Rasim Özdenören kitaplarından Edebiyat ve Hayat kitap alıntıları sizlerle…
Edebiyat ve Hayat Kitap Alıntıları
Bir de şu var: ben hayatın bütün anlamını kitap okumakta bulan kitap kurtlarından da hazzetmem. Böylelerine de biraz avareliğin tadından bahsetmeli.
Aynaya bakıyorum, oradaki görüntüde bir gülücük yakalıyorum, yanakta oluşmuş bir gamzeye dikkatimi yöneltiyorum ve o gamzeyle birlikte alıp başımı gidiyorum. Nereye? Belki bir çocukluğa doğru; belki ilk kez yaşanmış bir sevgiye doğru
Yazı yazan kimse almadan vermenin yalnız Allah’a mahsus olduğunu çabucak anlar ve hemen ne alması gerektiğini de önünde görüverir: kitaplar! Yani okumak
Anlatılmaz Olanın Anlatılmazlığını Anlatmak
Heyheylerim üzerimdeydi. Heyheylerim, yani eleştirici ve tahlil edici yanım. Barbar yanım. Yani ukalâlığım.
‘Müslümanca tavır’ sözü bence yeteri kadar kapsayıcı ve tanımlayıcıdır.
çocukların okumasında sakınca görülen kitaplar, seyretmesinde sakınca bulunan filmler, aynı ölçüde büyükler için de sakıncalıdır
Gene söylüyorum, hayatın bütün anlamı kitaplardan ibaret değil.
Ama hayatın bazı anlamlarını kavrayabilmek için arada bir kitaplara, dergilere de bakmak gerekli sayılmalı.
Okuyunca da hayattan kaçmak için değil, hayata müdahale için okumalı.
Ama hayatın bazı anlamlarını kavrayabilmek için arada bir kitaplara, dergilere de bakmak gerekli sayılmalı.
Okuyunca da hayattan kaçmak için değil, hayata müdahale için okumalı.
Bir yalnızlık aramak ya da bulmak için kırlara koşuşan insanlara şaşırıyorum doğrusu. Her türlü yalnızlığın daniskası kentlerde bulunur ve orada yaşanır.
Herkes kendi kapalı dizgesinin içinde duruyor, başkaları yokmuşçasına, başkalarını kaale almadan hareket ediyor. Besbelli ki burada herkes yalnızlığa talimlidir.
Hakikat aramakla bulunmaz ama onu bulanların arayanlar olduğu her zaman söylenir.
Allah bir meşe ağacını murat edince ona yüz yıllık mühlet tanır. Ama bir balkabağını murat ettiğinde iki ay kâfi gelir!
İnsanlar umdukları ile bekledikleri sonuçları öğrenip muratlarına nail olunca, o âna kadar bastırılmış olan kaygıları birdenbire boşandırılmış olmakta ve onun bedeli gözyaşlarıyla ödeşilmektedir.
Kendiliğinden basit olan şeyleri insanın entelektüel hevesi karmaşıklaştırıyor. üstelik de hayatı kendine zehir ederek
İnsanın düşündüklerini söylemesine engel olunmasından daha zalimce bir şeyin olmadığını kabul etsek bile, lütufların böyle kahırlardan doğduğu da bir gerçektir.
Gerçekten de sözünün söylenmeye değer olduğuna inanan kimsenin bu sözünü söylemekten vazgeçtiğine tanık olunmamıştır. Eğer o söz söylenmekten vazgeçilebilir görünüyorsa, demek ki söylenmeye değer bulunmuyor.
Kim akıl ve tefekkür sayesinde Allah’ı bilmek isterse, onda bu bilgi meydana gelmez. Sen Allah’ı, bizzat Allah’ın kendisinden iste. O zaman O’ nu kendine ‘kendinden daha yakın’ bulacaksın. Allah’ı bilmek ancak O’na yaklaşmak suretiyle olur, ispat suretiyle değil.
Yaşayabilenler yaşar, yaşayamamanın acısını çekenler de bu acıyı yazarlar
İnsan çokbilmiş görünmeye her zaman meraklıdır. Hele zihinsel faaliyetlerinin gelişmiş olduğunu göstermek isteyenler niçin yazdıklarını cevaplandırken bunu alabildiğine karmaşıklaştırmaya özen gösterirler.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Biz diyoruz ki çocukların okumasında sakınca görülen kitaplar , seyretmesinde sakınca bulunan filmler, aynı ölçüde büyükler için de sakıncalıdır.
Herkesin spor yapması ya da herkesin edebiyatı sevmesi kimsenin umrunda değil aslında. Ama bazılarının umrunda olan husus sadece çok kişinin (kitlelerin) bir spor ve edebiyat seyircisi olmasıdır.
Gene söylüyorum, hayatın bütün anlamı kitaplardan ibaret değil. Ama hayatın bazı anlamlarını kavrayabilmek için arada bir kitaplara, dergilere de bakmak gerekli sayılmalı. Okuyunca da hayattan kaçmak değil hayata müdahale için okumalı.
Dostluk bir arkadaşla sık görüşmüş olmakla da oluşmuyor.
Müslümanlar kendi kavramlarıyla düşünmeyi gerçekleştirdikçe sağlıklı bir eleştirmeci kafaya sahip olmaya yaklaşacaklardır.
Bir insan yaşantısının hiç bir anı kendinden önceki anlardan bağımsız oluşmuyor. Bilakis yaşanan o bir tek an, bütün bir geçmişi de içinde barındırdığı gibi, daha da ileri gidildiğinde geleceği de kapsıyor, bir bakıma tasarılara da göndermede bulunmuş oluyor.
Öyle bir gezelim ki, içimiz hayat dolsun, dedi arkadaşım.
Heyheylerim üzerimdeydi. Heyheylerim, yani eleştirici ve tahlil edici yanım. Barbar yanım. Yani ukalâlığım.
Anlamak için yüzüne baktım. Acaba ne demek istiyordu? Böyle bir gezme nasıl olabilirdi?
İçimizin hayat dolması, ne demekti?
İçimiz hayat’la nasıl dolacaktı? Niçin hayatiyetle değil de, hayatla?
Hayat neydi?
Heyheylerim üzerimdeydi. Heyheylerim, yani eleştirici ve tahlil edici yanım. Barbar yanım. Yani ukalâlığım.
Anlamak için yüzüne baktım. Acaba ne demek istiyordu? Böyle bir gezme nasıl olabilirdi?
İçimizin hayat dolması, ne demekti?
İçimiz hayat’la nasıl dolacaktı? Niçin hayatiyetle değil de, hayatla?
Hayat neydi?
Öte yandan, asıl önemlisi, üslûbun kişinin ruhunu yansıtması gerçeğidir.
İçinde yaşadığımız yüzyılda inşa edilen kentler bu yüzyıla mahsus “üstün insan”ın eseri olmuştur. Kimdir üstün (!) insan? Kendisine akıldan başka dayanak noktası bırakmayan, gururu ve kibri kendisine rehber edinmiş, burnu daima yukarıya doğru kalkık bulunduğu için gözü önünü görmekten menedilmiş bir insan tipi..
Eleştirmenin ha babam de babam bir eserin üzerine çullanmak olmadığını, sanıyorum artık çoğumuz öğrenmiş bulunuyoruz. Eleştirme, belirli kıstaslar çerçevesinde bir esere yaklaşarak ve gene aynı kıstaslar çerçevesine bağlı kalarak söz konusu eseri değerlendirmek demektir. Sonunda kuşkusuz ki, ‘beğendim’, ‘beğenmedim’ kabilinden belki bir takım öznel yargılara varılacaktır. Ne var ki, öznel gibi görünen bu tür yargılar temellendirilebilmişse öznellikten kurtulup nesnelleşebilecektir. Burada üzerinde durulacak husus, kullanılan kıstasların yerinde olup olmadığı, bir de kıstasların doğru dürüst kullanılıp kullanılmadığıdır.
Şiirin, her şeyden önce bizim bilincimizi değiştirdiğini söylemek bence yeterlidir. Fakat bunun arkasından, peki bilincimiz değişip de ne olacak diye bir soru gelirse, bu, insanı nihilizme kadar götürebilir. Buna rağmen, cesaretimizi toplayarak söyleyelim: bilincimiz değişirse, hayata ve kendi hayatımıza müdahâle edebilme yeteneğini kazanmış oluruz. Bu da, bir insanın bütün hayatına yetecek, biraz da artacak kadar anlam katmasını sağlayacak bir faktör sayılmalıdır.
Öykü yazarı, öykü biçiminde anlatmanın üstesinden gelebilen kişidir.
( )
Öykünün belki bir tek kuralını söyleyebilirim, az önce söylemiştim de: anlatmak! Ama nasıl anlatayım diye onu da bana sormayın artık lütfen. Öyküler okuyun. O zaman ‘anlatma’nın bir ya da birkaç kural içine sıkıştırılamayacak kadar geniş imkânları bulunduğunu görecek, belki de bir ya da birkaç kurala çakılıp kalmaktan kurtulacaksınız. Öykü yazarı değil de, öykü eleştirmecisi olmaya heves ediyor bile olsanız, öykü üzerine yazılmış, öngörülmüş kurallarından önce öyküler okuyarak ‘kendi kurallarınızı’ geliştirmelisiniz. Çünkü bakarsınız önceden konulmuş kurallar şimdi okuduğunuz öykülerin gerilerinde kalmıştır, size yeni ‘kurallar keşfetmek’ düşebilir.
..roman, uyandırdığı birlik duygusu, olayların sıralanışını biçimlendiren örgüsü (plot) ve anlatım tekniği gibi özellikleriyle günlük hayattan farklı bir form taşımaktadır. Romanın bu formu sayesinde biz hayatın kendi gerçeğine, asıl gerçeğe nüfuz edebiliyor, o gerçeklerin de ardında yatan aşkın gerçeği kavrayabilme imkânına kavuşuyoruz. Romana, bir anlamda, hayatın anatomisi desek yeridir. Hayatsa canlı bir olgudur, tek ve belli bir forma sığdırılması söz konusu değildir, hayat kendi formunu devam ettiği esnada oluşturur, romansa daha başlangıçta öngörülen bir form olmaksızın mevcut olmaz.
Hiçbir yazı, anlattığı şeyi (o şey her ne ise: bir insan, bir doğa parçası, bir fikir..) çevresinde boşluk bırakmadan anlatmayı başaramaz. Ne denli ayrıntıya inilmiş olursa olsun, yazının bilip isteyerek veya farkında olmayarak bıraktığı boşluklar bulunur. Yazının tadı da, belki bırakılmış olan boşlukların, okuyucu tarafından doldurulması, okuyucunun hayat tecrübesiyle, onun birikimiyle doğrudan ilintilidir. Okuyucu bırakılmış olan boşluğu, ancak kendi deneyiminin ve birikiminin ölçüsünde doldurmaya (bu demektir ki, o yazıyı yorumlamaya) kadir olabilir.
İşte budur edebiyatın gücü: fikirleri, sizin bilincinizde de yaşanır kılması; fikirleri, sizin bilincinizin de bir parçası hâline getirmesi.
Kötü yazar, kötü edebiyat eğitiminden geçmiş yazar, kafasında açıklığa kavuşmamış bulanık fikir kırıntılarını lâf salatasıyla boğuntuya getirerek bize yutturmaya kalkışır.
Romanla hayat özdeş değildir. Hayatın kurallarıyla romanın kuralları birbirinden ayrıdır. Roman, belki hayatı ‘bütün hâlinde’ kavramamız konusunda yapılmış ‘tertipli’ bir teşebbüstür, sınır taşları, nirengi noktaları belirlenmiştir. Hayatın sınırları önceden kestirilemez, o, kendi sınırsızlığının ufuklarına doğru yol almaktadır. Romansa, hayatın sınırsızlığına bir anlatım biçimi verir, bir ‘form’a oturtur onu, deyim yerindeyse hayatı yontar roman, kendi istediği biçimde yontar ve sınırlarını tayin eder. Hayatın her türlü ayrıntısı girmez bu yüzden romana, romancı işe yarayan ayrıntıları alır (gerçek hayatta, ayrıntı işe yarasın yaramasın vardır, ömür sürecimizde yerini alır, diyelim bir iş müracaatında ana meselemiz o işe girmektir, o ana değin geçen süre ne kadar uzun olursa olsun ayrıntıdır, romancı özellikle bu ayrıntıyı mesele hâline getirmedikçe bu ayrıntı yok sayılır, ama ömür sürecinde en küçük ayrıntının bile yok sayılması mümkün değildir), bu yönüyle roman hayattan eksiktir. Ama romanın bütününde öyle bir birlik olgusu vardır ki, gerçek hayatta her zaman bilincinde olmadığımız bu birlik olgusu hayatı aşar.
“İnsanların da yan etkileri var; bazıları başını döndürürken, bazıları mideni bulandırabiliyor.”
“İnsanların da yan etkileri var; bazıları başını döndürürken, bazıları mideni bulandırabiliyor.”
Okuyunca da hayattan kaçmak için değil, hayata müdahâle için okumalı.
– ( ) Oysa bir yazı, okuyucunun yorum çeşitlemesine imkân tanıdığı ölçüde zenginleşmiş, çoğalmış, süreklilik kazanmış olur.
– ( ) Edebiyat eseri: Sizi zorla bir yere götürme niyeti taşımaz.
Onun işaret ettiği yere siz kendiliğinizden varırsınız, daha doğrusu bir de bakarsınız, eserin alttan alta sizi yönelttiği noktada duruyorsunuz
Onun işaret ettiği yere siz kendiliğinizden varırsınız, daha doğrusu bir de bakarsınız, eserin alttan alta sizi yönelttiği noktada duruyorsunuz
– ( ) Başlardım, kitabın sayfalarını çevirmeye, sanki orada rastlayacağım bir kelime tam da benim aradığım bir kelime olacak ve ben o kelimenin ucundan tutarak kendimi yukarı çekeceğim
– ( ) Sanıyorum yazmayla yalnızlık arasında da bir ilişki bulunuyor
– ( ) Ben hayatın bütün anlamını kitap okumakta bulan kitap kurtlarından da hazzetmem. Böylelerine de biraz avareliğin tadından bahsetmeli
– ( ) Kötü edebiyat terbiyesi almak, bir bakışta sanılabileceğinin tersine, tehlikesiz bir şey değildir!
Yazarını hemen şairleşmeye sürükler
Yazarını hemen şairleşmeye sürükler
– ( ) Yazı yazanlara bu işi niçin yaptığı sorusunun yöneltilmesi, gerçekte modern zamanlar ın bir icadı olmalı
– ( ) Herkesin birbirine uzaklığı uzaydaki yıldızların birbirine uzaklığına denk düşüyor
– ( ) Oysa bir yazı, okuyucunun yorum çeşitlemesine imkân tanıdığı ölçüde zenginleşmiş, çoğalmış, süreklilik kazanmış olur.