Aytuğ Akdoğan kitaplarından Duvar kitap alıntıları sizlerle…
Duvar Kitap Alıntıları
Bu dünyada ölmesi gereken birinin intihar ettiğini görmedim ben.
Bazıları başkaları için dans eder, bazıları başka kimse yokmuş gibi.
Tanrı dedi, Şehvetin hazzını herkesten önce tatmış ve kendi yarattığından korkmuş olmalı ki, kadınları örtülere ve evlere hapsetmiş. Yoksa kendine bu eziyeti yapan köle ruhlu insanoğlu mu? Oysa tutkunun kendisi değil midir Tanrı?
Aşkın, tutkun ve öfken olmadan özgür olabileceğini mi zannediyorsun?
Iki şeye hakkım olduğuna karar verdim: Özgürlük ve ölüm. Birine sahip olamazsam ötekini isterim , çünkü hiç kimse beni canlı tutsak edemez.
Anlattıklarım , hiç bir zaman sustuklarımdan daha değerli olmadı.
KAFES diye bağırdı. Kocaman bir kafes bu dünya! Vahşi atlar gibi kapatılmıșız içine, demir parmaklıkları çekip gitmişler üstümüze.
Allah’ım ne olursun, kolumu kopar, bacağımı kes, ama kurtar beni şu acıdan! Neden yüreğim bu kadar tutsak?
Yüreğini söküp çıkartabilse ve şu kahkahaların yükseldiği masalardan birine koyabilirse /dururdu bütün bir dünya ve ağlardı haline/ güldükleri gibi şimdi herhangi bir şeye./ Herkes nasıl da bekliyormuş yazı/ giymek için en güzel kıyafetlerini./ Ve sen yabancı, nasıl hep sonbaharsın böyle
– Oturup bir sigara yaktı ve sessizce bağırdı :
Benim hepinizden ölü! Gerçek ölülerin mezarlarda değil; okullarda, kışlalarda, klimalı ofislerde ve güvenlikli apartmanlarda çürüdüğünü düşündü.
Her şey sonsuza dek sürseydi hiçbir şey bu kadar güzel olamazdı
Üstüne bir palto geçirir ve bütün kusurları örtersin. Ama sana daha iyi bir tavsiyem var: Ellerini cebine sok, görünmezsin.
duygular o denli güçlüyse sözcüklere gerek kalmazdı. Sözcükler çok güçlüyse, başka hiçbir şeye gerek kalmazdı. Suya yazılmayan ve ağızdan havaya saçılmayan sözcükler
Onun kollarındaki damarlar, benim yaşam ağacımın kökleri.
Cömertliğin fışkırmasından korktukları için bize göz açtırmayan ve hayalleri olmayan insanların arasında yaşlanıp gidiyoruz. Ne olduğumuz ve ne istediğimiz bir HAYIR! ile başlar. Bizler sömürüye derhal son vermek istiyoruz. Ve bize göre isyanın başka bir gerekçeye ihtiyacı yoktur.
Bir kadını tanımak için onunla yirmi yıl aynı evde yaşamaya gerek yok. Onu dans ederken izlemek yeterli. Bazıları başkaları için dans ederken, bazıları başka kimse yokmuş gibi.
Ve biliyordu, yeterince acı çekmemiş ya da acıya saygısı olmayan birinin, onu hiçbir zaman anlamayacağını.
Tüm savaşlar iç savaştır.
Yabancı, geçmiş ve gelecek arasında bir yerlerde kaybolmuştu. Kendi ülkesi, kendi çektiği yalnızlık bayrağı ve kendi ölü toprakları vardı. Ve terk edilmiş bir sınır çizgisi, artık zaten kimseyi yaklaştırmadığı.
Yabancı, Nasıl erkek olabilirim? diye sordu kendine. Okulunu bitir, askerliğini yap, işe gir, para kazan, itibarını arttır. Yüzük tak. Evlen. Çocuk yap. Namusunu koru
Rakamlar! dedi, Ne ki sözcükler yanında
Gerçek ölülerin mezarlarda değil; okullarda, kışlalarda, klimalı ofislerde ve güvenlikli apartmanlarda çürüdüğünü düşündü.
Söyle bana dua edilen
Tanrı’nın olmadığını
Yalnız bir iş olmalı Tanrıcılık
Yapayalnız bir iş olmalı.
Tanrı’nın olmadığını
Yalnız bir iş olmalı Tanrıcılık
Yapayalnız bir iş olmalı.
Tanrı dedi, Şehvetin hazzını herkesten önce tatmış ve kendi yarattığından korkmuş olmalı ki, kadınları örtülere ve evlere hapsetmiş. Yoksa kendine bu eziyeti yapan köle ruhlu insanoğlu mu? Oysa tutkunun kendisi değil midir Tanrı?
Ertesi sabah uyandığı Haziran güneşine İşte! dedi, Yeni bir gün daha. Başkaları için.
Sonunda gecenin gölgelerle dolu karanlığında, dünyanın yükünü omuzlarında taşıyormuşçasına yorgun ve dalgın; kalbine gömdüğü, artık çok uzaklarda olan o kadının hayaliyle dışarı kustu kendini.
“Onun kollarındaki damarlar, benim yaşam ağacımın kökleri!”
-Hep rüya gören biri gerçeği nasıl ayırt edebilirdi?
“Bütün bu çağdaşlık düzmecesinde Aşk’ın ne farkı kaldı Cehennemden?”
Ve sen yabancı , nasıl hep sonbaharsın böyle
“Kim gerçekten özgür olmak isterki?”
Hayatıma bir şekilde dâhil olmuş herkesle, şöyle yemyeşil çimenlerin üstünde koşturmak, top falan oynamak isterdim.
Biliyor musun, yan yana bile ayrı yazılıyor.
“Onun kollarındaki damarlar, benim yaşam ağacımın kökleri!”