İçeriğe geç

Düşünen Bir Yürek Kitap Alıntıları – Susanna Tamaro

Susanna Tamaro kitaplarından Düşünen Bir Yürek kitap alıntıları sizlerle…

Düşünen Bir Yürek Kitap Alıntıları

Çünkü sadece bizim gözyaşılarımız dünyayı kurtaracaktır.
Bizler tutsağız!
Kazalım, kazalım, yeniden kazalım.
Kazarken aradığımız şey değerli trüf mantarı değil yıkacak duvarlardır; en büyük duvar ise bizi hapsetmiş  olan kader duvarıdır.
Hiçbir şey kanatlarımızı budamamalı, hiçbir şey bizim daha çoğuna sahip olma takıntımızı frenlememeli.
Yürünecek doğru yolu bize gösteren daima yürektir.
Vizyonu sildik, onurumuzun en derin gerekçesini sildik, insanın yerine bireyi koyduk. Artık hiç birimizde gizemli bir özel olma hali yok.
Hepimiz birbirimizin yerini alabiliriz, hepimiz teknik olarak daha iyi hale getirebiliriz, artık kendimizi işlemek, acı ve ıstırapla yüzleşmek, gelişmek için zahmete girmek zorunda değiliz.
Dünyada yaşamak ama dünyaya ait olmamak.
Artık kimse dönüp Doğu’ya, ölümü yenen güneşin doğduğu yere bakmıyor.
Yüreğin derinlerinde o minicik alev vardır, yangına dönüşebilmrk için birinin onu üflemesini bekler.
Kendime baktım ve bu çarpışmada yüzleşmem gereken ilk, en büyük ve en korkunç düşmanın karşımda duran, o aynadan bakan kişi olduğunu idrak ettim.
Sevgi iktidardan tiksinir, iktidar sevgiden tiksinir. Biri daima tutsaklığa götürürken öteki sonsuz bir özgürlük sunar.
Çoğu ruhsal yoksulluk, karanlıklar dünyasına hiçbir zaman inmemiş olmaktan kaynaklanır.
doğrudan yüreğin merkezine hitap eden bir sestir.
Bir sestir, vurur ama yaralamaz. Ucu demir veya çakıltaşı değil, saf ışıktır.
Vurur ve aydınlatır.
Uyum sağlayamazsan, kendini sorgulamazsan, yapay içeceklerle yetinmeyip gerçek su isteyen isyancı bir ruha sahipsen dışarıda kalmalısın. Edepli insanların oluşturduğu düzeni rahatsız edersin.
Oysa insan ölüm dışında hayatta hiçbir demokrasi formu olmadığının bilincindedir
Bu nedenle yürümeye başlarız, bu nedenle ileri gideriz.
Kaynağı aramak için.
İman için de aynı şey geçerli değil midir?
Bir noktada hayatımızda bir boşluk olduğunu hissederiz.
Bir şeyi, birini özleriz.
Duruyoruz, demek ki, kendimizi sorgulamıyoruz, araştırmaya koyulmuyoruz; çünkü bilmemiz gereken zaten karşımızda duruyor.
Ezelden beri kafamın içini dolduran soruların zihnimden değil yüreğimin hoşnutsuzluğundan kaynaklandığını işte o an kavradım.

Yürek korku yaratıyordu, yürek gözyaşı yaratıyordu ve düşüncemin işleme koyabileceği hiçbir didinme bu daimi tasa halimi dindirmeye yaramayacaktı.

Zor, sıçrayıp dışarı çıkabilmek için gereken gücü bulabilmek giderek zorlaşıyor.
Ben kimim?
Bütün görünümlerin ardında gerçek anlamda ve en derinde ben kimim?
Zor, gözleri açabilmek giderek zorlaşıyor.
Duygular arasında en düşkün olduğum, nezaketti.
Hayatta bazen biri ansızın elimizden tutması yeterli olur. Zor bir yol, dar bir geçit, suları tehditkar bir yer. Eğer yanımızda güven verici bir varlık yer alırsa aşılmaz olan hiçbir şey yoktur.
Ya yanımızda sadece boşluk varsa?
İpini artık kimse tutmaz olduğunda nereye gider bir uçurtma?
Bize söylenene inanmalıydık, soru sormamalıydık.
Ne çok güç vardı evrende?
Hayatı yaratan biri vardı, elbette; ama yalvarmalara kulak asmayan, sadece yok etmeyi bilen bir başkası da mı vardı yoksa?
Yoksa aynı gücün iki ayrı çehresi miydi bunlar?
Kimse hedefe varacağın konusunda garanti veremez, tutunacak bir yeri yakalayamadığında seni desteklemek için bekleyen bir ip olmayacak. Rahatsızlık, soğuk, yalnızlık ve uçurum senin yol arkadaşların olacak.
Artık oradaydık, hayatın kendisi, bizi devam etmeye zorluyordu.
Tutkuyla yaşamaya değecek pek çok şey vardı;
Peki, madde dünyası yüreğimin peşine düştüğü tüm yanıtları verebilecek miydi bana?
Kim yaptı tüm bunları?
Ve ‘Kim?’ sorusuna elbette sadık kölesi ‘Neden?’ eşlik ediyordu. Kim yarattı bu dünyayı ve neden?
Neden bu kadar çok form vardı?
Ve nasıl oluyordu da her bir formun kendine ait bir adı vardı?
Kim vermişti bu adları onlara?
Hayat anlamsız bir sahne oyunudur!
Anlamsızlığı kutlamadan önce kendimize, hiç anlamı aramaya başladık mı, diye sorma cesaretini gösterebildik mi?
Bir rolü üstlenme zorunluluğu; işte hayatın bizi çoğu kez içine ittiği koşul da bu değil mi zaten?
Uykusuzluk, hayatımın her döneminde en iyi arkadaşım oldu, hala da öyledir.
Bir karanlıktan geliyoruz ve bir başka karanlığa doğru yöneliyoruz.
O halde?
Asla bilmeyeceğimiz bir şey uğruna zaman yitirmenin ne anlamı var?
Günlük hayatın somutluğuna demir atıp oyalanmak en iyisi değil midir?
Evet, eğer yeni doğmuş bir bebeğin bakışları karşısında sarsılmıyorsak, can vermiş biri karşısında sadece organ naklini, verim sağlayacak külleri ya da onun etiyle iştahla beslenecek olan semiz böcekleri düşünüyorsak, böylesi daha iyi olur.
Yeryüzündeki mükemmellerden daha korkunç bir yargıç var mıdır?
İnatla itildiğimiz zorunlu boyut, mükemmellik midir?
Peki ama belirsiz olan neyi yaratır?
İpi çekilmiş bir topaç gibi değil midir? Topaç, onu kendi çevresinde döndüren kinetik enerji olmadığında durgun bir tahta parçasıdır.
Mutsuz muydum?
Evet, olağanüstü biçimde mutsuzdum.
hayatımın büyük bölümünü belirleyecek olan duygunun yalnızlık olduğunu anlamıştım.
İzlediğim her şeyin beni ilgilendirdiğini bilirdim. İçimde uysallaştırılmış bir kaplan yattığını ve şimdilik kırbaç yüzünden korkmakta olduğunu hissederdim. Ama kaplanın dışında, iradesiyle ve arzusuyla yerden kopan, havada ağırlığı yokmuş ve sanki hiç çaba harcamaksızın taklalar atan, bir an için lütfun içinde asılı kalan cambaz da vardı.
En baştan beri bildiğim şey bu muydu acaba?
Hayatımın aslında tek ve sonu gelmeyen bir mücadeleden ibaret olacağını mı sezmiştim?
dünyada henüz kirlenmemiş, bozulmamış olanı her zaman, her koşulda kirletmeyi seven bir enerji vardır. Psikolojinin sirenlerini izleyerek her yerde var olan bu gücü, onun güzeli dibe batırma ve doğruyu matlaştırma konusundaki sabit arzusunun çok çabuk unuttuk.
Ben, kız çocuğu olmak zorunda kalan bir kaplandım!
herkesin sevindiğine sevinmek, ağlamanın normal olduğu bir şeye ağlamak iyi geliyordu. Rollere uymak, küçük bir çocuk olduğumdan büyüklerin büyük olmalarına izin vermek Daha doğrusu küçük bir kız çocuğu.
Embriyoloji bize o gözlerin nasıl oluştuğunu açıklar ama onların içinde parıldayan kadim ışığı açıklamaktan âcizdir. Rahmin sütümsü zarıyla örtülüyken hareket eden bakış, sanki çok uzak bir dünyadan gelir gibidir.

Ruhun yolculuğu

Ayaklarimiz yere basar ama aklımız, ağaçların yaprakları gibi yukarıya uzanır. Yapraklar olmasa her şey daha basit ama aynı zamanda son derece de sıradan olur.
Sıradan şeyleri seviyordum: paten yapmak, bisiklete binmek, saklambaç oynamak, taş toplamak.
Duygular arasında en düşkün olduğum nezaketi. İçinde bulunmayı sevdiğim durumlar ise gölge, sessizlik, usulca bir köşede oturup dünyayı gözlemekti.
Dikkat çekmemek en büyük arzumdu.
Kendime ait düşüncelerim vardı ve bu düşünceler kasırga kalabalığıydı, bu nedenle başka hiçbir hareket sergilemem mümkün olmuyordu.
Toprağı düşünür, nasıl oluştuğunu anlamaya çalışırdım. Nasıl oluyor da biz oraya yapışmış dururken, kuşlar uçabiliyordu?
Ya bizi tutmaktan sıkılırsa? O zaman biz de uzay boşluğunda mı kaybolacaktık?
Arada sırada uçabilme hevesiyle kollarımı çırpa çırpa koşardım.
Oldu mu? diye sorardım ağabeyime.
Evet, birazcık yükseldin derdi.
Bunun iyi niyetli bir yalan olduğunu bilirdim.
Yer benim varlığımı istiyordu ve o varlığa bir anlam kazandırmayı amaçlıyordu.
Ben kimim?
Bütün görünümlerin ardında gerçek anlamda ve en derinde ben kimim?
Kusursuz ebeveyn, aynen kusursuz evlat gibi psikolojik diktatörlüklerin doğurduğu bir karabasandır. Her birimiz tam da kendi ebeveynimizin noksanları ve yoksulluğuyla ilintili olarak olmamız gereken kişi oluyoruz.
Yalnızca bu bile hayatımıza derin bir özgürlük sağlamaya yeter. O özgürlük, merhameti ve bağışlamayı yaratma gücüne sahiptir.
İçimde ezelden beri sürekli konuşan ses yineliyordu: “Tırmanmalısın! Ötede ne olduğunu görmek için zirveye varmalısın. Çok kişi tarafından tırmanılmış bu duvara sen de kendi yolunu çizmelisin. Kimse hedefe varacağın konusunda garanti veremez, tutunacak bir yeri yakalayamadığında seni desteklemek için bekleyen bir ip olmayacak. Rahatsızlık, soğuk, yalnızlık ve uçurum senin yol arkadaşların olacak.”
Bunu reddedebilir miydim?
Geri dönebilir miydim?
İyi ama nereye dönecektim?
Ancak rahat edebileceğin yere dönebilirsin. Eğer böyle bir yer yoksa gerisingeri dönmenin bir anlamı yoktur, arkanda da karşında dikilen duvar kadar dehşet verici bir seçenek beklemektedir seni.
Günün birinde yatağımın yanında bir peri belirseydi ondan tek bir dileğim olurdu: Görünmez olmayı, saydamlaşmayı isterdim. Kimse havayı yakalamayacağına göre, kimse beni oradan oraya vuramazdı.
Yeryüzünde mükemmellerden daha korkunç bir yargıç var mıdır?
Mutsuz muydum?
Evet, olağanüstü biçimde mutsuzdum.
Gerçeklik neşeli yüzücülerden oluşuyordu oysa ben, yüzeyde hiçbir zevk almıyordum.
Asalakları öldüren ilaçlar kullanılmadığı sürece ağır kahverengi lekelere maruz kalmamış bir zambak bulmak mümkün değildir.
Demek ki dünyada henüz kirlenmemiş, bozulmamış olanı her zaman, her koşulda kirletmeyi seven bir enerji vardır.
Soru insanı güvene almaz, soruların kıyısında sadece risk rüzgarları eser. Sığınak yoktur, tutunacak yer yoktur, keşfetmeye gideceğimiz toprakların garantisi yoktur.
Oysa kendimizi gururla ilan eden kendimizdik ve tereddüt etmeden, kuşku duymadan şöyle yanılıp da daha ileri, daha yukarı bakmıyor ve hep daha fazlasını talep edenlerin korosuna katılarak onları izlemeyi sürdürüyoruz
Müziğin yalnızlığıma harika bir arkadaş olacağını sezinliyordum.
Susmayı oldukça erken öğrendim.
Mademki ağzımı açtığım anda çevrendekilerin kafasını karıştırıyorum, susayım daha iyi diyordum; yoksa onların benim söylememi bekledikleri şeyleri dile getirmek için çaba göstermem gerekecekti.
benim durumumda olduğu üzere anne baba arasındaki ilişki devasa sorunlar yüzünden hırpalanmışsa, çocukları ilgilendiren her şey ebeveynin hayatının fonuna yansıtılan solgun bir gölge olmaktan öteye gidemezdi.
Hepimiz kargaşanın evlatlarıyız ve her birimiz -kendi özgürlüğüyle daimi olarak aydınlanan kişi olarak – kendi kişiselliğimizi farklı bir şekilde ifade ederiz.
Kendime ait düşüncelerim vardı ve bu düşünceler kasırga kalabalığıydı , bu nedenle başka hiçbir hareket sergilemem mümkün olmuyordu.
Zihnim durmak bilmeyen bir ritimle sorular üretiyordu , aynını yüreğimde yapıyordu.
Zenginliğe giderek daha çok zaman ayırıyoruz ve giderek daha çok çirkinleşiyoruz, daha kötü giyiniyoruz, suratlarımız daha çok asılıyor.
Sevgi iktidardan tiksinir, iktidar sevgiden tiksinir.
Hep çağıran Sonsuzluk’un hasretini yüreğimizin en gizli yerinde barındırırız.
Hayatın koruduğu insanlara ne mutlu, kötülüğün cehennemî pis sırıtmasıyla hiç karşılaşmayanlara ne mutlu.
Yüreğimle konuşmayı asla kesmemiş olan güzellik bana huzur veriyordu.
Zor, gözleri açabilmek giderek zorlaşıyor.
Geri dönmek mümkün değil, suç yüklemek nafile.
Eğer ifadeleri bir yapının tuğlaları olamaz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir