Nevzat Tarhan kitaplarından Duyguların Psikolojisi kitap alıntıları sizlerle…
Duyguların Psikolojisi Kitap Alıntıları
Engellere rağmen yola devam edebilme
Bugüne kadar, ‘düşünüyorum o halde varım’ diyen Batı dünyası, uzun yıllar boyunca duyguları ihmal etti. Bugün ise,
‘tüketiyorum, o halde varım’ düşüncesine dayanıyor.
Sabır geciktirmek değil, doğanın hızına uymaktır. Tabiatın hızına uymayan insan, bunun bedelini arkasından koştuklarını kaybetmekle öder.
Bir lider, Ben demokratım dediği halde eleştiriye kapalıysa, o sadece kendisi için demokrattır.
Sol beyin eril, sağ beyin dişildir. Sağ beyin niyete, sol beyin sürece bakar.
Dozunda mahcubiyet, insanı sevimli kılar. Ar duygusu, aynı zamanda insani ilişkilerde ölçü ve dengenin göstergesidir. Utanmaktan nasip almamış insan, bir şekilde karşısındaki kişiyi gülünç duruma düşürdüğünde, bunu onunla dalga geçmek için kullanırken, ar perdesi mahfuz olan insan insan yaptığı hatayı telafi etmeye çalışır
İnsan penceresinin önündeki gülleri görmez de, hayal ettiği bir gül bahçesine kavuşmak ister. Bu mutluluğu yanlış yerde aramak demektir.
Yetiştirilmesi esnasında iyi olduğu konularda desteklenen kişi, o konuda ustalaşır. Çünkü çocuğun özgüven sahibi olmasında ben yaptım demesi, zafer duygusu yaşaması çok önemlidir. Yüreklendirilen çocuk yetenekli olduğu bir konuda ustalaşabilir.
Nörobiyolojideki gelişmeler; başkalarını mutlu etmenin bireyin kendi beyninde mutlulukla ilgili horman ve enzimleri salgılattığını, fedakar olmanın kısa vadeli bir zevki terk edip uzun vadeli bir zevke ulaşmayı sağladığı, başkaları hakkında kaygı hissetmenin insan olmanın ölçütü olduğunu ve beraber yaşama bilincini doğurduğunu bizlere yeniden gösterdi.
İnsan statükodan, tutuculuktan hoşlanmaz, yenilik arayışıyla yaşar. İşte bu noktada, dinamik olma özelliği taşıyan sevginin insanoğluna en yakın ve yardımcı duygulardan birisi olduğunu görürüz.
Sevginin karşılıklı ve uzun süreli olmasi için karşı tarafın kişiliğine yönelmesi gerekir
Duygusal zekâ eksikliğinde, depresyon, şiddet dolu bir yaşam, uyuşturucu bağımlılığı, hayat başarısızlığı gibi durumlarla karşılaşıldığı somut bir bilgi olarak önümüzde durmaktadır.
Sevgi, insanlari birbirlerine yakınlaştıran ´görünmez bağ´denilebilecek bir duygudur.
Sevgi öyle bir duygudur ki, insan sevilene doğru göç eder.
Duygu olmadan insanın kendisini anlatmasi mumkun değildir
Mevlânâ gibi sufîlerin ve modern çağ dervişlerinin tezi olan ‘dünya elinizde olsun, ama gönlünüzde olmasın’ düşüncesi ve kaybettiğine fazla üzülmemeyi, kazandığına çok sevinmemeyi amaç sayan, soyut idealleri olan peygamber öğretileri
Kıskançlık, ilkel ve eğitilmesi gereken bir duygudur.
Değiştiremeyeceği şeyi kabullenmek, insana değiştirmesi gereken şeyi değiştirme cesareti verir.
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
Çünkü bağışlanmayan her şey, ruhumuza ve sırtımıza yüktür. Affettiğimiz zaman, o yükü alır, bir kenara koyar ve karşımızdakinin yeni bir yanlış daha yapmasını önlemiş oluruz.
En büyük ihtiyacımız hoşgörü, en büyük düşmanımız önyargıdır. Cemil Meriç.
Yetenekler doğuştan gelir ama değerler sonradan kazanılır.
İnsan bir yönüyle bencildir. Merhametin zıddı egoizmdir. Bu iki duygu, tahterevallinin iki ucu gibidir. Merhamet arttıkça bencillik, bencillik arttıkça merhamet azalır. İnsan iç dünyasında bunlardan hangisini beslerse o yöndeki hisleri gelişir.
Kötülüğü meslek haline getirmiş kişilere karşı iyimser olmak, savaş alanına silahsız, zırhsız gitmeye benzer.
İyimserlik, suistimale çok müsait bir duygu olduğundan kendi içinde sigortasını da taşımalıdır.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Sevgi için kültür düzeyi gerekir. Eric Fromm
Mutluluk, kişinin kendini tanıması, fark etmesi ve diğer insanlarla iletişime girmesi yoluyla gerçekleşir.
Bağışlanmayan her şey, ruhumuza ve sırtımıza yüktür. Affettiğimiz zaman, o yükü alır, bir kenara koyar ve karşımızdakinin yeni bir yanlış daha yapmasını önlemiş olur.
En büyük ihtiyacımız hoşgörü ,
en büyük düşmanımız önyargıdır.
Sağ beyin ise duygusaldır. Sıcaklık ve yakınlığı önem verir. Daha yuvarlak düşünür. En çok ürettiği hemen ve şimdi dir.
Bir insanın kendini tanımasının ve ruh durumunun farkına varabilmesinin yolu, duygusal analiz yapmaktan geçer. Bu, savaşa giren bir ordunun haline benzer. Eğer ordu karşı tarafin imkânlarını, askerlerini, kabiliyetlerini çok iyi bildiği halde kendi ordusunu tanımazsa büyük bir ihtimalle yenilir. Savaşı kazansa bile sonrasında başarısını devam ettiremez.
)İnsanın da günlük hayatta doğru kararlar vermesi ve en makul seçenekleri bulması, hem kendisinin hem de muhatabının özelliklerini çok iyi bilmesiyle mümkündür. Yalnız bunun için duygusal bilgi ve verilerin yeterli düzeyde olması gerekir.|Sözel olmayan emosyonel! bilgiler, söz altı vurgulardan oluşan manaları kapsar. İnsan iletişiminde ve kendini tanımada kelimelerin payı ancak dörtte birdir. Yine kendi bilincine varmanın dörtte birini düşünceler, dörtte üçünü ise olumlu ve olumsuz taraflarıyla duygular oluşturur.
Nefret Neden Doğar?
İnsan bir şeyden zarar göreceği endişesini duyarsa, ondan nefret etmeye başlar ve korktuğu nesnenin yok olmasını arzu eder. Bu rip durumlarda genellikle sıfatlarla kimlikler birbirine karıştırılır. Oysa, herhangi bir özelliği hiç beğenilmediği için o kişinin kendisinden nefret etmek doğru değildir. 7
Sosyal bağlar içinde, sevgi, vefa, merhamet gibi duygular yakınlaştırıcıyken; nefret, kin, öfke gibi duygular uzaklaştırıci etki gösterir. İlişkilerde duygu aktarımı doğru yapılır ve her his dengede tutulursa, hem özgür hem de iyi giden ilişkiler kurulabilir.
İnsan dertlendiği ve beyninde mutluluk enzimleri azaldığı zaman, kendini mutlu etme arayışına girer. Ev hanımıysa temizlikle uğraşır, erkekse şans oyunlarına kapılarak geçici bir mutluluk sağlar. Bu kolay bir yöntemdir ama eğer üzüntüsünü beyninde yeni bilgiler ışığında, farklı yöntemlerle hallederse, kalıcı bir çözüme ulaşacağı gibi üzüntü veren durumu da kazanıma dönüştürür. Beyne kendiliğinden serotonin salgılatmayı başaramazsa, mutluluk hormonları azalacağı için bir müddet sonra ilaç alması gerekebilir.
Öfkeli kimse kızgınlığı geçtikten sonra kendinden nefret edebilir. Oysa doğru düşünce, kişinin kendisinden değil, yanış davranışından nefret etmesidir. Benliğimizden nefret edersek, özsaygımızı yitirebiliriz. Çünkü bu dünya, “kusursuzluklar dünyası” değildir.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
( İnsanın öfkesini kontrol edebilmesinin yolu, öfkeyi eyleme dönüştürmekten geçer. Bunu yenmenin en güzel yöntemi, sorunu ertelemektir. ‘Şu an da çok kızgınım o yüzden bu konuda karar vermemeliyim’ diyebilen ve hiddetlendiği konuyu sakinleşeceğini ve doğru düşüneceğini öngördüğü saate kadar erteleyebilen, ortamı değiştiren insan duygularını dengelemekte zorluk çekmez. Öfkelendiği konuda sağlıklı karar verebilmek için kişinin sakinleşip kendine zaman tanıması en doğrusudur.
İnsanın, sinirli olduğu anlarda durumu denetleyebilmek için neye ve niçin kızdığını kendine sorması gerekir. Bu soruyu sormakla önem verdiği hangi ilkesinin çiğnendiğini görecek, bir yandan da o ilkenin doğruluğunu, kızmaya değer olup olmadığını anlamış olacaktır. Öfkeli kişiler, “Dur – Düşün – Tepki Ver’ kuralını uygulayabilirler. İnsan düşünmeden tepki verirse, saldırganlaşacağından hata yapabilir. ,
Saygı, sevgi ve utanma arasındaki ilişkinin en iyi örneği, aile içi iletişimdir. Saygı, sevgi ile utanma arasında duran bir duygudur. İnsanın bir kişiyi hem sevip hem de ondan çekinmesi, o kimseye saygı duyduğunu gösterir. Utanmanın az olduğu bir sevgide, saygı azalması söz konusudur. Bir insana saygı göstermek, değer vermekle birlikte, onu incitmemek için gösterilen özeni de kapsar. Utanma duygusu, toplumsal onaydan mahrumiyetin insana yaşattığı korkuyla beslenir. Kişisel ilişkilerde, insanın ar etmesi, karşısındakini kırmamak için davranışlarına sınır koyması demektir. Utanma duygusundan yoksun olan sevgi, çocuksu bir sevgidir.
Bir de sevdiği için ölmek isteyen kişiler vardır. Bu ilk bakışta fedakârlık gibi görünür fakat sevdiği için ölmek, sevilene hiçbir şey kazandırmaz. Üstelik kökenine inildiğinde bunun da bencillikten kaynaklandığı anlaşılır. Gerçek anlamda fedakâr olan bir kişiden beklenen, ölmek yerine sevdiğini mutlu etmek için çaba sarf etmesidir. Diğer türlüsü, aslında yalancı kahramanlık yaşama isteğinden kaynaklanan bir durumdur ve fedakârlık şeklinde algılanmamalıdır. Unutmamak gerekir ki, bencil kimse sadece kendisi için sever, “Benim istediğim gibi olmayacaksa yaşamayayım” der. Aslında intihar düşüncesinin altında da bu egoist düşünce yatar.
Sabır eğitimi zor bir eğitimdir. Hayatta başarılı olan kişilere baktığınız zaman, onların tahammüllü insanlar olduklarını görürüsünüz. Aceleci kişiler, pek çok konuda hata yapıp hayat yarışında elenirler. İnsani ilişkilerde en önemli şey, sosyal sabırdır. Sabırsız bir insanın gerek ilişkilerinde gerekse işinde başarılı olması zordur. İkili ilişkilerde öfkeyi kontrol etmek, stresi yönetmek ve düşünerek konuşmak sabır gerektirir. Konuşma sabrına sahip kişi, her düşündüğünü, bilhassa aklına ilk geleni söylemez. Esasında hayatta karşılaştığımız olumsuzlukların pek çoğu sabırsızlıktan doğar.
Adalet duygusu zarar gördüğünde, insanların ilişkileri de zedelenir. O halde bu duyguyu güçlendirmemiz gerekmektedir. Peki, adalet duygusunu etkileyen faktörler nelerdir? En başta, kişinin ruhsal durumu, adil davranmasına olumlu ve olumsuz anlamda tesir etmektedir. İnsandaki üç temel eğilim, adalet duygusunda önem taşır. Bunlardan ilki, kişinin hoşlandığı şeyi sorgulamadan hemen inanma eğiliminde olmasıdır. Bu sebeple, insan ilgi duyduğu nesne ya da özneye karşı tarafsız olamaz. Mesela, kendi ailesinden birisine ya da sevdiği bir yakınına karşı kolay kolay adil olamaz.
Hâkimlerin yakınlarını yargılayamamalarının özünde de bu gerçek yatmaktadır. İkincisi, insanın kolaya kaçma eğilimidir. Her şeyi çabucak halletme isteği, adalet duygusuna zarar verir. Üçüncü eğilim de, çatışmasız, acı vermeyen çözümlerden yana olmaktır. Bu eğilimler, kişinin karar verme süreçlerinde belirleyicidir. Mesela eşini seven bir kadın, hatalarını görse de onun masum olduğunu düşünmekten vazgeçmez. Bu noktada realite körlüğü yaşayabilir. Aynı şey, çocuğu uyuşturucu kullanan bir ebeveyn için de geçerlidir.
Sorumluluk duygusu, kişinin hedef piramidini belirlemesinde ve bu hedefleri gerçekleştirmesinde kilit duygulardan birisidir. Hedef piramidi, hayatımızdaki işlerin önem ve önceliklerini tayin etmemize yarar. Bu sıralamada tepe noktayı en hayati konular alır. -Buna Osmanlılar ehemle mühimi ayırmak” derler.Daha sonra kategorize edilmesi gereken diğer mevzular gelir. Mesela bir kimse, “Elbisemde asla leke olmamalı” dediği an, hayatı kendine zehir eder. Eğer bir toplantıya katılacaksa adapte olamaz, huzuru kaçar, kendi kendisini yer bitirir. Çünkü sıfır hata beklentisindedir. Önem sıralamasını doğru yapamayan bir kadının evine misafir gelecek olsa, yaptığı hazırlıktan misafir değil, müfettiş geleceğini sanırsınız. Gerekenin ötesinde çalışmaktan, hazırlanmaktan o kadar yorulur ki, misafiri güler yüzle dahi karşılayamaz. Kusurları görmeme davranışı da, hiç yanlış yapmam düşüncesi de hedef piramidinin en alı kesitidir. Eğer insanın hataları yüzde 50’nin altındaysa bunlar telafi edilebilir.
İyilik olarak gülümsemenin bile insan hayatında önemli bir yeri vardır. Yapılan bir araştırmada tebessüm eden kişilerin yüz kaslarında kan akımının yavaşladığı tespit edilmiştir. Yüzün üst kısmından, yani dudakla kulak arasının yukarısından geçen kan, beyni etkiler. Yüz kasları kasılınca, kan dolaşımı yavaşlar ve yüzün bu bölgesindeki kan soğur. Soğumayla birlikte beyin sapının sıcaklığı azaldığından beyindeki serotonin maddesinin miktarı artar. Gülümsemek, beyindeki kimyasal reaksiyonların tetiklenmesini sağladığı için insanın mutlu olmasına yardım eder.
Başkalarının iyiliğini isteme arzusu da diyebileceğimiz merhamet, empati gerektirir. Çünkü empatik davranış bir yönüyle, karşımızdaki kişiyi mutlu etme ve kendini ıyı hıssetmesini sağlama çabasıdır. Duygudaşlık, başkalarını anlamayı sağladığı gibi, yaptığı iyilikten ötürü kişinin kendisinin de mutlu olmasına yardım eder.
İnsanın mutlu olması için yaşadıklarını doğru algılaması çok önemlidir. Aynı konumdaki insanların farklı bakış açıları, hayata yükledikleri anlamı değiştirebilir. Basit bir hadise, bir kişiyi mutlu ederken, diğer kişiyi gerip huzursuz edebilir.
Mesela iyi niyetli bir kişi, bir arkadaşı yanından kendisine selam vermeden geçse, “Herhalde beni görmedi. Eğer olumsuz bir şey düşünürsem yanılabilirim” der ve olayın üzerinde durmaz. Ama kötümser kişi aynı olaya şu yorumu yapabilir: “Bu adam zaten beni sevmiyor. Hakkımda fenalık düşünüyor olmalı ki, merhaba bile demeden yanımdan geçti.” İyimser kişiler, olumsuz durumlara hazırlıklı olmalarına karşın devamlı olumlu olanı beklerler. Tedbirli iyimserlik, insanın güçlüklerle mücadele etmesini kolaylaştırır. Zira zorlukların yenilmesinde anahtar duygular, iyimserlik ve ümittir.
İyimserliği doğru tahlil edebilmek için insanın kendisine şu soruyu sorması gerekir: Olayların sadece güzel taraflarını kabullenip kötü olanları üzerine almaktan korkmak, iyimserlik midir? Yaşananların olumsuz yanlarını başkalarına yüklemek, iyimserlik değil, sorumsuzluk ve bencilliktir. Herhangi bir konuyu irdeleyen kişi, onun güzel ya da çirkin olan yanlarını hem kendisi hem de başkaları açısından değerlendirmelidir. Çünkü insan kendini aldatan bir varlıktır. Bu nedenle gerçeği rahatlıkla çarpıtabilir. Mesela, yaşadığı herhangi bir güzellikte kendisinin yüzde 20’lik payı varken, yüzde 80’ini üzerine almak ister. Oysa doğru iyimserlik, insanın kendi çıkarıyla karşı tarafın çıkarları arasında denge kurmasını gerektirir.
Duygudan yoksun bir iletişim kalıcı olmayacaktır. Reklamcılar, bu psikolojik gerçekliği kullanarak tanıtımını yapmak istedikleri nesneyi sevdirmeye çalışırlar. Bunu becerebildiklerinde iletişim başarısı ortaya çıkar. Bu da göstermektedir ki, sevginin davranışlarla çok yakın ilişkisi vardır. Bir davranışı benimsemek için öncelikle o davranışın sevilebilir hale gelmesi gerekir. Bir şeye onay vermek, mantığın yanı sıra sevgi ile mümkün olur. Çünkü sevgisiz iletişim tek kanatlı kuş gibidir; uçamaz. Kuşun uçabilmesi için sevgi ve bilgi kanatlarının olması lazımdır.
Sevginin davranışa yansıma şeklini daha çok sevgi nesnesi belirler. “Bir insanı kişiliği sebebiyle mi yoksa sahip olduğu sıfatlardan dolayı mı seviyoruz?” sorusu bu konuda önemli bir sorudur. Eğer duyduğumuz his, o kişinin karakterine yönelik bir sevgiyse daha kalıcıdır. Ama aslı sevdiğimiz muhatabımızın sıfatlarıysa, o sıfat olmadığında muhabbet de biter. Yani, sevginin karşılıklı ve uzun süreli olması için karşı tarafın kişiliğine yönelmesi gerekir. Ayrıca insanlar arasındaki iletişimin devam edebilmesi için, duygular muhakkak karşı tarafa aktarılmalıdır. Bu anlamda, kadınlar iletişimde sevgiyi çok iyi kullanırlar.
Sevme duygusunu köreltmek de, geliştirmek de mümkündür. Sevgide önemli olan, sevgi nesnesinin ne olduğudur. Mesela, bazı insanlar çok sevgi doludurlar, fakat sadece kendilerini ya da yanlış şeyleri severler. Oysa doğru olan, iyiyi ve güzeli sevebilmektir.
Sevgiye ümit eklendiğinde, insanı harekete geçirir ve yaşama sevincini artırır. Sevgiyle ümit beraber olduğunda motivasyon ortaya çıkar. Eğer ümitsiz bir sevgi söz konusuysa, çaresizlik duygusu doğar. Bu sebeple pozitif duygular içerisinde en önemlileri, sevgi ve ümit duygularıdır. Bu hislerin beraberliği, sevgiyi artırıcı etki yapar.
Eğer insanın sevgi nesnesi karşısındaki olursa, empati ortaya çıkar. Bu da sevgiyi artırarak dostluğun doğmasına yardım eder. Sevgi ile üzüntü duygusu birleştiği zaman acıma, sahiplenme hisleri oluşur.
İnançlar, duygu kalıplarıdır. İnsanın düşünce biçimlerinin yerli yerine oturabilmesi için bunların duygu kalıbına dönüşmesi lazımdır. Mesela, “İyilik yapmak güzeldir” cümlesi, bir düşünceyi ifade eder. Buna duygu boyutunun eklenmesi için, insanlara iyilik yapmanın güzel olduğunun onaylanarak pekiştirilmesi gerekir. Böyle olduğunda bu fikir, kişinin sorgulamadan kabul ettiği bir ilkeye dönüşür.
Mutluluğun temel prensiplerinden birisi, paylaşarak mutlu olmaktır. Bu yaklaşım tarzı, sağ beyne aittir. Duygusal beyin başkalarını mutlu ederek mutlu olmayı sever. Kadınlar böyledir. Erkekler ise kendilerini memnun edecek şeylerle mutlu olmayı seçerler. İdeal olan ise ikisini beraber götürebilmektir. Yani insan bir taraftan kendisini mutlu ederken, öte yandan etrafındakilerin mutluluğunu sağlayacak yollar bulmalıdır.
Son yıllarda “bireyselleşme’nin hız kazanmasıyla ilişkiler ve pek çok şey değişti. İnsanın kendisi acı çekerken, karşısındakinin mutluluğu için çabalaması modern bakışa pek uymuyordu, buna tepki olarak “kendini memnun et” mesajı verildi. Bu da, toplumdaki ilişkileri zayıflatmakla beraber, insanlar arasındaki sevgi, korku, güven bağını zedeledi. Neticede insan kendini depresyonun kucağında buldu. Son yıllardaki mutluluk araşurmalarına baktığımızda, modernist bakışın aksine, paylaşarak ve başkaları için fedakârlık yaparak mutlu olmanın olumlu yanları üzerine deneyler yapıldığını görürüz.
Dünya elinizde olsun, ama gönlünüzde olmasın ..
..Yine, sevginin karşı tarafa en iyi aktarıldığı organ gözdür.
Ancak, insan bazen nefret ettiğini zannettiği kişiyi aslında seviyordur.
Korku zihni felce uğratır. Bu histen yararlanıldığında insan kendini korumaya yönelik savunma silahları geliştirebilir. Kıısacası korku, yargı gücünü zayıflatır ve adaleti yok eder.
‘dünya elinizde olsun, ama gönlünüzde olmasın.’
Budizme ve reenkarnasyon düşüncesine göre ruh öldükten sonra ceset değiştirerek varlığını devam ettirmektedir.
Semavi dinlerin yayılmasından önce hakim olan pagan kültürü vicdan kavramını tam yerleştirememişti. Bunun sonucu olarak, insan yakalanmadığı sürece hırsızlık yapabilirdi.
İnsan bir yönüyle bencildir.
Kainatı sevgi yönetiyor.
Dante
Bizim kültürümüzde ilim ve irfan birbirinden ayırt edilmiştir. İlim sahibi olup, irfan sahibi olmayanlar, sırtına kitap yüklemiş ama adam olamamış kişiler olarak tanımlanır.
Daniel Goleman şunu söylüyor: İki ahlaki tavra ihtiyacımız var: Kendine hakim olmak ve şefkat göstermek.
Sevgi, ruhun yüce olan şeye kaymasıdır.
Eflatun
Kainatı sevgi yönetiyor.
Dante
İnsan değer verdiği bir şeyi ya da kimseyi kolay kolay harcayamaz.
Yalnız aşkta şöyle bir durum vardır: İnsanın âşık olduğu kişi hakkında zihinsel bir algısı vardır. Bu algı, bazen âşık olunan kimseyle birebir örtüşmez. İnsan aslında hayal ettiğine âşıktır. Sonra, ona yakın olup da zihnindeki hayali, âşık olduğu kişide görmediği zaman, duyduğu sevgi, nefrete dönüşebilir. Aslında karşısında duran gerçek kişiyi değil, kafasındaki imgeyi seviyordur.