Yahya Kemal Beyatlı kitaplarından Edebiyata Dair kitap alıntıları sizlerle…
Edebiyata Dair Kitap Alıntıları
Şiirde lisan, zevk, fikir, mazmun, her şey eskidir, yalnız aşk eskimez her dem tazedir.
Türk edebiyatı fikirden yana fakirdir, bu nakisayı (eksikliği) itiraf ederiz. Fakat hiç bir millet Fuzuli ve Nedim ayarında iki büyük lirik şâir gösteremez.
Milliyetimizi, kendime göre, idrâk ettiğimden beri, dilimden düşmeyen bir cümle budur: “Resimsizlik ve nesirsizlik.. (Bu) iki feci noksanımız olmasaydı bizim milliyetimiz bugün olduğundan yüz kat daha kuvvetli olurdu.”
« Cihânın bin belâsından banâ pervâ mı kalmıştır?»
/Namık Kemâl
« Sosyalist kalkıyor, vatanperver şâiri istihzâ(alay)sına boğuyor, mütedeyyin (dindar) kalkıyor, dîne karşı kayıtsız şâiri rûhsuz gösteriyor, milliyetperver kalkıyor aşk ve tabîat şâirlerini kayıdsız ve hissiz îlan ediyor. Hâsılı bu havârîler şiiri kendi hesablarına seferber etmeği arzû ettikleri için şiire kendi maksadlarına göre program çiziyorlar. »
« Az şiir diyorsunuz, lâkin şiirimizin azlığından kaari’leriniz şikâyet ediyorlar!
Az şiirim varsa bunu bahtiyarlık sayarım.
.
Şiir denilen ezelî yazın içinde bir ağustos böceği olmak bile bir varlık sayılır. Şiiri kağıt üzerine yazmak kolaydır; vezni, kafiyeyi ve lisânı kullanan çok kimsenin elinden gelir ancak Verlaine’in bahsettiği kuş gibi ötmek şiirdir. »
« Kim bilir, yüzlerce seneden beri isimleri unutulup giden ne kadar şâir vardır, ve kim bilir ne külfetlerle vücûda gelen cilt cilt divanlar bu isimlerle beraber mâzînin azîm karanlığına karıştı gitti. Bununla beraber ben, şâiri bir dal üstünde sâdece bir ‘cik’ diyip giden kuşcağıza da kıyâs edemem. Hiç bir şâir, kendisinden âtîye ne kalacağını tahmîn edemez. Bunun için mümkün olduğu kadar çok eser bırakmanın lüzumuna kaani’im.»
Orhon Seyfi Orhon, Resimli Dünya Mecmuası, 1924
« Aklıma bir suâl geldi:
_ Aşka dâir fikrinizi sorabilir miyim üstad? Aşk nedir?
_ Onu bana sormayınız!.. Ben nasıl bileyim:
‘ O mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler.’
« Vakıâ biz edebiyâtın eski şerefini çok kaybettiği bir devirde doğduk. Şiir 1908 Meşrûtiyet’inden sonra, fazla toy gençlerin yaygarasıyla laübâlî bir hüviyet aldı. Bir nesil evvelki alafranga şâirlerin bile bunlara göre ciddi oldukları anlaşıldı. Son yirmi seneye ancak bir neslin şiiri sığabilirken, birbiri arkasından, dâimâ bir evvelkinin iflasını haykıran genç zümreleri gürültüyle bir çok zevk sahiplerine kesel (tembellik, uyuşukluk) verdiler.
Genç şâir unvânı bir istihzâ (alay) klişesi oldu.
« İsteseler de yaratılışlarından sıyrılamazlar. Onlar şiiri bırakmak isteseler şiir onları bırakmaz. En iyilerin hepsi değilse bile, herhalde bir çoğu gençliklerinde takdîr edilmezler, ancak ihtiyarladıklarında, hattâ bazı kere ancak ölümlerinden sonra halkın saygısını görürler.»
« .. bir insanın hayatında şiiri anlamaması büyük bir noksandır; çünkü şiir, hazların en derini ve en güzelidir.»
« Yazık ki bizde şimdiye kadar sanat ekseriyâ bir gaaye değil bir vâsıta oldu. Türk muharrirleri şan peşinde değil, şöhret peşinde koştular. Onun için de hikâyede Balzac, temâşâda Shakespeare, nesirde Michalet yetişeceğine sefir, yâlî yetişti.
İnsanların en asilleri olan havârîler, kahramanlara ve şâirlere şöhret değil, şan isterler. »
« . hayâtım bir heves peşinde leylî geçti.»
« Bütün yazdıklarımızın netîcesi bir bunaltı.
Ne kadar edebi mecmualar çıktı, hâlâ da çıkıyor birkaç sahte parıltıdan sonra sönüyorlar; şüphesiz sönmeleri daha hayırlı; çünkü okuyanların dereke(seviye)sinden daha pest(aşağı,) bir derekede çıkıyorlar.
« Yazık ki felâketler bize en büyük fenâlığı eski emelleri unutturmakla yaptılar.»
« Birçok zevâta (saygı değer kimseler), bizde niçin temâşa(tiyatro) yok? diye sorsanız;
mükemmel bir sahnemiz, dekorlarımız, şumuz bumuz yok da ondan, derler. Bu cevâbı veren binlerce zevk sâhiplerine diyebilirsiniz ki bizde temâşâ yok. Çünkü siz henüz temâşâyı edebî bir nevî (tür) değil, bir sahne âyîni sanıyorsunuz.»
« Bu âile hâyatında aşkın büyük kasırgaları yok; Türk âilelerinin öteden beri bildikleri bir âfet: İnce hastalık geliyor, bu güzel vücûdu alıyor; işte bütün fâciâ burada başlıyor ve burada bitiyor. Makber mevzûca sanatın bütün tumturâk(gösteriş)ından âzâdedir.
Fakat Makber, ilk mısrâlarından da anlaşıldığı zaman, ölümün eşiğinden başka bir mersiyedir; bu eşiğe bastıktan sonra gözlerimiz ölüme dalıyor, kadar o manzaradan ayrılamıyor; bu mersiyeyi bitirirken, mütesellî(teselli) de olamıyoruz, en son vak’ada, Allâh’a ve Peygamber’e olan i’tisam(sarılmak)la bile avunamıyoruz. Bütün bu fâcia içinde bir kahraman aramak beyhûdedir: o kahraman ne ölümüne ağlanan kadındır, ne de ağlayan şâirdir, bir muammâ olan ölümdür..»
★ « Edebî cereyanları, şedid (şiddetli) olan Frenk memleketlerinde, edebiyâta nigehbân (bekçi) olan münekkid (eleştirmen)ler eski eserleri muttasıl (devamlı) hatırlatıyor, tekrar tattırıyor, okutuyorlar.
Biz böyle güzîde bir münekkid (eleştirmen) zümresinden mahrûmuz. »
« Otuzyedi seneden beri yeni Türk neslinin gözlerini kamaştırırmış olan bu iki eseri tekrar okudum.
Bizde eserler bir nakîsa (eksiklik) yüzünden kenarda kalıyorlar: Okumakta tekâsül (tembellik).
Bu esksiklik ile büyükten küçüğe bu nesil ma’lûl( hastalıklı)dür; gençliğinde okuduğu eserleri bir daha eline almaz, tekrar eline alsa bile gelişi güzel karıştırır, sahîfelerde eski hâtıralarını arar ve kapar, mamâfih o eserler hakkında yine fikirlerini söyler; farkında olmaz onsekiz yahut kırk yahut elli yaşında tekrar ediyor.»
« Çocukken okuduğumuz kitapların hepsi aynı kıymette miydiler?
O kitapları bir daha elimize alırsak anlarız ki bâzılarını, sırf o yaşa mahsus bir lezzetle tatmışız bâzılarını da o yaşta tam bir derecede anlayamamışız.»
« Âlemde hiç gülen mi olur ağlayan kadar?»
Abdülhak Hâmid Bey, Rûhlar
« Sanata Dâir:
Şiirde güzellikten başka gaaye aramam. Âsâr-ı sanat bana zevk vermeli, nasîhat değil, hamiyet hiç Edebiyattan maksad ancak edebiyat olabilir.
Çamur, velev ki vatanın çamuru olsun yine çamurdur; hubb-i vatan başka, selâmet-i zevk başka Ve bunlardan biri behemâl dîğerini tard etmez. Ben vatanı da severim, güzel âsârı da severim; ve isterim vatanım güzel âsârın mevtını olsun. »
« ..sefâletin zevki de aşk gibidir, çekmeyen bilmez.»
« Sefâlet şiirinin bu keskin tarzı ancak Rus hikâye – nüvislerinin hikâyelerinde var; çünkü sefâleti karşıdan görenlerden ziyâde bizzat çekenler anlıyorlar. İnsan bir başkasına acıdığı zaman merhameti bir derece, fakat kendine ve kendi gibi baldırı çıplaklara acıdığı zaman tam hissediyor.»
« Şâirlerimiz ıztıraplarımızı bir üzüm gibi pek iyi tadıyorlar, yalnız o üzümden şarabı çıkaramıyorlar; ızdırablarımızı, onunçün eskilerin aşkla şevki tattıkları gibi, tadamıyoruz!»
« Çok görmüş, çok geçirmiş, çok hissetmiş bir milletiz; eski şiirimizde sevincin, aşkın, hasretin, hüznün hudutsuz tadları var. Yalnız ağrıların tadı yok; Türk zâikası bu büyük lezzete henüz bîgânedir.
Eski cemiyetin rûhu aşktı, şâirleri aşka ve aşkın tecellîleri olan şevke ve hasrete tad verdiler. »
« Dostoyevski nâmında bir Rus’un, bu siyah kitap kadar siyah bir kitabını okudumdu; içinde vücutları ve kalbleri ağrıyanlar, benim kanımdan, dînimden, dilimden değildiler, bir zaman o Rus’un kitabında görüp de sevdiğim ve acıdığım o insanlara kendi milletimden daha yakınım »
★ « Iztırablar ve şevkler ne kadar coşkun olsalar kendiliklerinden nutka gelemezler; bu hisleri herkes duyar, yalnız ‘ şâir ‘ söyleyebilir. »
« Dedim ki:
Bir milletin mirayedi oğulları, nesi var, nesi yok her şeyini aldıktan sonra, ıztırablarını söyleyecek lisânını da almışlar, kendi hevâ vü heveslerinde kullanıyorlar. Bir taraftan lisan hebâ oluyor, bir taraftan da ıztırabların sesi kısık. Ne o kuru lisandan bir edebiyât vücûda gelebiliyor, ne de bu lisansız ıztırablardan. Lâkin o lisânla bu mevzû bir şâir kalbinde kaynaşabilseydiler özlediğimiz şiiri dinlerdik! »
« Kalbi olanların dili yok, dili olanların kalbi yok.
Yoksa bugün Türk şiiri ve nesri, taş yürekleri eriten bir şey olurdu. »
« Büyük harbde, on cephemizin ateşinde hazır bulunmuş çok güzîde ve edebiyat meraklısı bir askerimizn elinde Çanakkale destanımıza dâir Fransızca, bir eserimizi gördüm; yine bize dâir ve yine Fransızca olmak üzere, buna benzer daha kitapları vardı. Bunu görünce kalbimde bir acı hissettim.
Döktüğümüz kanın manzarasını bile Fransızca’dan seyretmeğe mahkûmuz, dedim. Bizim harb cephelerimiz, edebiyâtımızda binbir sahfalarıyle yokturlar, demek ki çok eski harblerimiz gibi bunlar da seneler geçtikçe, unutulacaklardır. »
« Bizde okurların seviyesi ecnebî dillerde olduğu kadar yüksek değildir; bir edebiyât ise sürüklediği meraklılarının seviyesinde olur. Biz, yüksek bir edebiyâtı ancak kültürün hem yükseleceği hem de yayılacağı bir devirde görebiliriz »
« Her halk kendi iklîminin lisânını söyler.»
« Yeni bir millet olmak için mektep lâzım; bu en doğru fikrimizdir; fakat, mektep, muallimsiz ve kitapsız olmuyor: Muallim bu asırda ancak çekirdekten yetişebiliyor, mekteb kitabını ancak terbiye ve tâlim mütehassıs(uzman)ları yazabiliyor. Binâenaleyh, muallim yetiştirecek bir Dârülmuallimîn, ilmi Türkçeleştirecek bir Darülfünun, işte bu iki müessesenin lüzûmu, bu kurtuluş işinde her şeyden evvel göze çarpıyor.»
« Bizi ezelden ebede kadar bir millet hâlinde koruyan, birbirimize bağlayan bu Türkçe’dir, bu bağ öyle metîn bir bağdır ki vatanın hudutları koptuğu zaman bile kopmaz, hudutlar aşırı yine bizi birbirimize bağlı tutar vatanın kendi gövde ve rûhu Türkçe’dir
« Vatan fikri bizde dâimâ vardı; fakat Namık Kemal’in, bu fikri kalbimizde yeni bir nefesle uyandırdığı günden beri daha uyanığız.»
« Bir ruh kadar husûsî ne olabilir?
Âlemde birbirine benzeyen çehreler görülür, birbirine benzeyen rûhlar görülmemiştir ve görülemez. »
« Henüz elif demeden hilkatin kitâbından
Gönül sorar bu kitâbın sonuncu bâbından..»
« söyleyecek ıztırapları, şevkleri, emelleri, hasretleri olmayanlar, niçin şiir söyler? Söyleyecek fikirleri olmayanlar niçin, yazı yazar?..
Eski Türkler’in mânevi bir hayatı varken bir edebiyâtı vardı. Yeni Türkler’in ancak mânevi bir hayatı olursa edebiyâtı olur. »
« Edebiyat artık âteşin bir hayattan fışkırmadığı için atılışlı değil, çoraktır.
Sevmiyor iğreniyor, hayrân olmuyor tiksiniyor, zevk almıyor eğleniyor, aşk’ın mânâsı alâka, hayât’ın mânâsı nefsin bütün arzûlarını teskin oluyor.»
« Şiir, kalbden geçen bir hâdisenin lisan hâlinde tecelli edişidir; hissin birdenbire lisan oluşu ve lisan hâlinde kalışıdır.
Düşündüklerimizi vezinle ve lisanla ifâde edişimiz şiir değildir. Bir mısraın şiir olup olmadığı gaayet âşikârdır. ‘Derûni Ahenk’ ile ifâde edilmişse şiirdir. Fakat duyulmaksızın yalnız vezin ve lisan mümâresesiyle (alışkanlığıyla) söylenen söz şiir olmaz.»
★ « Şiirde lisan, zevk, fikir, mazmun, her şey eskir yalnız ‘aşk’ eskimez her dem tâzedir.»
« Lirik şiir, ilimden, sanattan âzâdedir. Ne dimâğa hitâb eder, ne de zevke.
Kalbinde o ateşten bir kıvılcım olmayan bir okuyucu, Fuzûli Divânı’nı eline alsa, zanneder ki Fuzûli’nin o kadar metholunan gazelleri bir düziye tekrar eden aynı kelimelerden, aynı mazmunlardan ibârettir. »
★ « Fuzûli ve Nedim Türk’ün lirizmini iki türlü cepheden gösterirler:
Fuzûli suları kalbine doğru çeken kuvvetli bir girdâba benzer, derindir ve içlidir.
Nedim, bilâkis fevvâre ( su fışkıran fıskiye) gibidir, suları havaya atar, şevk içindedir.
Türk edebiyatı fikirden yana fakirdir, bu kusuru itirâf ederiz. Fakat hiç bir millet FUZÛLİ ve NEDİM ayarında iki büyük şâir gösteremez. »
« Bir şu’lesi var ki şem’ -i cânın
Fânûsuna sığmaz âsmânın »
/ Şeyh Galib
( Can mumunun öyle bir alevi var ki
Şu gökyüzü denen fanusa sığmaz.)
« Edebi yazılarımızı Frenk lûgatleri sardı.
Bize kendi şiirimizden bahsedenler bir düziye ecnebi sıfatları kullanıyorlar. »
★ « Şiirimizin gerçi hiçbir zaman ufukları çok geniş olmadı. Bunun sebebi ise öteden beri ‘devletçi’ bir millet olmamızdır. İlimde olduğu gibi şiirde de mürşidimiz olan milletlerin çizmiş olduğu dâireden çıkamadık.»
« Kendi medeniyet eserlerini her bahsinde olduğu gibi bu şiir bahsinde de, bizim milletimiz kadar inkâr düşmanlığına uğramış bir unsur yoktur.
Çünkü Avrupalılar bir şiirimiz olduğunu bilmezler ve Türk’ün bu bahiste de kabiliyetini ceffelkalem (düşünmeksizin) inkâr ederler. O kadar asır bir millet gibi beraber yaşadığımız Araplar, şiirimize İsveç ve Norveçliler kadar bigâne (yabancı) kalmışlardır. Hatta şiirde üstâdımız olmuş İranlılar da böyle kayıtsızdır.
Bazı şiir eserlerimizin ecnebi lisanlarda ki tercümeleri umûmi (genel) değil, hattâ mahdut (sınırlı) bir tescil bile bırakmış değildir. Binâenaleyh (dolayısıyla), bugünkü şiir yoksulluğumuzu ancak kendimiz idrâk edebiliriz. »
« İnzıbat (sıkı düzen) zâil (yok) oldukça edebiyat Sormagir Mahallesi’ne döndü. »
« Bir sedef’in içinde okyanus’un bütün uğultusu hissedildiği gibi, Türkçe’yi ifâde etmeği der-uhde eden (görev alan) sanatkârın kalbinde de bütün şiirimiz öyle uğuldamalıdır.»
« Güzellik, mutlak değildir, nisbi( ölçüye göre)dir.
her seviyeye göre bir güzellik vardır. Bir çok seviyelere göre güzellik olan şeyler ise bazan ve ekseriyâ çirkinliktedir. Lâkin ne diyebiliriz? Tabiâtın böyle aziz tecellileri hudutsuzdur. »
« Hâlis bir şiiri okumak demek ona şâirinin verdiği mûsiki âyarıyle, fazla ve eksik bir ses ilâve etmeksizin, mûsikiden anlayanların tâbiriyle, falsosuz okumak demektir.
Okuyabilmek içinde onu tam bir vukuf hâsıl etmek ondan sonra onu hançere ve dudakların tam bir hâkimiyeti ile ifade etmektir. Hâlis bir şiire, onu söylemiş olan şâir, mısrâ, mısrâ, ifâde dantelesinin eksiksiz bir şeklini vermiştir; artık ona onu okuyacak kimse bir aksan ilâve edemez.»
« Hâlis bir şiiri anlamamış, daha açık târifle, o şiirin bestesini ‘ruhuna ve dudaklarına nakletmemiş’ bir insan onu fenâ okuyabilir.»
Edebiyat artık âteşîn bir hayattan fışkırmadığı içim atılışlı değil, çoraktır. Sevmiyor iğreniyor, hayran olmuyor tiksiniyor, zevk almıyor eğleniyor, aşk’ın mânâsı alâka, hayât’ın mânâsı nefsin bütün arzûlarını teskîn oluyor.
‘ İyi bir şiir kötü okunabilir, lâkin kötü bir şiir iyi okunamaz. İyi okuyan biri, ne yapsa, kötü bir şiir yâhut mevcûd olmayan bir şiire vücûd veremez. İyi bir şiiri okuyan okumuyor. ‘ Şiir kendi kendini okutuyor.’
Her halk kendi ikliminin lisanını söyler.
Çünkü şiirde lisan, zevk, fikir, mazmun, her şey eskir. Yalnız aşk eskimez her dem tazedir.
[Yahya Kemal’e sorulur:]
-Aşka dair fikrinizi sorabilir miyim üstad? Aşk nedir?
-Onu bana sormayınız. Ben nasıl bileyim:
O mahiler ki derya içredir deryayı bilmezler..
[O balıklar ki denizin içinde olmalarına rağmen denizi bilmezler]
Bence âhenk veznin susduğu yerde başlar.
Gerçek şairler hemen daima, aşk saadetinden mahrum yaşar ve ölürler. Kadınlar şair sevmez.
Bir milletin öğrenmek ihtiyacı bitmez.
bütün muâsır şairlerimiz bir araya gelseler Divan şâirlerinin karşısında birer çocuk gibi kalırlar.
bizim şiirimizin hâlâ Şark tesirinden kurtulmayışının sebebi, arkasındaki bu zengin mazidir.
Ekrem Bey Araba Sevdası’ndaki Bihruz Bey’dir vesselâm.
Her türlü histen bir türlü şiir çıkıyor, yalnız şiirden de kuvvetli, dine benzeyen bir lezzet varsa ağrıların tadıdır.
Hislerle şiir arasındaki fasıla, üzümle şarap arasındaki fasıla ne ise odur; biri şiir, öteki şarap olduktan sonra sarhoşluk verir, hissettirir, neşelendirir, coşturur, kederlendirir, ağlatırlar.
Cihânın bin belasından bana pervâ mı kalmıştır?
Şiir fikirler gibi eskimez, daima yenidir.
Ki biz Türküz bize Türki gerektir.
Bu kitabı okuduktan sonra, zehir gibi acı bir ilacı içmiş kadar ürperdim; bu ilacı bütün acılığı ile bir an kalbim tadıyor, lakin zaikam (tad alma duyum) reddediyordu. Bu kitaptaki havanın hayali içinde bile uzun bir zaman nefes alamayacağımı anlıyorum, daha sakin bir göğe, daha tatlı bir rüzgara, daha gözü okşar manzaralara ihtiyacım var; maamafih en temiz yürekli insanlar bile, zannederim, bu kadarcık hodgamdırlar (bencildirler).
Ancak yazı bazı devirlerde yaşayan milletin canlı lehçesinden uzaklaşır.
Kalbi olanların dili yok, dili olanların kalbi yok.