İçeriğe geç

Düşerken Kitap Alıntıları – Tarık Tufan

Tarık Tufan kitaplarından Düşerken kitap alıntıları sizlerle…

Düşerken Kitap Alıntıları

Umut niyetine sırtında taşıdığı bir çift kanat, zaman geçtikçe zayıflayacak, gitgide çürüyecek ve ruhunu zehirleyen bir belaya dönüşecekti.
Yalnızlık duygusuna ömrü boyunca bir kez yakalanmış birinin bir daha kurtulmasının mümkün olmadığını biliyordu. İnsan yalnızlığa bir defa düşer, orada kalır.
Biz zannediyoruz ki insan ölünce çürümeye başlar. Doğru değil. İnsan doğduğu andan itibaren çürümeye başlıyor. İnsanı çürüten ölüm değil, hayattır. Başkasından değil, kendimden biliyorum.
Kendini anlatabilmek diye bir hurafe var, işimize geldiği için körü körüne inanıyoruz. Bu dünyada kim kime kendini anlatabilmiş ki?
Şimdi nereye gidiyoruz?
.
.
‘Herkesin gittiği yerin aksine gidelim,’ diye içinden geçirdi sonra. İnsanlar nereden kaçıyorsa biz tersini yapalım.
Jülide, biliyor musun, tam düşerken karşıma sen çıktın.
Düşerken mi?
Evet.
Karşına çıkınca ne oldu peki?
Bir sürü şey oldu işte. Benim için büyük şans.
Yalnızlık duygusuna ömrü boyunca bir kez yakalanmış birinin bir daha kurtulmasının mümkün olmadığını biliyordu. İnsan yalnızlığa bir defa düşer, orada kalır.
Bir insana ve kelimelere inanmak
ama ekmeğe ve suya inanır gibi
derin bir duyguyla inanmak,
aklımın ucundan bile geçmiyordu artık.
Aptal biri değilim. Sadece insanın ne kadar düşeceğine dair iflah olmaz bir merakım var.
Benim kalbimde ölüme benzer acılar var, hiç eksilmiyor, kimsesizim ben, bana hep böyle bak.
Biz zannediyoruz ki insan ölünce çürümeye başlar. Doğru değil. İnsan doğduğu andan itibaren çürümeye başlıyor. İnsanı çürüten ölüm değil, hayattır.
Bir şeyden korkacaksan, gulyabaniden, ecinniden, kara koncolostan değil, insandan korkacaksın.
Kendini anlatabilmek diye bir hurafe var, işimize geldiği için körü körüne inanıyoruz. Bu dünyada kim kime kendini anlatabilmiş ki?
Bir eve benim evim diyebilmek için orada yaşamış olmak yetmiyormuş, onu anladım.
Yalnızlık duygusuna ömrü boyunca bir kez yakalanmış birinin bir daha kurtulmasının mümkün olmadığını biliyordu. İnsan yalnızlığa bir defa düşer, orada kalır.
Denize bakmanın insanın kalbini iyileştiren bir yanı var.
Meğer ölü hatıralar da ölü ceninler gibi zehir oluyormuş insana, acı çekerek öğrendim. Geçmişin irin tutmuş necis kalıntıları kapkara bir kanla birlikte döküldü hafızamdan. Bütün gece harlı bir ateşin başına oturmuş da içimi acıtan fotoğrafları, hiç acele etmeden, tek tek, alevlerin arzulu kollarına bırakmışçasına rahatlamıştım.
Biz zannediyoruz ki insan ölünce çürümeye başlar. Doğru değil. İnsan doğduğu andan itibaren çürümeye başlıyor. İnsanı çürüten ölüm değil, hayattır. Başkasından değil, kendimden biliyorum.
Yaşamak sandığı şey kendi küflü, rutubet kokan yalnızlığında içten içe çürümek, azar azar tükenmekten ibaret.
Oysa gidenler her daim geç kalmıştır. Gitmek derdine bir kez düşen için artık kalmak da yaradır,
Ölmekle gitmek aynı şey: ne ölenlerin ne de kalbindeki ıstırap verici ağrı dinmek bilmediği için uzaklara gidenlerin geri döndüğünü bu dünyada gören oldu.
İnsanın en ölümcül yarası, içinde anbean büyüyen gitme hevesidir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bu belki onu tüketebilirdi; fakat bu kadar güzel bir şeyin içinde onunla beraber tükenmek mukadderse bundan ne diye kaçmalıydı?
İnsanı çürüten ölüm değil, hayattır
Unutmak diye bir şey yok; unutmak, varlığına inanç beslediğimiz uzak bir ihtimal olarak bizi ayakta tutuyor o kadar.
Hayatın en acımasız taraflarından biri de en çok unutmak istediklerimizi bir gün mutlaka anlatmak zorunda kalmamız.
Hazırlıksız yakalandığımız bir yağmur gibiydi karşılaşmamız; altına sığınabileceğimiz bir saçak bulana kadar ikimizde sırılsıklam olduk.
Oysa gidenler her daim geç kalmıştır. Gitmek derdine bir kez düşen için artık kalmak da yaradır.
İki kişinin yan yana yürüdüğü yolda yokluk olmaz, yokluk tek kişilik bir marifettir.
Sonu yokluğa çıkan şeylere gerekçe bulmak gerekmez.
Bir insana ve kelimelere inanmak, ama ekmeğe ve suya inanır gibi derin bir duyguyla inanmak, aklımın ucundan bile geçmiyordu artık.
Ben herkese küstüm Jülide..
Geride bir yerde kaldım ben. Dünde kaldım..
Hazırlıksız yakalandığımız bir yağmur gibiydi karşılaşmamız; altına sığınabileceğimiz bir saçak bulana kadar ikimiz de sırılsıklam olduk.
Oysa gidenler her daim geç kalmıştır. Gitmek derdine bir kez düşen için artık kalmak da yaradır,
İnsanın nereye gitmek istediğinin bir önemi yok, esas olan, hayatın seni nereye çağırdığı
Unutmak diye bir şey yok; unutmak, varlığına inanç beslediğimiz uzak bir ihtimal olarak bizi ayakta tutuyor, o kadar.
Ben hiçbir şeyi kaldığı yerde bırakmadım, bırakamadım. Önceleri bunu maharet bilirdim, şimdi kafam karışık, bazı anlarda bunu yapabilenlere içten içe imrendiğimi itiraf ediyorum..
Biri beni anlayarak özgürleştirsin.
Zifiri bir karanlıkla, gözlerini kamaştıran bir aydınlığın arasında sıkışıp kalmıştı.
“İnsan doğduğu andan itibaren çürümeye başlıyor. İnsanı çürüten ölüm değil, hayattır.”
İnsan bazen her şeyin sonuna geldiği hissine kapanıyor. O andan itibaren ne yapacağını bilememenin çaresizliğiyle, eli kolu bağlanmış bir halde, son bir ümitle, dışarıdan gelecek küçük bir işaretin, çürümeye yüz tutmuş ruhuna yeniden can vermesini bekliyor. Gücüm tükendikçe, takatim kesildikçe mucizelere daha çok muhtaç oluyorum
Nereye gitmek istediğinin bir önemi yok, esas olan, hayatın seni nereye çağırdığı.
İnsan, bir dairenin içinde dönüp duruyor, uzaklaştığını düşündüğü ne varsa yeniden karşısında buluyordu.
“İnsanın nereye gitmek istediğinin önemi yok, esas olan, hayatın seni nereye çağırdığı.”
İnsan bazen her şeyin sonuna geldiği hissine kapılıyor. O andan itibaren ne yapacağını bilememenin çaresizliğiyle, eli kolu bağlanmış bir halde, son bir ümitle, dışarıdan gelecek küçük bir işaretin, çürümeye yüz tutmuş ruhuna yeniden can vermesini bekliyor. Gücüm tükendikçe, takatim kesildikçe mucizelere daha çok muhtaç oluyorum.
Yalnızlık ,seçtiğim bir hal değil, ellerimle tırnaklarımla tutunmaya çalışıp tepetaklak,yara bere içinde yuvarlandığım, suyu çekilmiş, eski bir kuyuydu. Susuz olduğu İçin kimseler gelip geçmiyordu yanından.
Silecek,değiştirecek bir kudreti olmadığını görsün de acizliğini bilsin diye insanın yazgısı alnının orta yerine yazılmış.
Biz zannediyoruz ki insan ölünce çürümeye başlar. Doğru değil. İnsan doğduğu andan itibaren çürümeye başlıyor. İnsanı çürüten ölüm değil hayattır. Başkasından değil kendimden biliyorum.
Yalnızlık, seçtiğim bir hâl değil, ellerimle tırnaklarımla tutunmaya çalışıp tepetaklak, yara bere içinde yuvarlandığım, suyu çekilmiş, eski bir kuyuydu. Susuz olduğu için kimseler gelip geçmiyordu yanından
Bu dünyada bir tek şey istedim. Bunu gerçekten çok ama çok istedim. O kadar da büyük bir şey değil aslında. Kime sorsanız aynı cevabı alacağınız kadar sıradan. Biri beni anlasın, biri beni gerçekten anlasın; yıllardır kaybolduğum o köhnemiş, toz toprak içindeki, yıkılmaya yüz tutmuş metruk binadan çıkayım. Gökyüzünü göreyim. İçine kapatıldığım bu tuhaf esaret son bulsun istedim. Biri beni anlayarak özgürleştirsin. Ruhumu serbest bıraksın alıkonduğu o daracık mahzenden. Biri beni anladığını söylesin ve bir çift kanat taksın yorgun omuzlarıma. Ayaklarımda derman kalmadı çünkü, kalbimde derman kalmadı

Düşerken, Tarık Tufan

Gerçeğin ölümcül yüzüne muhatap olma zarureti ortaya çıktığında hayatta kalabilmek için, tahammül sınırlarımızı genişleten çareler bulmaya çalışıyoruz. Yalanlar, unutmalar, yok saymalar, reddedişler ve bunlara benzer başka şeyler.
Bir şeyi çok derinden hissedip anlatamamak diye bir dert vardı..
Aptal biri değilim. Sadece insanın ne kadar düşebileceğine dair iflah olmaz bir merakım var.
Aptal biri değilim. Sadece insanın ne kadar düşebileceğine dair iflah olmaz bir merakım var.
İnsanı çürüten ölüm değil, hayattır.
Geçmişin bazen zorbalığa varan bir tahakkümü var hayatımız üzerinde. Kendisine itaat etmemizi istiyor. En küçük bir unutkanlığa bile izin vermiyor.
İnsan bir mezarın başındayken, orada yatan kişiyi kaybetmiş olmaktan çok daha fazla şeye gözyaşı döküyor.
Herkes ara sıra kaybolur, ben belki biraz daha fazla. Herkes bir zaman yolunu șaşırır, belki ben daha çok. Herkes bir gün nereye döneceğini unutur, benim hafızam belki biraz daha zayıf.
Bir şeyi çok derinden hissedip de anlatamamak diye bir dert vardı ve o derde düşen herkes gibi nefes almakta güçlük çekiyordu.
Ne bir iyilik meleğiyim ne de kötülük için fırsat kollayan bir şeytan; olsa olsa diğer insanlara pek benzemediğim söylenebilir.
Biri beni anlasın, biri beni gerçekten anlasın; yıllardır kaybolduğum o köhnemiş, toz toprak içindeki, yıkılmaya yüz tutmuş metruk binadan çıkayım. Gökyüzünü göreyim. İçine kapatıldığım -böyle söyleyerek birilerini suçlamak istemiyorum ama gerçek böyle- bu tuhaf esaret son bulsun istedim. Biri beni anlayarak özgürleştirsin. Ruhumu serbest bıraksın alıkonduğu o daracık mahzenden. Biri beni anladığını söylesin ve bir çift kanat taksın yorgun omuzlarıma. Ayaklarımda derman kalmadı çünkü, kalbimde derman kalmadı.
Önüme çıkan kocaman uçurumları fark edemeyecek kadar dalgın yürüyordum. Aptal biri değilim. Sadece insanın ne kadar düşürebileceğine dair iflah olmaz bir merakım var.
Bir eve benim evim diyebilmek için orada yaşamış olmak yetmiyormuş, onu anladım.
Biz zannediyoruz ki insan ölünce çürümeye başlar. Doğru değil. İnsan doğduğu andan itibaren çürümeye başlıyor. İnsanı çürüten ölüm değil, hayattır. Başkasından değil, kendimden biliyorum.
Kendini anlatabilmek diye bir hurafe var. İşimize geldiği için körü körüne inanıyoruz. Bu dünyada kim kime kendini anlatabilmiş ki?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir