekliğini içinde soluduğumuz deneyim dünyamızın verileriyle kanıtlayabilir miyiz? Deneyim dünyamızdan seçilenler nasıl bir değişime uğratılmıştır?
Yazınsal metnin, adlandırılarak söyleyelim, bir öykünün, bir romanın, bir şiir ya da oyunun bize sunduğu evren, gerçeklerin tam bir yansıtımı ise o yapıtın yazınsallığına kuşkuyla bakabiliriz. Çünkü her yazınsal yaratı, gerçeğin ya da yaşantının belirli bir anlama göre dilde yeniden üretilmesiyle oluşur böyle olunca da bir romanı, bir öyküyü, bir şiir ya da oyunu kendi iç yapısına göre düşünmek gerekir. Elbette ki bu iç yapıda yer alan evren, dış dünyadan, gerçekler dünyasından tümüyle kopuk değildir, onun üzerine kurulmuştur. Ancak sanatçının okura kazandırmak istediği anlam ve yaşantı doğrultusunda değişimlere uğramıştır. Yazınsal metinlerdeki evrenin kurmaca oluşu da buradadır işte. Sözgelimi Kemal Tahir’in kimi romanlardaki olaylar, kişiler, nesneler gerçek yaşamdakilerle ne denli özdeşleşirse özdeşleşsin, gerçek yaşamdan yıla çıkılarak değerlendirilemez. Yorgun Savaşçı’daki Albay Bekir Sami ile Ulusal Bağımsızlık Savaşımızdaki Bekir Sami’nin kimliği aynı olsa bile kişilikleri değişiktir. Yorgun Savaşçı’daki bir roman kişisidir, kurmacadır. Romancının sunduğu evrene göre çizilmiştir kişiliği.
Öğretmeyi değil, yaşatmayı amaçlar.