Orhan Kemal kitaplarından Ekmek Kavgası kitap alıntıları sizlerle…
Ekmek Kavgası Kitap Alıntıları
Çoluk çocuğun anasını ağlatıyorsunuz. Hükümet İş Kanunu yapar, günde sekiz saat mesai kabul eder, siz fakir fukarayı on sekiz saat çalıştırırsınız. Bu mu namusunuz?
O senden sorulmaz. Sen sana tevdi edilen vazifeye bak, üst yanına karışma! Peki Madem benden sorulmaz, ben de bilirim işimi öyleyse Yarın, eğer bizzat İş Dairesi’ne gidip herşeyi bir bir ihbar etmezsem, nah, nah, bunlan, bıyıklarını gösterdi, kazıtırım.
Celal Usta çıkarken, patron mavi bir zarfı uzattı:
Bütün gece uykusuz kaldınız Celal Usta zarfı teşekkürle aldı. Beriki ilave etti:
Ustabaşıyla barışın, olmaz mı? Zarfın içinde yirmi beş lira vardı.
Sonra kitaplarım… bilhassa bunlar dikkatini çekmiş, mahcup bir insan olduğum, hayatın en aşağı “dehlizlerinde” yaşamaya mecbur edildiğim halde, niçin hala ısrarla okuduğumu sormuştu.
Dünya diye içini çekti, Ay başları kredi tazelemeye yarıyor..Borç,borç,borç..O kadar oku,sonra gel,elifi mertek belliyen birine köle ol!
Adamın sigarası,hızla ışıyan bahar sabahının pembeliğinde kuvvetle kızarıp sönüyordu.
Yağmur dinmiş,acı poyraz çıkmıştı.Bir ara kuvvetli ay ortalığı ıslak ıslak aydınlattı.
Bu adam,alaylarından vazgeçtim,beni yalan ifadesiyle beş yıla mahkûm etmiş bir insandı..Lakin,hayır,böyle şeyler düşünmenin sırası değil,aç bir insandı,fenalık yaptığı bir insandan af dilemeden önce ekmek istiyordu.
Sevgilim,
Baharın bu nazik günlerinde gönderdiğin mektubu aldım,derecesiz sevindim.Lakin sen çok siyasi konuşuyorsun.Ben bu türlü laflardan anlamam.Kalp kalbe karşıdır.Sen beni seviyorsan, bende seni seviyorum demektir,senin bana meylin düştüyse,benim de sana düştüğü tabiidir
Sonra küçücük bir evimiz, çok değil iki oda bir salonlu… Amma fitne fücur şehirlerde değil, şehirlerden, motor gürültüsünden, radyo sesinden uzakta, engin bir denizin kenarındaki bir ormanın içinde…
Öyle bir sevgilim olsun istiyorum ki, ne demek istediğimi bakışlarımdan anlasın. Sözle değil, gözlerimizin bakışıyla anlaşalım. Sonra küçücük bir evimiz, çok değil, iki oda bir salonlu
Öyle bir sevgilim olsun istiyorum ki, ne demek istediğimi bakışlarımdan anlasın. Sözle değil, gözlerimizin bakışıyla anlaşalım.
Öyle bir sevgilim olsun istiyorum ki, ne demek istediğimi bakışlarımdan anlasın. Sözle değil, gözlerimizin bakışıyla anlaşalım. Sonra küçücük bir evimiz, çok değil, iki oda bir salonlu
Sözle değil, gözlerimizin bakışıyla anlaşalım.
öyle bir sevgilim olsun istiyorum ki, ne demek istediğimi bakışlarımdan anlasın. sözle değil, gözlerimizin bakışıyla anlaşalım. sonra küçücük bir evimiz, çok değil, iki oda bir salonlu
Kitap sandığının başına oturdu. Onlara ne kadar yakındı! Her kitapta onun düşüncelerinden bir şeyler.. Kitapların her birinde Halime’ler, notlar, açıklamalar Yahut kıymetli bulduğu satırların altlarındaki çizgiler..
Bu soğuk gözlerde acımadan eser yoktu, bu gözler, küstahça bakmaya alışmış bir insanın hayvan bakışlarıydı.
Ulan dünyada namuslu adam kalmamış be!
Öyle bir sevgilim olsun istiyorum ki;
Ne demek istediğimi bakişlarimdan anlasın.Sözle değil,gözlerimizin bakışıyla anlaşalim.Sonra küçücük bir evimiz,çok değil,iki oda bir salonlu
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Ne demek istediğimi bakışlarımdan anlasın. Sözle değil, gözlerimizin bakışıyla anlaşalım.
Kız sustu. Lakin niçin? Karnı açtı işte… Kitap karın doyurmazdı ki! Hem bir sürü kalabalık… Satıversin şunları gitsin…
Anlatıyordu. Her zaman, her yerde, her vakit rastladığım cinsten mahvolmuş insan ların hikâyeleriydi.
“Aynaya baktı, fakat kendini göremedi.”
Kitabı yer gibi okumuş.
inanır mısın, dedi
Margerit beni saatlerce ağlattı, uykumu kaçırdı sabaha kadar Ne sihir, ne keramet var Yarabbi bu kargacık burgacık harflerin içinde?
Tırnakları da boyalıydı, kırmızı kırmızı
Neylemeli boyalı tırnağı? Boyalı tırnak karın doyurmaz ki!
Hele altın dişi Gülüşü, güller açıyordu yüzünde!
Neylemeli? Gözellik dediğin bir süs. Süs karın doyurmaz ki!
Senin de ne doymaz karnın varmış bre emmi?
Öyle bir sevgilim olsun istiyorum ki, ne demek istediğimi bakışlarından anlasın. Sözle değil, gözlerimizin bakışıyla anlaşalım. Sonra küçücük bir evimiz, çok değil, iki oda bir salonlu
“Öyle bir sevgilim olsun istiyorum ki, ne demek istediğimi bakışlarımdan anlasın. Sözle değil, gözlerimizin bakışıyla anlaşalım. Sonra küçücük bir evimiz, çok değil, iki oda bir salonlu
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Öyle bir sevgilim olsun istiyorum ki, ne demek istediğimi bakışlarımdan anlasın. Sözle değil, gözlerimizin bakışıyla anlaşalım. Sonra küçücük bir evimiz, çok değil, iki oda bir salonlu
Ekmek Kavgası, Orhan Kemal
( Bir de kütüphanemiz )
Beyefendi! Her yerde insanlar Koşuyor, gidiyorlar, geliyorlar, tutuyorlar, koparıyorlar Yığın yığın, vıcık vıcık, sürü sürü insanlar Üzerinize atlıyor, lokmanızı ağzınızdan kapıyorlar beyefendi. Beyefendi, insanlar kurt gibi saldırıyorlar beyefendi!
“Ufak bir adamcağızdı. Kalın simsiyah kaşlarının altındaki ufacık gözleriyle dünyaya ters ters bakardı. Bu bakışta kin vardı, haset vardı, günü gelince alınacak öçlerin hırsı vardı.”
“Bozuldu ağa bozuldu, dünya kökünden bozuldu. Üstüne bastığım toprak ayaklarımın altından kayıyor sanki. Bugün dünü arıyoruz, yarın da bugünü arayacağımızdan şüphen olmasın ”
“Öyle bir sevgilim olsun istiyorum ki,ne demek istediğimi bakışlarımdan anlasın.Sözle değil, gözlerimizin bakışıyla anlaşalım.Sonra küçücük bir evimiz,çok değil,iki oda bir salonlu ”
Öyle bir sevgilim olsun istiyorum ki, ne demek istediğimi bakışlarımdan anlasın. Sözle değil gözlerimizin bakışıyla anlaşalım
Öyle bir sevgilim olsun istiyorum ki, ne istediğimi bakışlarımdan anlasın. Sözle değil , gözlerimizin bakışıyla anlaşalım. Sonra küçücük bir evimiz, çok değil , iki oda , bir salonlu
Öyle bir sevgilim olsun istiyorum ki, ne demek istediğimi bakışlarımdan anlasın. Sözle değil, gözlerimizin bakışıyla anlaşalım. Sonra küçücük bir evimiz, çok değil, iki oda bir salonlu
– . . . Beyefendi! Her yerde insanlar
Koşuyorlar, gidiyorlar, geliyorlar, tutuyorlar, koparıyorlar Yığın yığın, vıcık vıcık, sürü sürü insanlar Üzerinize atlıyor, lokmanızı ağzınızdan kapıyorlar Beyefendi.
Beyefendi, insanlar kurt gibi, kurtlar gibi saldırıyorlar Beyefendi!
– Yani öyle kızıyorum ki şu insanlara
Çok hayvan insanlar var doğrusu
hayatın en aşağı dehlizlerinde yaşamaya mecbur edildiğim hâlde, niçin hâlâ ısrarla okuduğumu sormuştu.
Ne lüzumu vardı?
Şu çaydanlığa bir meram anlat bakalım
beyefendi! Her yerde insanlar Koşuyorlar, gidiyorlar, geliyorlar, tutuyorlar, koparıyorlar.. Yığın yığın, vıcık vıcık, sürü sürü insanlar. Üzerinize atlıyor, lokmanızı ağzınızdan kapıyorlar beyefendi. Beyefendi, insanlar kurt gibi, kurtlar gibi saldırıyorlar beyefendi!
Dünya Diye içini çekti, yarın ayın altısı Cebimde metelik kaldıysa şerefsizim Ay başları kredi tazelemeye yarıyor Borç,borç,borç O kadar oku, sonra gel, elifi mertek belleyen birine köle ol!
İçeri atılınca gebermem ya diye hınçla söylendi. Alt tarafı ne, bir tabak yemek değil?
Öyle bir sevgilim olsun istiyorum ki, ne demek istediğimi bakışlarımdan anlasın. Sözle değil, gözlerimizin bakışıyla anlaşalım.
Öyle bir sevgilim olsun istiyorum ki, ne demek istediğimi bakışlarımdan anlasın. Sözle değil, gözlerimizin bakışıyla anlaşalım. Sonra küçücük bir evimiz, çok değil, iki oda bir salonlu
Bazen bir kemik parçası yüzünden insanlarla, köpekler arasında da kavgalar oluyordu.
Köpek Yavrusu
Şehrin ana caddesindeki kuyumcu dükkânlarından birinin kaldırımı önünde bir köpek yavrusu ön ayaklan üzerine uzanmış, acı acı sızlanıyor, arada başını iki yana çevirip, etrafını alan mahalle çocuklarına bakıyordu. Köpek yavrusunun iki ard ayağını az evvel, demir tekerlekli bir yük arabası ezmişti. Şimdi mafsallardan aşağısı pestile dönmüş, ayaklar yalnız bir deriyle bağlı, sarkıyor, ezikten boyuna kan sızıyordu. Arada boynunu büküyor, sesini yükselterek bir şeyler anlatmak istiyor, sesi ağırlaşıyor, yükseliyor, sonra yavaşçacık tükeniyordu. Etrafını alan mahalle çocuklarıysa yaramaz ve haşindiler Bunlardan Tatara benzeyen, basık burunlu birinin elinde bir değnek vardı. Şakıldaklı entarisinin parçalanmış sırtından eti görünüyordu. Yanında, paslı bir çember tutan çok zayıf oğlana:
— Ağlıyor ha! dedi.
Çok zayıf oğlan başını salladı.
— Heye.. Ver hele lan
Tatara benzeyen oğlanın elinden sopayı aldı:
— N’apacan? Çok zayıf oğlan cevap vermedi.
Çektiği acıyı İNSAN’lara bir türlü anlatamayan köpek yavrusunun ezilmiş, kanlı etine dürttü. Köpek yavrusunun vücudu birden müthiş bir sarsıntı geçirdi ve acı acı bağırdı. Başta zayıf oğlan, bütün çocuklar bir zafer çığlığı attılar.
— Bi daha dürt hele lan!
Deynek tekrar dürtüldü, sonra tekrar, tekrar
Köpek yavrusu her seferde de öyle müthiş, öyle ondan beklenilmeyen sesler çıkardı ki, sanki bütün kudretini bu olağanüstü gayretlerle kaybetti ve tükendi gitti
Köpeğin çaresiz bir teslimlikle yan yatan, gözler kapalı, elleri düşmüş, acı duyan, fakat artık inlemeğe mecali kalmayan sükûtu evvelâ çocukların, sonra onları çevreleyen daha büyük, daha, daha büyüklerin neşesini kaçırdı.
Tatara benzeyen oğlan:
— Vay i.ne vay, dedi, bağırmıyor be!
Kırpık bıyıklı biri:
— Ayağınnan bas da bak! dedi.
Kısa, lâcivert pantolonunun kıçı iri siyah bir bezle yamalı, yandan biri kargaya benzeyen, kesik benizli bir başka oğlan, ayağında taşıdığı — babasının— battal, sarı kunduralarının topuğuyla köpek yavrusunun ezilmiş iki arka ayağına bastı. Bayılmış, daha doğrusu ölmüşe benzeyen köpek yavrusu, ondan beklenmiyen yepyeni bir hamleyle şahlanarak öyle bir vahşi ses çıkardı ki
Köpeğin etrafında ilk halkayı çeviren çocuklar, onları çeviren büyükler, daha büyükler birden ürktüler. Sonra köpek yavrusunun iki ön ayağı arasına sakladığı başıyla tepeüstü, acayip devrilişini görünce korkacak bir şey olmadığını anlıyarak, tekrar toplandılar ve neşeli çığlıklar yükseldi.
Seyirci büyüklerden biri:
— Ulan eferim be! dedi.
«Eferim»i kazanan karga suratlı oğlan yumruklarını göğsüne vurarak, gururla:
— Alloooooş! dedi, eden gazi. Nasıl?
Bütün çocuklar karga yüzlü oğlana kıskançlıkla baktılar.
«Daha yeni bir şeyler bulup, kendileri de eferim’i kazanmak için» arandılar;
Köpek yavrusunun ölümü yaklaşıyordu. Tatara benzeyen, yassı burunlu oğlanın elâ gözleri, birden sarı sarı parladı.. Karşı kaldırımın önünde sökülmüş bir parke taşı duruyordu. Koştu, taşı yerinden zorla kaldırarak köpek yavrusuna doğru geliyordu ki, «Hammal Memet bey» neredense zuhur etti. Tatara benzeyen oğlanın niyetini anlıyarak onu kolundan yakaladı:
— Hele ha, hele ho .. Yazık
Tatara benzeyen oğlan muvazenesini kaybetti, parke taşı da yere düştü. Oğlan bunu bir yenilgi saydığı için, müthiş hırslanarak dikildi:
— Sana ne? Oğlun mu da karışıyon? Herkes kahkahalarla güldü.
Oğlan şımardı:
— Atarım atarım Senin babayın iti değil ya!
Hammal Memet bey:
— Yazık oğlum, günah., diyecek oldu.
Fakat yassı burunlu oğlan yumruklarını beline dayamış «Hammal Memet bey»e öyle bir azametle bakıyordu ki
— Sen bir hambal adamsın, dedi, get yükünü taşı, senden akıl alacak deelük a!
Herkes kasıklarını bastıra bastıra gülüyordu. Bacağı kadar bir oğlanın karşısında, kulaklarına geçmiş soluk kurşunî fötrü, paçaları diz kapaklarına kadar çemirli kara donu, yalın ayaklarıyla «Hammal Memet bey» i bir soytarıya benzeten karnı tok bezirganlar, öteki çocukları da kışkırtmağa başladılar.
Derken iş azıttı..
«Ehey»ler, «zort»lar, karpuz kabukları ve avuç avuç toza tutulan «Hammal Memet bey» şaşkına çevrildi.
Sağa, sola saldırırken kafasına bir taş, geri dönüyor, dönerken beraber alnına koca bir karpuz kabuğu yiyerek sersemliyordu. Etraf gittikçe kalabalıklaşıyordu.. Güneşin altında boyuna çoğalan bir kalabalık sesli sesli gülüyor, daha çok gülebilmek için kendilerini zorluyorlardı.
Bir ara, karga yüzlü oğlanın kuru bileği «Me-met bey»in eline geçti, öteki çocukların «Ana avrat» küfürleri arasında, dönmüş gözleri, gerilmiş sinirleriyle, çocuğu tokatlamağa başladı. Çocuğun ava lt; avaz haykırışı, etrafın yaygarası üzerine bir polisle iki bekçi koşarak geldiler. Esnafın da işbirliğiyle karga yüzlü oğlan «Hammal Memet beyin elinden kurtarıldı ve «Bir çocuğu cadde ortasında tokatlamak suçlusu» adam, karakola sevkedildi.
Köpek yavrusuna gelince
O kendinden geçmişti. Küçücük başı, iki ön ayağı üstüne düşmüş, kenarlarında yaşlar kurumuş, yumuk gözleriyle sessiz sessiz yatıyor, arada ağzı açılıyor, fakat hiç bir ses çıkmadan kapanıyordu.
Az sonra ihtiyar çöpçü, güneşin altında büsbütün kurumuşa benzeyen ve dünyasından memnun olmadığını belli eden bezgin haliyle, hayvanın başını çekerek geldi. Arabayı köpek yavrusunun yanında durdurdu. Alışkın bir kürek hareketiyle köpek yavrusunu yerden aldı, arabaya attı, sonra gene hep o bezgin, tadsız, kupkuru haliyle ve hayvanının başını çekerek uzaklaştı.
1945
Öyle bir sevgilim olsun istiyorum ki, ne demek istediğimi bakışlarımdan anlasın. Sözle değil, gözlerimizin bakışıyla anlaşalım. Sonra küçücük bir evimiz, çok değil, iki oda bir salonlu
Öyle bir sevgilim olsun istiyorum ki, ne demek istediğimi bakışlarımdan anlasın. Sözle değil, gözlerimizin bakışıyla anlaşalım. Sonra küçücük bir evimiz, çok değil, iki oda bir salonlu..
Öyle bir sevgilim olsun istiyorum ki, ne demek istediğimi bakışlarımdan anlasın. Sözle değil, gözlerimizin bakışıyla anlaşalım. Sonra küçücük bir evimiz, çok değil, iki oda bir salonlu.
– Boverin. Alttarafı devlet işi. Cennetmekan dedelerimiz bitirememişler de siz mi bitireceksiniz?
Onlara ne kadar yakındı! Her kitapta, onun
düşüncelerinden bir şeyler Kitapların herbirinde haşiyeler, notlar, mütalaalar Yahut, kıymetli bulduğu satırların altlarındaki çizgiler
– Dünya diye içini çekti, yarın ayın altısı Cebimde metelik kaldıysa şerefsizim.. Aybaşları kredi tazelemeğe yarıyor.. Borç, borç, borç.. O kadar oku, sonra gel, elifi mertek belleyen birine köle ol!
– Şu çaydanlığa bir meram anlat bakalım..
Öyle bir sevgilim olsun isterdim ki, ne demek istediğimi bakışlarımdan anlasın. Sözle değil, gözlerimizin bakışıyla anlaşalım. Sonra, küçücük bir evimiz, çok değil iki oda bir salonlu.. Amma fitne fücur şehirlerde değil, şehirlerden, motör gürültüsünden, radyo sesinden uzakta, engin denizin kenarındaki bir ormanın içinde. Kış gecelerinde, kuduran denizin azgın dalgalarının gümbürtüsünde titreşelim, sarılalım birbirimize. Ormandan kurtların ulumaları gelsin.
Ne sihir, ne keramet var Yarabbi bu kargacık burgacık harflerin içinde?
Ona, kitap okumanın, esrar çekip, barbut atmak, yahut bıçak kullanmaktan daha faydalı olup olmadığını sorduğum zaman, uzun uzun düşünmüştü
Sonra ahbap olmuştuk.
Öyle bir sevgilim olsun istiyorum ki , ne demek istediğimi bakışlarımdan anlasın.Sözle değil, gözlerimizin bakışıyla anlaşalım.Sonra küçücük bir evimiz,çok değil,iki oda bir salonlu
Öyle bir sevgilim olsun istiyorum ki, ne demek istediğimi bakışlarımdan anlasın. Sözle değil, gözlerimizin bakışıyla anlaşalım. Sonra küçücük bir evimiz, çok değil, iki oda bir salonlu
Açlık ve sefaletten bunalan şu kanlı yeryüzünde yaşamak istemiyorum artık.”
“Aynaya baktı, fakat kendini göremedi.”
Benimle dostluğu, onu bir ahbap yakınlığıyla karşıladığım içindi. Sonra kitaplarım Bilhassa bunlar dikkatini çekmiş, mahçup bir insan olduğum, hayatın en aşağı dehlizlerinde yaşamaya mecbur edildiğim hâlde, niçin hâlâ ısrarla okuduğumu sormuştu. Ne lüzumu vardı? Daha uzun seneler yatacaktım. Günün birinde çıksam bile alnımda kocaman sabıka damgası taşıyacak olduktan sonra
Yusuf’a gelince O, serin, hovardaca bir şarkı mırıldanıyor, oyuncağı elinden alınmış bir çocuk hırsıyla yataklarını bağlıyordu. İşini bitirince hasta koğuşlarını teker teker dolaşıp hastalardan helallik aldı. Sonra yataklarını omzuna vurdu, revir kapısından çıkarken, içeri atılınca gebermem ya, diye hınçla söylendi. Alt tarafı ne, bir tabak yemek değil mi?
Öyle bir sevgilim olsun istiyorum ki, ne demek istediğimi bakışlarımdan anlasın. Sözle değil, gözlerimizin bakışlarıyla anlaşalım. Sonra küçücük bir evimiz, çok değil, iki oda bir salonlu..
Öyle bir sevgilim olsun istiyorum ki, ne demek istediğimi bakışlarımdan anlasın. Sözle değil, gözlerimizin bakışıyla anlaşalım. Sonra küçücük bir evimiz, çok değil, iki oda bir salonlu
“Öyle bir sevgilim olsun istiyorum ki, ne demek istediğimi bakışlarımdan anlasın. Sözle değil, gözlerimizin bakışıyla anlaşalım. Sonra küçücük bir evimiz, çok değil, iki oda bir salonlu…”