İçeriğe geç

Eğitim ve Sosyoloji Kitap Alıntıları – Emile Durkheim

Emile Durkheim kitaplarından Eğitim ve Sosyoloji kitap alıntıları sizlerle…

Eğitim ve Sosyoloji Kitap Alıntıları

Kültürlü bir zihin, aklın hazlarından vazgeçmektense yaşamamayı yeğler.
İdeal emredilemez; ideal, onu hayata geçirme vazifesinde olanlarca idrak edilmeli, beğenilmeli ve arzu edilmelidir.
Orta Çağ’da, Edebiyat Fakültesi öğretmeni, her şeyden önce öğrencilerden birer mantıkçı yaratmayı istemekteydi. Rönesans sonrası Cizvitler ve üniversitelerimizin müdürleri, hümanistler yaratma amacını benimsemişlerdi. Bugünse, liselerimizdeki eğitimin gerçekleştirmeye çalışması gereken hedefi nitelendirecek herhangi bir anlatımdan yoksun durumdayız. Bunun sebebi, söz konusu hedefin ne olması gerektiğini oldukça hayal meyal anlıyor oluşumuz.
İlgilendikleri bilimlere sıradışı katkılarda bulunmuş büyük bilim insanlarının birçoğu, gelgelelim kendi uzmanlıklarının dışındaki diğer tüm şeyler söz konusu olduğunda birer çocuktur.
Ne Basedow, ne Pestalozzi, ne de Froebel iyi bir psikologdu. Onların kuramlarının özellikle açığa vurduğu şey, modern bireyciliğimizin temelinde olan iç özgürlüğe duyulan saygı, herhangi bir kısıtlamaya karşı duyulan nefret, insan ve dolayısıyla da çocuk sevgisidir.
Bilim, onu tasavvur edenlerin beyinlerinde hapis bir şekilde kalmamakta; ancak başka insanlara iletilmesi koşuluyla gerçek anlamda etkin bir hal almaktadır.
İnsan kendini feda etmeyi öğrenebiliyorsa, bu onun kendini feda etmekten aciz olmamasındandır; insan kendini bilimin öğretisine teslim edebilmişse, bu bilimin insan için elverişli olmasındadır.
Eğitim, bireysel canlıyı, onun doğasının işaret ettiği anlamda geliştirmekle ve ortaya çıkmaları istenen gizil güçleri görünür kılmakla yetinmeyip insanın içinde yeni bir varlık da yaratmaktadır.
Eğitim, her yönüyle, genç neslin sistematik bir şekilde toplumsallaşmasından meydana gelmektedir.
Eğitim, her şeyden evvel, toplumun tam da kendi var oluş koşullarını daima yeniden yaratmak için kullandığı bir araçtır.
Olmamız gereken insan tipinin portresini bizim için çizen toplumdur.
Bugün hala toplumsal sınıflara ve hatta coğrafyaya göre çeşitlilik gösteren bir eğitimi görmüyor muyuz?
Gelecek, hiçlikten ortaya çıkamaz: Bizler, ancak geçmişin bize miras bıraktığı materyallerle geleceği inşa edebiliriz.
Fikirlerle, örf ve adetler içerisinde böylece ortaya çıkan ardı arkası kesilmeyen değişimlere cevap verebilmek için, eğitimin kendisinin de değişmesi ve dolayısıyla da değişime izin veren bir esneklik hali içerisinde bulunması gerekmektedir.
Hiçbir şey çağdışı kalmış ve itibarlarını yitirmiş kurumlara suni bir hayat ve yetki görünümü verme girişimleri kadar boş olamaz.
Geleneksel eğitim sistemimiz birçok bakımdan, fikirlerimiz ve ihtiyaçlarımızla artık uyum içinde değildir.
Özgürlük, doğru şekilde anlaşılmış otoritenin ürünüdür.
Şüphesiz, çocuğun intihar, hırsızlık, adam öldürme, dolandırıcılık vb. gibi belli bir eyleme karşı oldukça güçlü bir eğilimi kimi zaman kalıtım yoluyla aldığı iddia edilegelmektedir. Ne var ki bu iddialar, olgusal gerçeklerle asla bağdaşmamaktadır. Bu konuda her ne söylenilmiş olsa da, insanlar suçlu doğmamaktadır. Yine de az sayıda insan şu ya da bu tarz bir suç işlemeye yazgılıdır.
İnsan, sadece toplum halinde yaşadığı için insandır.
İnsan bilgiye duyduğu açlığı, toplum ancak bu hissi onda uyandırdığı zaman öğrenmiş, toplum da ancak kendinde bu ihtiyacı hissettiğinde insanda söz konusu hissi uyandırmıştır.
Bugün bir hayli yükseklere çıkardığımız bilim ve eleştirel düşünce, uzun zamandır şüpheyle zapt edilmekteydi.
Kısacası, eğitim, genç neslin toplumsallaşmasıdır.
Eğitimin olabilmesi için, yetişkinlerin oluşturduğu bir neslin yanı sıra bir de gençlerin oluşturduğu bir neslin olması ve sözü edilen ilk neslin ikinci nesil üzerinde bir eylem icra etmesi gerekmektedir.
Tüm zaman ve mekan koşullarından soyutlanmış ideal eğitimin ne olması gerektiği sorusunu sormak, bir eğitim sisteminin özünde gerçek olmadığını üstü kapalı olarak kabul etmektir.
Kant der ki, ”eğitimin amacı, her birey içerisindeki gelişime açık olan kusursuzluğu geliştirmektir. ”
İnsan medeniyet olmaksızın yalnızca bir hayvandır.
Her toplum, kendisi için bir insan ideali oluşturur. “Eğitimin odağı olan” da işte bu idealdir.
Özgürlük ve otoriteye, sanki eğitimin bu iki unsuru birbiriyle çelişiyormuş ve birbirlerini sınırlandırıyormuş gibi, karşı çıkılmaktadır. Ne var ki, bu itiraz sahte bir itirazdır. Gerçekte bu iki terim, birbirlerini dışlamaktan ziyade anımsatmaktadırlar. Özgürlük, doğru şekilde anlaşılmış otoritenin bir ürünüdür. Çünkü özgür olmak, hoşuna gideni yapmak değil; kendi kendisinin efendisi olmak, sebepsiz yere hareket etmemeyi ve yükümlülüklerini yerine getirmeyi bilmektir.
Öğretmenin elinde tutabildiği otorite ona dışarıdan değil; bizzat öğretmenin kendisinden gelmektedir. Yalnızca içten gelen bir inançtan doğmaktadır. Şüphesiz ki öğretmenin kendisine, kendi aklı ya da kalbinin üstün niteliklerine değil; ama görevine ve bu görevinin yüceliğine inanması gerekmektedir.
Eğer öğretmenler ve ebeveynler, çocuğun maruz kaldığı her şeyin onun yapısında kaçınılmaz birtakım izler bırakacağından ve bu maruz kaldığı şeylerin, bizim önem vermediğimiz o an içindeki binlerce bilinçdışı etkisinin çocuğun zihnini ve karakterini biçimlendirdiğinden daha bilinçli bir şekilde haberdar olsalardı, kullandıkları dile ve davranışlarına nasıl da daha çok dikkat ederlerdi!
Bain’in belirtmiş olduğu gibi, büyük bir felsefecinin oğlu kalıtım yoluyla tek bir sözcük dağarcığını miras olarak almadığı gibi, babası coğrafya konusunda yetkin olmayan birinin oğlu da büyük bir gezginin oğlunu coğrafya alanında gölgede bırakabilir.
Sen hayallerin peşinden koşarken, hayatın sessizce senden aldıklarıdır kader.
Bir nesil yok olup yerini bir başka nesle bıraktığı her defasında, insanın bilgeliği, israf olmak yerine sonu olmaz bir şekilde birikerek artmaktadır. Nitekim, insanı,hayvanın ve kendisinin üzerine taşıyan şey de bu sonsuz birikimdir.
Doğrusu istenirse insan, sadece toplum halinde yaşadığı için insandır.
İnsan bilgiye duyduğu açlığı, toplum ancak bu hissi onda uyandırdığı zaman öğrenmiş, toplum da ancak kendisinde bu ihtiyacı hissettiğinde insanda söz konusu hissi uyandırmıştır.
Birey, üzerine istediğini yazabileceği bir tabula rasa(boş levha) ile değil; ama kendi istediği şekilde var edip yok edemeyeceği ya da değiştiremeyeceği mevcut gerçeklerle karşı karşıyadır.
Çocuklarımızı istediğimiz gibi yetiştirilebileceğimize inanmak saçmadır. Uymamız gereken görenekler vardır ve eğer bizler onlara ciddi şekilde karşı gelirsek, bu görenekler öçlerini çocuklarımızdan çıkarmaktadırlar. Yetişkin olduklarında, bu çocuklar, uyum içerisinde olmadıkları çağdaşlarıyla birlikte yaşayacak yetkinliğe sahip olmazlar. Ya hükmünü yitirmiş ya da zamanından önce ortaya çıkmış fikirlere göre yetiştirilmiş olanlar, her şekilde zamanlarının insanı olmaz ve sonuç olarak da, normal hayat koşullarının içerisinde yer almazlar.
Hepimiz kendimizi aynı yaşam tarzına adayamayız ve zaten adamamalıyız; becerilerimiz nezdinde hepimizin, yerine getirilecek farklı görevleri vardır ve bize düşen görevle uyum içinde eşleşmemiz gerekmektedir. Hepimiz derinlemesine düşünmek için yaratılmadık: hisseden ve eyleme geçen insanlara da ihtiyaç vardır. Diğer bir taraftan ise, işleri düşünmek olan insanlara da gereksinim duyulmaktadır.
Kant der ki, eğitimin amacı, her bir birey içerisindeki gelişime açık olan kusursuzluğu geliştirmektir.
Eğitim yapısı, müfredat, yöntemler,gelenekler,adetler,eğilimler,düşünceler,öğretmenlerin idealleri bunların her biri birer olgudur ve sosyolog, ilk olarak bu olguları değiştirmeye kalkışmaktan ziyade bunların neden bu şekilde var olduklarını anlamaya çalışmaktadır.
Kitapların bizzat kendileri toplumsal olgulardır; kitap kültü ve bu kültün çöküşü toplumsal nedenlere bağlıdır.
Hepimiz derinlemesine düşünmek için yaratılmadık; hisseden ve eyleme geçen insanlara da ihtiyaç vardır.
Eğitim, bireyin toplumsallaşma sürecidir
Çocuklarımızı istediğimiz gibi yetiştirebileceğimize inanmak saçmadır.
Dün yeterli bulduğumuz şey, bugün bize insan onurunun altındaymış gibi gelebilmekte ve her şeyi, bu bağlam içerisindeki ihtiyaçlarımızın gittikçe arttığına inanmamıza neden olmaktadır.
Kültürlü bir zihin, aklın hazlarından vazgeçmektense yaşamamayı yeğler.
Eski bir atasözü der ki, kendini iyi tanıyasın ki, iyi davranış sergileyesin.
Bizler çocuklarımızdan birer yurttaştan önce, birer insan yaratmak istediğimizi sürekli olarak tekrar etmiyor muyuz?
İnsan ihtiyaçlarının bağlı olduğu toplumsal koşullar, aynı kalmamış olduğu için insanın ihtiyaçları çeşitlilik göstermiştir.
Madem ki insan, gelişiminin tüm tohumlarını kendinde barındırmaktadır, o halde bu gelişimin nasıl ve ne şekilde yönlendirilmesi gerektiğini belirleme işi üstlenildiğinde gözlenmesi gereken kişi sadece söz konusu kişidir.
Eğitim,her şeyden önce, her bir bireyi kendi mükemmeliyetlerinin olabildiğince en doruğuna taşıyarak, onlara genel olarak insan türünü meydana getiren nitelikler kazandırma amacındadır.
Fakat, dürüst bir şekilde söyleyecek olursak, bizde Sabra müsaade yoktur.
Bizler, farklı ve kimi zaman da birbirleriyle çelişen görüşler arasında bölünmüş bir haldeyizdir.
Çocuklarımızı istediğimiz gibi yetiştirebileceğimize inanmak saçmadır.
Kısacası, eğitim, genç neslin toplumsallaşmasıdır.
eğitim, genç neslin toplumsallaşmasıdır.
Öğretmenin işi laik, rasyonel ve ahlaki bir eğitim vermektir. Tüm tarihsel gelişim tarafından, ahlakın bu laikleşmesine gereksinim duyulmaktadır.
Eğer öğretmenler ve ebeveynler, çocuğun maruz kaldığı her şeyin onun yapısında kaçınılmaz birtakım izler bırakacağından ve bu maruz kaldığı şeylerin, bizim önem vermediğimiz o an içindeki binlerce bilinçdışı etkisinin çocuğun zihnini ve karakterini biçimlendirdiğinden daha bilinçli bir şekilde haberdar olsalardı, kullandıkları dile ve davranışlarına nasıl da daha çok dikkat ederlerdi !
her bir toplum için eğitim, toplumun çocukların kalbinde kendi varoluşu için temel koşulları hazırladığı bir araçtır.
İnsan kendini feda etmeyi öğrenebiliyorsa, bu onun kendini feda etmekten aciz olmamasındandır; insan kendini bilimin öğretisine teslim edebilmişse, bu bilimin insan için elverişli olmasındandır.
Çocuklarımızın eğitiminin, onların orada ya da burada doğmaları, şu ya da bu ebeveynlere sahip olmaları rastlantısına bağlı olmaması gerektiği açıktır.
Bilim, onu tasavvur edenlerin beyinlerinde hapis bir şekilde kalmamakta; ancak başka insanlara iletilmesi koşuluyla gerçek anlamda etkin bir hâl almaktadır.
Kısacası eğitim, genç neslin toplumsallaşmasıdır.
Eski bir atasözü der ki, kendini iyi tanıyasın ki, iyi bir davranış sergileyesin.
İnsan, sadece toplum halinde yaşadığı için insandır.
Kültürlü bir zihin, aklın hazlarından vazgeçmektense yaşamamayı yeğler.
Bilim, onu tasavvur edenlerin beyinlerinde hapis bir şekilde kalmamakta; ancak başka insanlara iletilmesi koşuluyla gerçek anlamda etkin bir hâl almaktadır.
Dolayısıyla, geçmişte olduğu gibi bugün de, pedagojik idealimiz, tüm ayrıntısına kadar, toplumun yapıtıdır.
Çocuklarımızın eğitiminin, onların orada ya da burada doğmaları, şu ya da bu ebeveynlere sahip olmaları rastlantısına bağlı olmaması gerektiği açıktır.
Kısacası eğitim, genç neslin toplumsallaşmasıdır.
Eski bir atasözü der ki, kendini iyi tanıyasın ki, iyi bir davranış sergileyesin.
İçinde yaşadıkları tarihin her anında, her millet kendine özgü bir insan anlayışına sahip olmuştur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir