İçeriğe geç

Düşünce Parlamentosu Kitap Alıntıları – Toktamış Ateş

Toktamış Ateş kitaplarından Düşünce Parlamentosu kitap alıntıları sizlerle…

Düşünce Parlamentosu Kitap Alıntıları

Son olarak Atatürkçü gençlere ne önerirsiniz?
– Çok okumalarını ve örgütlenmelerini. Bu çok zor, ama başka çare de yok.
Türkiye’de, özellikle 12 Eylül’den sonra özellikle ortaya çıkan yasal düzen, insanların örgütlenmesine engel oluyor. Baskı grupları örgüttür. Gençlik örgütüdür, meslek örgütüdür, demokratik derneklerdir, odalardır, barolardır. Fakat bakıyoruz, bütün bu tür örgütlenmeler engelleniyor. Toplumda örgüt üyesi imajı insanın aklına hemen pos bıyıklı, eli silahlı bir adamı getiriyor; at kuyruklu, militan tavırlı bir kızı getiriyor. Toplumda bir örgüt ürküntüsü yaratıldı.
Demokrasi aslında bir katılım demektir. İnsanların kendilerini ilgilendiren her hususta kararların oluşmasına katılmalarıdır. Yani demokrasi insanların kendi kaderleriyle ilgili kararlarda söz ve oy sahibi olmasıdır. Meseleyi böyle ele aldığımız zaman insanların katılımını sağlayacak iki türlü örgütlenme vardır. Bunlar siyasal partiler ve baskı gruplarıdır.
Türkiye Günlüğü ‘nün önceki sayılarından birinde Ferruh Bozbeyli ile yapılan bir röportaj var. Ferruh Bozbeyli, Türkiye’de sağ kesimde çok önemli bir isimdir. Hac’dan dönerken bir arkadaşı ile karşılaşıyor, ilk defa gitmiş hacca. Arkadaşı, Bozbeyli’ye Suudi Arabistan izlenimlerini soruyor. Bozbeyli, Onların da bir Atatürk’e ihtiyaçları var diyor. Bunu söyleyen Türkiye’de sağ cenahın çok önde gelen isimlerinden birisidir. Mustafa Kemal’i bir heykel olarak, tapınılacak, tartışılmayacak birisi olarak görmemek gerekir. Buna itirazım yok. Ama Mustafa Kemal’i hakça değerlendirmek gerekir.
Devlet demokrasi içinde tüm temel hak ve özgürlükleri korumak zorunda olduğuna göre din ve vicdan özgürlüğünüde aktif bir biçimde korumak zorundadır. Yani Müslüman’ın Müslümanlığını, Hristiyan’ın Hristiyanlığını, Musevi’nin Museviliğini, dinsizinde dinsiz olma hakkını koruyacaktır. Laik demokraside devlet, ben laik devletim bunlara karışmam diyemez.
Türk Devrimi, teokratik kökenli bir monarşiden, halk egemenliğine dayanmaya çalışan laik bir cumhuriyete ve KUL’ dan VATANDAŞ’a geçiştir. Şapka, tatil günleri, çağdaş yasalar, ölçü birimleri, kılık-kıyafet, alfabe vb. hep bu devrimin parçalarıdır.
Bize laiklik din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması diye öğretilmişti. Bu tanım elbette doğru bir tanımdı. Ama eksik bir tanımdı. Biraz derinliğine düşündüğümüz zaman, ne anlama geldiği konusunda kuşkular doğuyordu. Bir anlamda da, altı boş bir tanımdı.
Laiklik; bir ülkede, yönetenlerin yönetme yetkisinin Tanrı ya da Tanrı buyruğu dışında bir kaynaktan alınması ve aynı biçimde yönetimin ilkeleri saptanırken, bunların Tanrı buyrukları dışında da aranması demektir.
Laiklik tarihsel süreç içinde, aydınlanma felsefesi nin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Tanrı kökenli olduğu varsayılan eski eşitsiz düzene karşı yapılan temel itirazların gerekçesidir. Tanrı insanları eşitsiz yaratmıştır. Bir kısmını yönetmek, bir kısmını yönetilmek için yaratmıştır. İnsanlar özgür ve eşit doğarlar. Meşru bir yönetim, ancak halkın iradesine dayanan bir yönetimdir ifadesi, hem en basit biçimiyle demokrasinin ve hem de laikliğin başlangıç noktasıdır.
Bir demokraside insanların İslam Şeriatı düzeni içinde yaşamaya hakları var mıdır?
Bu sorunun kısa ve net bir yanıtı vardır: Evet. Bir demokraside insanlar istedikleri gibiyaşama ve düşünme hakkına sahip olsalar gerektir. İsteyen İslam şeriatı düzeninde yaşar, isteyen komünal nir yaşam biçimi tutturur. İsteyen çarşafa bürünür, isteyen sarık sarar, isteyen mini mini etekle dolaşır, isteyen de başına honi geçirir. Tüm bunlara katlanılması gerekir.
İkinci nokta. Bir demokraside insanların kendileri için istedikleri yaşama biçimini başkalarına empoze etmeye hakları var mıdır?
Bu sorunun yanıtı da net ve kısadır: Hayır. Bir demokraside hiç kimse, hiç kimseye kendi inancını, yaşama biçimini empoze etmek hakkına sahip değildir. Bunun kararını herkes, kendi başına verir.
Burada herhangi bir zorlama olup olmaması da önemli değildir. Biz insanları ikna ederek sınıflarımıza katacağız gibisinden açıklamalar da yeterli değildir. Zira insanların bir bölümü, hatta büyük bir çoğunluğu böyle bir düzen isteseler bile, böyle bir düzeni demokrasi adına egemen kılamazsınız. Zira bu demokrasinin ruhuna ve özüne aykırıdır. Zaten burada üçüncü noktaya geliyoruz.
Üçüncü nokta. Bir demokraside çoğunluk istediği zaman demokrasiyi yok etme özgürlüğü var mıdır?
Gene net ve kısa bir yanıt: Hayır, asla. Demokrasi, çoğunluk iradesinin azınlığın haklarını ortadan kaldırabileceği bir rejim değildir. Peki bir demokraside çoğunluğu azınlık mı yönetecektir? Hayır, elbette bir demokraside çoğunluk iradesi egemen olacaktır. Ama bu iradenin yetkisinin bir sınırı vardır. O sınır da, çoğunluk karşısındaki azınlığın özgürlükleri ve yaşama hakkıdır.
.. Eğer çoğunluk böyle istiyor diye bu özgürlükleri kısıtlar ya da ortadan kaldırırsak, ne demokrasi kalır ne özgürlük. Kala kala bir tek şey kalır: Direnme hakkı.
2. Dünya Savaşı sonrasında, çoğunşukşa eski sömürge niteliğindeki kimi ülkelerde İslamiyet , ABD’nin koruyucu kanatları altında siyasallaştı. Elimin altında 1950’li, 1960’lı yılların bazı Amerikan dergileri var. İlginç bir biçimde İslamiyet pompası yapıyorlar.
ABD’nin böyle bir ğolitikada iki beklentisi vardır. Bunlardan birincisi, soğuk savaş koşulları altında SSCB’yi zor durumda bırakmak; ikincisi de yeni bağımsızlığına kavuşan ya da bu bağımsızlığın savaşıöı içinde olan ülkelerde, sosyalizmi geri plana itmekti.
Bir ülkede yasalara uyulması ile hukuk devleti oluşmaz; olsa olsa yasa devleti oluşur. Hukuk devletinden söz edilebilmesi için, o uyulan yasaların çağdaş ve evrensel hukuk kurallarına ve anlayışına uygun olması gerekir.
Hukuk devleti, çoğu kez kanun devleti kavramıyla karışmış bir biçimde karşımıza çıkar. Yasaların üstünlüğü ilkesine herkes saygı duyarsa ve herkes yasalara uyarsa, hukuk devleti oluşmuş sanılır. Oysa ki, işin aslı pek de böyle değildir. Hukul devleti bunun çok ilerisinde ve dışında bir şeydir. İnsanlar bir hukuk devletinde elbette yasalara uyacaklardır. Ama nasıl yasalara uyacaklardır? Eğer bir ülkede yasalar hukuka ve adalet duygularına uygun değilse, bu yasalara uymakla hukuk devletine ulaşılabilmesi mümkün müdür? Elbette hayır.
Tam bağımsız karar almak demek, canının istediği her kararı almak demek değildir. Tam bağımsız karar almak; bu kararın temelini oluşturacak koşulları tam bağımsız bir biçimde değerlendirmek ve bu koşullar çerçevesinde kendi ulusal çıkarlarını ön plana alabilmek demektir.
Dış siyaset kararlarındaki bağımlılık derecesi , çok değişik faktörlere bağlı olmakla birlikte, ülkenin ekonomik gücüyle ters orantılıdır. Ekonomik olarak gücü olmayan ülkeler çok bağımlı, güçlü olan ülkeler daha az bağımlıdır. Ama ne kadar güçlü olunursa olunsun, hiçbir ülke asla tam bağımsız değildir. Her ülke içi ve dış dengeleri dikkate almak zorundadır.
Her devrim ayaklanma ile olmaz. Eğer eski düzen, yeni ortaya çıkan talepleri karşılayabiliyorsa, ani değişimler gerçekleşebilir ve devrim zemini oluşmaz. Ama eğer eski düzen, bazı şeyleri zorla bastırabileceğini sanarsa, patlamalata yol açar ki, bunun sonunda çoğu kez, devrimler ortaya çıkar.
Değişimden söz edilebilmesi için, bu değişimin ileriye doğru olması gerekir. Ve dış müdahalelerle bu değişim kimi zaman hızlandırılabilir , kimi zaman da yavaşlatılabilir . Bazen de dış müdahalelerle bu değişim durdurulabilir. Ama bu geçici bir durumdur ve bu durumda gelişmeden değil, gerilemeden , çürümeden ya da kokuşmadan söz etmek gerekir.
Demokrasi aslında bir katılım demektir. İnsanların kendilerini ilgilendiren her hususta kararların oluşmasına katılmalarıdır. Yani demokrasi insanların kendi kaderleriyle ilgili kararlarda söz ve oy sahibi olmasıdır. Meseleyi böyle ele aldığımız zaman insanların katılımını sağlayacak iki türlü örgütlenme vardır. Bunlar siyasal partiler ve baskı gruplarıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir