İçeriğe geç

Dünya Sanat Tarihi Kitap Alıntıları – Hugh Honouri

Hugh Honouri kitaplarından Dünya Sanat Tarihi kitap alıntıları sizlerle…

Dünya Sanat Tarihi Kitap Alıntıları

Bir kişi doğayı taklit etmekle meşgul olduğu için güzel sanatları küçümserse, ona verilmesi gereken ilk cevap doğanın da diğer şeyleri taklit ettiğidir. Sonra, sanatçıların sadece görüneni kopya etmediklerini, bizzat doğanın bünyesinde kökenini bulduğu ilkelere döndüğünü bilmelisi­niz. Bunun da ötesinde, kendi açısından ne zaman [mükemmellik açısından] bir şey eksik kalırsa bazı şeylere erişir ve tamamlarlar zira onlar güzelliğe sahiptirler. Fidias, Zeus heykelini görünür hiçbir şeye göre yapmamış, fakat Zeus bize görünmek isteseydi kendisini nasıl gösterecekse ona göre yapmıştır.
Plotinus
Nesne ve özne geri dönülmez, kavramlmayan ve kavramayan bir hareket içindedir. Dehanın tabiatı
nesne ve özne arasındaki özdeşlik ışıldamalarında yatar.
ve önemli bir husus olarak yağlıboya resmin keşfinin uzun süre atfedildiği Jan van Eyck (y. 1 390- 1441)
Halife Abdülmelik, Kutsal Kabir Kilisesinin martyriumu’nun azameti ve ihtişamını gördüğünde Müslümanların aklının karışmasından endişe duyarak harekete geçti ve bu nedenle tepede şimdi orada görülen Kubbet-üs Sahra’yı inşa ettirdi demiştir. Halife’nin hedefi, şehrin Hıristiyan kiliselerini ve hatta o sıralarda rakip bir halifenin elindeki Mekke’de bulunan Kabe’yi geride bırakacak göz alıcı bir anıt yaratmaktı.
Muhammed’e atfedilen başka bir söz de bir resmin veya bir köpeğin bulunduğu bir eve melekler girmez şeklindedir ve bu söz bazı gruplar tarafından her zaman fıgüratif resmin açık bir kınanması olarak yorumlanmıştır. Fakat bu ifadeler, Kuran’dan değil daha az hükme sahip, Peygamberin geleneksel sözleri demek olan hadislerden gelmektedir. Putları bir ikrah olarak adlandırmanın dışında Kuran ne resimden ne de heykelden bahseder. Dolayısıyla sanat, İslam’ın kelamından çok ruhu tarafından düzenlenmiştir
Muhammed son derece sade şartlarda yaşar ve ibadet ederdi. Medine’deki evi kerpiçten, sütun yerine palmiye ağacı gövdesiyle yapılmış, çamurla sıvalı palmiye yapraklarıyla odalara ayrılmış ve çatısı örtülmüştü. Ev, bir tarafında fakir müriderinin barınabilecekleri kısmen gölgeli bir avluya açılan küçük odalardan oluşmaktaydı.
Hazreti Muhammed kutsallık iddiasında bulunmamıştır -bu manada Buda’ya benzemektedir. Görevi insanları -önce yurttaşlarını, sonra da tüm insanlığı- kendisi ve diğer Arapların soyundan geldiklerine inandıkları ve İbrahim’in de iman ettiği Tek Allah’a imana çağırarak cehennem azabından kurtarmaktı.
Budizm en az, İslam ise en çok ve en katı şekilde nizama bağlanmış dindir.
Kuran’ın elyazmalarında kullanılan yazılı metinler, inananlara daima Tanrı kelamının geçici dünyadaki tek gerçeklik olduğunu ve buradan hareketle sanat eserleri dahil tüm insan işlerinin beyhude olduğunu hatırlatır.
Müslümanlar diğer dinlerin
tersine, kutsal tasvirlere hiç yer vermeyen bir dini sanat geliştireceklerdi. Görsel simgelerden bile kaçınılmaktaydı – ay-yıldız Türkler tarafından on altıncı yüzyılda arma olarak benimsenen, daha sonraları çoğunlukla da Müslüman olmayanların gözünde dini bir anlam kazanan ileri dönemlerdeki bir uygulamaydı. İslam sanatındaki tek spesifik dini unsur yazılardır ve kısmen bu nedenle İslam sanatı tasvir veya sembollerin değil, özünde işaretierin sanatı haline gelmiştir.
İsa Mesih Kurtarıcı Tanrı’nın Oğlu ifadesindeki kelimelerin ilk harfleri bir araya getirildiğinde Yunancadaki balık kelimesi ortaya çıkıyordu. Diğer simgeler kelime oyunlarına dayalıydı: örneğin kuzu, Vaftizci Yahya’nın Dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı’nın Kuzusu ifadesinden gelir. İsa’nın Ben çobanım: İyi bir çoban hayatını sürüsü için verir sözleri, pagan klasik sanatındaki hayırseverlik veya yardımseverliği simgelemiş bir figüre özel önem kazandırmıştır.
Budizmin amacı da ayinsel kurbanlar ve aşırı çile çekme yoluyla değil de tüm arzuların, en nihayetinde de yoğun meditasyon yani yoga vasıtasıyla benliğin silinmesiyle elde edilen aydınlanınayla varlığın ıstıraplarından kurtulmasıydı. Budizm doğru bilginin Sekiz Aşamalı Asil Yolu’nu yani doğru görüş, doğru saik, doğru söz, doğru eylem, doğru hayat tarzı, doğru gayret, doğru kendine hakimiyet ve doğru meditasyonu izleyeniere selamet yolunu açtı. Kurucusu Siddhartha Gautama (MÖ y. 563- 483) -genellikle Sakyaların Bilgesi adıyla bilinir- savaşçı kastına mensup Sakya ailesi prenslerinden
biri olarak Kuzey Hindistan’ın Nepal sınırında doğdu. Dünyadan elini eteğini çekti, kendini terbiye etmeyi savunan Brahmanlardan eğitim aldı, ancak onların çileciliğini reddetti
ve Bihar’ın Bodhgaya bölgesindeki Bodhi yani Bilgelik Ağacı altında yaptığı meditasyonlar sonucunda Budalık olarak bilinen aydınlanmış kozmik bilince ulaşmayı başardı. Yaşamının geri kalanını Kuzey Hindistan’daki tüm kastların üyelerine
mesajını yaymaya adadı. Öldükten daha doğrusu Buda terminolojisine göre Nirvana’ya (asıl anlamı tükenmektir) ulaştıktan sonra çalışmalarını, sayıları artmaya devam eden müritleri sürdürdü.
Buda kelimesi aydınlanmış insan anlamına gelir.
Flavianlar kamulaştırılmış arazi
üzerindeki Nero’nun Altın Evi’ni yıktırıp yerine Kolezyum ve bir park yaptırmışlardı. Vilayetlerde makam elde etmeye hevesli vatandaşlar tiyatro, kütüphane veya bir kapı inşasının masraflarını üstlenebiliyorlardı.
Alegori başka türlü anlatma demek
Ksenophon, Sokrates’in ressam Parrhasius’a şöyle dediğini aktarmaktadır Figürlerin resmini yaparken hiçbir detayı eleştirilerneyecek tek bir modele rastlaman kolay olmadığı için her bir modelin en iyi özelliklerini toplar, böylelikle her yanıyla güzel vücutların görüntüsünü aksettirebilirsin.
Aten ilahisi, her şeyi yaratan tanrının her şeyi kucaklayan sevgisi temasını işlediğinden kesinlikle dünya edebiyatındaki ilk gerçek tek tanncı bestedir
Kadim bir gelenek, taştan bina inşaatının keşfıni , sonraları tanrı mertebesine çıkartılan Heliopolis yüksek din görevlisi İmhotep’e atfetmektedir. O, eski Mısır’ın sadece ilk değil, aynı zamanda adı zikredilmiş az sayıdaki mimarlardan biridir.
Yunan ve Roma’ya dair günümüze kadar ulaşmış en eski sanat tarihini, Romalı bilgelerden Büyük Plinius doğa tarihi
üzerine geniş bir eserinin parçası olarak yazmış ve eser, Plinius Vezüv yanardağının MS 79 #8242; da patlaması sonucu ölmeden önce tamamlanmıştır.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Renkler çoğu zaman, özellikle de dini sanatta tasvirin yanı sıra sembolik işieve de sahiptir: örneğin, Meryem’in semavi yani cennetsel mavi elbisesi. Ayrıca ifade nitelikleri de vardır: koyu tonlar melankolik ruh halini, parlak pembe ve açık maviler neşeyi; zarif geçişler uyumu akla getirirken,
çatışan tezati ar rahatsız edicidir. İçgüdülerle fark edilen bu özellikler on dokuzuncu yüzyılda, özellikle 1888’de
Gece Kahvesi adlı eseri hakkında yazan Vincent van Gogh tarafından daha da geliştirildi: Kırmızı ve yeşille insanlığın
korkunç tutkularını ifade etmeye çalıştım .
Renk bilimsel açıdan, ışık huzmelerinin -bazılarını yansıtan, bazılarını yutan yüzeylere çarptığında gözde meydana gelen duyumsama olarak tanımlanır. Bu tanımlama, Isaac Newton’ın 1 672’de, doğal ışığın bir prizmadan geçirilmesi halinde, gökkuşağında olduğu gibi (yağmur damlalarından geçen güneş ışığının kırılması etkisi) renkli huzmelerden bir spektruma dağılacağını göstermesine dayanır.
Her toplumda sanat, inançlar ve ritüeller, ahlak ve toplumsal kurallar, büyü veya bilim, efsane veya tarihten oluşan karmaşık bir yapının parçasıdır
Zira duyularımız ayrılamayacak kadar birbiriyle iç içedir; din estetikle, estetik ahlakla ve ahlak da düzen ve uyumla beraber bulunur.
Zira duyularımız ayrılamayacak kadar birbiriyle iç içedir; din estetikle, estetik ahlakla ve ahlak da düzen ve uyumla beraber
bulunur. Büyük bir sanat eserinin çekiciliği hiçbir zaman
sırf göz zevkinden ve görsellikten ibaret değildir.
Antik dünyada stel’ler büyük sanat eserleri arasında sayılınazdı. Romalılar bu taşları nadiren çalmış veya kopya ettirmişlerdir.
Yunan çömlek resimlerinin büyük çoğunluğu kullanıma yönelik eşyaların (şahsi temizlik, içki içilmesi vb için yapılanlar) üzerindedir. Bazı vazolar ise cenaze veya törensel amaçlara hizmet etmiştir.
Güney İtalya’da Riace yakınlarında 1972 yılında denizden çıkarılan bir heykelin kemik ve cam hamurundan gözleri, bakırdan kirpikleri, dudakları ve göğüs uçları ile açık ağzında gümüşten dişleri vardır.
MÖ beşinci yüzyıl ortalarında çalışmış olduğu söylenen Eleutheraeli Miron’un kaybolmuş Diskovalus yani disk atıcısı heykelinin çeşitli Roma versiyonları mevcuttur.
Olimpiya’daki Zeus tapınağında yerden 15 metre yükseklikte duran büyük boy Apollo heykeli uzaktan bakılmak ve ancak belirli noktalardan görülmek için yontulmuştu.
Delfi Tapınağındaki ünlü aşırıya kaçma! özdeyişi Savaş Arabacısı heykelinin kesinlikle kılavuz ilkesiydi.
Akropolis’te Tanrıça Athena’nın ilk tapınağı MÖ 570-560 yıllarında inşa edilmiştir.
Eshilos, Sofokles ve Euripides’in insan tutkusunun derinliklerini araştıran ve ifade eden görkemli şiirleri, insan davranışının anlamsızlıklarını hicvederek dışa vuran Aris­tofanes’in komedileri ve insanın açmazlarının zorluklarını sorgulayan ve ilk defa zihnin soyut muhakeme kapasitesini açığa vuran Sokrates’in öğretileri beşinci yüzyıl Atina’sından kalmıştır. Tüm bu eserler aradan 2500 yıldan fazla zaman geçmesine rağmen hiç eksilmeden günümüze kadar hayati güçlerini korumuşlardır.
Atina polis’i modern ölçülere göre çok küçük bir devletti. Yaklaşık 1600 km karelik -günümüzdeki Lüksemburg Büyük Dükalığı büyüklüğünde, ABD’deki Rhode Isiand’dan biraz daha küçük- bir alanı kaplıyordu.
Yunanların oyunlara çıplak katılmalarının sebebini açıklamak için -zira diğer uygarlıkların mensuplarına bu durum her zaman garip gelmiştir- Olimpiya’da koşarken peştamalını düşürdükten sonra yarışı kazanan koşucunun hikayesini anlatırlardı.
Ayakta duran arkaik heykellerin büyük çoğunluğu genellikle kouroi adıyla bilinen ve basitçe gençler anlamına gelen çıplak genç erkeklerin heykelleridir.
Memleketinde genellikle çıplak tasvir edilen Fenikeli ana tanrıça ve bereket tanrıçası Astarte, Yunanlar tarafından Afrodit’e dönüştürüldüğünde giydirilmiştir.
Batı Asya sanatında erkek çıplaklığı nadirdir.
Platon’un akademisinin girişine yazılacak Geometri bilmeyen hiç kimse buradan girmesin sözlerinde ifade edilen akılcı mantalitenin gelişmesinin başlangıcını ima eder.
Heladik sarayların MÖ 1330 civarında kuzeyden gelen işgalcilerce tahribinden sonraki döneme genellikle Karanlık Çağ adı verilir.
Helenler anadil olarak Yunanca konuşmayanları anlaşılmaz bulur, söyledikleri sözler kulaklarına bar­ bar-bar gibi birbiri ardınca ettikleri homurdanmalar şeklinde geldiğinden bunlara barbar derlerdi.
Toplumları farklı dönemlerde bireyler, küçük gruplar veya çoğunluklar; başka bir deyişle tiranlık, oligarşi veya demokrasi rejimleriyle idare ediliyordu. (Bütün bu terimlerle birlikte polis, yani kendini idare eden devlet terimini de elbette Yunanlara borçluyuz.)
Asya’dan Amerika’ya sanatsal motiflerin doğrudan temas yoluyla getirilmiş olması ihtimali çok düşüktür. Doğrudan temas kurulmuş olsaydı tekerlek gibi temel keşifler de herhalde Amerika’ya ulaşırdı. Esasen birçok el tekniği Amerika kıtalarında tamamen bağımsız bir şekilde gelişmiştir.
La Venta’ daki höyüklerin ve avluların planı jaguar maskesini andırır. Görünüşleri ancak uzaktan bakılınca tanınabilecek denli büyük simgeler Amerika’nın birbirinden çok ayrı yerlerinde yapılmıştır.
Olmek tören merkezlerinde taştan yontulmuş, 3,5 metre yüksekliğinde, 16 tane devasa kafa keşfedilmiştir.
MÖ 1200 öncesine tarihlenebilen büyük Olmek yerleşimleri Meksika’ nın Veracruz ve Tabasco vilayetlerinin karşı sahilindedir. (Olmek sözcüğü kauçuk ülkesi sakini anlamına gelir ve aslında İspanyol fethi zamanında Körfez Sahilinin aynı bölgesinde oturan tamamen farklı bir halka verilmiştir.)
Günümüz Meksika vilayeti Guerrero’nun Pasifik kıyılarından 100 km kadar içerdeki Xochipala yakınlarında MÖ 1300 civarına tarihlenen bir dizi kil heykelcik bulunmuştur. Kendinden emin bir elin şekil verdiği bu heykelciklerin, üç boyutlu formu ve canlılıkları köklü bir geleneğin var olduğu izlenimini uyandırmaktadır.
Amerika ile Çin ve Batı Asya sanatları arasında dikkat çekici görsel benzerlikler mevcuttur – Meksika’daki zigguratlar gibi yapay höyükler, Şang hanedanı bronzlarını hatırlatan Peru yontuları gibi.
Batı’ da aletler MS on dördüncü yüzyıla kadar dövülerek yapılmış, ancak dökülmemiştir: Çin’de ise silsile tersinedir.
Bu sanat en güzel haliyle yeşim taşı kadar teknik hüner isteyen, yeni bir madde olan lakede görülebilir. Lake ağacı -Rhus vernici flua- özü daha önceleri de giysilerin suya dayanıklı kılınması ve aynı zamanda bronz kapların dolgularında kullanılmıştı.
Heykelli süslemelerin çeşitli ayrıntıları, özellikle oldukça tekrarlanan ve çok yer verilen -ilkbahar ekinoksunda Aslan ve Boğa burcu işaretlerinin birleşmesiyle bağlantılı­- aslanın boğayı öldürmesi sahnesi, Akamenid dünyasının ayin merkezi olduğu izlenimini uyandırmaktadır.
Susa Akamenidlerin idari başkentiydi; Persepolis ise imparatorluğun simgesi, her yerden gelen haraçların Büyük Kral, Kralların Kralı, Pers Kralı sıfatlarıyla anılan I.Darius ve haleflerine getirildiği törenler için tasarlanmış gösterişli bir sahneydi.
Kiros’un oğlu II. Kambises’in (Mısır fatihi) yerine MÖ 521’de geçen I. Darius başkenti eski Elam şehri Susa’ya taşıdı. Burada, geniş iç avluların etrafına inşa ettirdiği sarayı, görünüşe bakılırsa Babil saraylarından ilham almıştı.
Büyük Kiros, başkentini günümüzdeki Fars eyaletinin geniş ve bereketli ovalarındaki Pasargad’da kurdu. Şehrin ismi Perslerin karargahı anlamına gelmektedir.
Kiros yüzyıllardır savaşan krallıklara barış getirirken kendisinden önceki ve sonraki fatihlerin aksine, bozguna uğrattığı halkların dinine ve diğer geleneklerine saygı gösterdi.
Aralarında en iyi örgütlenmiş grup olan Medler, İskitlerle ittifak halinde Asur İmparatorluğu’nu MÖ 612 yılında çökertti.
Sanskritçe, Yunanca, Latince ve neredeyse tüm modern Avrupa dilleriyle akraba bir Hint-Avrupa dili konuşmaktaydılar.
Urartu’nun önemli mimari kalıntılarını içeren ana yerleşimleri Van, Toprakkale ve Altıntepe (Türkiye), Bastam (İran) ve Arin-berd’dedir (Ermenistan).
Asur, adını Dicle üzerinde (günümüzde Musul’dan 100 km kadar güneyde) bir şehre de vermiş Mezopotamya tanrısı Assur veya Aşur’dan alır.
Ölüler Kitabı papirüs veya deri üzerine yazılır ve Osiris’in heykelciğiyle birlikte bir sepete yerleştirilir veya lahdin ya da mumya sargılarının içine sokulurdu. Ölen kişi bununla güneşi ilahilerle selamlayabilir, Osiris’le kendini özdeşleştirebilir, şahsi düşmanlarını yenebilir, timsah ve yılanı öldürebilir veya balıkçıların ağlarından kaçabilirdi.
II. Ramses (MÖ 1304-1237) Abu Simbel’de Thebes tanrısı Amun’a, Heliopolis’in güneş tanrısı Re-Horakhte’ye, Memfis’in yaratıcı tanrısı Ptah’a ve kendisine adanmış muazzam bir tapınağı kayaları kestirerek yaptırmıştır.
Aten kültü, tabiatı icabı karanlık iç mekanlarda değil, açık hava tapınaklarında kutlanmıştır. Bu tapınakların en büyüğü de Akhenaton’un yeni başkenti, günümüzde Tel-Amara adı verilen, Thebes’ten Nil yoluyla 320 km uzaklıktaki Akhetaton’da kuruldu.
Akhenaton Aten’i tek tanrı ilan etti ve tapınak görevlileriyle yaşadığı fikir çatışmasının ardından Amun ve ülkedeki diğer tanrılara tapınmayı yasakladı.
Çoğu zaman Cennet Ufku adıyla anılan pilon, dış yüzü batıya gelecek şekilde inşa edilirdi. Böylelikle güneş, büyük kapıdan törenle giren firavunun üstünde yükselirken görülürdü.
Amun zamanla güneş tanrısı Re ile birleştirilerek Amon-Ra olarak adlandırıldı ve Mısır’ın milli tanrısı konumuna yükseltildi.
Yeni Krallıkla mimaride büyük bir değişim yaşandı. Piramitler artık yapılmıyordu.
Tanrıların çocukları arasındaki bu ve diğer evlilikleri cinsel birliktelik yaşansın ya da yaşanmasın dünyada krallar ve kız kardeşleri arasındaki evlilikler temsil etmekteydi.
Hatşepsut eski Mısır’da iktidar mevkiine gelebilmiş birkaç kadının en önde gelenidir. Ülkeyi hiç kimse bu kadar uzun süre yönetmemiş, hiçbir kral kendisi ve babası I. Thutmosis için Deir el-Bahari’de yaptırdığı kadar muhteşem bir ölüm tapınağı inşa ettir­memiştir.
Bir insana haksızca öfkelenme, fakat öfkelenilmesi gereken şeyde de öfkelen; korkutuculuğunu göster ; senden çekinsinler, çünkü korkutan prens prenstir. Fakat prensin gerçek korkutuculuğunu sağlayan şey adaleti yerine getirmesidir.
Başka bir mezardaki yazıt ise ölüm bilinci temasını işleyerek hayattan zevk almaya davet etmektedir:
Yaşadıkça zevklerinin peşinde koş
Başını mür ile yağla, güzel ketenlerini giy,
Kutsal yağlarını, harikulade kokularını sürün!
Yapabildiğince eğlen hayatta
Çünkü ecele mal mülk gitmez
Çünkü gidenler hiçbir zaman geri dönmemiştir.
Demir MÖ beşinci yüzyılda dahi Anadolu’da üretilmekteydi.
Kraliyet arşivinden kalan tabietlerdeki dini metinlerde Hititler sık sık bin tanrılar ına atıfta bulunurlar. Bunların arasında en önemlisi de -bu rakımı yüksek, rüzgarların çok estiği toprakların sakinlerine uygun düşen- rüzgar veya fırtına tanrısıdır.
Günümüzde bir Türk köyü olan Boğazköy’ün yakınındaki başkent Hattuşaş, kısmen Asurlulardan kalma, daha erken tarihli ve MÖ 1700 civarlarında tahrip edilmiş bir yerleşimin harabeleri üzerine MÖ 1600 civarında kurulmuştur.
Bir Hint-Avrupa dili konuşan Hititler, Anadolu’ya MÖ ikinci binyılın başlarında doğudan girdi. MÖ 1600 civarında Hitit kralla­rından biri Fırat’tan aşağı inerek Babil’i yağma­ladıktan sonra Anadolu’nun kayalık platolarına tekrar çekildi. Hititler MÖ beşinci yüzyılın ortalarında Suriye’nin de büyük kısmına boyun eğdirmiş ve Batı Asya’daki en büyük güçlerden biri haline gelmişlerdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir