İçeriğe geç

Dünya’nın Ruhu Kitap Alıntıları – Frederic Lenoir

Frederic Lenoir kitaplarından Dünya’nın Ruhu kitap alıntıları sizlerle…

Dünya’nın Ruhu Kitap Alıntıları

Kendimizi dünyadan özgür kılamayız ama kendi dünyamızdan özgür kılabiliriz, yani inançlarımızın ve egomuzun hapishanesinden. Kimse yaşamı değiştiremez ama herkes kendi yaşantısını ve inançlarını değiştirebilir. Mutluluk da mutsuzluk da kendi içimizdedir. Cennet de cehennem de bizim içimizde bulunur.
Her birimiz kendi korkularımızın, itkilerimizin, karakterimizin, alışkanlıklarımızın, duygularımızın az ya da çok tutsağıyızdır. Edimlerimizin ve seçimlerimizin çoğunu üzerimizde egemenlik kurmuş olan bütün bu eğilimler belirler. Kendi kendimizin tutsağı olduğumuza göre, bizi içimizdeki bu hapishaneden kurtaracak, özgür bırakacak tek kişi de kendimiz olabiliriz.
Sigarasını içermediği için gerginleşen, huysuzlanan, içi kararan bir kişi özgür müdür?
Dünyada istediğiniz değişiklik neyse o olun.
Yaşamına yön verecek olan en büyük hırs, kendi kendini en iyi şekilde yetiştirebilmek olmalıdır. Hiçbir şeyin, hiç kimsenin, hatta ölümün bile senin elinden alamayacağı bir iç huzura, ferahlık ve sevince erişebilecek şekilde kendini değiştirmek olmalıdır.
Yaşamın bütün anlamıysa, sahip olduğumuz her şeyin, bize zevk veren her türlü nesne ya da kişinin, başımıza gelen olayların ötesinde ‘iyi olma’yı öğrenebilmekten ibarettir.
Mutluluk insanın zaten sahip olduğu şeyi arzulamaya devam etmesidir.
Özgür olmak istiyorsan övgüye de yergiye de ölüler gibi karşılık ver.
Ruhun açlığı, hepimizin içimizde taşımakta olduğumuz derin bir çağrının açlığıdır. Bu limanı bulamadığımız sürece ruhumuz tıpkı pusulasız bir denizci gibi başıboş dolaşacaktır.
Değişimi , belirsizliği , ölümü kabullen . O zaman yüreğin her zaman huzurlu olacaktır .
ne de olsa en korkunç savaşlar kendine karşı verilenlerdir.
Olayların senin istediğin şekilde gelişmesini beklemeyip, geliştikleri şekilde benimsersen mutlu olacaksın .
Dünyanın Ruhu’nun müziğini duyabilmek için sessizlik gerekir.
Yetinme ve kanaatkârlık geliştirin. İnsanın mutluluğu için çok az şey yeterlidir . Oysa çoğumuz bizi sürekli daha fazlasını istemeye iten açgözlülüğümüzün tutsağı oluruz . İstemenin aşırılığı insanı sürekli olarak tatminsizlik içinde bırakır . Elinizde olanla yetinmeyi öğrenerek yüzeysel olan her şeyden kurtulmaya bakın . Basit şeylerin tadına varmayı öğrenin ve başkalarının sahip olduğu her şeyi istemeyin . İşte mutluluğun en büyük anahtarlarından biri budur!
Yalan söylemeyin , çünkü yalan ruhun en büyük zehirlerinden biridir. İçinizdeki gerçeklik duygusunu yok eder .
Duyarsızlıktan uzak durun, asla bezgin , doygun , yetinmiş olmayın. Çünkü o zaman zihniniz uykuya dalar. Emin olduğu bir kaç şeyle yetinip dünyayı sorgulamaktan vazgeçer.
asıl olan ne yapmak için yaratılmış olduğumuzu keşfedebilmektir.
Yaşamımız boyunca yaşamayı öğrenmemiz gerekecektir.
“Çünkü herkes kendi evrenini yüreğinde taşır “
Çünkü herkes kendi evrenini yüreğinde taşır. İki kardeş,iki arkadaş,iki evli insan,günlük yaşamı paylaşıyor bile olsalar asla dünyayı aynı şekilde algılamazlar.
“Bana ne? Ben kendimi tanıyorum ya,o bana yeter. Tam tersi olsaydı,işte o bir felaket olurdu. Yani herkes beni tanısaydı ama ben kim olduğumu hiç bilmeseydim ”
Bizi dönüştüren tırmanmış olduğumuz dağın hangi adı taşıdığı değil,yürüyüş sırasında göstermiş olduğumuz varlık ve sevgidir. Dünyayı güzel yapan manzaralarının çeşitliliğidir. Ruhani hayatı güzel yapansa yollarının bolluğudur.
Özgür olmak istiyorsan, övgüye de yerigiye de ölüler gibi karşılık ver.
Yaşamın bütün yolları, cehaletten bilgiye, karanlıktan aydınlığa, duyuların köleliğinden zihnin özgürlüğüne, tamamlanmamıştan tamamlanmışa, bilinçsizlikten bilince, korkudan sevgiye geçebilmek içindir.
insan, yaşamın önüne çıkarmış olduğu engellerin ruhunu iyileştirmek ya da güçlendirmek için kaderin gönderdiği şifalar olabileceğini anlamak zorundadır.
herkes kendi evrenini yüreğinde taşır. İki kardeş, iki arkadaş, iki evli insan, günlük yaşamı paylaşıyor bile olsalar asla dünyayı aynı şekilde algılamazlar.
Özgür olmak istiyorsan övgüye de yergiye de ölüler gibi karşılık ver.
Yaşamın bütün anlamıysa, sahip olduğumuz her şeyin, bize zevk veren her türlü nesne ya da kişinin, başımıza gelen olayların ötesinde iyi olma yı öğrenebilmekten ibarettir.
Mutluluğun özü sahip olunan şeylerde değil ruhun huzurundadır.
İnsanlığın başına gelen felaketlerden büyük çoğunluğu, insanların çoğunun ve özellikle de gücü ve zenginliği ellerinde bulunduranların kendi yaşamlarının ne anlama geldiğini hiç sorgulamamalarından kaynaklanır.
Oysa insanın mutlu olmak için çok az şeye gereksinimi vardır.
Çünkü herkes kendi evrenini yüreğinde taşır.
Dünya üzerinde her şey değişime boyun eğer. Hiçbir şey kalıcı, sabit ve mutlak değildir. Nesneler değişir, insanlar değişir, her şey bir dönüşüm halindedir.
Her doğum bir ölümdür.
Haydi, artık yürümeye başla ve kendine doğru yol al! O zaman evren de sana gülümseyecektir.
Kendimizi dünyadan özgür kılamayız ama kendi dünyamızdan özgür kılabiliriz, yani inançlarımızın ve egomuzun hapishanesinden. Kimse yaşamı değiştiremez ama herkes kendi yaşantısını ve inançlarını değiştirebilir. Mutluluk da mutsuzluk da kendi içimizdedir. Cennet de cehennem de bizim içimizde bulunur.
Acı çekmeden başkalaşım olmaz. Büyük sevinçleri yaşayabilmek için büyük zahmetlerden geçme riskini de göze almak gerekir.
Gündelik sınav ve zorluklara rağmen değil, gündelik sınav ve zorlukların sayesinde gelişiriz. Tıpkı bir kattan diğerine basamaklara rağmen değil, basamaklar sayesinde çıktığımız gibi. Engeller bizi yükselten basamaklardır. Bizim dışımızdaki olayların kurbanı değil,öğrencisi olmalıyız.
Karşımıza çıkan mutlu ya da acı verici, kolay ya da zor her varlık ve her durumda yalnız kendi suretimizi görürüz.
Ne de olsa en korkunç savaşlar kendine karşı verilenlerdir.
Başımıza gelen olayların önemli bir kısmını bizim kendimize ve dünyaya olan bakışımız koşullandırır.
Yalan söylemeyin, çünkü yalan ruhun en büyük zehirlerinden biridir. İçinizdeki gerçeklik duygusunu yok eder. Bütün ilişkilerinizi sahteleştirir ve gelişmenize engel olur
Çaba geliştirin. Hiç durmadan kendinizi geliştirmeye ve sizi değiştirecek bir şeyler gerçekleştirmeye çalışın. Kendiniz için, başkaları için, dünya için emek harcayın. Yaratın, hareket edin, tek bir gününüzü bile, küçücük bir şey olsa da, bir görevi yerine getirmeden geçirmeyin.
Sevgi bizi birbirimize bağlar ama bağımlı kılmaz. Sevgi bizi birbirimize yaklaştırır ama hapsetmez. Sevgi bizi ürpertir ama ürkütmez. Sevgi bizi ağlatır ama yüreğimizi karartmaz. Sevgi bizi arzulatır aöa ele geçirmez. Sevgi bizi zincire vurur ve özgür bırakır. Sevgi bizi sabitleştirir ve bütün evrene açar.
Sen ne yaparsan yap mutlaka birileri yanlış yaptığını söyleyeceklerdir. Sen ne yapmayı seviyosan ya da neyi yapmayı doğru buluyorsan onu yap, o zaman mutlu olursun.
Kişinin kendini iyice tanıyabilmesi için kendi kendini sorgulaması şarttır.
Sahip olabilme arzusu sınır tanımaz. Mutlu olmak isteyen insan sahip olmak mantığından çıkarak olmak mantığına geçmelidir. O zaman mutluluğu dışarıdaki nesnelere sahip olmaya dayanmaktan çıkacak ve olmak niteliğine dayanacaktır. Yaşamın bütün anlamıysa, sahip olduğumuz her şeyin, bize zevk veren her türlü nesne ya da kişinin, başımıza gelen olayların ötesinde ‘iyi olma’ yı öğrenebilmekten ibarettir. Bu da hem mutluluğun hem de mutsuzluğun kendi içimizde olduğunu, bizim dışımızdaki nesnelerde ya da olaylarda bulunmadığını keşfedebilmek demektir.
Dünya üzerinde her şey değişime boyun eğer. Hiçbir şey kalıcı, sabit ve mutlak değildir. Nesneler değişir, insanlar değişir, her şey bir dönüşüm halindedir.
Mutluluğu kendinizin dışında , nesnelerin ve kişilerin verdiği zevkte aradığınız sürece bu mutluluk kırılgan ve dengesiz olacaktır.
Neysen o ol. Yalnızca senin yapabileceğin şey neyse onu yap. Yüreğinin sesini dinle.
Ey insan çocukları, sizin için doğru olan, sizin yazgınızda bulunan ve yüreğinizi sevinçle dolduracak yolda yürümeyi öğrenin.
Yüzeysel şeyler masraflıdır, asıl olanlarsa bedava sunulur. Bunun da bilinmesi gerekir.
Kendi içinde iki büyük hazine taşımakta olduğunu bilmeyen insan ne bedbahttır: Kendisini özgür kılabilecek olan zihin berraklığı ve onu mutlu edebilecek olan yürek iyiliği. Tıpkı hayvanlar gibi içgüdülerinin boyunduruğu altında ve yalnızca yaşamın maddi kaygıları için endişelenerek yaşamını sürdüren insan ne bedbahttır.
İnsan olduğunu bilmeyen insan ne bedbahttır!
Zihin tapınağını keşfedememiş insansa ne bedbahttır! Hayatta kalmaktan daha başka bir kaygısı olmayan kişi ne bedbahttır! İnsana özgü biçimde nasıl yaşayabileceğini kendi kendine hiç sormayan insan ne bedbahttır!
İnsanlığın başına gelen felaketlerden büyük çoğunluğu, insanların çoğunun ve özellikle de gücü ve zenginliği elinde bulunduranların kendi yaşamlarının ne anlama geldiğini hiç sorgulamamalarından kaynaklanır. Bu kişiler itkilerinin ve maddi gereksinimlerinin doğrultusunda yaşarlar. Kendi yaşamlarının akışını hiçbir zaman ellerinde bulundurmadan, varoluşun nehrine bilinçsizce, tıpkı sular tarafından taşınan odun parçası gibi süzülüp giderler. Bu açıdan bakıldığında nehirlere atılan cesetler bile böyle yaşayanlardan daha hızlı hareket ederler! Ancak, yalnızca vücudunun birincil gereksinimlerine göre yaşayarak ruhunun bütün soru ve gereksinimlerini boğan kişi gerçekten canlı mıdır?
Herhalde farklılıklarımızı belirlemek, benzerliklerimizi belirlemekten çok daha kolay olurdu.
Asıl olan göze görünmeyendir.
Geleneklerimizin kendilerini ifade etmekte kullandıkları diller birbirinden farklı olsa bile çok benzer bir ruhani deneyimi paylaşıyoruz.
İnsanın yaşayabileceği en güzel ve en derin deneyim gizemdir.
1- Gitmek
Bütün bu tuhaf olaylar birkaç saat içinde yaşandı.

Yaşlı haham Salomon, mutfağında otururken bir sesin kendisine şöyle dediğini duydu: Toulanka’ya git. Karısı Rachel’e seslendi, o bir şey duymamıştı. Haham düş görmüş olduğunu sanmıştı ki ses yeniden duyuldu: Toulanka’ya git. Gecikme. O zaman belki de Tanrı’nın kendisiyle konuşmakta olabileceğini düşündü. Ama neden onu seçmişti? Kendisine Haham Shlomo diye hitap edilen bu adam mizah duygusuyla dolu, açık fikirli biriydi ve Yahudiliğin liberal kanadına mensuptu. Kırk yıl önce karısı ve dört çocuğuyla birlikte New York’tan ayrılarak Kudüs’e yerleşmeye gelmişti.

Yahudiliğin mistik akımı olan Kabala üzerinde tutkuyla çalışmakta ve ayrıca bunu Yahudi olan ve olmayan bir avuç öğrencisine de öğretmekteydi. Torunu Benjamin’e internette Toulanka üzerine neler öğrenebileceğini sordu. Tibet’te bir Budist manastırıymış, diye yanıtladı çocuk. Kabalist hayretten donakaldı.

Rabbim neden beni seksen iki yaşımda Tibet’e göndermek istiyor olabilir?

İnsanın yaşayabileceği en güzel ve en derin deneyim gizemdir
Albert Einstein
“Eğer yalnızca vücudunu beslersen bir hayvan gibi yaşarsın. Yalnızca ruhunu beslediğindeyse bir melek gibi yaşarsın ki bu da sana çok ağır hayal kırıklıklarına mal olabilir, çünkü bilgeliğin eski üstatlarından birinin dediği gibi: “Melek olmak isteyen canavar olur.” Gerçekten de vücutlarının gereksinimlerini ve cinselliklerini bastırarak başkalarına ahlâk dersi veren ama sonunda pes ederek hayvanlarınkinden bile daha aşağılık itkilerine kendini bırakmak zorunda kalan din adamlarının sayısı hiç de az değildir!”
“İnsanoğlunun büyüklüğü, varoluşunun anlamını sorgulayarak ona bir amaç kazandırıp bir yön verebilecek tek yaratık olmasından ileri gelir.”
Eğer içinde bulunulan anda dikkatlice yaşanmamışsa hiçbir deneyimin değeri yoktur.
Herkes kendi evrenini yüreğinde taşır.
Doğası gereği insan her zaman yeni bir şeyi arzular.
Günümüzün dünyası bir ‘sürekli daha fazlası’ çılgınlığına, bir eylemcilik ve zenginlik biriktirme çılgınlığına kapılmıştır, oysa insanın mutlu olmak için çok az şeye gereksinimi vardır.
Ruhun açlığı, hepimizin içimizde taşımakta olduğumuz derin bir çağrının açlığıdır. Bu limanı bulamadığımız sürece ruhumuz tıpkı pusulasız bir denizci gibi başıboş dolaşacaktır.
Yaşamımız boyunca yaşamayı öğrenmemiz gerekecektir. Hayatta kalmayı değil, yaşamayı
İnsanoğlunun büyüklüğü, varoluşunun anlamını sorgulayarak ona bir amaç kazandırıp bir yön verebilecek tek yaratık olmasından ileri gelir.
Her zirve ayrı güzel ve her birinin yolu zengin bilgelerle dolu. Her bir patikada aşılacak zorluklar var ve aşıldıklarında ortaya şahane manzaralar çıkıyor. Önemli olan şu dağa ya da bu dağa veya bir diğerine tırmanmak değil, bu yolu aşmaktır.
Daha düne kadar yaşamımızda yer almayan şeylerden vazgeçebilmeyi beceremiyoruz. Oysaki binlerce yıl boyunca insanlar arabaları ve telefonları, elektrikleri ve internetleri olmadan mutluca yaşayabildiler.
İnsan, yaşamın önüne çıkarmış olduğu engellerin ruhunu iyileştirmek ya da güçlendirmek için kaderin gönderdiği şifalar olabileceğini anlamak zorundadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir