İçeriğe geç

Ebedi Dönüş Miti Kitap Alıntıları – Mircea Eliade

Mircea Eliade kitaplarından Ebedi Dönüş Miti kitap alıntıları sizlerle…

Ebedi Dönüş Miti Kitap Alıntıları

Helen-Doğu dünyasında yaygın olan bütün döngüsel sistemleri birbirine yaklaştıran ortak bir özellik vardır: Bunların her biri açısından, çağdaş tarihî an (kronolojik konumu ne olursa olsun) önceki tarihî anlara göre bir gerilemeyi temsil eder. ( ) Çağdaş anı değersizleştirme eğilimi kötümser bir iz olarak görülmemelidir. Tam aksine, aşırı bir iyimserliği gösterir, çünkü çağdaş durumun kötüleşmesinde, insanların en azından bir kısmı akabinden gelecek yenilenmenin haberci işaretlerini görürler. ( )

Bununla birlikte, insanın olası duruşu ne kadar çeşitli olursa olsun, hepsi ortak bir özellik sergiler: Bir anlamı olduğu için ve son tahlilde gerekli olduğu için tarihe tahammül edilir. Bu yüzden, bütün hâlinde kozmik döngünün yinelenmesine inananlar için olduğu kadar sonuna yaklaşan tek bir döngüye inananlar için de, çağdaş tarihin yaşadığı dram gerekli ve kaçınılmazdır.

( ) acı nedeni bilinmediği ölçüde huzursuzluk vericidir. Büyücü ya da rahip çocukların ya da sürünün ölümünün, kuraklığın sürmesinin, yağmurun durmayışının, av hayvanlarının kayboluşunun, vs. altında yatan nedeni bulur bulmaz, acı tahammül edilir hâle gelmeye başlar; bir anlamı ve bir nedeni vardır, dolayısıyla bir sisteme dahil edilip açıklanabilir.
( ) ilkel insan zamana döngüsel bir yön atfederek geriye çevrilemezliğini ortadan kaldırır. Her an her şey başından yeniden başlar. Geçmiş geleceğin sadece bir belirtisidir. Hiçbir olay geri çevrilemez değildir ve hiçbir dönüşüm nihai değildir. Belli bir anlamda dünyada yeni bir şey meydana gelmediğini bile söyleyebiliriz, çünkü her şey sadece aynı yinelenmesinden başka bir şey değildir; bu yineleme arketipsel hareketin açığa çıktığı mitsel anı yeniden güncelleştirerek, dünyayı başlangıçların hep aynı gün doğumu anında tutar. Zaman sadece şeylerin ortaya çıkmasını ve var olmasını mümkün kılmaktadır. Bu varoluş üzerinde hiçbir kesin etkisi yoktur, çünkü kendisi de sürekli yeniden canlanmaktadır.
Halkın hafızası tarih dışıdır ve tarihî olay ve kişiler arketipe dönüştürülmediği takdirde ortak bir hafıza oluşturulamaz.
Halk hafızası farklı yapılara göre işler; olaylar yerine kategoriler, tarihî şahıslar yerine arketipler vardır. Tarihî karakter mitsel modeliyle (kahraman, vs.) özdeşleştirilir, diğer yandan olay mitsel eylemler (bir canavara, düşman kardeşe, vs. karşı mücadele) kategorisine taşınır.
A.Jeremias’ın tercüme ettiği bir Babil metni kıyameti şöyle tasvir eder:
Gökyüzünde bunlar gerçekleştiğinde ,o zaman saydam olan ışık gerçirmez olur,temiz olan kirlenir,karışıklık bütün ulusları kuşatır,artık dualar işitilmez olur,koşullar kötüleşir Böyle bir hükümranlıkta insanlar birbirini yiyecekler ve ÇOCUKLARINI PARA İÇİN SATACAKLAR,koca karısını ve kadın kocasını terk edecek,anne kapısını KIZINA kapatacaktır.
Adaletin kabul edilmediği ve masumiyetin utanç verici olduğu,kötülerin iyilere düşmanca zarar verdikleri,düzenin,yasanın ve askeri disiplinin gözetilmediği,inançların görevini yerine getirmediği,kadınlara ve çocuklara merhamet gösterilmediği biz zamandır bu diya yazar Lactancia.
Tanrılar Yeryüzüne inip insanlara karışıyorlardı;diğer yandan insanlar kolayca Göğe yükseliyorlardı.Ayinsel bir hatadan sonra, Gök ile Yer arasındaki iletişime son verildi ve Tanrılar en yüksek göklere çekildiler.O zamandan beri, insanlar beslenmek için çalışmaları gerekti ve artık ölümsüz değillerdi.
Sadece hayvan masumdur Hegel
Zaman sadece şeylerin ortaya çıkmasını ve var olmasını mümkün kılmaktadır.Bu varoluş üzerinde hiçbir kesin etkisi yoktur, çünkü kendisi de sürekli yeniden canlanmaktadır.
Geçmiş geleceğin sadece bir belirtisidir.
Mistik ya da genel olarak dindar insan gibi, ilkel insan devamlı olarak şimdide yaşar.(Bu anlamda dindar insanın bir ilkel olduğunu söyleyebiliriz;başkasına ait hareketleri yineler ve bu yinelemeyle zaman dışı bir şimdide sürekli yaşar)
Budizm’e göre, tüm Hint inanışlarında olduğu gibi zaman sı­nırsızdır ve Bodhisattva in aeternum tüm varlıkların selametini müjdelemek için bedene bürünecektir.Zamandan kaç­manın, varoluşların tunç çemberini kırmanın tek yolu insanlık
durumunu ortadan kaldırmak ve Nirvana’ya erişmektir.
Ama sunağın dikilişinin kozmogonik eylemi taklit etmesine karşılık, kurban verişin
bir başka amacı vardır. Yaratılış’tan önce varolan ilk birliği yeniden kurma. Zira, Prajapati kozmosu kendi tözünden yaratmış ve onu ortaya çıkardıktan sonra ölümden korkmuş ve tanrılar onu canlandırmak için armağanlar sunmuşlardır.
Bugün bile İran Tatarları yılın başında toprak dolu bir kaba tohum dikerler; bunu Yaratılış’ı anmak için yaptıklarını söylemektedirler. İlkyaz dönümünde (Mart ayının bir çok medeniyette yılın başlangıcını belirtiğini hatırlayalım)toprağa tohum atma adeti çok geniş bir alanda görülmektedir ve daima tarımsal törenlerle bağlantılı olmuştur.Ama bitkilerin yeşermesi draması doğa ve insanın
periyodik yeniden doğuşu simgeciliğine de girmektedir.Tarım, periyodik yeniden doğuş simgeciliğinin uygulandığı bir çok düzlemden yalnızca biridir.
Hakikati anlatan mitostu: gerçek öykü bir tahrifattan başka bir şey değildi. Üstelik mitos gerçek öyküye daha derin ve zengin bir anlam kazandırdığına, trajik bir yazgıyı açığa
çıkardığına göre daha doğru değil miydi?
Kimi bitkilerin büyüsel ve sağaltımsal değerlerine gelince, bu da bitkinin göksel prototipinden ya da ilk olarak bir tanrı
tarafından toplanmış olmasından kaynaklanmaktadır.Hiç bir bitki kendi başına değerli değildir, ancak bir arketipe katılımla ya da onu dindışı mekandan tecrit ederek kutsallaştıran belirli davranış ve sözlerin tekrarıyla değer kazanır.
İnsanın yaptığı sadece Yaratılış eylemini tekrarlamaktır; dinsel takvim ab origine vuku bulan tüm kozmogonik evreleri bir yıllık bir zaman yarışı içinde sırayla anar. Kutsal yıl hiç durmaksızın Yaratılış’ı tekrarlar; insan kozmogoni ve antropogoni ile çağdaştır, çünkü ritüel onu başlangıçtaki mitoslar çağına atmaktadır.
Şimdilik, bir olguyu göz önünde tutalım: yerleşim ya da Lebensraum olarak kullanım
amacıyla işgal edilen her bölge ilk olarak kaostan kozmosa dönüştürülür; yani, ayinin etkisiyle onu gerçek kılan bir biçim e kavuşturulur. Açıktır ki, arkaik zihniyete göre ger­çeklik, bir güç, etkenlik ve süre olarak tezahür etmektedir. Dolayısıyla asıl gerçeklik kutsal olandır; zira, yalnızca kutsal olan mutlaktır, etkindir, şeyleri yaratır ve onları
sürdürür. Sayısız kutsallaştırma jestleri-yolların, toprak parçalarının, nesnelerin, insanların, vb., kutsallaştırılması- ilkel insanın gerçeklik takıntısını, varlık arayışını açığa vurmaktadır.
Ural-Altay halklarına göre aynı şekilde, dağların ideal prototipleri göktedir.
Belli paradigmatik jestlerin bu bilinçli tekrarlanışı özgün
bir ontolojiyi göstermektedir. Doğanın kaba ürünleri, insanın çalışmasıyla biçimlenmiş nesneler aşkın bir gerçekliğe katılmaları ölçüsünde gerçeklik, özdeşlik kazanırlar. Her jest bir
ilk eylemi tekrarladığı ölçüde anlam ve gerçeklik kazanır.
Morfolojik açıdan bakıldığında İbrahim’in oğlunu kurban edişi Eski-Doğu dünyasında sıkça uygulanan ve îbranilerin Peygamberler dönemine kadar sürdürdükleri, ilk çocuğun kurban edilişi pratiğinden başka bir şey değildir.
ilk kez peygamberler tarihe bir değer atfettiler, döngünün geleneksel tasavvurunu (her şeyin ebediyen tekrarlanacağı düşüncesini) aşmayı başardılar ve tek yönlü bir tarih keşfettiler.
Tammuz draması hatırlanırsa her acıya katlanılabilir.
Genelde, acının norm dan sapmanın bir sonucu olarak görüldüğü söylenebilir. Bu normun kavimden kavime, medeniyetten medeniyete değiştiğini söylemeye bile gerek yok. Ancak, bizler için önemli olan nokta şu ki hiç bir yerde -arkaik medeniyetlerin çerçevesi içinde- acı ve ıstırap körü körüne ve anlamsız bir şey olarak görülmez.
Acının kritik anı ortaya çıktığı andır; acı ancak nedeni keşfedilemediği sürece rahatsız edicidir. Büyücü veya rahip çocukların ya da hayvanların ölümüne, susuzluğun sürmesine, yağmurun artmasına, av hayvanlarının ortadan yokolmasma neyin yol açtığını keşfettiğinde acı katlanılır olmaya başlar; bir anlamı ve nedeni vardır, o halde bir sisteme uydurulabilir ve açıklanabilir.
Sadece hayvanlar hakikaten masumdur , diye yazıyordu Hegel Tarih Felsefesi Üzerine Dersler yapıtının başında.
İlkeller de, zamana devresel bir yöneliş atfederek onun geri çevrilemezliğini ilga ederler. Her şey, her an kendi başlangıcında baştan başlar. Geçmiş geleceğin bir ön-biçimlenişinden ibarettir. Hiç bir olay geri çevrilemez değildir hiç bir dönüşüm nihai değildir. Bir anlamda, dünyada yeni hiçbir şeyin olmadığını söylemek mümkündür, zira her şey aynı ilk prototipin tekrarından ibarettir; bu tekrar, arketipik jestin ilk gösterildiği mitsel anı güncelleştirerek dünyayı sürekli başlangıçların aynı gündoğumu anında tutar. Zamanın bütün yaptığı şeylerin ortaya çıkış ve varoluşunu mümkün kılmaktır. Onların varoluşları üzerinde hiç bir nihai etkisi yoktur, çünkü kendisi de sürekli yeniden doğmaktadır.
Arkaik insanın hayatı (arketipik eylemlerin tekerrürüne, yani olaylara değil kategorilere, aynı ilksel mitosun bitmek bilmez tekrarına indirgenmiş bir hayat) uygun perspektiften bakıldığında, zaman içinde yer-almasına – karşın, temel olarak zamanın külfetini taşımaz, zamanın geri çevrilemezliğini ayırdetmez; başka bir deyişle, bir zaman bilincinde karakteristik ve belirleyici olan şeyi tamamen görmezden gelir. İlkel insan, tıpkı bir mistik ya da genelde dinsel insan gibi kesintisiz bir şimdiki zaman içinde yaşar. (Ve, bu anlamda dindar insanın bir ilkel olduğu söylenebilir; başka bir insanın jestlerini tekrarlar ve bu tekrarlama aracılığıyla daima zamandışı bir şimdiki zaman içinde yaşar.)
Modern insan tarih ve ilerleme ile kendini özdeşleştirir; halbuki tarih anlayışı ve ilerleme, arketip ve yinelemeler cennetinden insanın kesin olarak kovulduğunu gösterir.
Önemli olan insanın inşaatlarında kozmogoniyi yeniden üretme ihtiyacını hissetmiş, bu yeniden üretimle dünyanın mitsel başlangıç anı ile çağdaş olmuş ve kendini yeniden doğurabilmek için, olabildiğince sık, bu ana dönme ihtiyacını hissetmiş olmasıdır. Modem dünyada hala inşaat ayinlerini sürdürenlerin bu anlam ve gizemi ne derecede paylaştıklarını söyleyebilmek için olağanüstü bir kavrayış gerekmektedir. Kuşkusuz deneyimleri, bütün olarak, dindışıdır: bir inşaatla belirtilen Yeni Yıl, o evde yaşayacak olanların hayatında yeni bir aşamaya çevrilmiştir. Ama, mitos ve ayinin yapılan, güncelleştirilmelerinin doğurduğu deneyim artık tümüyle dindışı olsa bile gene de değişmez: bir inşaat dünya ve yaşamm yeni bir örgütlenişidir. Gerekli olan tek şey duyarlığı yaşamın mucizesine daha az kapalı bir modern insandır; ve bir ev inşa edip de ilk kez içine girdiğinde onun için yenilenme deneyimi yeniden doğacaktır(tıpkı, modem dünyada bile Yeni Yıl’ın hala geçmişin sonu ve yeni bir hayatın taze başlangıcı olma itibarını sürdürmesi gibi).
bu ilkel halklar da insanın kozmos içindeki varoluşunu bir düşüş olarak görmektedirler. R.Pettazzoni’nin La confessiona dei peccati adlı yapıtında yetkin biçimde incelediği günah çıkarmanın yaygın ve tekdüze morfolojisi göstermektedir ki en basit insan toplumlarında bile Tarihsel bellek, yani, hiç bir arketipten türetilmemiş olayların, kişisel olayların (çoğu durumda günahlar ın) anımsanışı katlanılmaz birşeydir. Günahların itiraf edilmesinin başlangıcının bazı fiziksel araçlarla (kan, konuşma, vb.) bir hatanın ortadan kaldırılması olduğunu biliyoruz. Ama, gene bizi ilgilendiren itirafta bulunma prosedürü değil -bu yapı olarak büyüseldir- ilkel insanın günahtan, yani hep birlikte tarihi oluşturan ardışık kişisel olaylardan kurtulma ihtiyacını hissetmiş olmasıdır.
Newroz, İran Yeni Yılı hem Ahuramazda bayramı (ilk ayın Hürmüz günü kutlanırdı) hem de dünyanın ve insanın Yaratılışı’nın gerçekleştiği gündür. Yaratılışın yenilenmesi Newroz günü olmuştur. Dimasqi tarafından aktarılan geleneğe göre kral şöyle demekteydi: îşte yeni yılın yeni ayının yeni günü; harcanmış zaman yenilenmelidir. İnsanın bütün bir yıllık yazgısı da bu gün belirlenir. Newroz gecesi sayısız ateş ve ışık görülür ve gelecek yıl yağmurun bolluğunu sağlama bağlamak için suyla arındırma ve toprağı sulama törenleri yapılır. Dahası, Büyük Newroz zamanı herkesin bir kaba yedi çeşit tohum dikmesi adet olmuştur, bunların büyümesinden o yılın hasadına ilişkin sonuçlar çıkarılır. Bu adet Babil Yeni Yılı’ndaki yazgıların belirlenmesi adetine, Mandea ve Yezidilerin Yeni Yıl törenlerinde günümüze dek süren bir adete benzerlik göstermektedir.
Tanrı’nın üç anahtarı vardır, yağmur anahtarı, doğum anahtarı ve ölüleri ayağa kaldıran anahtar.
Beslenme, gerçekten, tüm arkaik toplumlarda ayinsel bir anlam taşımıştır; bizim hayati değerler dediğimiz şey aslında biyolojik terimlerle ifade edilmiş bir ontolojidir; arkaik insan için hayat mutlak bir gerçekliktir ve bu şekliyle kutsaldır
Bizim için asıl önemli olan her yerde biyo- kozmik ritmlere dayalı ve daha büyük bir sistemin -periyodik arınmalar (örneğin temizlenme, oruç, günah çıkarma vb.) sisteminin- bir parçasını oluşturan bir zamansal periyodun başlangıcıyla bitişi ve yaşamın periyodik yenilenişi kavramının bulunmasıdır. Periyodik yenilenmeye duyulan bu ihtiyaç bize, kendi başına dikkate değer görülmektedir. Yine de birazdan sunacağımız örnekler bize daha da önemli birşeyi, yani, zamanın periyodik yenilenmesinin az veya çok açık bir şekilde ve özellikle yazılı tarih dönemi medeniyetlerinde yeni bir Yaratılış’ı, yani, kozmogonik eylemin tekrarlanırını varsaydığını gösterecektir.Ve bu periyodik yaratılış, yani zamanın devreyi yenilenmesi anlayışı tarihin ilga edilişi sorununu, bu denemede asıl konumuz olan sorunu ortaya koymaktadır.
Zuni Kırılderilileri aylara yılın adımları , yıla ise zamanın geçişi adını veriyorlardı.
Seni Kronos ekti, Hera topladı, Ammon sakladı, İsis bakıp büyüttü, Zeus yağmurlarla besledi; sen Güneş ve çiğin rahmetiyle büyüdün
Evlilik ayinlerinin de bir ilahi modeli vardır ve insanların evliliği kutsal evliliği [hierogamie], özellikle gök ve yer arasındaki birleşmeyi yeniden üretmektedir. Ben Gökyüzüyüm , der koca, sen de Yeryüzü (dyaur aham, pritivi tvam Brhadaran yaka Upanişad, VI, 4, 20). Vedalar döneminde bile karı-koca gökyüzü ve yeryüzüne benzetilmektedir (Atharva Veda, XIV, 2, 71), bir başka ilahide ise (Atharva Veda, XIV, 1) her nikah jesti mitsel zamanlardaki bir prototiple haklılaştırılmaktadır. Agni bu yeryüzünü sağ elinden tuttu, ben de senin sağ elini tutuyorum Tanrı Savitar senin elinden tutsun Tvaştar giysiler sundu şairlerin güzelliği için, Brhaspati’nin, şairlerin buyruğuyla; Savitar ve Bhaga da bu kadını sarsınlar. Surya gibi, zürriyet için ‘8, 49, 52). 41 Brhadaranyaka Upanişad tarafından aktarılan üreme ritüelinde çoğalma eylemi kozmik boyutlarda, tanrıları tümüyle harekete geçiren bir kutsal evlilik halini alır: Vişnu rahmi hazırlasın! Tvaştar çeşitli biçimler biçimlendirsin! Prajapati dolsun içine! Dhatri tohumu senin için yerleştirsin! (VI, 4, 21)42. Dido Aeneas ile yaptığı evliliği şiddetli bir fırtınanın ortasında kutlar (Vergilius, Aeneas, VI, 160); birleşmeleri elementlerin birleşmesine denk düşmektedir; gökyüzü gelinini kucaklar, toprağı dölleyen yağmurunu yağdırır. Yunanistan’da evlilik ayinleri Hera ile gizlice birleşen Zeus örneğini taklit etmiştir (Pausanias, II, 36, 2). Diodorus Siculus, Girit kutsal evliliğinin bu ada sakinleri tarafından taklit edildiğini söylemektedir; başka bir deyişle, törensel birleşme in illo tempore vuku bulmuş bir ilk olayla haklılaştırılmaktadır.
Merkez simgeselliği embriyolojiden alınmışa benzer terimlerle anlatılır. Kutsal Varlık dünyayı bir embriyo gibi yarattı, embriyonun göbekten başlayarak gelişmesi gibi Tanrı da dünyayı göbeğinden başlayarak yarattı ve bu değişik yönlere doğru yayıldı. Bunu Yoma da onaylar: Dünya Siyon’dan başlayarak yaratıldı. 29 Rg-Veda’da (örneğin X, 149) evrenin bir merkez noktasından başlayıp yayıldığı söylenmektedir.30 İnsanın yaratılışı da benzer biçimde bir merkez noktasında, dünyanın merkezinde gerçekleşmiştir. Mezopotamya geleneğine göre insan dünyanın göbeği nde, uzu (ten)’da, sar (bağ)’de, ki (yer, yeryüzü)’de, Dur-an-ki, yani Gökle Yerin Bağı nın bulunduğu yerde yaratılmıştır. Hürmüz ilk öküz Evagdath ile ilk insan Gajomard’ı yeryüzünün merkezinde yaratmıştır.31 Adem’in çamurdan yaratıldığı yer olan. Cennet de elbette kozmosun merkezindedir. Cennet Yeryüzü’nün göbeğidir ve bir Suriye inanışına göre tüm diğer dağlardan yüksek bir dağ üzerindedir.
1. Kutsal dağ – burada yer ve gök birleşir – dünyanın merkezindedir.
2. Her tapınak ve saray -ve bunun sonucunda her kutsal kent ve kraliyet merkezi- bir Kutsal Dağ’dır, dolayısıyla Merkez’dir.
3. Kutsal kent ya da tapmak axis mundi olduğundan gök, yer ve yeraltının karşılaşma noktası olarak görülür.
getan’da tezahür eden her şeyin aynı zamanda menok’da bir karşılığı vardır. Yaratılış her zaman çifttir. Kozmogonik bakış açısından; menok denilen kozmik aşama getik aşamasından önce gelir.
Arkaik insanın genel davranışını gözlemlediğimizde şu olgu bizleri çok şaşırtacaktır: ne dışsal dünyanın nesneleri ne de insani eylemler, kelimenin tam anlamıyla, özerk, kendine ait herhangi bir değere sahip değillerdir. Nesneler ya da eylemler onları aşan bir gerçekliğe şu veya bu tarzda katılmak suretiye değer kazanır ve böylece gerçek olurlar. Sayısız taş arasında bir taşın kutsal olmasının -ve dolayısıyla varlık içermesinin- nedeni bir kutsalın tezahürü [hierophanie] oluşturması veya mana içermesi, ya da bir mitsel eylemi anımsatmasıdır. Nesne onu kendi ortamından farklılaştıran ve ona anlâm ve değer veren bir dışsal gücün zarfı olarak görünür. Bu güç nesnenin tözünde ya da biçiminde bulunabilir; bir kaya kutsal olarak görünür çünkü bizzat varoluşu kutsalın bir tezahürüdür: yokedilemez ve dayanıklıdır, yani insanın olmadığı bir şeydir. Zamana karşı direnir; gerçekliği kalıcılığıyla pekiştirilir.
”Özetle diyebiliriz ki arkaik dünya, dindışı eylem diye bir şey bilmez; belirli bir anlamı olan her eylem (avlanma, balıkçılık, tarım; oyunlar, çatışmalar, cinsellik), şu veya bu şekilde kutsal olana katılmaktadır. ”
Öyle bir zaman olacak ki; adalet reddedilecek ve masumiyetten nefret edilecek, lanetlenmişler iyilere saldıracak, (..) kadınlara ve çocuklara merhamet etmeyecek; doğa ve tanrı yasalarına karşın her şey birbirine karışacak, iç içe geçecek.
Halk hafizası farklı yapılara göre işler: olaylar yerine kategoriler, tarihi şahıslar yerine arketipler vardır
Her an her şey başından yeniden başlar. Geçmiş geleceğin sadece bir belirtisidir. Hiçbir olay geri çevrilemez değildir ve hiçbir dönüşüm nihai değildir. Belli bir anlamda dünyada yeni bir şey meydana gelmediğini bile söyleyebiliriz, çünkü her şey sadece aynı ilksel arketiplerin yinelenmesinden başka bir şey değildir.
Beşeri sanat eserleri tanrısal sanatın taklitleridir.
ilkeller arasında mitsel modelleri olan sadece ritüeller değildir, her türden insani eylem zamanın başlangıcında bir tanrı, bir kahraman ya da bir ata tarafından icra edilen bir eylemi tamı tamına tekrarladığı ölçüde geçerlilik kazanır.
Kendi benliğine, varlığının merkezi ne giden yolu arayan kişinin karşılaştığı zorluklar ve diğer bir çokları. Yol zahmetlidir, tehlikelerle doludur, çünkü dindışı olandan kutsal olana, geçici ve yanıltıcı olandan gerçeklik ve ebediyete, ölümden yaşama, insandan tanrıya geçiş ayinidir. Merkeze ulaşmak kutsallaşmaya, erginleşmeye [ inisiyasyon] hak kazanmaya eşittir; dünün dindışı ve yanıltıcı varoluşunun yerini yeni bir varoluş, gerçek, kalıcı ve etkin olan yeni bir yaşam almaktadır.
Dolayısıyla asıl gerçeklik kutsal olandır; zira, yalnızca kutsal olan mutlaktır, etkindir, şeyleri yaratır ve onları sürdürür. Sayısız kutsallaştırma jestleri -yolların, toprak
parçalarının, nesnelerin, insanların, vb., kutsallaştırılması- ilkel insanın gerçeklik takıntısını, varlık arayışını açığa vurmaktadır.
Boş toprağı işleyerek aslında, kaosa biçim verip kurallar koyarak onu düzenleyen tanrıların eylemini tekrarlıyorlardı. Dahası, bir toprak fethi ancak ilk baştaki Dünyanın yaratılışı eyleminin taklidinden ibaret olan sahiplenme ayininden sonra – daha sarih bir ifadeyle, bu
ritüel aracılığıyla- gerçek olur.
Demek ki bizleri çevreleyen dünyanın, insanın mevcudiyet ve etkisinin hissedildiği dünyanın – tırmanılan dağların, meskun ve işlenmiş bölgelerin, üzerinde yolculuk yapılan nehirlerin, kentlerin, tapınakların – bütün bunların ister bir
plan, ister biçim ya da isterse salt ve yalın daha yüksek bir kozmik düzeyde varolan bir ikiz olarak kavransın, birer dünya dışı arketipi vardır. Ama bizleri çevreleyen dünyadaki her şeyin arketipi bu türden değildir. Örneğin, canavarların yaşadığı çöl bölgeleri, işlenmemiş topraklar, hiç bir denizcinin üzerinde yelken açmaya cesaret edemediği bilinmeyen denizler Babil kenti ya da Mısır’ın yeryüzü bölümleri ile aynı, farklılaşmamış prototip imtiyazını paylaşmazlar. Bunlar bir mitsel modele tekabül ederler ama farklı bir niteliktedir bu: tüm bu yabanıl, işlenmemiş bölgeler ve benzerleri kaosla bir tutulur; hala Yaratılış öncesinin farklılaşmamış, biçimsiz
tarzını sürdürmektedirler. Bu yüzden bir bölge ele geçirildiğinde -yani ondan yararlanılmaya başlandığında- Yaratılış eylemini simgesel olarak tekrarlayan ayinler düzenlenir:işlenmemiş toprak önce kozmoslaştırılır , sonra oraya yerleşilir. Şimdilik, vurgulamak istediğimiz bizi
çevreleyen, insan eliyle medenileştirilmiş dünyanın ona model teşkil eden dünyaüstü prototip dışında hiç bir geçerliliğe sahip olmadığı olgusudur.İnsan bir arketipe göre inşaya girişir. Göksel modelleri olan sadece kent ve tapınak değildir; yerleştiği bütün bölge, orayı sulayan ırmaklar, ona yiyecek veren topraklar, vb. için de aynı şey geçerlidir. Babilonya’nın haritası kenti bir ırmak tarafından sınırlanmış muazzam bir
dairesel alanın merkezinde göstermektedir, yani tam da Sümerlilerin Cennet’i tasavvur ettikleri gibi. Kentsel kültürlerin bu şekilde bir arketipik modele katılmaları onlara
gerçeklik ve geçerlilik kazandırır.
Acı karşısındaki büyüsel-dinsel yaklaşımın her anı anlamını çok berrak biçimde gösterir: acı çekme bir düşmanın büyü eyleminin, bir tabunun çiğnenmesinin, yasak bir bölgeye girilmesinin, bir tanrının öfkesinin ya da -diğer tüm hipotezler yetersiz kaldığında-Baştanrı’nın irade veya gazabının sonucudur.
( )tüm dinsel eylemlerin temelinin tanrılar, medenileştirici kahramanlar ya da mitsel atalar tarafından atılmış olduğu yönünde bir inanış vardır. Geçerken şunu da belirtelim, ilkeller arasında mitsel modelleri olan sadece ritüeller değildir, her türden insani eylem zamanın başlangıcında bir tanrı, bir kahraman ya da bir ata tarafından icra edilen bir eylemi tamı tamına tekrarladığı ölçüde geçerlilik kazanır.
1. Her yaratılış her şeyin öncesindeki kozmolojik eylemi, Dünyanın Yaratılışı’nı tekrarlar.
2.Dolayısıyla, inşa edilen her şeyin temeli dünyanın merkezindedir.
( )tüm Hint kraliyet kentleri, hatta modern kentleri altın çağda (in illo tempore) Evrenin hakimi’nin ikamet ettiği mitsel semavi kent modeline göre kurulmuştur. Ve, kral da tıpkı Evrenin hakimi gibi, altın çağı yeniden canlandırmaya, mükemmel yönetimi o anın gerçekliği kılmaya çabalar.
Her kahraman ilk arketipik jesti tekrarlıyordu. Kanımızca tek bir olgu önem taşımaktadır: bu görüş sayesinde on milyonlarca insan yüzyıllar boyu, umutsuzluğa kapılmadan, intihar etmeden veya daima göreci ya da nihilistçe bir tarih görüşüne yol açan o ruhsal kısırlığa düşmeden büyük tarihsel baskılara dayanabildiler.
Gılgamış destanının xı. Tabletinde sürdürülen Tufan geleneği Utnapiştim’in Tufan’dan korunmak için inşa ettiği gemiyi suya indirmeden önce Yeni Yıl gününde (akitu*Süryanilerin hala kutladığı bayram) bir bayram düzenlediğini söylemiyor mu?
Her ritüelin bir ilahi modeli, arketip vardır, Tanrılar başlangıçta ne yaptıysa onu yapmalıyız, evlilik ayinlerinin de bir modeli vardır ve insanların evliliği kutsal evliliği gök ve yer arasındaki evliliği yeniden üretmektedir.
Tüm yabanıl, işlenmemiş bölgeler ve benzerleri kaosla bir tutulur. Bu yüzden bir bölge ele geçirildiğinde yaratılış eylemini simgesel olarak tekrarlayan ayinler düzenlenir. Böylece kaos kozmosa dönüştürülür.
Her ritüelin bir ilahi modeli, arketipi vardir.
Asla savaşı ya da düelloyu akılcı nedenlerle açıklayamayız.
Hareket ilksel bir eylemi tekrarladığı ölçüde anlam ve gerçekliğe kavuşur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir