Paul Auster kitaplarından Duvar Yazısı kitap alıntıları sizlerle…
Duvar Yazısı Kitap Alıntıları
ısınmak için
kendini yakıyorsun.
daha anlamlı değil
bu sözcüklerin arasında var olan
bu küçük eylemden, neredeyse
hiçbir anlamı olmayan
sözcükleri
söylemeyi deneme eylemi. Mutlak sona dek
gözümün bana getirdiği şey neyse
dünyaya bıraktıklarındır,
yalnızca sensin dünya
Bedenimin bir parçası
Olduğu: bu yer
Her şeyin yokluğu.
tunç yürek ve gök –
yavaş yavaş sertleşen
kışımızın kalıbı.
Unutma bunu
benim düşgörmez sevgilim,
ben de kardan
önce geldim bu dünyaya.
bu sayfa: bir
şişenin içinde
denize atılmış gibi.
en derin madeninde
bir anı, adımlarını
ekler kayboluşa.
Sonsuza dek,
amaçsızca yürürdüm seninle.
keşfettiğim
Ezekiel’in gazabı gibi, “yaşam”
ve “evet” dedi bize “kanın hâlâ
damarlarında akarken yaşa” ancak böylece
yaklaşabilirsin bana—
görür görmek
İstemediği şeyleri: göz her zaman reddetmeyi
reddetmek zorunda.
Şuracıkta.
Bizi bizden az kılan
Şeylerden ibaretiz.
Gölgelerimizin kesiştiğini duyuyoruz.
İkinci ad: sürgün
Yaşamın ölülerine dönüşüyoruz biz.
Soluğumuzun göğün aynasını
Bulutlandırdığını,
Gök hiçbir şey
Görmeyecek
Terk ettiğimiz sözcüklerden başka
anısı.
bana ait değil artık.
Tanıyamayacağız kendimizi.
Işık çizgileri arasında
Devinen ışık gibi
Adımız: ölüm olacak bazı,
Çiçek açacağız biz de
Ardılına dönüşüyorum senin.
Ekler kayboluşa.
Söylenmemiş sözcüklerin
Nefes kesiciliğinde
Buluyorum kendimi.
Ve bunları söylemek
Kaybolmaktır.
O andan itibaren gözden kaybolur yol
Amaçsızca yürürdüm seninle
ağaçların sessizliğinden
yürür gelir sana sesim.
Mutsuz değil, beceriksizim dedim.
Sizin gibi, mutlu olduğumu sanmayı beceremiyorum. Hepsi bu.
amaçsızca yürürdüm seninle.
Nerde soluk alsam orada,
buraya dönüş
yolunu tarifeden
bir sözcüğün içinde uzanmış buldun beni.
en derin madeninde
bir anı, adımlarını
ekler kayboluşa.
Sonsuza dek,
amaçsızca yürürdüm seninle
zamanı.
Benden almaya geldiğin
her şeyi şimdi al. Unutmayı
unutma. Toprak
doldur ceplerini ve mühürle
mağaranın ağzını.
Oradaydım,
düşledim ve
bir ateş düşüne
dönüştürdüm yaşamımı.
Mutsuz değil, beceriksizim dedim.
Sizin gibi, mutlu olduğumu sanmayı beceremiyorum. Hepsi bu.
üretilmiş barış, katliamın aşımı.
Yaşama eşittir yaşam
üstünde yürümek
kendimizden başka hiçbir şey
duymamak demek.
Bu yüzden hiçliğin şiirini söylüyorum ben
nefes kesiciliğinde
buluyorum kendimi
sözcüklerinin küfrü, yatıyor
kendi kanlarının içinde
açık kalbin hâlâ israf ederek kanı
kederli kuruşların hatrına
gel.
Şuracıkta.
yeşil hissi, göğü destekleyen
gri blokları bulutların, sanki
yağmurun ideasında
bir göz benzeyebilirmiş gibi
dünyanın herhangi bir ânının
diline.
Gök adını verelim ona. Sonra
tanımlayalım gördüğümüz şekilde,
bir şey değilmiş gibi içinde
kaybolduğumuz bir şeyin düşünden başka.
Böylece hatırlamaya başlayabiliriz
sert toprağı, yıldızları yansıtan
taşları, rüzgârla gevşekçe
sallanan meşeleri, sonra
açıklarız en küçük tohuma kadar
üstümüzde büyüyen her şeyi,
sanki yazın en sessiz ânında yayılan
söylediğin şeyleri hiç söylemedim.
Ve şimdi beden hiçbir şeyin ölmediği bir yerdir. Bilirsin ki her gece
ağaçların sessizliğinden
yürür gelir sana sesim.
bir şey söylememek: insanlar ölür, dünya çöker,
sözcüklerin anlamı yoktur. Bu yüzden sadece
sözcüklere ihtiyaç duyarız.
Taş duvar. Taş yürek. Et ve kan.
Bunların hepsi kadar,
hatta daha fazlası
en derin madeninde
bir anı, adımlarını
ekler kayboluşa.
Sonsuza dek,
amaçsızca yürürdüm seninle.
zamanı.
Benden almaya geldiğin
her şeyi şimdi al. Unutmayı
unutma. Toprak
doldur ceplerini ve mühürle
mağaranın ağzını.
Oradaydım,
düşledim ve
bir ateş düşüne
dönüştürdüm yaşamımı
üstünde yürümek
kendimizden başka hiçbir şey
duymamak demek.
Bu yüzden hiçliğin şiirini söylüyorum ben
nefes kesiciliğinde
buluyorum kendimi
daldırıyorsun parmağını
sesimin kaçıp gittiği
yaraya
sözcüklerinin küfrü, yatıyor
kendi kanlarının içinde
açık kalbin hâlâ israf ederek kanı.
söylenmemiş sözcüklerin
nefes kesiciliğinde
buluyorum kendimi
kederli kuruşların hatrına
gel.
yeşil hissi, göğü destekleyen
gri blokları bulutların, sanki
yağmurun ideasında
bir göz benzeyebilirmiş gibi
dünyanın herhangi bir ânının
diline.
Gök adını verelim ona. Sonra
tanımlayalım gördüğümüz şekilde,
bir şey değilmiş gibi içinde
kaybolduğumuz bir şeyin düşünden başka.
Böylece hatırlamaya başlayabiliriz
sert toprağı, yıldızları yansıtan
taşları, rüzgârla gevşekçe
sallanan meşeleri, sonra
açıklarız en küçük tohuma kadar
üstümüzde büyüyen her şeyi,
sanki yazın en sessiz ânında yayılan
bir şey söylememek: insanlar ölür, dünya çöker,
sözcüklerin anlamı yoktur. Bu yüzden sadece
sözcüklere ihtiyaç duyarız.
Taş duvar. Taş yürek. Et ve kan.
Bunların hepsi kadar,
hatta daha fazlası.
üstünde yürümek
kendimizden başka hiçbir şey
duymamak demek.
Bu yüzden hiçliğin şiirini söylüyorum ben
sözcüklerinin küfrü, yatıyor
kendi kanlarının içinde
açık kalbin hâlâ israf ederek kanı.
bu tarafsız bölgenin karşısında
bizi filizlenen
uzun kış buğdaylarının arasında,
öfkelerimizin bağlılığında,
bu adsız beyaz otların altında sonsuza dek, ben: cehennemde bir çiçek,
gözlerimin oluşun ötesinde açılışını anlatıyorum sana,
biricik olmanın ötesindeki varoluşumu
ve seni nasıl suçlamam
bu gizlilik hakkında, nasıl ispat etmem
artık yalnız olmadığımı,
artık kendime yakın bile
değilim.
sahibin olan gözlerinde
hâlâ bir ev
imgesi sunan: boş bir sandalyenin
kurduğu barikat ve bir baba, kayıp,
dürüstlüğünün kül kabında
hâlâ çiçek açan.
Gözlerini kapayacaksın.
Senden önce uçan bir karganın gözlerinde
kendini geride bırakan
kendini göreceksin.
hiç doğmadıkları halde
kendilerini doğurmak için konuşacaklar.
Bu yerin sözlerini öğrenecek o. Öğrenecek dilini tutmayı.
Bu yüzden insan: onun için bir sıla.
Yokluğumla avutuyorum seni.
Işığın kardeşliğiyle
uyuşturuyorum seni.
Yıkımın kalıntılarıyla
emziriyorum seni.
Gökyüzü, göçebe bir yıldız
İğneliyor göğsüme. Bir tanık
gibi görüyorum rüzgârı,
uzaklarda
meşelerin labirentinde kaybolmuş, bir kule gibi yükselen gece.
Acının eşiğinde
işkence ediyorum sana.
Gücünü sağıyorum.
Sana meydan okuyorum,
Sana tapıyorum
hiçliğe tapar gibi,
hiç kimseye.
Çaresiz ve en sert
ardılına dönüşüyorum senin.
en derin madeninde
bir anı, adımlarını
ekler kayboluşa.
Sonsuza dek,
amaçsızca yürürdüm seninle.
Nerde soluk alsam orada,
buraya dönüş
yolunu tarifeden
bir sözcüğün içinde uzanmış buldun beni.
Şuracıkta.
daldırıyorsun parmağını
sesimin kaçıp gittiği
yaraya.
nefes kesiciliğinde
buluyorum kendimi.
söylediğin şeyleri hiç söylemedim.
Ve şimdi beden hiçbir şeyin ölmediği bir yerdir. Bilirsin ki her gece
ağaçların sessizliğinden
yürür gelir sana sesim.
Burada kimse yok
ve beden der her ne söylediyse
söylenmedi aslında. Kimse
bir beden değildir sadece ve bedenin
ne dediğini senden başka
kimse duymaz.
Kar yağışı, gece. Bir cinayetin
ezberden yinelenmesi
ağaçların arasında. Bir kalem
dolaşır dünyada: ne bulacağını
bilmez artık ve çoktan yitmiştir
kalemi tutan el.
Yine de yazar.
Başlangıçta
ağaçların arasından bir beden
yürüyüp gelmişti geceden
diye yazar. Yazar bedenin beyazlığı
dünyanın rengidir diye. O dünyadır
ve dünya, yazar her şey sessizlik rengindedir diye.
Artık yokum burada. Söylediğimi
söylediğin şeyleri hiç söylemedim.
Ve şimdi beden hiçbir şeyin
ölmediği bir yerdir. Bilirsin ki her gece
ağaçların sessizliğinden
yürür gelir sana sesim.