İçeriğe geç

Dünyayı Değiştiren Düşünürler 1. Cilt – Hint Veda’larından Giardino Bruno’ya Kitap Alıntıları – Sadık Usta

Sadık Usta kitaplarından Dünyayı Değiştiren Düşünürler 1. Cilt – Hint Veda’larından Giardino Bruno’ya kitap alıntıları sizlerle…

Dünyayı Değiştiren Düşünürler 1. Cilt – Hint Veda’larından Giardino Bruno’ya Kitap Alıntıları

Kişiliksiz ve dalkavuk olmak yüksek bir statüye kavuşmanın önkoşuludur
Bütün bu çabalaman neden?
Karnını doyurman içinse bir diyeceğim yok.
Üstün başın,çoluğun çoçuğun içinse gene yok.
Ama çok paralı bir adam olmak içinse,kıyma güzel ömrüne,değmez.
Ahirette mutluluğa erişmek istiyorsak,tek bir yol mümin gibi yaşamak,günahlardan sakınmak,nefsin aldatıcı arzularına sırt çevirmektir Bu da ancak makamdan,maldan ve insanı yüksek amaçlardan alıkoyan dünyevi arzu ve teşviklerden uzak durmakla mümkündür
Mal,hakka karşı susturur ve haksızı haklı göstermek için dilleri bülbül gibi söyletir.
Sen daima iyilik yapmaya çalış.Ondan sana bir fayda gelmezse bile onun verdiği hazzı tatmış olursun.
Hayat baştan başa bir yorgunluk.Ne gariptir ki yine de herkes onun uzamasını ister.
Nice fakihlerin alimleri vardır ki şaşkınlık,sapkınlık içinde yuvarlanırlar,sonra sözlerini Kur’ân a dayandırırlar.Sizin Kur’ân okuyanınız,onu nağmelerle okuyarak şarkı söylemek hevesindedir.Nasıl oluyor da tepenize belalar,müsibetler yağmıyor;nasıl oluyor da altınızdaki yer sarsıntılara uğramıyor?
Bir insan ki hırsa doymuyor,nefsine hakim olmuyor,asıl o insanın dinden haberi yok demektir.O bir din cahilidir.
En büyük musibetlerden biri de bir azgının kendini dindarlardan göstermesi,hakiki bir dindarın da azgınlar arasında bulunmasıdır.
Birinin aklı var dini yok,
Biri de dindar ama aklı yok.
Bilgileri ise yüksek düşünce sahiplerini takdir etme,yarırı herkese ve onlara da dokunacak olan ictihad yapma düzeyinde değildir.Bunları hayvani nefislerinde yer eden haset kiri ve düşünce ufuklarını kapsayan karanlık,gerçeğin ışığını görmelerini engellemiştir.
Layık olmadıkları halde,hakkı temsil durumunda olsalar da,bunların kıt zekâları gerçeğin esprisini anlamaktan acizdir.
Ne var ki er-Razi insanın davranışı konusunda karamsardır. Ona göre insan geleneksel alışkanlıklara ve tembelliğe meyillidir; iradesinin değil, şehvetten kaynaklanan içgüdüsel arzularının esiridir. Dolayısıyla filozof, “aklını ve iradesini kullanarak doğuştan gelen hayvani duygularını yenen ve tam ahlaki bir hayat yaşayan tek insan tipidir.”
İslam ülkeleri neyi başarmışlar ki Önemli bir şey başarsalardı bugün bu durumda olmazlardı. diye ahkam kesenler,sadece tarihsel yanılgılarını ve batıcı önyargılarını dillendirmiş olur.
Demek ki imkanlara sahip olmak için önce o imkanların eksikliğini hissetmek gerekiyor.Eksikliğini hissetmiyorsanız,yığınla bilginin size hiçbir faydası olmaz.
İstisnasız herkesin bilinci,içinde yaşadığı tarihsel-kültürel dönemin ufkuyla sınırlıdır.
Sonuçta, kuralların,müziğin,cezaların ve kurumların tek bir amacı vardır: halkı düzene koymak ve kalplerini birleştirmek.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Çin Uygarlığının Coğrafi Temelleri Bundan iki yüzyıl önce (1898) sıtma hastalığına yakalanan Pekin Üniversitesi rektörü Wang Yirong, o dönemde yaygın olan bir gelenekten hareketle, kötü ruhları kovmak için ilacına katmayı düşündüğü bir hayvan kemiği fosilini satın alabilmek için eczanenin birine başvurur. Söz konusu fosillerin kullanımı, o dönemde yaygın bir gelenek olduğu için insanlar bunları her büyük eczanede bulabilirdi, ki bunlara “ejderha kemiği” deniyordu. Profesör Wang, fosilin üzerinde birtakım işaretler gördüğünde, bunun eski bir Çin yazısı olduğunu hemen anlamıştı. Çünkü Profesör Wang, aynı zamanda eski bir Çin yazısı uzmanıydı. İyileştikten kısa bir süre sonra, arkeolog arkadaşlarıyla birlikte fosillerin bulunduğu Anyang (eskiden Yin) köyünü ziyaret etmiş ve üzerinde yazı ve işaretler bulunan yüzlerce kemik fosilleriyle Pekin’e dönmüştü. Bu keşif, sadece tam 70 yıl sürecek olan yeni bir kazı çalışmasının değil, ayın zamanda modern Çin arkeolojisinin de temellerini atacaktı.
Seneca: Büyüklük beynimizde kötü düşüncelere yer vermemektir, mübarek ellerimizi göğe kaldırarak yalvarmaktır.

Büyüklük hiçbir tesadüfe yer bırakmadan insan olduğumuzun bilinciyle kendi yaşamımızı ele almaktır, mutluluğun uzun süreli olmayacağını sıkıntıların da onun varlığına inandığımız kadar süreceğini bilmektir.
Büyüklük yaşama sımsıkı sarılmamaktır.

Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
“Şeylerin özü ortaya çıkarılmışsa, bilgi tamamlanmıştır; eğer bilgi tamamlanmışsa, düşünce de gerçeğe ulaşmıştır; düşünce gerçeğe ulaşmışsa, kalp de arınmıştır; eğer kalp arınmışsa, artık “benlik’de tamamlanmıştır; eğer ‘benlik’ tamamlanmışsa, aile düzeni de yolundadır; aile düzeni yolundaysa, devlet işleri de düzene girmiştir; eğer devlet işleri düzene girmişse, devletler düzeni de yoluna girmiştir ki o zaman da dünyada uyum ve barış hüküm sürüyordur.”

Mensiyus

Sevgili oğlum,her şeyden önce o vardı,başka da bir şey yoktu. Var olmayan bir şeyden varlık nasıl çıkabilir ki?
Uddalaka
Kadim Hint kutsal metinleri Homeros’la hemen hemen aynı yaştadır ve Kant’ın, Hegel’in diyalektik öğretisi kadar çağdaştır.
İnsanlar için yararlı olan, beden için değil, fakat ruh için bir şeyler yapmaktır. Çünkü güzelleşen ruh, aynı zamanda bedenin zayıf yanlarını da kapatır; ama mantıksız bir beden gücüyse ruha iyi gelmez.
– ( ) Bana köle olmayan birini gösterebilir misin?
Biri dürtülerinin kölesidir, diğeri paragözlüğünün esiri, öbürü ise hırsının.
Hepimiz umudun ve korkunun köleleriyiz.
En derin nefreti, gönüllü olarak köleliğe biat edenler hak etmektedirler
-Seneca( MÖ 4-MS 65)-
– ( ) Eğer Tanrı bugüne kadar insanların dualarını kabul etseydi, o zaman hiç kimse hayatta kalmazdı
-Epiküros-
Onlar sadece köledir diyorlar; hayır onlar insandır.
Onlar sadece köledir diyorlar; hayır onların da bir ailesi vardır.
Düşünürler, bilgeler varlıkla hiçliğin bağını kalpte ararken buldular. O bağ bir uçtan diğer uca gerilmiş. Yoksa aşağıda bir şey mi vardı? Yukarıda mı yoksa?
Arzu, her şeyden de öte; başlangıçta gelişti bu, düşüncenin illk tohumuydu.
Tek olan sadece ateştir, birçok kez yakılan,
Gökte kendine yol açabilen sadece bir güneş vardır,
Bir şafak vardır, her şeyi aydınlatan,
Bu, her şeye dönüşebilense tek hakikattir.
Eli açık olanın malı tükenmez, cimrininse yüreği nasır bağlamış.
Boşuna Tanrılar (yoksullara) açlığı, ölüm cezası olarak vermedi.
Elbette bir gün toklar da ölümü tadacaklardır.
Marangoz ahşap bir nesnenin, hekimse bir kemiğin kırılmasını diliyor, Brahman ise ölümsüzlük iksirini ve kurban törenlerini.
Esas olan gerçek varlık, zihinsel olarak kavranandır.
Toplumun düzene sokulmasının, gelişmesinin ve ilerletilmesinin bir aracı olan mitolojik, askerî ve toplumsal örgütlenme, insanı köleleştirmenin bir aracına dönüştürülmüştü. Toplumları geliştiren toplumsal önderler, komutanlar, olayların ve gelişmelerin kavranmasını kolaylaştıran büyücüler ve sanatçılar, artık toplumsal gelişmenin değil, toplumu köleleştirmenin öznesi olmuşlardı. İleri sürdükleri Tanrı kelamı, bundan böyle gelişme ile çeliştiği için, ne toplumları ve tarihî gelişmeyi ne de doğayı ve evreni açıklayabiliyordu.
İlkel insan, dünyasıyla, yani içinde yaşadığı çevreyle hem maddi hem de düşünsel açıdan özdeşti. Dünyaya dair düş gücü zayıftı ve sadece kendisini çevreleyen doğasıyla sınırlıydı.
İnsanoğlu doğayı dönüştürerek ondan bağımsızlaştıkça bilgisini de çoğaltmıştı; bilgisi çoğalınca düşünsel derinliği artmış, derinlemesine kavradıkça da doğaya daha fazla hükmetmiş ve ona hükmederken de “küçük dünyaları” kendisinin yarattığına inanmıştı. Aklının ermediği doğa olaylarının arkasındaysa, kendisinin dışında ama kendisine benzeyen bir başka güç aramıştı. Böylece insanoğlu, kendi suretinin bir benzeri olan tanrıyı yaratmıştı. Bir sarmal gibidir bu, biri olmadan diğeri de olamamaktadır.
Sanki biz dili işlerimiz kolaylaşsın diye yaratmadık da, o bizi hükmü sürsün diye yaratmıştı. Bugün hayatımızın büyük bir kısmını konuşarak, anlatarak, kavratarak ve yazarak geçirmiyor muyuz?..
Bazı iddialara bakılırsa insanoğlu düşünmeye başladığında ilk önce ilahî güçlere tapındı, sonra maddi dünyaya ait bilgilere ulaştıkça bu düşüncelerden sıyrıldı. Bu, gerçeğin sadece bir kısmıdır. İnsan zihninin ana maddesi, yani düşüncesinin gıdası bilgidir. Bilgi olmadan düşünce de oluşmaz. Ancak, ne kadar ilkel olursa olsun insanoğlunun maddeden bağımsız soyut bir bilgiye ulaşması ya da o bilgiyi zihninde yaratması, o günkü basit pratiği nedeniyle mümkün değildi. İlkel insanın ilk düşüncesi, olabildiğince somuttu ve doğrudan pratiğe yönelikti. İlahî güçlere tapınabilmek, madde ötesi varlıklar tasavvur edebilmek, soyutlama yeteneğinin ilerleyen aşamalarında mümkün hale gelmişti.
Dillerin yapısı incelendiğinde görülmektedir ki, ortak özelliklere sahip nesneleri ve pratikleri ifade eden kavramlar, tek bir kökene sahip kelimelerden türetilmektedirler. Bu da, insanoğlunun kullandığı dili, kendi pratiği ve maddi dünyaya ait bilgisiyle uyumlu bir şekilde geliştirdiğini kanıtlamaktadır. Düşüncenin oluşum ve gelişim süreci incelendiğinde görülmektedir ki pratiğimiz geliştikçe, derinleştikçe ve çeşitlendikçe bilgimiz de gelişmekte, derinleşmekte ve çeşitlenmektedir. Düşünsel etkinliğimiz arttıkça, buna uygun olarak dilimize ait kavramlar da gelişmekte ve çeşitlenmektedir. Düşünsel etkinliğimiz arttıkça, buna uygun olarak dilimize ait kavramlar da gelişmekte ve çeşitlen-mektedir.
Basit düzeyde de olsa üretim faaliyeti içinde bulunan, avlanarak ve ürün toplayarak geçimini sağlayan insanoğlu, bu yolla sadece içinde bulunduğu çevresini ve dünyasını dönüştürmüyor, aynı zamanda kendisini de dönüştürüyordu. Mızrak yapan insan sadece odun parçasını yontmuyor, aynı zaman-da henüz işlenmemiş bir “odun” olan kendisini de yontmaktaydı.

Maddeyi dönüştürerek kavrayan ve ona ait bilgiyi özümseyen insanoğlu, aynı zamanda kendisini de dönüştürerek, kendi varlığının bilincine varıyordu. Bilgiye başka türlü ulaşılamazdı. İnsanoğlunun zihninde patlamalara neden olan nitelikli bilgi, aynı zamanda yüksek bir soyutlamanın ifadesi olan kavramların üretilmesini de sağlıyordu. İnsan zihni böylece, özelden genele doğru genişleyen kavramlar dünyası yaratıyordu.

Yönetmek adaleti uygulamaktır. Eğer siz ekselansları, adaleti uygulama konusunda öncü olursanız, kim haksızlığa cüret edebilir ki?
En az iki insanın ortak hareket edebilmesi için dil zorunluydu.
Gün geçtikçe doğanın sır örtüsünü aralayan ve gizemli olayların hikmetine eren insan, çözemediklerine ise Tanrısallık atfetmeye devam etmekteydi.
İnsan zihninin ana maddesi, yani düşüncesinin gıdası bilgidir. Bilgi olmadan düşünce de oluşmaz
İnsan birgün kendisini aştığında ve güzellik yolunu takip ettiğinde, dünyanın tamamı da erdemli olacaktır.
Bugün gereksiz işlerle uğraşan ve bir şey üretmeyip diğerlerinin ürettiklerinden iki kat daha fazlasını tüketen tembeller ordusu gerekli ve faydalı üretime yönlendirilirse, o zaman harcanan zamanla, yalnız yaşamsal zorunluluğu olan ürünler değil, aynı zamanda doğal ve gerçek bir refah içinde üretim yapılabilir.
“Platon, bilgelerin neden devlet işlerinden uzak durmaları gerektiğini, çok iyi bir benzetmeyle açıklıyor: eğer bilge bir insan, yığınla insanın yağmur altında Islandığını görüyor fakat onları bir duldanın altına girmeye ikna edemeyeceğine inanıyorsa, onların yanına giderek hiçbir şeye Ulaşamayacağını düşünür Ve kendisinin de Islanacağını bildiğinden, olduğu yerde, çatının altında kalır. Başkalarının ahmaklığına çare bulamayacağına göre, en azından kuru olduğu için de memnundur.”
“ Doğrusu sevgili More, açık konuşmak istiyorum: özel mülkiyetin olduğu, yani her şeyin parayla ölçüldüğü bir yerde, doğru ve adil bir politika uygulanabileceğini düşünmüyorum.”
“Emekçiler çalışmazsa devlet bir yıl bile ayakta kalamaz!”
El emeği insanın kendisine yabancılaşmanın en açık örneğiydi. Yahudilerin ve hıristiyanların tanrısına göre emeği bir cefaydı; ilk günahın cezasıydı, kaderdi ve aşağılanmanın bir ifadesiydi. Halbuki emek tarihte insanı insan yapan bir rol oynamıştı. More’la birlikte insan emeği, üzerindeki 2 bin yıllık lanetten kurtulma ve gerçek değerine kavuşma umudu yakalamıştı.
Her bir tarikatın kendi okulunda öğretilen o kadar çok uygulama vardır ki bunları öğrenmek oldukça zor ve zahmetlidir; hatta İsa’nın bir havarisi bunlarla tartışmaya tutuşsa, o bile onlarla aşık atabilmek için gerçek halinden farklı biri olmak zorunda kalırdı.
Demek yeryüzü, sürekli çoğalmayı düzenlemek için bazı hayatlara son vermektedir.
Bazı insanlar, yiyecek deposundan, çöp yığınından veya dışkı boşaltan bir aracıdan başka bir şey değildir; bunlar dışkı ve idrar yığını olmanın ötesinde bir şey olmamaktadırlar; onlar için dünyada uğruna yaşanacak bir erdem de bulunmamaktadır.
Bak! İnsan hep yeniden yurduna dönmeyi, yani eski durumuna yeniden kavuşmayı arzular ve umut eder; insan, tıpkı ışığa uçan kelebek gibi hep yeni bir ilkbaharı, yeni bir yazı, yeni ayları ve yılları arzular; onların gelişini iple çeker! Ama bilmez ki o , aslında kendi yok oluşunu arzulamaktadır;
İşte insanoğlunun ahmaklığı! Asıl bilmen gerekenin, sürekli yanında taşıdığın, ama bir türlü ayırdına varamadığın cahilligin olduğunu bilmiyor musun?
“Bilgiye başvurmadan pratiğe Girişenler, dümen ve pusulaya sahip olmayan denizciler gibi”ydi.
Felsefede diyalektik anlayışa başvuran Leonardo, “Her canlının bedeninin durmaksızın öldüğünü, ama aynı zamanda yeniyi de doğurduğunu” İleri sürmekteydi. “Eğer öldüğü kadar yenisi üretilebilse yaşam dengede olurdu; tıpkı yanmakta olan bir mumun sürekli eriyerek ışık ve duman üretmesi gibi“ diyordu.
Dokuma Makineleri, uçak ve paraşüt çizimleri, ilginç değirmen tasarımları, savaş aletleri, hidro dinamik makineler vs onun yaptığı ve kullandığı araç ve yöntemlerdir.
İyi olana yönelmenin en kararlı yolu, geçmişte ihmal edilenlere dair hissedilen Üzüntüdür.
İnsan zamanını kendisine ayırmalı ve geleceği de buna göre planlamalıdır.
Ahmaklarsa güvenlik tedbirlerini umursamazlar.

Bilge olansa her zaman tedbirli ve hazırlıklıdır.

İnsanları üstüne giydikleri cübbelere ve yaşam tarzına göre değerlendirenler ise tümden ahmaktırlar.
“ O sadece bir köledir,” Diyorlar. Ama belki o, Aydın düşünceli biridir. “O sadece bir köledir. “Peki bu onu daha az değerli biri yapar mı? Bana köle olmayan birini gösterebilir misin? Biri dürtülerinin kölesidir, diğeri para gözlülüğün esiri, öbürü ise hırsının. Hepimiz umudun ve korkunun köleleriyiz.
Korkulacak hiçbir şey yoktur ölümde. Var olmayan, acı da çekemez nasılsa.



Biri çıkıpta ölümden sonra mezarda,
Çürüme, yanma, yırtıcı kuşlara yem olma gibi,
Kaygılarından söz açarsa, inanma.
Gizli bir ürküntü var demektir içinde; her ne kadar,
Duyumun öldükten sonra da,
Süreceğini açık açık yadsısada, çelişir,
Dediğiyle düşündüğü: Tümüyle bırakmaz yaşamı.
Varlığının bir parçası hep sürecektir sanki.
Ağaçlar gökte barınır mı? Bulutlar,
Denizin dibinde? Balıklar tarladan? Ve kan,
Akabilir mi tahtanın damarından?
Özsu, taştan? Doğada özel bir yer ayrılmıştır her varlığa,
Büyümesi ve var olabilmesi için. İşte ruh da, Beden olmadan doğamaz, kaslardan ve kandan, Yoksunsa.
Göğün katışıksız, karartısız parıltısını alalım,
Kapsadıklarını: yüzeyinde dolanan yıldızları,
Ay’ı ve gün ışığının hepsini bastıran görkemini.
Bunlar umulmadık bir anda görünselerdi,
Daha büyük bir tanık olabilir miydi bunlardan,
Kimsecikler inanır mıydı önceden söylense?
Oysa şimdi kimse başını kaldırıp bakmıyor bile,
Gök ışıklarına! Gözler öyle tıka basa dolgun ki!
Doğrunun ne kadar uzağındadır inananlar,
Epiküros diyor ki: ya tanrı dünyadaki kötülükleri ortadan kaldırmak istemekte ama bunu yapamamaktadır, dolayısıyla güçsüzdür ya da onları ortadan kaldırabilecek güçtedir ama istememektedir, dolayısıyla kötüdür. Ya da hem yapamamakta hem de istememektedir ki bu durumda hem güçsüzdür hem de kötüdür. Öyleyse o bir tanrı değildir; ya da o, hem yapabilecek güçtedir hem de istemektedir; peki o zaman bu kötülükler nereden gelmektedir? Neden bunları ortadan kaldırmıyor?
Epiküros’a göre en yüce mutluluk iki servetten oluşur: bedenin ağrısız, ruhun huzurlu hali.
Filozofu filozof yapan, onun şeyler hakkında bilimsel araştırma yapabilme yeteneğine sahip olmasıdır.
Şayet bir devlet, en büyük hastalıkla, yani bizim ifademizle kargaşayla buluşmak istemiyorsa, orada ne aşırı zengin ne de indim indim inleyen yoksul yurttaşlar olmalıdır, çünkü bunların her ikisi de diğerini üretmektedir.
En iyi kanun koyucunun hedefi, toplumunu en iyi ve en mutlu mertebeye yükseltmek olmalıdır.
İnsanlık birçok kez ve farklı farklı şekillerde mahvoldu ve mahvolacak
Sokrates: Bence insan ya doğası gereği ya da önce bahsettiğimiz ve insanı zıvanadan çıkaran içki ve aşk nedeniyle ya da her ikisinin birleşmesinden dolayı bir zorbaya dönüşmektedir.
Sokrates: Ama açlar, servete aç olanlar devleti yönetmeye yeltenince, bilin ki bunun ardında devlet olanaklarını kullanarak, çapulculuk yapma hayalini bulmaktadırlar; bu durumda bu devleti düşündüğün en iyi devlet biçimi haline getiremeyiz; eğer yönetim mevkii arzulanan bir makamsa, o zaman o toplum iç kargaşalığa ve çatışmaya sürüklenir ki bundan dolayı hem çatışmayı başlatanlar hem de toplumun kendisi felaket yaşar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir