İçeriğe geç

Dünya Tarihi 101-Bir Çırpıda Uygarlıklar Tarihi Kitap Alıntıları – Tom Head

Tom Head kitaplarından Dünya Tarihi 101-Bir Çırpıda Uygarlıklar Tarihi kitap alıntıları sizlerle…

Dünya Tarihi 101-Bir Çırpıda Uygarlıklar Tarihi Kitap Alıntıları

&“&”

Dünyanin yagmavilari,geride bir sey kalmayana dek topraklari harap etti ve simdi denizi aşındıriyorlar.eger bir halk zenginse soyulması mubahtir,fakirse kole edilmesi;ne Dogu ne de Batı açgözlü gırtlaklarini doyurmayi basarir.Onlar dünyada fetih hırsi yuzunden hem zenginlikte hrm de yoksullukta esit derecede cazip yemler giren tek insanlardır.soygun,cinayet ve gaddarliğa yalandan devlet ismini verir, çöle cevirdikleri yere de barış getirdiklerini soylerler
Elli yılı aşkındır zafer ve barışta saltanat sürdüm; tebaam beni el üstünde tutdu, düşmanlarım benden korktu, müttefiklerim beni saydı. Mal mülk ve şeref, kudret ve keyif bir emrime bakardı, dünyevi her lütuf ise benim saadetim için vardı; hal böyleyken sebat edib payıma düşen saf ve gerçek mutlulukla geçen günleri saydım;hepi topu 14tur. Ah, insanoğlu! Şu fani dünyaya güvenme sakın.
Sanat, insan çabalarının en asil iki simgesidir: İnşa etmek ve yıkmaktan kaçınmak."
Eğer iki fil dövüşüyorsa, olan çimene olur."
Savaşlar ve ölümler sona erdiğinde, yalnızca oğlanlar, kadınlar ve çocuklar sağ kaldığında, bu sağ kalanlar köleler olarak Hristiyanlar arasında bölüştürüldü."
-Bartolome de las Casas-
Günler ne kadar uzunsa, güneş de o kadar uzak fakat daha hiddetli. Aşkımız da tıpkı böyle, lakin yoklukla ayrı kaldık; fakat yine de aşkımız en azından benim tarafımda ateşini koruyor, umarım senin tarafında da öyledir…"
-VIII. Henry’nin, karısı Anne Boleyn’e yazdığı bir mektuptan –
Roma’yı tuğladan bir şehir olarak buldum, mermerden bir şehir olarak bırakıyorum." AUGUSTUS
Sümer Kralları Listesi’nde bahsi geçen tek kadın lugal (kral) olan Kish’li Kubaba’nın Sümer’deki en kaliteli birayı satarak liderliğe yükseldiği söylenir; özel sektör başarısını kullanarak güce erişen siyasi figürün ilk örneklerindendir.
Türkiye olarak bildiğimiz ulus, aynı zamanda hem Bizans imparatorluğu hem de en eski İslam halifeliklerinin vârisidir. O demokratik bir tarihi olan bir otokrasi, köktenci bir tarih olan seküler bir ulus, modern dünyanın bağımsız bir ülkesi ve antik imparatorlukların beşiğidir.
Eğer iki fil dövüşüyorsa olan çimene olur.
Toplum ilahi düzene yaklaştıkça, erkekler ile kadınların karakterleri, görevleri ve uğraşları arasında daha az ayrım olacaktır. Kadınların kibarlığı ve zarafetinde bir azalma olmayacak, erkeklerinkinde bir artış olacaktır.
Ordu sadece idarecilere değil, tüm vatandaşlara hizmet verir.
Soygun, cinayet ve gaddarlığa yalandan devlet ismini verir, çöle çevirdikleri yere de barış getirdiklerini söylerler.
-Romalılardan bahseden yerli İskoç isyancı Galgacus
Tüm dünya bir mezardır ve hiçbir şey ondan kurtulamaz; hiçbir şey düşüp yok olmayacak kadar mükemmel olamaz.
-Texcoco Kralı Nezahualcoyotl
Bir zamanlar dünyanın yetemediğine, şimdi bir mezar yetecektir
Sanat, insan çabalarının en asil iki simgesidir: inşa etmek ve yıkmaktan kaçınmak.
-Yazar Simone Weil
Devrim bisiklet gibidir. Tekerleri dönmediğinde düşer.
-Persepolis’in yazarı Marjane Satrapi
İsyan ettiğimizde bunu belirli bir kültür için yapmayız. İsyan ederiz çünkü pek çok sebepten ötürü artık nefes alamıyoruzdur.
-Yazar Frantz Fanon
Putperestlk ve çoktanrıcılık bariz birer şirk türüdür;fakat cehalet, bilhassa kendi dindarlığımızı kendimizin reklamını yaparmış gibi sergileme eğilimimiz de şirk kapsamına girebilir
“Gelecek birkaç nesil, bizim uğraşmak zorunda olmadığımız bazı varoluşsal tehditlerle uğraşmak zorunda kalacak ve bunların bazıları bizim suçumuzdur. Ya bunları çözeceğiz ve devam edeceğiz ya da çözmeyeceğiz ve devam edemeyeceğiz. Bu sorunlar arasında şunlar yer alır: Küresel İklim Değişikliği Son birkaç yüzyıldır, özellikle de Sanayi Devrimi’nden beri Dünya’nın atmosferini ciddi biçimde değiştirmekteyiz. Bu halihazırda Dünya’yı yılda tam 140.000 tür için yaşanmaz kılmıştır. Eğer bu etkiyle savaşmak için hiçbir şekilde rağbet görmeyen politikalar uygulamaya sokmazsak, bizim türümüz de onlara katılabilir. Ancak dünyayı insanlığın tamamı için uygunsuz kılmazsak bile, küresel iklim değişikliği ulusal felaketlere katkıda bulunabilir, tarımı zayıflatabilir ve yaşanabilir toprakları sel altında bırakabilir. Biz tür olarak sağ kalsak bile, pek çoğumuz, özellikle de dünyanın daha fakir bölgelerinde yaşayanlarımız için bu geçerli olmayacaktır.”
“Dünya daha önce hiç olmadığı kadar kalabalık ve şehirleşmiştir; bu bulaşıcı hastalıklar için daha önce hiç olmadığı kadar geniş bir üreme alanı sağladığımız anlamına gelir. Küresel bir salgının yenilerde türümüzün iki haneli bir yüzdesini yok etmemiş olması adeta mucize sayılacak bir şanstır ve bunun böyle süreceğinin bir garantisi yoktur.”
Köktenciler, ilham almak için modernitenin akınından önceki bir "altın çağ"a dönüp bakar ancak atacı bir biçimde ortaçağa dönmezler. Hepsi doğası itibarıyla modern hareketlerdir ve bizimki dışında bir zamanda ortaya çıkamazlardı. Hepsi de din yorumlarında yenilikçi ve sıklıkla radikaldir. Dolayısıyla, köktencilik modern görüntünün elzem bir parçasıdır." – Karen Armstrong (1944), İslam: Kısa Bir Tarih’ten (2000)
“Genç ve yenilikçi Mihail Gorbaçov Mart 1985’te Komünist Parti’nin Genel Sekreteri olarak başa geçtiğinde, Doğu ile Batı arasındaki ilişkiler biraz daha isınmaya başladı. İki kilit sözcük, glasnost ile perestroyka Gorbaçov’un reformlarıyla özdeşleştirildi. Kabaca “halkın sesi olarak tercüme edilebilecek glasnost sözcüğü, ilk olarak kurucu komünist devrimci Vladimir Lenin (1870 – 1924) tarafından popülerleştirilmişti. Yeni Sovyet yönetiminin temsil etmesini umduğu açıklık ve şeffaflığa atfen kullanılıyordu. Stalin döneminin gizlilik, paranoya ve baskısı, terimin ana akımda kullanımını yok etti. Gorbaçov onu diriltene dek, ancak Aleksandr Soljenitsin gibi muhalif yazarlar glasnosttan bahsediyordu. Perestroyka (“düzeni yayma") çok daha yenilerde kullanılmaya başlanmıştı. Gorbaçov’un selefi Genel Sekreter Yuri Andropov (1914 – 1984) tarafından popülerleştirilen terim, tutucu Sovyetlerin bile etkisiz ve sömürücü bürokrasileri ortadan kaldırmak için gerekli gördüğü reform çabalarına atfen kullanılıyordu. Glasnost ile perestroyka’ya ek olarak, Gorbaçov onlardan daha az meşhur olmakla beraber onlar kadar önemli olan ve ülkesinin halkında "insan faktörünü etkinleştirmesini" umduğu yeni stratejiler olarak uskoreniye (ekonomik büyüme), khozrachyot (kâr) ve demokratizatsiya (kademeli demokrasi) çağrısında bulunmuştu. Bu reformlarda başarılı olmasına izin verilseydi ne olacağı sorusu, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden beri tarihçilerin tartışmakta olduğu bir sorudur ve muhtemelen yüzyıllar boyunca da bir tartışma konusu olmayı sürdürecektir.”
Yaşlı ve yorgunum. Bırakın kendileri uğraşsın. Ben gerekeni yaptım. Başka biri Stalin’e artık bize uygun olmadığını söylemeyi ve emekli olmasını önermeyi aklından geçirebilir miydı? Durduğu yerde küçücük bir izi bile kalmazdı. Artık her şey deģişti. Korku yok oldu ve eşitler olarak konuşabiliyoruz. Benim katkım budur. Mücadele etmeyeceğim." – Genel Sekreterlik görevinden alındıktan sonra Nikita Kruşçev (1894–1971)
Isyan ettiğimizde bunu belirli bir kültür için yapmayız. Isyan ederiz çünkü pek çok sebepten ötürü artık nefes alamıyoruzdur." – Yazar Frantz Fanon (1925-1961)
“Roma hukukunda hukuk temel olarak iki kategoriye bölünüyordu: Imparatoru Asoka kendi bölgelerinde uygulanabilir evrensel boyunca dünyaya hükmeden iki dini ideoloji insan hakları için yapmıştır. Bilhassa Hıristiyanlık ve İslam – bin yılı aşkın zaman evrensel standartları onaylar; gerçi bu iki gelenekte de hüküm – darların devamlı surette bunları kabul etmesi sık olan bir şey. Jus civile (Latince vatandaşlar hukuku") Jus gentium (Latince "milletler hukuku") Bu ayrım, ilk kentli uygarlık olan Sümerlere kadar geri gider. Satın alımları tanımlayan ve cezalar dayatan yasal belgeler yalnızca Sümer’de uygulanabilir olan jus civile’yi oluştururken, daha geniş anlamda bir adalet duygusuna hitap eden belgeler, herkese uygulanabilir olan bazı jus gentium standartlarının varlığını onaylar. Bunların en kayda değeri, evrensel insan hakları standartlarına hitap eden ve yöneticileri "kimsesizi ve dulu asla güçlüye boyun eğdirmemek için" evrensel hukuk ve sosyal refah standartları uygulamaya çağıran "Urukagina’nın Övgü Şiiri"ydi (MÖ y. 2350). Sonradan Yahudi İncil’inde Noaşit Kanunları cinayeti, hırsızlığı ve hayvanlara karşı zulmü sadece Yahudilere değil, tüm insanlığa yasaklar (Yaratılış 9:5-6). Ve daha önceki bölümlerde bahsettiğimiz gibi hem Pers İmparatorluğu’nun Büyük Kiros’u hem de Hint Insan hakları standartlarının varlığını onaylamıştır. Daha sonra Selen pek çok hükümdar, küçük veya büyük ölçülerde aynısıni değildir.”
Çin halkı yalnızca aile ve klan gruplarına sahiptir; milli ruh yoktur, tek bir Çin’de toplanmış dört yüz milyon insana rağmen, kum tanelerinden oluşan bir örtüyüz… Konumumuz son derece tehlikeli; eğer ısrarla milliyetçiliği teşvik etmezsek ve dort yüz milyonumuzu güçlü bir ulus oluşturacak şekilde birleştirmezsek bir trajediyle karşı karşıya kalırız; ülkemizi kaybeder, irkımızın yok oluşuna şahit oluruz." – Çin Cumhuriyeti Başkanı Sun Yatsen (1866–1925)
Alman devrimci Karl Marx (1818 – 1883) Sovyet ideolojisinin mimarı olarak düşünülse de, düşüncelerinin tam anlamıyla devlet ölçeğinde pratiğe döküldüğünü görmeden yarım yüzyıl önce öldü. Yaşadığı dönemde evrensel olarak sömürülen ve daha iyi muamele talep edildiğinde sıklıkla şiddetle karşılaşan işçi sınıfıinın haklarına odaklanmıştı. Aynı zamanda ömrünün büyük kısmında Amerika Birleşik Devletleri’nde bir gerçek olan köleliğe karşı da sıklıkla metinler kaleme almıştır.”
“Bugün Türkiye ciddi bir Avrupalı güç olmayı sürdürmektedir; Recep Tayyip Erdoğan’ın (1954) yönetimi altında bir demokrasi o Avrupa, Asya, Akdeniz ve Ortadoğu’yu birbirine bağlayan girift ve çokkültürlü bir ulustur. Ancak gitgide otokratikleşen başkanı olarak geleceği muğlaktır.”
Askerler, ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum” – Mustafa Kemal Atatürk (1881–1938), 1915 tarihli Gelibolu Savaşı’nda.
“Amerika Neden Bağımsızlığını İlan Etti? Thomas Jefferson (1743-1826) genellikle Amerikan Devrimini, bireysel haklar ile monarşi arasındaki çatışma olarak çerçeveye oturtmuştur. Hikâyenin bir kısmı buydu ancak tamamı değil. Amerikan Devriminin beş temel nedeni, çağdaş Amerikan siyasetini takip edenlerin hemen tanıyacağı meselelerdir: Yüksek vergiler. Britanya, diğer Avrupalı güçlerden Kuzey Amerikan sömürgeci çıkarlarını korumak için daha önce planladığından çok daha fazla para harcadı ve aradaki farkı kolonilere ithal mallar üzerine ağır vergiler koyarak kapamaya çalıştı. Serbest ticaret. Kuzey Amerikan koloniciler, bunun yerine diğer Avrupalı güçlerden mal ithal ederek tasarruf etmeye çalıştı ancak Britanya buna izin vermedi. Sivil özgürlükler. Britanyalı sömürgeci yetkililer, yasadışı kaçak malları bulmak için kullandıkları adeta sınırsız arama ve el koyma hakkına sahipti. Yozlaşma. Bu sömürgeci yetkililer, sıklıkla bahsi geçen kaçak malları kendilerine ayırıyordu; bu günümüzde müsadere dediğimiz bir süreçtir. Bazen yasadışı kaçak olmayan malları da tutuyorlardı. Bazen rüşvet alıyorlardı. Bu karman çorman ve iyi denetlenmeyen bir sistemdi. Oy verenleri haklarından mahrum etme. Britanya hükümeti, Amerikan kolonicileri parlamentodaki yerlerinden mahrum bırakmak için eften püften, ikna edici olmayan mazeretler kullanıyor, böylece onların vergi politikası, serbest ticaret ve yozlaşma gibi konularda oy kullanmasını engellemiş oluyordu.”
“Luther için özel önem taşıyan iki fikir şunlardır: Sola fide (Latince “Sadece İman), kurtuluşa eylemlerden ziyade yalnızca ve yalnızca imanla erişilebileceği düşüncesi. Roma Katolikliği, tarihsel olarak iyi işlerin imanın temel bir ürünü, kişinin kurtarıldığını göstermeye yeterli olduğunu öğretmiştir. Luthercilik, iyi işlerin imanlı insanların yaşamlarında var olmakla beraber, kurtuluşla hiçbir ilgisinin olmadığını öğretir. Sola Scriptura (Latince "Sadece Kutsal Kitap"), İncil’in ilahi vahyin tek kaynağı olduğuna ilişkin düşüncedir. Roma Katolikliği, tarihsel olarak ilahi vahyin bizzat Hıristiyan cemaatinin gelenekleriyle sınırlı olmamakla beraber onu kapsayan pek çok farklı biçimde ortaya çıktığını öğretmiştir.”
“En meşhur Elizabeth dönemi siması, sıklıkla İngiliz dilinin en büyük yazarı olarak tanımlanan şair ve oyun yazarı William Shakespeare’dir (1564-1616). “En büyük ifadesi bir zevk meselesi olsa da, Shakespeare’in binlerce sözcük icat ettiği veya popülerleştirdiği ve bizzat dili ebediyen değiştirmiş olduğu su götürmez bir gerçektir.”
Günler ne kadar uzunsa, güneş de o kadar uzak fakat daha hiddetli. Aşkımız da tıpkı böyle, lâkin yoklukla ayrı kaldık; fakat yine de aşkımız en azından benim tarafımda ateşini koruyor, umarım senin tarafında da öyledir.." – VII. Henry’nin, yıllar sonra boynunun vurulmasını emredeceği gözdesi ve müstakbel karısı Anne Boleyn’e yazdığı tarihsiz bir mektuptan.
Tüm dünya bir mezardır ve hiçbir şey ondan kurtulamaz; Hiçbir şey düşüp yok olmayacak kadar mükemmel olamaz." – Texcoco Kralı Nezahualcoyotl (1402–1472)
Hangi yıllıklarda evlerin boşaltıldığı, şehirlerin terk edildiği, ülkenin ihmal edildiği, tarlaların ölülere az geldiği ve tüm dün- yaya dehşet verici ve evrensel bir yalnızlığın çöktüğü yazar? Ah, bu sefaletten habersiz, geleceğin mutlu insanları." – Şair Francesco "Petrarch" Petrarca (1304-1374)
Elli yılı aşkındır zafer ve barışta saltanat sürdüm; tebaam beni el üstünde tuttu, düşmanlarım benden korktu, müttefiklerim beni saydı. Mal mülk ve şeref, kudret ve keyif bir emrime bakardı, dünyevi her lütuf ise benim saadetim için vardı; hal böyleyken sebat edip payıma düşen saf ve gerçek mutlulukla geçen günleri saydım; hepi topu on dörttür. Ah, insanoğlu! Şu fani dünyaya güvenme sakın." – Kordoba Emiri ve Halifesi III. Abdurrahman (891-961)
Hepsini öldürün, lakin Tanrı masumları ayırt edecektir." – Kanıtlara göre Papa III. Innocent’in elçisi Arnaud Amal- ric’e (ö. 1225) atfedilen söz. Askerler hem Ortodoks hem de heretik Hıristiyanların bulunduğu dini açıdan çokkültürlü bir kent olan Beziers’teki sivillere nasıl davranmaları gerektiğini sorunca bu cevabı almıştır. Sonraki bir mektubunda Amalric 20.000 erkek, kadın ve çocuğun ("mevki, cinsiyet ve yaş fark etmeksizin") kendi emriyle katledilmesiyle ve şehrin yakılarak yerle bir edilmesiyle böbürlenir.”
Siz soylular, siz öncü adamlarımın oğulları, yumuşak ve çıtkırıldım, doğumunuza ve zenginliğinize güvenen, benim buyruğuma ve gelişiminize dikkat etmeden öğrenim uğraşını ihmal ettiniz ve kendinizi haz, tembellik ve budalaca eğlencelere kaptırdınız. Cennetin Kralı adına, sizin soyluluğunuz ve güzelliğinizin gözümde hiç değeri yok. Diğerleri size hayranlık duyabilir. Şunu kesin olarak bilin: Bir an evvel tembelliğinizin bedelini şevkli çabayla ödemezseniz, Şarlman’dan hiçbir imti- yaz alamayacaksınız." – Şarlman (y. 747-814), Kekeme Notker’in güvenilmez ancak son derece eğlenceli biyografisinde (muhtemelen yanlış biçimde) alıntılanmış olarak. De Carolo Magno (y. 883).
Erkek kardeşler birbiriyle savaşıp birbirini öldürecek, Ve kız kardeşlerin oğullarını lekeleyecek akrabalık; Dünyada zordur, kudretlidir kepazeliği; Balta vakti, kılıç vakti, zırhlar parçalanır, Rüzgâr vakti, kurt vakti, böyle düşer dünya; İnsanoğlu birbirine acımayacak ebediyen." – Voluspo (Bilge Kadının Kehaneti)
“Şinto’nun iki temel tarihi metni, Kojiki ve Nihon Shoki, 8. yüzyılın başında yazılmıştır. Japonya’nın sekiz adasının ilkel yaratılışının ve ülkenin en temel geleneklerini kuran ilk hükümdarların hikâyesini anlatırlar.”
“Doğan Güneşin Yükselişi Bu gece engin gökyüzüne bakıyorum da, Bu yıllarca önce Kasuga Tapınağı’nda Mikasa Dağı’nın ardında yükseldiğini gördüğüm o ay mi?" -Älim ve şair Abe no Nakamaro (698-770)”
“Antik Çin felsefesi, Yunanlarınki kadar zengin ve detaylı olmasına karşın, Batı’da aynı derecede ilgi çekmemiştir. Batılı âlimlerin bir parça ciddiyetle incelediği bir filozof, dünyaya hizmet etmenin en iyi yolunun düşünüp taşınmak ve belirli evrensel davranış kurallarına göre yaşamaya çalışmak değil, vicdanımızı arıtmak ve erdemler geliştirmek olduğunu düşünen Konfüçyüs’tü (MÖ 551-479). Konfüçyüs’ün felsefesinde merkezi fikir, hepimizin doğuştan az çok eşit olduğu ancak belirli alışkanlıklar kazanarak yaşamlarımız süresince iyi veya kötü özellikler geliştirebildiğimizdir. Bu artık kanıksadığımız bir görüştür; ancak Batı’da insan tarihinin büyük kısmında bu epey radikal bir fikirdi. Kendileri ve ailelerinin doğuştan hükmetmeye yazgılı olduğuna inanan imparatorlar, bunu bilhassa problematik buluyordu. Savaşan Devletler Dönemi’nin sonunda, kurucu Qin İmparatoru Qin Shi Huang (MÖ y. 259-210) Konfüçyüsçülüğü yasakladı, metinlerini yaktırdı ve destekçilerini katletti ancak inancı bastırmaya yönelik bu girişim, en nihayetinde başarısız oldu. Han Hanedanı MÖ 202’de kontrolü ele geçirdiğinde, dine karşı daha hoşgörülü bir tavır benimsedi. 3. yüzyılda Üç Krallık Dönemi"ne gelindiğinde, Konfüçyüsçülük Çin’deki en etkili felsefi sistem haline gelmişti.”
Düzleştirme tahtası eğri ahşap için, çekül ise düz olmayan şeyler için yapılmıştır. Kurallar konulmuş, ritüeller ve doğruluk parlamıştır çünkü insan doğası kötüdür." – Çinli filozof Xunzi (MÖ y. 300–230)
“MÖ 1300’de, Hititler artık Türkiye olarak bildiğimiz bölgeye hâkimken ve Yeni Krallık da Mısır’ı yönetirken, Asurlular Kuzey Mezopotamya’yı yönetiyordu. Hâlâ Akad dili konuşmalarına ve Kuzey Sümer şehirlerinden gelmelerine karşın, Asurlular kendilerinden önceki Mezopotamya uygarlıklarından alabildiğine farklı, daha tek tip, etkili ve zalimdi. Güney Mezopotamya’da Babil’de bulunan rakip bir imparatorluk, MÖ yaklaşık 1830 ile 539 arasında sahip olduğu güçte bazı gelgitler yaşadı. Kimi zamanlar Asur’a hükmetti, kimi zamanlar ise Asur’un hükmüne girdi; fakat Mezopotamya’yı ne tam anlamıyla kazandı ne de – sona gelinene dek – onun uğruna verilen savaşı hepten kaybetti.”
“Antik Mısır dini tarihsel olarak dengeli bir çoktanricılıktı; rahipler ve halk, her biri kendi kaderi, yerel tarihi ve nüfuz alanına sahip muhtelif tanrıların panteonuna tapardı. MÖ yaklaşık 1353 ile 1336’ya dek hüküm süren firavun Akhenaton, kozmosta temel bir gücü temsil ettiğine inandığı güneş tanrı Aton konusunda çok tutkuluydu. Tarihçiler Akhenaton’u sıklıkla tektanrıcı olarak betimlese de, bu tam anlamıyla doğru değildir; o başka tanrıların varlığına da inanıyordu. Sadece hiçbiri Aton’la kıyaslanamazdı. Aton çok ozel, bizzat gerçekliğin doğası için çok temeldi. Tek tanrının diğer tanrılardan yüceliğine inanış, genellikle henoteizm olarak isimlendirilir. Akhenaton’un Aton’u diğer tüm tanrılardan öncelikli görme Israri en nihayetinde Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlığın da İçinde olduğu diğer tüm dinleri etkilemiş olabilir.”
Sen, ey Horus, ismi dünyanın uğruna sallandığı’ olarak doğdun… Ona ait hiçbir tanrı tohumu harap olmayacaktır; Yani, ona ait olan sen de harap olmayacaksın." – Piramit Metinleri, Hitabe 215.”
“Sümerlerin ulusal kahramanı, ölùmsüzlük arayışıyla dünyanın günümüze ulaşan en eski epik şiirine konusunu veren efsanei Urak krah Gilgamış’tır. Ne var ki, Gilgamış hakkında sadece tek bir hikaye yoktur; Kral Arthur veya Robin Hood gibi, Gilgamış da sevgilisi ve kader arkadaşı, vahşi kahraman Enkidu’yla maceralarını anlatan bir dizi hikâye anlatıcısı tarafından tekrar tekrar dìle dökülmüştür.”
Sana gece yarısı anlattığımı, Şarkıcı öğlen söylesin!" – Enheduanna (MÖ y. 2285–2250), Ur’un Yüksek Rahibesi, çeviri W.W. Hallo ve J.J.A. van Dijk”
“195.000 yaşındaki Omo fosilleri ile 160.000 yaşındaki Herto fosilleri, şimdiye dek bulunan en yaşlı anatomik olarak modern insan kalıntılarıdır ve bunlar, atalarımızın yuvasının Etiyopya olduğu teorisini desteklemektedir. Peki, atalarımız o uzun antik çağlarda ne yapıyordu? Neye inanıyor, nasıl yaşıyor, nasıl hatırlanmak istiyorlardı? Omo ve Herto kalıntıları, bu antik insanlar birbirinin çağdaşıymış gibi sıklıkla bir arada ele alınsa da, bu iki fosil grubu arasındaki 35.000 yıllık boşluğun insanın hikâyesinin bu kısmına dair büyük bilgi eksiğimizi yansıtacak boşluğun yazılı tarihin başı ile günümüz arasındaki boşluğun sekiz katı olduğunu göz önünde bulundurmamız gerekir. Söz konusu dönem içinde, binlerce nesil boyunca insan toplulukları oluştu, sona erdi ve onlar bizim hakkımızda ne kadar bilgiye sahipse, biz de onlar hakkında o kadar bilgiye sahibiz. İlk cesur atalarımızdan ışık sızdırmaz bir zaman perdesiyle kesin olarak ayrılmış durumdayız. Yeni atalarımız hakkında, tarih bize o perdeyi aralamanın yollarını sağladığı için, daha fazla şey biliyoruz.”
Elektronik oy hileleri, oy veren sindirme kanunları, elverişsizce uzun oy kuyrukları, oy verenleri yıldırmak, partizan medya kontrolü, “gerrymandering” (yani bölgelerin azınlık grupların oylarını yetersiz temsil edecek şekilde ayrılması) ve siyasi muhaliflerin doğrudan gözaltına alınması ve haklarında kovuşturma yapılması, eskiden demokrasi olan pek çok ülkeyi otokrasi veya otokrasiye yakın düzenlere dönüştürmüştür. Bilhassa çarpıcı bir örnek, devlet başkanı Vladimir Putin’in rutin biçimde muhaliflerin yakalanması veya cezalandırılmasını emrederek esasen kendisini ebedi bir diktatöre çevirmiş olduğu Rusya’dır.
Charles Dickens İki Şehrin Hikâyesi kitabında Fransız Devrimi’nden bahsederken, hikâyesine artık klişeleşmiş bir cümleyle başlar: Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü.” Zaman, genel anlamda böyle olmaya meyillidir. Örneğin, gelecek neşe ve vaatlerle doludur fakat aynı zamanda bizi öldürecektir.
Sanat , insan çabalarının en asil iki simgesidir: inşa etmek ve yıkmaktan kaçınmak."

-Yazar Simone Weil

Uzmanlar, 2050’ye gelindiğinde, dünyanın en büyük ekonomilerinin Çin ve Hindistan olacağına inanmaktadır. Küresel Güney -Latin Amerika ve Sahra altı Afrika- dünya sahnesinde ekonomik olarak heybetli oyuncular olacaktır. İslam çok büyük bir ihtimalle dünyanın en büyük dini olarak Hristiyanlığı gölgede bırakacak, bir “süper güç, yani dünyaya hükmeden tek bir ülke fikri tarihe gömülen gülünç bir fikir olacaktır.
Milliyetçilik ucuz alkol gibidir: Önce sizi sarhoş eder, sonra kör eder, sonra da öldürür."
1979 Devrimi’nden önce İran kültürü cinsiyet meselelerinde uzun zamandır ilericiydi. Buna karşın, yeni köktenci rejim başa geçtiğinde, hâkim olan çoğu genç kadın derhal işten çıkartıldı. Bunların arasında, daha sonra hukuk eğitimini kadın ve muhaliflerin haklarını savunmak için kullanacak olan Şirin Ebadi de yer alıyordu. Ebadi, 2003’te çalışmaları için Nobel Barış Ödülü’nü aldı. Ailesi tehdit edildikten, kocası dövülüp gözaltına alındıktan sonra çalışmalarına devam etmesi imkânsızlaştı. Şu anda Londra’da sürgünde yaşıyor.
Devrim bisiklet gibidir. Tekerlekler dönmediğinde düşer. "

—Persepolis’in yazarı Marjane Satrapi

Ayakkabı uymuyorsa, ayağı mı değiştiririz?"

-Gloria Steinem

İngilizce konuşan yazarlar 1950’lerde geniş çapta Holokost terimini kullanmaya başladıysa da, aslında soykırım başta Yahudi toplumunda genel olarak Shoah veya Ha-Shoah (İbranice “felaket”) olarak bilinir ve bu terim günümüzde de geniş çapta kullanılmaktadır.
İkinci Dünya Savaşı sona erdikten sonra, Batılı uluslar Siyonizm rüyasını gerçekleştirmeyi ve İngiliz hâkimiyetindeki Filistin bölgesinde yeni bir İsrail yaratmayı seçti. Ancak bölgede Batı destekli yeni bir ülkenin varlığı, bilhassa kendilerini birdenbire yabancı bir devletin yetkisine tabi bulan yerli Filistinliler arasında kabul görmedi.

İnsanlar İsrail-Filistin hakkında Ortadoğu’da barış” bağlamında konuşmaya eğilimlidir çünkü 1948’den beri bölgede her şey karman çormandır. Bu çatışmalar, aslında daha eski bir döneme dayanır; düello halindeki Amerika ve Sovyetlerin Soğuk Savaş dönemindeki Ortadoğu kontrolüyle paralel olan ve onu takip eden Ortadoğu’da Avrupa kontrolü, bölgeyi bir barut fıçısına döndürmüştür. Batılı güçler, bilhassa Akdeniz’in doğu kıyısındaki ülkelerin oluşturduğu Levant’a görevinin başında bulunmayan ev sahipleri gibi davranmıştır. İngiltere’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İsrail’in görücüye çıkışını baştan savma biçimde idare etmesi de tipik bir sorundur.

Savaşın boyutu benzeri görülmemiş bir çokyüzlü barış ve insan hakları antlaşmalarını tetiklerken, zalimlikleri insan ilerleyişinin bizzat kendisini yok etti. Bunların en dehşet verici olanı, Adolf Hitler’in tüm Avrupalı Yahudilere karşı uyguladığı planlı imha olan Holokost’tu; kıtanın savaş öncesi toplam Yahudi nüfusu olan 9 milyonun üçte ikisi, yani 6 milyonu öldürüldü. Naziler ile müttefiklerinin kullandığı yöntemler dehşet verici olduğu kadar sistematikti de ve boyutları korkunçtu. Holokost’un başka kurbanları da vardı; 100.000’i aşkın Roman, 200.000’i aşkın engelli, 10.000 lezbiyen ve eşcinsel erkek ve Almanya veya işgal edilmiş topraklarda direnen tüm insanlar. Toplamda, 11 milyon sivilin Hitler’in emirlerine bağlı olarak öldüğü tahmin edilmektedir.
Stalin, yaşamı boyunca hükmedici bir devdi ancak ölümünden sonra büyük ölçüde milli bir utanç kaynağı olarak görüldü.
Eğer Soğuk Savaş sonrası SSCB ile Amerika Birleşik Devletleri tarafından terk edilen “süper güç unvanını devralacak bir ülke varsa, bu muhtemelen Çin olur. Dünyadaki en kalabalık ülke olan Çin, dünyanın gelişmekte olan endüstriyel başkentidir ve 2050 yılına gelindiğinde muhtemelen dünyanın en büyük ekonomisi olan Amerika Birleşik Devletleri’ni yerinden edecektir. Bu, yakın tarihinin büyük kısmında yoksullaştırılmış, istikrarsızlaştırılmış ve büyük ölçekli ideolojik çatışmalarla delik deşik olmuş bir ülke için kayda değer bir başarıdır. 20. yüzyıl sürecinde hiçbir ülke Çin’den daha çok değişmemiştir ve hiçbir ülke 21. yüzyılın gidişatını etkilemek için bu kadar iyi konumlanmamıştır.
Bir balyoz camı kırabilir ancak çeliği döver."

—Lev Trocki

Birinci Dünya Savaşı aynı zamanda yeni teknolojik dehşetlerden de nasibini aldı. Bunların en berbatı, neredeyse 90.000 askeri öldüren ve 1 milyondan fazlasını sakatlayan kimyasal savaştı. Bu yeni silahların en ölümcülü “diklorodietil sülfür”, yani hardal gazıydı. Sarı kahverengi rengi ve acı yaban turpu kokusuyla bilinen hardal gazı, kurbanlarının gözlerini, tenlerini ve akciğer dokusunu yakıyor, onları ıstırap verici irin dolu kabarcıklarla kaplıyordu. Bu berbat bir ölüm biçimiydi ve ölmeyip savaş meydanına dönemeyecek kadar feci yaralanmış olanlar bile yaralarını ve deneyimlerinin hatıralarını hayatlarının sonuna dek beraberinde taşıyacaktı.
Afrika’nın büyük çoğunluğu 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında Avrupalı sömürgeci güçlere yem olmasına karşın, Etiyopya hiçbir zaman fethedilmemiştir. Ülke günümüzde de bağımsızlığını korumaktadır.
Cinsiyetçilik, önyargının en antik ve temel biçimlerinden biridir ve tarihsel kayıtları geri döndürülemez biçimde lekelemiştir. Gelin görün ki, tüm toplumlarda kadınlar sayısız yolla, etkin olarak bu silinmeye direnmiştir.
Teknoloji gitgide hızlı ve gitgide hırslı üretim hedefleri koymamızı mümkün hale getirdikçe, dünyanın finansal güçleri benzeri görülmemiş ölçekte kömür, maden ve insan bedeni sömürmeye başlamıştır.
Bugün Türkiye ciddi bir Avrupalı güç olmayı sürdürmektedir; o Avrupa, Asya, Akdeniz ve Ortadoğu’yu birbirine bağlayan girift ve çokkültürlü bir ulustur. Ancak gitgide otokratikleşen başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yönetimi altında bir demokrasi olarak geleceği muğlaktır.
Osmanlı sözcüğü, genellikle ayak yaslamak için kullanılan, kolları ve sırtları olmayan pofuduk oturaklar için kullandığımız “ottoman sözcüğüyle İngilizcede yaşamını sürdürmektedir. Avrupa’nın geri kalanında 18. yüzyılın sonunda popülerleşen bu mobilya türü, gerçekten de insanların büyük, yerden yüksek platformlarda bulunan minderlere oturduğu veya uzandığı Osmanlı İmparatorluğu’ndan gelmektedir. Osmanlı İmparatorluğu Batı’da popülerlik kazanan, daha iyi bilinen bir mobilya da icat etmiştir. Bu mobilya, ismi Arapça suffa’dan gelen sofadır.
Türkiye olarak bildiğimiz ulus, aynı zamanda hem Bizans İmparatorluğu hem de en eski İslam halifeliklerinin vârisidir. O demokratik bir tarihi olan bir otokrasi, köktenci bir tarihi olan seküler bir ulus, modern dünyanın bağımsız bir ülkesi ve antik imparatorlukların beşiğidir. Bugün olduğu ülke olmak için bir dizi beklenmedik kayıp, vahşet ve ilerici reformdan geçmiştir.
Margarinin icadından Napolyon’un sorumlu olduğunu duymuş olabilirsiniz. Bu bir açıdan doğrudur; Kimyacı Hippolyte Mége-Mouriés’e tereyağının yerine kullanılabilecek daha ucuz bir şey icat etmesi için 12.000 frank veya günümüz kuruyla 150.000 dolardan biraz fazla para yatıran, Napolyon’un kendisi kadar meşhur olmayan yeğeni III Napolyon’du.
Ben tüm hesapları yaptım; gerisi kadere kalmış."

-Napolyon Bonapart

İnsanlığın en büyük başarıları ve en büyük gaddarlıkları, genellikle aynı yerlerde aynı kültürel değerlerle yaşayan insanlardan gelir. Bu çelişkiyi Amerikan başkanlığından daha iyi sergileyen başka bir siyasi kurum yoktur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir