İçeriğe geç

Efendisiz Halklar Kitap Alıntıları – Harold Barclay

Harold Barclay kitaplarından Efendisiz Halklar kitap alıntıları sizlerle…

Efendisiz Halklar Kitap Alıntıları

Zeki varlıklar olarak insanlar kendi kaderlerini kontrol edebilirler. Dünyaya ve özellikle kendi davranışlarına dair bilgi ve kavrayışları arttıkça, çevreyi daha iyi kontrol edebilir, yaşamı daha katlanır hale getirecek şekilde sosyal düzeni değiştirebilirler. Fakat bilgi ve anlayış, değerlerle ve değerlerin önceliğiyle yakından bağlantılıdır. Öte yandan insan şu aşikâr gerçekle de sınırlanmıştır: İnsanlar, bilineni bilinmeyene ve denenmemiş olana doğru değiştirmeye ancak ve ancak dehşetli bir aciliyet duygusu içinde rıza gösteren muhafazakâr hayvanlardır.
İktidar boşluktan nefret eder.
küçük birimler, çeşitli özerk yerel gönüllü birlikler, gücün kontrolüne sahip olmayan ve onu tekelinde tutmayan çeşitli çıkar grupları, sosyo-ekonomik statüde büyük farklılıkların olmaması ve genel ekonomik güvence, toplumsal olaylara yoğun katılım gösteren eğitimli bir nüfus, yüksek seviyede grup dayanışması hissi ve çok fazla maaş ya da statü farkı verilmemiş olan liderler. Bir başka deyişle, “şefler” hizmetkâr olmalıdır – merkezcil bir ilişki için iktidarsız koordinatörler olmalıdırlar. Özgür toplumu korumak için üyelerin bilinçli iradesinin bu süreçte küçük bir faktör olmadığını da düşünüyorum.
Anarşist kuramcılar, en idealist tavırla bile olsa gücün kabulünün getirdiği tehlikelere karşı uzun zamandır uyarıda bulunmaktadır. Bakunin Marksizm’e bilhassa bu hattan saldırmıştır. Haklı olarak “proletarya diktatörlüğü”ne karşı şüpheden fazlasını beslemiş ve bunun “sayıca az yeni bir aristokrasinin veya sahte bilim adamlarının yorgun kitleler üzerindeki despotik bir hükmünden başka bir şey olmayacağını” tahmin etmiştir.
Anarşiye karşı olağan argüman aşağı yukarı şöyledir: İnsanlar mükemmel değildir, sınırlamalara ihtiyaç duyarlar, hapishanelere bile kapatılmaları gerekebilir. Gönüllü işbirliğine dayanan özgür bir toplumun tesis edildiği momentte, bu durumu kendi çıkarlarına kullanma arayışındaki insanlar ortaya çıkacak ve gücü kendilerinde toplayacaktır. Dahası toplumlar genişler, nüfus yoğunlaşırken, düzen ve karar alma problemleri iyice karmaşık bir hal alacak, fikir birliği tekniklerini ve yaygın yaptırımları kullanışsız bırakacaktır. Dolayısıyla, bu bakış açısından otorite modellerini resmileştirme, merkezileştirme ve kurumsallaştırma yönünde baskılar vardır.
Tarihin asıl itişi devletlerin ve otoriter formların oluşması yönündedir. Ademi-merkeziyetçilikten merkeziyetçiliğe, küçükten büyüğe doğru bir harekettir bu. Anarşik bir rejimden doğan devletlerle ilgili pek çok örnek sıralayabiliriz ve örneklerimizde devletçiliğin pek çok tohumu mevcuttur, ama devletten doğan bir anarşi örneğinin kanıtları mevcut değildir. Aslında eğilim sadece devlet oluşumuna yönelik değildir, dünyayı saran daha az sayıda ve daha büyük devletin oluşumu yönündedir.
Lenin Bakuninci fikirlerden etkilenmişti, ama bir “realist” olarak onun öncü kolu, Bakunin’in romantik ve naif tarzı içinde zorunlu gördüğü alicenap özgeciliğini kaybetmişti. Elit sınıfını kahramanların öncü kolunun oluşturduğu faşistlerin aksine, Bakunin’inki azizlerden oluşan bir öncü koldur.
Bakunin kitlelerin, kendilerini ya da şan şöhretlerini düşünmeyen, adanmış bir grubun teşvikiyle, devrimci bir coşkuyla harekete geçeceğini düşünüyordu. Kitlelere liderlik etme, onlara hükmetme veya yönlendirme arayışında olmayan, güçlü ve eğitimli kişilerin oluşturduğu bir organ olacaktı bu. Halkı yönlendirmek yerine onun arzularını öğrenecek, bunu dile getirecek, daha geniş bilgi ve anlayışlarıyla, devrimin kitlelerin amaçlarına doğru ilerlemesine yardım edeceklerdi. Bu öncü kol görünmez ve anonim olacaktı.
Muhafazakâr kuram, yöneticiye sunulan takdirin, yöneticinin halka verdiği hizmetlerin karşılığı olduğunu ileri sürer. Demokratlardan anarşistlere geniş bir ideoloji yelpazesinden kişiler bu argümana karşı çıkar. Aslına bakılırsa, yöneticiliğin tüm formlarındaki karşılıklılık, memnun olmak için kendini kandırma derecesinin yüksekliğiyle ilgili görünmektedir.
Çoğunluk kuralına bağlı olan demokrasi, bir kişinin ya da az sayıda kişinin yönetimine alternatif sunmaya çabalar, fakat genelde çoğunluğun ya da daha yaygın olarak en fazla oy alan kişinin diktatörlüğüyle sonuçlanır. Bu ahlak, doğru ve yanlışın, oy vermeye zahmet edenlerin çoğunluğu tarafından belirlendiğini varsayar.
anarşik rejim içinde düzen yaygın yaptırımlarla kurulur. Kendi kendine yetme, kendi kendini düzenleme ve kendini sınırlama ile korunur. Bu araçlar, sistemi daha iyi hale getirme ve oyunu asgari hileyle oynama arzusu kadar, korkuyla da işler.
Hükmetmenin “baş etkeni” fiziksel güç değildir, daha ziyade zincirleme bir etkidir: Yöneticinin kontrolü altında güvendiği beş ya da altı kişi vardır; onlar da 600’er kişiyi kontrol eder ve onlar da sonuçta toplam altı bin kişiyi kontrol eder. “Bütün bunların sonucu aslında ölümcüldür. Ve kim çileyi çözmek isterse karşısında altı bin kişi değil, bu kordon aracılığıyla tirana bağlı olan yüz bin, hatta milyonlarca kişi bulur. Homeros’a göre Jupiter bir zinciri çektiğinde tüm tanrıları kendine çekebilmekle böbürlenir”
İnsanlar efendileri tarafından ziyafet ve gösterilerle kandırılıp esarete alıştırılırlar; yöneticilerin iğrençliğini gizlemeyi amaçlayan ritüel uygulamalar ve dini dogmalarla kafaları karışır; içleri kölelikle olduğu kadar hayranlık ve saygıyla da doldurulur.
İnsanların “doğallığında” iyi olduğunu düşünmek bir hatadır; onları canavar olarak suçlamak da aynı derecede yanlıştır. Bütün halklardaki radikaller insanları konformist olarak değerlendirecektir.
Bazılarının açıkça sandığı gibi, yasaların kaldırılması halinde insanlar arasında çok büyük bir cinai ve düşmanca davranış patlamasının ortaya çıkacağına inanmak, aslında polisin mevcut gücünü çok fazla abartmaktır. Daha da önemlisi hepimizin doğru ve yanlış hakkındaki yıllarca süren koşullanmamızı, içsel denetim veya vicdan duygularımızı da çok küçümsemek anlamına gelir.
Anarşik rejimlerde mülkiyet daha az, homojenlik ve eşitlik daha çok olduğu için insanların daha az dalaştığı varsayılır. Ama belki de, sonuçlardan korkulduğu için burada da gene kısıtlama önem taşır ve böylece daha az tartışma ortaya çıkar.
Kitlelerin güce sahip olanlar tarafından uyuşturuluyor olmaları gibi gayet reel bir ihtimali bir kenara bıraksak bile, insani değerlerin sık sık insanları, güvenliği bağımsızlığa, düzeni özgürlüğe ve verimliliği bireyselliğe tercih edecekleri şekilde biçimlendiğini de düşünebiliriz. Şu açıktır ki, anarşi, çalışmayı, sorumluluğu ve oyunu kurallarına göre oynamayı gerektirir. Özellikle günümüzde insanların büyük çoğunluğu sorumluluğu yönetime bırakmaktan memnundur – belki çok tembel olduklarından, belki iktidara sahip olanlar tarafından büyülendiklerinden; belki de, aynı zamanda, kendilerine olan güvenleri güçlüler tarafından zayıflatıldığından…
Yönetilenler yönetimin en iyisini bildiği, topluma hizmet sağlamanın en etkin aracının bu olduğu, sıradan halkın ise niteliksiz ve vasıfsız olduğu kanaatine inandırılmışlardır
Bir ekonominin sadece serbest pazarın taleplerinin kontrol ettiği, kendi kendini düzenleyen bir sistem olduğu, öyle olması gerektiği şeklindeki eski liberal kapitalist nosyon, özünde anarşist bir nosyondur. Öte yandan, diğerlerini sömürmek ve bastırmak için bir kılıf olduğunda artık varlığını sürdüremez
Tüm komünlerin ideali; üretim araçlarına müştereken sahip olunan, gönüllü üyelik ve ceza almadan ayrılma özgürlüğünün bulunduğu, karar alma sürecine tam ve eşit katılımın olduğu, kişinin uğraşını özgürce seçtiği, eğitimin, sağlık hizmetlerinin ve ilacın parasız olduğu, eşit ücret alınan, paranın yerini paya dayanan bir tür karnenin ve komünler arası takas sisteminin aldığı özgür bir kolektif oluşturmaktır.
Sovyet sistemi sendikalist ve faşist modellerin değiştirilmiş bir hali olarak görülebilir. Elbette ki ikincisine daha yakındır, zira gerçekte Sovyet sistemi kapitalistlerin ve işçilerin korporasyonlarını devlet bürokrasisi içinde massetmiştir.
(Santallar) Bir kişi ya da gruba uygulanabilecek en korkunç ceza, bir yaygın yaptırım biçimi olan dışlamadır. Göründüğü kadarıyla, bu ceza ağırlıklı olarak konfederasyon meclisi tarafından ve evlilikle ilgili ihlallerle bağlantılı olarak verilir. Dışlanacağı duyurulan kişi ya da grup önce tüm topluluk tarafından yerilir. Sonra suçludan uzak durulur ve sanki orada değilmiş gibi davranılır. Dışlama cezası geçici veya sürekli olabilir. Kalıcı olduğunda, topluluğa geri dönüş kişinin o tavrını değiştirmek istemesine, pişmanlığını göstermesine ve arınma seremonilerinin bedelini ödemesine bağlıdır.
(Santallar) köy meclisleri hükümlerinde aslen maddi ceza belirleyip, ritüel arınma emretmektedirler. Amaç cezalandırmaktan çok barışı tekrar tesis etmektir. Maddi cezalar genelde meclise bir ziyafet vermek veya içki sunmak için kullanılır ve bir alanda, hem şikayetçi taraf hem de suçlanan taraf katkıda bulunur, fakat sanık daha çok verir.
Normalde toplantıyı reis duyurur, ancak köydeki herhangi bir kişi de toplantı ricasında bulunabilir. Santal geleneğinde, her üyenin kendi bakış açısını tam olarak ifade etme hakkını garanti altına alan açık ve özgür toplantılara güçlü bir vurgu vardır.
(Ibolar) Ölüm cezasını uygulayacak bir güç yoktur, fakat yakalandığı takdirde bir katilin kendini asması beklenir.
Her köyün, kendi “saray maiyeti” olan, köyün davul ve tespih gibi kutsal amblemlerini muhafaza eden bir reisi vardır ..Krallığın hilelerine sahipken, reisin aslında çok az gücü vardır ve büyük oranda köylülerin merhametine kalmıştır. Ziyafet verdiği sürece köy içinde iyi konumdadır ve “sarayındaki” reise herkesin tam bir saygı gösterdiğini köylüleri görür.
Anasoylu toplumlarda kadınların erkekler ile eşit olduğu şeklinde yanlış bir kanaat vardır. Anasoyluluk anaerkillik değildir. Soyun kadın üzerinden aktarılması, yönetimin kadınların elinde olduğu anlamına gelmez
..Karşılıklı olarak birbirini dengeleyen yükümlülüklerin ince ağı Tonga toplumunu bütünleştirir ve en azından yüzeyde formsuz bir toplum olarak görünen Tonga toplumuna bir düzen verir. Tongaların bu araçları, merkezi otorite ve entegrasyon kadar, “şefleri” de gereksiz kılar.
Bir Tonga “hemcinslerinin onları bir tartışma içine çekmesine izin vermeye isteksizdir, yan çizmeye çalışır ve eğer çevresindekiler bir kavgada ısrarlı görünüyorsa ortadan kaybolmayı dener. Yahut, kesinlikle dövüşçülerle ilişki içinde olan yakın destekçiler, ellerinden silahlarını ya da zarar verebilecekleri herhangi bir aleti alarak, nazikçe baskı uygulayarak, dövüşü bitirmeyi salık veren sakinleştirici sözler söyleyerek, onların davranışlarını kısıtlamaya çalışır. Taraf olmak [veya intikamcı birinin garezini çekmek] istemezler”
Şaka yapma ilişkisi, sakınma ilişkisi gibi, normalde çatışma yaratmaya yatkın olduğu düşünülen bir ilişkide huzuru korumak için tasarlanmış bir tekniktir.
pazarın yaşlısının bir pazar mabedi üzerinde ritüel bir kontrolü vardır ve bu kişi doğaüstü güçleri yardımına çağırabilir. Konkombalar gizli kalmış bir hırsızın, mabet civarında yaşayan arılar tarafından sokularak öldürüleceğine inanırlar. Suçunu itiraf eden bir suçlu ise pazar yaşlısına mabette kurban edilmek üzere bir Gine tavuğu verir.
(Tiv toplumunda) Yaşlı kişi kendini, huzuru korumak için günlük sorunları ve anlaşmazlıkları çözme işine adar. Barış ve düzeni korumak için yeterli bilgiye sahip olmalı, dolayısıyla hukukî görenekleri, soyağacını ve akrabalarının tarihini, sağlık ve bereket büyülerini bilmeli, cadılığın özüne -tsav- hakim olmalıdır. Meşru güç, barış ve bereket sağlayan mistik bir niteliğe sahip olmaya bağlıdır.
Kıyı halklarının çoğunda (Kwakiutl ve Nootkalar hariç), gruplar arası işlenen bir cinayete karşılık yapılacak intikam saldırısının alternatifi, cinayeti işleyen gruptan birinin “katledilmeye gönüllü olmasını” talep etmektir. Kara büyü yapmakla suçlanan cadı kadınlar genelde katledilir ve bu cinayetlerin intikamı alınmaz.
(Pigmeler )Günlük topluluk işleriyle ilgili karar alma işlemi, tartışmaları ele alma biçimine benzer. Meseleler rastgele ve teklifsiz bir tarzda, bireysel bir liderlik olmaksızın ele alınır. Diyelim bir ava karar verilecekse, yetişkin tüm erkekler anlaşmaya varana dek tartışır. Kadınlar da fikirlerini belirterek tartışmaya katılırlar.
“… Pigmeler kişisel otoriteden hoşlanmaz ve bundan kaçınırlar,” diyor Turnbull, “gene de sorumluluk duygusundan hiçbir şekilde yoksun değildirler. Daha ziyade sorumluluğun müşterek bir şey olduğunu düşünürler” (1962, 125). Pigmeler Turnbull’a toplumlarında liderlerin, yasa koyucuların ya da bir yönetimin olmadığını söylemişlerdir, “çünkü biz orman halkıyız”; orman “şef, yasa koyucu, lider ve nihai yargıçtır” (1962, 26).
(San Halkları) Hiçbir koşulda lider “kibirli, küstah, övüngen, zorba tavırlı veya soğuk” olmamalıdır (Lee, 345).
Bir Inuit kadını bir Inuit erkeğine tam olarak eşit görülmez, ama Inuit kadınları başka toplumların çoğundaki kadınlardan daha fazla nüfuza ve özgürlüğe sahiptirler. Çoğu zaman, Inuit kadınlarının yüksek konumlarının ekonomideki önemli rollerinden kaynaklandığı ileri sürülmüştür. Yetişkin bir Inuit erkeği evi geçindirebilmek için yardıma ihtiyaç duyar, yani rolünü yerine getiren bir Inuit kadını olmadan yaşamın sürdüremez. Kadınlar evin geçindirilmesinde o kadar gereklidirler ki eğer bir erkek, karısı olacak bekâr bir kadın bulamazsa poliandri’ye bile başvurabilir ve zaten kocası olan bir kadınla evlenebilir.
Geleneksel olarak Inuitler, yerel topluluklar ya da bazılarında birkaç düzine kişinin, diğerlerinde ise bunun on katı insanın bulunduğu kafileler halinde yaşarlar. Her kafile içinde öne çıkan en azından bir kişi ve genelde diğerlerinin “eşitler içinde birinci” kabul ettiği biri vardır (Birker-Smith, 145). Birker-Smith, Kuzey Kanada’nın Central Eskimoları arasında bu kişinin “isumataq, diğerleri için düşünen kişi olduğu sonucuna düşünerek varan kişi” olarak adlandırıldığını belirtir (145). Fakat unvanın, grup içindeki en zeki olarak düşünülen kişiyi ima ettiği de zannedilebilir.
“Inuitler arasında güçlerini kullanan bir devlet, faaliyet özgürlüklerini kısıtlayan bir yönetim yoktur. Eğer Kropotkin’in düşlediği gibi özgür insanların özgür iradesine göre kurulmuş bir topluluk yeryüzünde varsa, onu Kuzey Kutbu civarında yaşayan bu yoksul kabileler arasında bulabilirsiniz”
Anarşistler için mesele yapı ya da düzeninin var olup olmaması değildir; onlar için mesele ne tür bir yapı ya da düzenin var olacağı ve kaynaklarının ne olacağıdır. Kendi yaşamanı kendi düzenleyecek denli özgürlüğe sahip olan bir grup ya da kişi en yüksek düzeyde düzene sahip olacaktır; düzenin yukarıdan ve dışarıdan dayatılması, eğer çocuksu bir bağımlılığı ve güçsüzlüğü teşvik etmiyorsa, kızgınlığı ve isyanı kışkırtır, dolayısıyla kargaşa yaratan bir kuvvet olur.
Anarşistler için mesele yapı ya da düzeninin var olup olmaması değildir; onlar için mesele ne tür bir yapı ya da düzenin var olacağı ve kaynaklarının ne olacağıdır. Kendi yaşamını kendi düzenleyecek denli özgürlüğe sahip olan bir grup ya da kişi en yüksek düzeyde düzene sahip olacaktır; düzenin yukarıdan ve dışarıdan dayatılması, eğer çocuksu bir bağımlılığı ve güçsüzlüğü teşvik etmiyorsa, kızgınlığı ve isyanı kışkırtır, dolayısıyla kargaşa yaratan bir kuvvet olur.
“Vahşi kabilelerin yaşamından çıkarılacak dersler arasında, bir toplumun, düzeni polis olmadan nasıl koruyabileceği de vardır.”
etnosentrik bir kökene sahip olduklarından, tartışılan çeşitli gruplar için yaygın olarak kullanılan isimlerle ilgili bir problem vardır. Aynı zamanda uygun alternatifler getirmek de zordur. Örneğin, Eskimo pejoratif bir kökene sahipken, alternatifi, yani kendileri için kullandıkları isim olan Inuit, etnosentrik bir tını taşımaktadır. Bunun anlamı, o ismi taşıyanların insan olduğu, yabancıların insan olmadığı imasıdır. Berberi şüphesiz bunlar içinde en pejoratif olanıdır – barbar anlamına gelir. Fakat bu halklar kendileri için tek bir kapsayıcı terimden yoksundur. Yine de çoğu Imazighen’i, yani “özgür insan”ı kullanır; ve tahminim hiçbiri böyle çağrılmaktan dolayı içerlemeyecektir.
Anarşi çok sıklıkla kaosla eş tutulur ya da sağa sola bomba atan gözü dönmüş manyakların ürünü, kaçık işi bir tasarı olarak görülür.
Anarşistler, yasanın uygulanmasının nihai ve öncelikli amacının yöneticilerin çıkarı olduğunu vurgularlar.
Hukuk ve yönetim şaşmaz şekilde elit bir sınıfın yönetimiyle ilintilidir; yönetimsiz toplumlar ise şaşmaz şekilde eşitlikçi ve sınıfsızdır.
Bakunin de şöyle yazmıştır: “O halde, bilimin mutlak otoritesini tanıyoruz… Yegane meşru otorite budur, meşrudur, çünkü rasyonel ve insan özgürlüğüyle uyum içindedir; bunun dışında kalan diğer bütün otoriteleri yanlış, keyfi ve ölümcül ilan ediyoruz” (Maximoff, 254).
Buna rağmen devletin hakim olduğu toplumlarda yaşayan bizler sadece yaygın yaptırımlara boyun eğmekle kalmayız, aynı zamanda devletin ezici gücüne de maruz kalırız. Sofistike teknoloji çağında, bilhassa iletişim, ulaşım ve elektronik
gözetim alanlarında, devletin inanılmaz derecede korkutucu bir gücü vardır. Bu dünyada gerçek tiranlar devlet tiranlıklarıdır.
Aslında bazen zıt görüşler birbirine öylesine zıttır ki benzemeye doğru giderler.
Kirikurular reis gücü yerine bir dizi yaygın yaptırıma güvenirler. Dedikodu, şikayet ve dışlama vardır. Cadı ya da kara büyücü
olduğu öne sürülen kişiler öldürülür; bir suç ya da kötülükle bağı olan suçlu kehanetle saptanır. Kabilenin gizli flütlerini gören bir kadın toplu tecavüzle cezalandırılır.
Dole, kalıtsal bir şefliğin had safhada güçlü olduğu, Güney Amerika orman yerlilerine dair çeşitli örnekler vermektedir. Bir Sherente reisi, karısını sürekli terk eden bir adamı öldürmelerini emrettiğinde, adamları ona itaat etmiştir. Bir Apinaye reisi, kara büyü yaptıkları iddia edilen kişilerin infazını emretmiştir. Bir
Shavante reisi, topluluğun iyiliği için tehlikeli oldukları gerekçesiyle beş adamı yakalatmış ve sonra infaz ettirmiştir. Cashinahua reisi, her gün köydeki her aileyi ziyaret etmiş ve günlük faaliyetlerle ilgili emirler vermiştir. Bir evliliğin gerçekleşebilmesi için onun izni gerekmektedir.
İçlerinden hiçbiri, bir başkasını yapmak istemediği bir şeyi yapmaya zorlayacak denli güçlü değildir. Bu sınıfsız toplumda gerçek şefler yoktur. Her köyün,bugünlerde konumu hükümet tarafından da kabul edilmiş olan bir reisi vardır; ancak bu kişi,
insanlara ancak gitmek istedikleri yöne doğru liderlik yapabilir. Bu konuma gelme ve onu kullanma biçimi bir diktatör olmamasını garanti altına alır” (Geddes, 21). Genelde, eskiden reis olan bir kişinin akrabası bu göreve uygun görülür ve bir reisin konumu oybirliğiyle onaylanır. Varlıklı biri olması gerekir, fakat sadece
zenginlik onu büyük bir adam yapmaya yetmez. Bir reis, en azından nazik ve akıllı olmalı; kendi iradesine başkalarına dayatarak keyfi bir idare uygulamamalıdır. Burada gene karşımızda, idareci olan ve diğerlerini arzularını takip etmeye teşvik edebilen nüfuzlu bir adam vardır.
Ifugao erkek ve kadınlarının ilişkileri epeyce eşittir. Bu büyük oranda çift taraflı akrabalık uygulamasından kaynaklanır. Hem kadın hem erkek, evliliğe eşit miktarda mal mülk getirir ve tarlada
yan yana çalışır.
Sanığın suçunu inkar etmesi durumunda, kaynar su çilesinden geçmesi istenebilir. Bunu reddederse tabii ki suçlu olduğu
düşünülür. Bir hakem işlevi gören arabulucu, sanığın ellerini bir kap kaynar suyun içine sokup, suyun içine konmuş bir taşı alıp çıkarmasına gözetmenlik yapar. Eğer taraflar karşılıklı olarak birbirlerini suçluyorlarsa, ellerini yan yana koyarlar, arabulucu elleri üzerine kızgın uzun bir bıçak yatırır, bıçağın yalnızca suçluyu yakacağı farz edilir. Bilek güreşlerine ve düellolara da başvurulur. Düellolar iki tarafın birbirine yumurta atmasıyla başlar, mızrak atmaya geçer ve bazen kavgaya başkaları da katılır.
Colson şöyle belirtir: Bir Tonga “hemcinslerinin onları bir tartışma içine çekmesine izin vermeye isteksizdir, yan çizmeye çalışır ve eğer çevresindekiler bir kavgada ısrarlı görünüyorsa ortadan kaybolmayı dener. Yahut, kesinlikle dövüşçülerle ilişki içinde olan yakın destekçiler, ellerinden silahlarını ya da zarar verebilecekleri herhangi bir aleti
alarak, nazikçe baskı uygulayarak, dövüşü bitirmeyi salık veren sakinleştirici sözler söyleyerek, onların davranışlarını kısıtlamaya çalışır. Taraf olmak [veya intikamcı birinin garezini çekmek] istemezler.
Nietzsche devletin yağmacı yapısını şöyle belirtmiştir: “Devlet ahlaksızca örgütlenmiştir. savaş, işgal ve intikam arzusuyla.”
Alman tarihçi Von Treitschke şu gözlemde bulunur: “Savaş olmazsa hiçbir devlet olamaz. Bildiğimiz tüm devletler savaş aracılığıyla ortaya çıkmıştır ve silahlı kuvvetlerle üyelerini korumak asıl ve temel işleri olmuştur. Bu nedenle, devletlerin varlığı sürdükçe savaş da tarihin sonuna dek varlığını sürdürecektir… ebedi barışa körcesine inananlar devleti tek tek ele alma hatasına düşerler ya da barışın evrensel olduğu hayaline dalarlar, oysa ki bunun akla aykırı olduğunu daha önce gördük,” çünkü bir devlet daima diğer devletler arasındaki varlığıyla mana taşır ve bu nedenle diğerleriyle çatışır (38). “İtaat devletin aslen ihtiyaç duyduğu şeydir… onun asıl özü, kendi iradesinin yerine gelmesidir.” (14) “Devlet bir sanatlar akademisi değildir, borsa hiç değildir; güçtür.”
Pigmeler Turnbull’a toplumlarında
liderlerin, yasa koyucuların ya da bir yönetimin olmadığını söylemişlerdir, “çünkü biz orman halkıyız”; orman “şef, yasa koyucu, lider ve nihai yargıçtır”
Kamp liderleri karar alma sürecine, arabuluculuk işlerine ve yiyecek dağıtımına hakimdir. Ama bir !Kung San’a grubunun bir şefi olup olmadığı sorulduğunda şöyle yanıtlamıştır: “Tabii ki bir şefimiz var! Aslında hepimiz şefiz… hepimiz kendimizin şefiyiz”
Inuitler arasında güçlerini kullanan bir devlet, faaliyet özgürlüklerini kısıtlayan bir yönetim yoktur. Eğer Kropotkin’in düşlediği gibi özgür insanların özgür iradesine göre kurulmuş bir topluluk yeryüzünde varsa, onu Kuzey Kutbu civarında yaşayan
bu yoksul kabileler arasında bulabilirsiniz”
eşitlikçi avcı toplayıcılık en eski toplum tipi olduğuna, zamanın uzun bir döneminde
hâkim olduğuna –on binlerce yıl– göre, anarşinin de en eski ve en dayanıklı rejim türlerinden biri olduğunu söyleyebiliriz. On binlerce yıl önce herkes anarşistti.
Büyük Frederick olan Alman tarihçi
Von Treitschke şu gözlemde bulunur: “Savaş olmazsa hiçbir devlet olamaz. Bildiğimiz tüm devletler savaş aracılığıyla ortaya çıkmıştır ve silahlı kuvvetlerle üyelerini korumak asıl ve temel işleri
olmuştur. Bu nedenle, devletlerin varlığı sürdükçe savaş da tarihin sonuna dek varlığını sürdürecektir… ebedi barışa körcesine inananlar devleti tek tek ele alma hatasına düşerler ya da barışın
evrensel olduğu hayaline dalarlar, oysa ki bunun akla aykırı olduğunu daha önce gördük,” çünkü bir devlet daima diğer devletler arasındaki varlığıyla mana taşır ve bu nedenle diğerleriyle çatışır. “İtaat devletin aslen ihtiyaç duyduğu şeydir… onun asıl özü, kendi iradesinin yerine gelmesidir.” “Devlet bir sanatlar akademisi değildir, borsa hiç değildir; güçtür…”
Anarşist kuram, buna bağlı olarak, Hobbes’un yönetimi olmayan topluluğun kötü ve kaba olacağı şeklindeki tezine açıkça karşıdır. Aslında, anarşistler Hobbes’u mahkûm ederler ve devlet ortadan kalktığı takdirde dünyanın daha huzurlu ve işbirliğine açık bir yer olacağını ileri sürerler. Açıktır ki antropolojik kayıtlar Hobbes’u hiçbir şekilde desteklemez. Devletsiz toplumlar, devleti olan toplumlara kıyasla, daha az şiddetin olduğu ve daha az zalim toplumlardır.
Bizler alışkanlıkları ya da adetleri olan hayvanlarız–gelenekçiyiz.
Görünen o ki bize sürekli muhalefet siyasetinden başka bir şey kalmıyor. Kendini özgürlüğe, bağımsızlığa adamış kişilerin güven içinde arkalarına yaslanıp, dünyanın barış, uyum ve özgürlük içinde olduğunu düşünebilecekleri tek bir an bile olamaz. Gerçekten özgür bir topluma asla ulaşılamayacak olması, ulaşılsa bile bunun düşünülebilecek en dayanıksız toplum olacağı gerçeği mücadeleyi terk etmek için bir bahane olamaz. Eğer kendimizi olanın eline teslim edersek, yaşamanın anlamı kalmaz. Ve şayet eğer anarşiye ulaşılacaksa, minicik bir başarı için bile ödenecek en küçük bedel sonsuz bir ihtiyat olacaktır. Devrimci sınıfın enternasyonal marşının sözlerine rağmen, nihai savaş yoktur. Savaş sonsuza kadardır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir