İçeriğe geç

Dünya’ya Düşen Adam Kitap Alıntıları – Walter Tevis

Walter Tevis kitaplarından Dünya’ya Düşen Adam kitap alıntıları sizlerle…

Dünya’ya Düşen Adam Kitap Alıntıları

&“&”

Kendi kendine acıma duygusu insanı özenli fareler gibi kemirmeye başlardı. "
“Değişmişsiniz Bay Newton.” Newton hafifçe gülümsedi. “Hangi biçimde, Nathan? Yeni bir şey mi oldum, yoksa eski halime mi döndüm?”
“O dönemde sadece ve sadece bilime inanıyordum. Yıldızların fethi. Atomun gizleri.”
“Artık inanmıyor musunuz ?”
“Hayır.”
Bryce mutluydu ya da en azından mutsuz olamayacak kadar meşguldü.
Ara sıra duyduğu bir şeydi bu: Hareketli, sürekli hareketli ve yok edici, gürültülü gevezeliklerle dopdolu bu dünyanın karşısında duyduğu aşırı bir bıkkınlık, donuk bir sıkıntı, derin bir yorgunluk.
Anthealı adam kargalar gözden yok oluncaya dek onları izledi, sonra gülümsedi. Sonuçta, bu dünya harika olsa gerekti…
-İnsanlığı kurtarmanızı istiyorum, Bay Newton " dedi.
Newton yanıtını patlattı hemen.
-"Kurtarılmaya değer mi?"
Dünyaya uzaylılar olarak geliriz ve canavarlar olarak terk ederiz.
Engel olmak mı istiyorsunuz? Hakkınız var. Bir tavuk gibi boğazlayabilirsiniz beni. Fakat gerçekten arzu ediyor musunuz bunu? Şimdi benim Rumplestiltskin olduğumu bildiğinize göre beni saraydan kovmak mı istiyorsunuz?"
“Bilemiyorum," dedi Bryce gözlerini yere çevirerek.
Newton’un sesi çok yumuşaktı.
"Rumplestiltskin samanı altına dönüştürüyordu."
Birdenbire öfkelenerek başını doğrulttu Bryce:
"Evet. Prensesin de çocuğunu çalmak istiyordu.
"Doğru," dedi Newton. "Fakat eğer samanı altına dönüştürmemiş olsaydı prenses ölecekti. Çocuk da olmayacaktı tabii.”
"Kabul," dedi. Bryce. "Dünya’yı kurtarmak için sizin boynunuzu kırmayacağım."
Bir süre sessizce yiyip içtiler. Gölgedeydiler, Bryce gömleğinin kollarını indirdi. Artık yürümediğinden serinliği iliklerine kadar hissetti. Newton’un bu incecik giysilerle nasıl olup da üşümediğine şaşırdı. Oysa Newton, eski filmlerde George Arliss’in oynadığı zayıf, solgun ve soğuk tipler gibi iyice sarınıp güzel bir ateşin karşısında oturacak bir adama benziyordu. Fakat onun ne tip bir adam olduğunu kim söyleyebilirdi ki? Rahatlıkla bir İngiliz komedisindeki yabancı bir kont, yaşlanmış bir Hamlet, gizlice dünyayı yok etmeye hazırlanan deli bir biliminsanı olabileceği gibi, sakin sakin kalesini yerel işçilere inşa ettiren alçakgönüllü bir Cortes de olabilirdi
Çok rahat görünüyordu, tıpkı ne felsefenin ne de gururun tedirgin edebileceği hep aynı kafada olan yaşlı bir köpek gibi.
Hastayım, öleceğim, Tanrım, acı bize.
Belki her şey yok edilmeyi hak ediyor.
…ölüm sarhoşluğuna ya da ölüm sevgisine neden henüz kendimizi kaptırmadık, hayret doğrusu!
Tanrım," diye haykırdı yüksek sesle. "Siz, kendinize ağlayan, korkak, hazza düşkün insanlardan başka bir şey değilsiniz. Yalancılar! Pis milliyetçiler! Aptallar!"
Aklımın ucundan bile geçmezdi ölümün bunca insanı yenik düşürmesi.
Dünyaya uzaylılar olarak geliriz ve canavarlar olarak terk ederiz burayı.
Uçuşu her ne kadar görkemli olsa da düşüşü de bir o kadar kaçınılmazdır.
Birasını bitirdi ve bu gürültüye ve şaklabanlığa sırtını dönüp gitmek istemesine karşın yine de nedenini bilmeden bir yenisini ısmarladı.
İnsanları öldürmek de deneysel olsa gerek. Ve de ulusal yaşamın bir parçası.
Ara sıra duyduğu bir şeydi bu: Hareketli, sürekli hareketli ve yok edici, gürültülü gevezeliklerle dopdolu bu dünyanın karşısında duyduğu aşırı bir bıkkınlık, donuk bir sıkıntı, derin bir yorgunluk.
Oysa insanlar şimdi dinlerinin yerine bir yarısı imandan, diğeri duygulardan oluşmuş sallantılı yapılar kuruyorlar
Insanların ne kadar az düşündüklerini saptamak gerçekten ilginç.
Herhangi bir nedenden ötürü her çeşit heyecanını yitirmişti artık, sessiz ve sakindi.
“Bu dünya, kesinlikle yok olmaya mahkûm, tıpkı Sodom’un olduğu gibi ve ben, bu konuda hiçbir şey yapamam”
Ne yapmakta olduğunuzun farkında mısınız? Yalnızca uygarlığınızı yıkıp insanların birçoğunu öldürmekle kalmayacaksınız, aynı anda ırmaklarınızdaki balıkları, sincapları, kuşları, suyu, toprağın kendisini zehirleyeceksiniz. Zaman zaman, bir müzede başı boş bırakılmış, tabloları yırtan ve heykelleri çekiçlerle parçalayan maymunlar gibi görünüyorsunuz gözümüze.
Çok rahat görünüyordu, tıpkı ne felsefenin ne de gururun tedirgin edebileceği hep aynı kafada olan yaşlı bir köpek gibi.
Fakat sarhoş bir Marslı olamaz mıydı? İsa da şarap içerdi ve gökten gelmişti… Kozmostan gelen bir şarapçı.
Seçimini yaparsın ve bunun bedelini ödersin.
“aklımın ucundan bile geçmezdi ölümün bunca insanı yenik düşürmesi.”
peki ben neyim, diye düşündü, kendi kendine acıyan bir haz düşkününden başka?
oysa insanlar şimdi dinlerinin yerine bir yarısı imandan, diğeri duygulardan oluşmuş sallantılı yapılar kuruyorlardı ve kendisi, bunlar hakkında ne düşünmesi gerektiğini bilemiyordu.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
onları çok seviyordu fakat her insan gibi kibirli olduğundan, aklının üstünlüğü diğerlerini şaşırtmanın verdiği kolay hazza bir türlü karşı koyamıyordu. bu durum ne kadar eğlenceli olsa da bu kişilerin şempanzelerden daha tehlikeli olduğunu unutmaması gerekiyordu.
– Eğer Mars’tan geliyorsanız, gerçekten yalnız olmalısınız.
– Zorunlu değil bu.
– Nedir zorunlu olmayan?
– Mars’tan gelmek. Eminim ki, Doktor Bryce, sizin de kendinizi yalnız hissettiğiniz zamanlar olmuştur. Kendinizi yabancı hissettiğiniz zamanlar. Siz bir Marslı mısınız?
– Sanmıyorum.
Tanrıların ya da tanrılar diye adlandırılan yaratıkların bulunduğuna inanıyorlardı fakat bunun onlar için ve de gerçekten birçok insan için büyük bir önem taşıdığı söylenemezdi.
Gençler her zaman biraz aptal görünürler, biçime, gösterişe kapılılırda; herkes gibi.
İnsanlığı kurtarmanızı istiyorum, Bay Newton."
" Kurtarılmaya değer mi?"
Türümüzün yok olmaya doğru gittiği kanıtlanmış değil. Silahsızlanma üzerindeki görüşmeler sürüyor. Hepimiz deli değiliz. "
"Birçoğunuz öylesiniz. Ya da en azından yeterince deli var. Tek gerekli olan, belli yerlerde birkaç delinin olması.
Ara sıra duyduğu bir şeydi bu: Hareketli, sürekli hareketli ve yok edici, gürültülü gevezeliklerle dopdolu bu dünyanın karşısında duyduğu aşırı bir bıkkınlık, donuk bir sıkıntı, derin bir yorgunluk."
Ne yapmakta olduğunuzun farkında mısınız? Yalnızca uygarlığınızı yıkıp insanların birçoğunu öldürmekle kalmayacaksınız, aynı anda ırmaklarınızdaki balıkları, sincapları, kuşları, suyu, toprağın kendisini zehirleyeceksiniz. Zaman zaman, bir müzede başı boş bırakılmış, tabloları yırtan ve heykelleri çekiçlerle parçalayan maymunlar gibi görünüyorsunuz gözümüze."
Zaman zaman, bir müzede başı boş bırakılmış, tabloları yırtan ve heykelleri çekiçlerle parçalayan maymunlar gibi görünüyorsunuz gözümüze."
Bu iğrenç ve acayip yerden, bu kökenleri olmayan bir cinsellikle dolu, gürültülü, belirsiz kültürden, zavallı uygarlıklarının şarkıdaki Londra Köprüsü gibi yıkılmak üzere olduğunu kavrayamayan bu bencil, alıngan, yetenekli, kaba saba ilkel insanlar karmaşasından yorulduğunu, tiksindiğini hissetti.
Bu son günlerde, meraklı ve aptal maymunlarla çevrili akıllı bir insan olduğu düşüncesi gittikçe geçerlilik kazanıyordu. Bununla birlikte, kafesin içinde bulunan kendisiydi ve surekli gidip gelen maymunlar ne yaptıklarını bilen havalara bürünerek onu inceliyorlardı.
Eğer Mars’tan geliyorsanız gerçekten de yalnız olmalısınız."
Bir sırrı sonsuza dek saklayamazsınız .
Aklımın ucundan bile geçmezdi ölümün bunca insanı yenik düşürmesi
Siz, kendinize ağlayan! Korkak, hazza düşkün insanlardan başka bir şey değilsiniz. Yalancılar! Pis milliyetçiler! Aptallar!
Yine unutmamalıyız ki özgürlük galip gelecektir ve…
Gözünüzün önüne getirmeye çalışın, yaşamınızın altı yılını maymunların ya da böceklerin arasında geçirdiğinizi düşleyin. Hareketli ve beyinsiz parlak karıncalar arasında geçen yaşamınızın altı yılı.
İnsanların çoğu dingin bir umutsuzluk içinde yaşardı.
Oysa insanlar şimdi dinlerinin yerine bir yarısı imandan, diğeri duygulardan oluşmuş sallantı yapılar kuruyorlardı.
Bu toplum ile bu gezegene ilişkin birçok şeyi televizyon öğretemediğinden, bunları kendi olanaklarıyla tek başına kavramak zorunda kalmıştı.
Bilgi ile sezgi, imgelerle, saçma sapan eğretilemelerle doldurulmustu.
Gençler her zaman biraz aptal görünürler, biçime, gösterişe kapılırlardı; herkes gibi.
Fakat… Kahretsin, siz Tanrı değilsiniz."
"Evet, değiliz fakat sizin tanrılarınızın sizi kurtardığı oldu mu hiç?"
-Eğer Mars’tan geliyorsanız, gerçekten yalnız olmalısınız, dedi.
-Zorunlu değil bu.
-Ne yani?
-Mars’tan gelmek. Eminim ki, Doktor Bryce, sizin de kendinizi yalnız hissettiğiniz zamanlar olmuştur. Kendinizi yabancı hissettiğiniz zamanlar. Siz, bir Marslı mısınız?
Bir süre suyun üzerindeki yazmayı seyretti, sonra gözlerini Newton’ın penceresine dikip kafasında 20 dakika önce oluşmuş soruyu yüksek sesle haykırdı: “Bu nasıl bir adam ki om iki üzerine kurulu logaritmayı kullanabiliyor?”
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir