İçeriğe geç

Düşman Yaratmak Kitap Alıntıları – Umberto Eco

Umberto Eco kitaplarından Düşman Yaratmak kitap alıntıları sizlerle…

Düşman Yaratmak Kitap Alıntıları

Düşman sahibi olmak sadece kimliğimizi tanımlamak açısından değil, aynı zamanda kendi değer sistemimizi ölçebilmek için bir engel edinmek ve o engelle yüzleşirken kendi değerimizi sergilemek açısından da önemlidir. Dolayısıyla düşman yoksa onu inşa etmek gereklidir.
Güzellik hakikattir, hakikat de güzellik
Düşman sahibi olmak sadece kimliğimizi tanımlamak açısından değil, aynı zamanda kendi değer sistemimizi ölçebilmek için bir engel edinmek ve o engelle yüzleşirken kendi değerimizi sergilemek açısından da önemlidir. Dolayısıyla düşman yoksa onu inşa etmek gereklidir.
Düşman sahibi olmak sadece kimliğimizi tanımlama açısından değil, aynı zamanda kendi değer sistemimizi ölçebilmek için bir engel edinmek ve o engelle yüzleşirken kendi değerimizi sergilemek açısından da önemlidir. Dolayısıyla düşman yoksa onu inşa etmek gereklidir.
__Düşman sahibi olmak sadece kimliğimizi tanımlama açısından değil, aynı zamanda kendi değer sistemimizi ölçebilmek için bir engel edinmek ve o engelle yüzleşirken kendi değerimizi sergilemek açısından da önemlidir.
Şansa güvenenler, körlerin rehberliğini kabul etmiş olur
Başkasının eliyle ateşe dokunmak kolaydır.
Ütopya ülkeleri (Rahip Johannes’in krallığı gibi bazı istisnalar dışında) ada üzerinde bulunur. Ada, ulaşılamayan, şans eseri ayak basılan, var olmayan bir mekân olarak algılanır, insan adadan ayrıldı mı oraya bir daha dönemez.
Mezarlık, bir şeyin önemini sonradan anlayanlarla doludur.
Ben kendimi düşmanlarımdan korurum, tanrı beni dostlarımdan korusun
Az çalanlar hapse girer, çok çalanlar kariyer yapar.
Eğer sonsuz sayıda dünya söz konusuysa, günahlardan arınmanın tekliği tartışmaya açılmış olur: ya Adem’in işlediği günah ve İsa’nın çektiği çile Tanrı tarafından yaratılan başka canlıları değil, sadece bizim dünyamızı ilgilendiren marjinal olaylardır, ya da Golgota sonsuz sayıda gezegen de sonsuz sayıda tekrarlanmış olabilirdi, dolayısıyla İnsan’ın Oğlu’nun fedakârlığının tekliği ortadan kalkmış olur.
astroloji, doğru olsun, yanlış olsun, bir bilim alanı değildir, bir dindir (veya batıl inançtır, çünkü batıl inançlar hep başkalarının dinleridir) ve din olduğu için doğru veya yanlış olduğu kanıtlanamaz; Astroloji bir inanç meselesidir ve inanç meselelerine -en azından inananlara saygı göstermek için- karışmamak gerekir.
İnanç kutsal emanete değil, kutsal emanet inanca dayalıdır.
Ateş, her dönemden, ırktan ve dinden engizisyon yetkilileri için sadece insanları değil, kitapları da günahlarından arındırır. Birçok kitap ya gaflet, ya cehalet, ya da Nazilerin yaptığı üzere, dejenere bir sanatı arındırmak ve ortadan kaldırmak için yakılmıştır.
ateşin rol oynadığı birçok kurban töreninin ardında ateşin yok ederken arındırıp yeniden hayat verdiği fikrinin yer aldığı kesindir. Yakılarak öldürülmenin kutsallığı da buradan kaynaklanır.
Bizim Tanrı algımızla Tanrı arasındaki ilişki, bir dairenin içine çizilen bir çokgenle içine çizildiği daire arasındaki ilişkiye benzer: çokgenin kenar sayısı arttıkça giderek daireye yaklaşır, ama çokgenle daire asla eşit olmayacaktır. Cusanus Tanrı’nın, merkezi her yerde olan ama
çevresi hiçbir yerde olmayan bir daireye benzediğini söylerdi.
Kendimizi sadece bir Öteki’nin varlığında tanıyabiliriz ve bir arada yaşama ve uysallık kuralları bu olguyu temel alır. Ancak bir yandan da Öteki’ni dayanılmaz bulmaya hazırız, çünkü o bir anlamda bizden değildir. Böylece, onu düşman haline getirerek yeryüzündeki cehennemimizi yaratırız.
Düşmanı anlamak, şairlere, azizlere veya hainlere özgüdür.
düşman olarak inşa edilenler, bizim için doğrudan tehdit oluşturan farklı insanlar (örneğin Barbarlar) değil de, bizi doğrudan tehdit etmemelerine rağmen birilerinin tehditkâr olarak tasvir etmeyi uygun bulduklarıdır, böylece tehditkâr olmalarının farklılıklarını vurgulaması yerine, farklı olmaları tehditkâr olduklarının belirtisi haline gelir.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
ülkemizin son altmış yılda karşılaştığı felaketlerden birinin gerçek düşmanların yokluğu olduğuna karar verdim.

Düşman yoksa onu inşa etmek gereklidir.

Her şeyin mubah olduğunu sananların Tanrı’nın öldüğünü sananlar değil, Tanrı olduklarını sananlar olduğunu bize hatırlattı (bu, küçük büyük, bütün diktatörlerin ortak özelliğidir).
Raslantısal varlıklar olduğumuz için, yani ölmeye mahkum olduğumuz için ölmeyen bir şeye, Mutlak olana sıkıca bağlanabilecegimize  inanmaya aşırı ihtiyacımız var. Ancak bu Mutlak olan, Kitab-ı Mukaddes’teki Tanrı gibi aşkın da olabilir, içkin de.
Kendimizi sadece bir Öteki’nin varlığında tanıyabiliiz ve bir arada yaşama ve uysallık kuralları bu olguyu temel alır. Ancak bir yandan da Öteki’ni dayanılmaz bulmaya hazırız çünkü o bir anlamda bizden değildir. Böylece, onu düşman haline getirerek yeryüzündeki cehennemimizi yaratırız..
Kötülük İmparatorluğu ortadan kalkıp büyük düşman Sovyetler dağılınca, Amerika Birleşik Devletleri’nde olanlara da bakmak lazım. Sovyetler Birliği’yle ile mücadele ederken aldığı yardımları hatırlayıp Amerika Birleşik Devletleri’ne yardım elini uzatan ve Bush için yeni düşmanlar yaratarak hem ulusal kimlik duygusunu, hem de kendi iktidarını pekiştirme fırsatı veren Bin ladin olmasaydı, kimlikleri çökerdi.
Nasıl oluyor da, kusmuğa veya dışkıya parmağımızın ucuyla bile dokunmaktan tiksinen bizler, kollarımızın arasında dışkı dolu bir çuval tutmayı arzulayabiliyoruz!
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Kötü kokulu. Düşman daima kötü kokar; Berilion da Birinci Dünya Savaşı’nın başlarında ( 1915) yazdığı La polychresie de la race allemande’da [Alman Irkının Aşırı Dışkılama ihtiyacı] ortalama bir Alman’ın Fransızlardan daha fazla dışkı ürettiğini ve kokusunun daha kötü olduğunu yazar.
Tacitus da Yahudiler hakkında şöyle der: “Bize göre kutsal olan her şey onlara göre dindışıdır ve bize göre iffetsiz olan her şey onlara göre yasaldır” (insanın aklına Anglosaksonların kurbağa yiyen Fransızlardan, Almanların da sarmısağı fazla kaçıran İtalyanlardan tiksinmeleri geliyor)
Mutluluk Cumhuriyeti’nin son derece mutsuz halkı yavaş yavaş adayı terk etmeye başladı ve Yasa Koyucu ütopyasının başarısızlığa uğradığını kabul etmek zorunda kaldı.
Bu kadar alenen adaletsizlik üzerine kurulu bir cumhuriyette kadınların durumu büsbütün trajikti.
Başkasının eliyle ateşe dokunmak kolaydır.
Astroloji, doğru olsun, yanlış olsun bir bilim alanı değildir, bir dindir (veya batıl inançtır) ve din olduğu için doğru veya yanlış olduğu kanıtlanamaz.
Susulması gereken konularda çok konuşmak gereklidir.
Victor Hugo, Victor Hugo olduğunu sanan bir deliydi.
Cennet de cehennem de aynı şiirin iki bölümüdür.
Ateş hayat demektir, ama sönüşünün ve sürekli kırılganlığının da deneyimi anlamına gelir.
Hakiki bir şeylerin varlığına olan inanç, insanoğlunun hayatta kalması açısından elzemdir.
Güzellik hakikattir, hakikat de güzellik, -budur
Yeryüzünde bildiğiniz ve bilmeniz gereken tek şey.
Hükmeden ve yazan veya yazarak hükmeden erkekler kadınları baştan beri düşman olarak tasvir etmiştir.
Düşmanları olmayan bir halk olabilir mi?
– ( ) Korkunç olan, yüce olanın diğer yüzüdür, ışığın gölgesidir, tabiatın sanata sunabileceği en zengin kaynaktır
– ( ) Düşmanın inşa edilmesi, merhametli bir şekilde idrak etmeyi arzulayanları bile düşmana dönüşmeye iter
Öte yandan Birinci Badana ilkesi’nden dolayı – haksızlar kendilerini suçlayanlara karşı yaygara koparırlar -Hakimler çok kötü bir itibara sahipti(Ikinci Badana ilkesine göre ise az çalanlar hapse girer, çok çalanlar kariyer yapar )
Geçmişten ders al, geleceğe inan ve şimdiki zamanda yaşa.
‘’ Dolayısıyla düşman yoksa onu inşa etmek gereklidir.’’
Korkunç olan, yüce olanın diğer yüzüdür
Victor Hugo, Victor Hugo olduğunu sanan bir deliydi.
Victor Hugo’yu konu alan bütün söylemler genelde Gide’in en büyük Fransız şairi kimdir sorusuna verdiği cevapla başlar: Hugo, helas! (Maalesef Hugo! ).
Düşman sahibi olmak sadece kimliğimizi tanımlama açısından
değil, aynı zamanda kendi değer sistemimizi ölçebilmek
için bir engel edinmek ve o engelle yüzleşirken kendi değerimizi
sergilemek açısından da önemlidir. Dolayısıyla düşman
yoksa onu inşa etmek gereklidir.
her şey ayaklarımızın dibinde eriyip giderken enfes tutku anlarını, bir ufkun açılmasıyla ruhu bir anlığına serbest bırakacak gibi görünen bir bilgi katkısını veya duyuları heyecanlandıracak tuhaf tonları, tuhaf renkleri, ilginç kokuları veya bir sanatçının eserini veya bir dostun yüzünü yakalamaya çalışırız.
Tanrı’ya inanıyor muyum? Benim inandığım çok
daha büyük bir şey . Onu algılamaya çalışırken hayal edebileceğimiz en üstün şey, tüm ineklerin siyah göründüğü geceden ibarettir.
Bakın, bu o kadar basit, o kadar sıradan bir durum ki. Fiziksel işkence yok, tamam mı? Ama cehennemdeyiz. Buraya başka kimse gelmeyecek. Hiç kimse. Sonuna kadar bir tek üçümüz olacağız ve bir arada olacağız. Bir tek cellat eksik. Personel açısından tasarruf etmişler. İşte bu kadar. Her birimiz, diğer ikisinin celladı durumunda.

Sartre, Gizli Oturum

Etik, atalarımızdan kalma düşmana sahip olma ihtiyacımız karşısında aciz midir? Bence etiğe olan ihtiyaç, herhangi bir düşmanımız yokmuş gibi davrandığımız zaman değil, onları anlamaya ve kendimizi onların yerine koymaya çalıştığımız zaman ortaya çıkar.
Düşman yoksa onu inşa etmek gereklidir.
Çok geçmeden, odanın bitimindeki büyük tele-ekrandan insanın içini kıyan, ürkünç bir cazırtı yükseldi, sanki yağı tükenmiş korkunç bir aygıt çalıştırılıyordu. İnsanın dişlerini kamaştıran, tüylerini diken diken eden bir gürültüydü bu. Nefret başlamıştı.
Yıkar geçer bir dostun,düşmancasına hamlesi !
“Bize göre kutsal olan her şey onlara göre dindışıdır ve bize göre iffetsiz
olan her şey onlara göre yasaldır..
etiğe olan ihtiyaç, herhangi bir düşmanımız yokmuş gibi davrandığımız zaman değil, onları anlamaya ve kendimizi onların yerine koymaya çalıştığımız zaman ortaya çıkar.
Cadılar yargılanırken düşman imgesi inşa edilmekle ve kurban yapmadıklarını bile itiraf etmekle kalmaz, bu itiraflarda bulunurken bunları gerçekten yapmış olduğuna kendini ikna eder. Buna benzer bir sürecin Koestler tarafından Gün Ortasında Karanlık’ta ( 1941) anlatıldığını ve Stalin dönemi mahkemelerinde de önce düşman imgesinin inşa edilip sonra kurbanın o imgede kendini görmeye ikna edildiğini hatırlar..
Kendimizi sadece bir Öteki’nin varlığında tanımlayabiliriz ve bir arada yaşama ve uysallık kuralları bu olguyu temel alır; ancak bir yandan da Öteki’ni dayanılmaz bulmaya hazırız, çünkü o bir anlamda bizden değildir. Böylece onu düşman haline getirerek yeryüzündeki cehennemimizi yaratırız.
Savaş ekolojik açıdan da, canlı fazlalığı açısından bir emniyet subapı oluşturur: XIX. yüzyıla kadar savaşlarda sadece toplumun en güçlü üyeleri (savaşçılar) ölüp işe yaramayanlar kurtulurken, günümüzdeki sistemler sivil merkezleri bombalayarak bu sorunun da çözümünü sağlamıştır
Bombardımanlar, adet haline gelen çocuk ölümleri, dini açıdan cinsel riyazet, zorunlu hadım edilme veya ölüm cezasının yaygın kullanımına göre nüfus artışını daha iyi sınırlar. Nihai olarak da, çatışma durumlarının ağır bastığı, gerçek anlamda insancıl sanatın gelişmesini sağlayan savaştır.
Savaş bir toplumun kendini ulus olarak görmesini sağlar; savaşın karşı ağırlığı olmasa, hükümetler kendi meşruiyet alanlarını bile oluşturamazlar; sınıflar arası dengeyi sağlayan ve antisosyal unsurlardan yararlanılmasına izin veren tek şey, savaştır. Barış istikrarsızlığa ve gençler arasında suça yol açar; savaş bütün başıbozuk güçleri en doğru şekilde yönlendirerek onlara statü kazandırır.
Bütün halklar, hatta en sansür yanlısı diktatörün baskısı altındaki halklar bile, fısıltı sayesinde dünyanın geri kalanında olanlar hakkında bilgi sahibi olmayı başarmıştır.
Sokakta yürürken kulaklarına iPod takan veya trende gazete okuyarak veya manzaraya bakarak bir saat oturamayan, hemen telefon açıp, yolculuğun ilk kısmında “ Yola çıktım”, ikinci kısmında da “ Varmak üzereyim” demekten kendini alamayan gerizekalılar kimdir? Bunlar artık gürültü olmadan yaşayamayan insanlardır. Bundan dolayıdır ki, müşterilerinden dolayı zaten gürültülü olan restoranlar bazen iki televizyon ekranı, bazen de müzik aracılığıyla daha fazla gürültü sunar; televizyonu kapatmalarını isterseniz de size deliymiş gibi bakarlar. Bu gürültü ihtiyacı, uyuşturucu görevi görür ve asıl önemli olan şeylere odaklanmayı engeller.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir