İçeriğe geç

Dünya Düzeni Kitap Alıntıları – Henry Kissinger

Henry Kissinger kitaplarından Dünya Düzeni kitap alıntıları sizlerle…

Dünya Düzeni Kitap Alıntıları

Düzen kurulmazsa, çok geniş alanların anarşiye ve organik yollardan başka bölgelere yayılacak aşırılıkçılara maruz kalması riski doğacaktır.
Siyasi, mezhepsel, kabilesel, bölgesel, ideolojik ve geleneksel ulusal çıkar çekişmeleri iç içe geçiyor. Din, jeopolitik hedeflerin hizmetinde “silahlaştırılıyor”; siviller mezhep bağlarına dayanılarak imha için hedef alınıyor. Devletler otoritelerini koruyabildikleri yerlerde sınırsız, hayatta kalma gereksinimiyle gerekçelendirirmiş sayarlar; devletlerin çözüldüğü yerlerse civar güçlerin çekişme meydanı olur ve bu çatışmalarda otorite, insan iyiliğine ya da saygınlığına aldırmaksızın elde edilir.
Devleti giderek kendi başına bir amaç değil, refahlarını arttırmakla yükümlü bir araç saymaya başlayan halklarını dış düşmanların ya da uluslararası krizlerin olmadığı bir ortamda nasıl seferber edeceklerini bilmiyorlardı.
BUYRULARINI TÜM DÜNYAYA kalıcı olarak zorla kabul ettirecek güce hiçbir toplum, dirençliliğe hiçbir liderlik ve dinamizme hiçbir inanç erişememiştir.
Ortadoğu, dünyanın üç büyük dininin kozası olmuştur. Haşin doğasından, evrensel emellerinin bayraklarını dalgalandıran fatihler ve peygamberler çıkmıştır. Sınırsız görünen ufukları boyunca imparatorluklar kurulmuş ve yıkılmış, mutlak hükümdarlar kendilerini her türlü gücün cisimleşmiş hali ilan etmiş, ancak birer Serap gibi kaybolup gitmişlerdir.
İnsanlık şeytani bireyleri ve baştan çıkaran baskıcı fikirleri her çağda üretir. Devlet yönetiminin işi, bunların iktidara gelmelerinin önüne geçmek ve gelseler bile, onları caydırabilecek uluslararası bir düzeni ayakta tutmaktır.
Alternatif tarihsel senaryolarda neler olabileceğine kafa yormak genellikle beyhude bir çabadır.
Oysa tarih stratejik konularda ciddiyetsizliği er geç cezalandırır. I. Dünya Savaşı’nın çıkmasının nedeni, siyasi liderlerin kendi taktiklerinin kontrolünü kaybetmeleridir.
Avusturya dışişleri bakanı Klemens von Matternich onun için, gerçek bir hırs için fazla zayıf ama saf bir kibir için fazla güçlü demiştir.
Aklın gücüne küstahlık eşiğine varan güven kısmen, Yunanlıların hubris (kibir) dedikleri türde güveni yansıtıyordu içinde kendi yıkımının tohumlarını taşıyan bir tinsel gurur türünü.
Bazı feodal hükümdarlar Protestanlığı benimseyerek otoritelerini güçlendirme fırsatını kaçırmadılar, bu inancı halklarına da dayattılar ve kilisenin topraklarına el koyarak zenginleştiler. Her taraf diğerini sapkın saygı ve siyasi ve mezhepsek çekişmelerin iç içe geçmesi sonucunda anlaşmazlıklar ölüm kalım mücadelesine dönüştü. Hükümdarların komşu devletlerin sıklıkla kanlı geçen dünü iç çatışmalarında rakip hizipleri desteklemesiyle, yurtiçi ve yurtdışı çatışmaları ayıran engeller ortadan kalktı. Protestanlık reformu Papalık ve imparatorluğun iki kılıcı (ruhani ve devlet yönetimi faaliyetleri) tarafından ayakta tutulan dünya düzeni kavramını geçersiz hale getirdi. Hristiyanlık bölündü ve kendi kendisiyle savaşmaya başladı.
The genius of this system, and the reason it spread across the world, was that its provisions were procedural, not substantive.
In international affairs a reputation for reliability is a more important asset than demonstrations of tactical cleverness.
Herhangi bir dünya düzeni sisteminin sürdürülebilmesi için, onun yalnızca liderler değil, vatandaşlar tarafındaysan kabul edilmesi gerekir. Bu düzen iki gerçeği yansıtmalıdır; özgürlüğü içermeyen bir düzen anlık çoşkularla sürdürülse bile sonunda karşı ağırlığını yaratır; gelgelelim, barışı koruyacak bir düzen çerçevesi olmadığında özgürlük de ne güvenceye alınabilir, ne de sürdürülebilir. Kimi zaman deneyim yelpazesinin zıt kutupları olarak tanımlanan düzen ve özgürlük bunun yerine birbirine bağımlı olarak görülmelidir.
Devlet ve ona dayalı bölgesel sistem de, unsurlarının meşruiyetini reddeden ideolojileri ve birçok ülke de yönetimin silahlı kuvvetlerinden daha güçlü olan terörist milislerin saldırılarıyla tekliye düşmüş durumda.
Egemen devlet kavramını benimsemekte bazı açıdan en çarpıcı başarıyı elde etmiş bölge olan Asya ise alternatif düzen kavramlarını hala nostaljiyle hatırlıyor ve bir yüzyıl önce Avrupa düzenini çökertmiş olan türde rekabetler ve tarihsel iddialarla kaynıyor. Neredeyse her ülke kendini “yükselişte” sayıyor ve anlaşmazlıkları çatışmanın eşiğine sürüklüyor.
It is  a melancholy fact that the countries which are most humanitarian, which are most interested in internal improvement, tend to grow weaker compared with the other countries which possess a less altruistic civilization.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
The poet T. S. Eliot captured this in his “Choruses from ‘The Rock’”: Where is the Life we have lost in living? Where is the wisdom we have lost in knowledge? Where is the knowledge we have lost in information?
Düzenin iki yönü (güç ve meşruiyet) arasında bir denge kurulması, devlet adamlığının özüdür. Ahlaki boyuttan yoksun güç hesapları her anlaşmazlığı bir güç sınavına dönüştürecek, hırs dur durak bilmeyecek, ülkeler değişen güç yapısına ilişkin güvenilmez hesaplar üzerinden, sürdürülmesi olanaksız güç gösterilerine girişeceklerdir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Amerika, on dokuzuncu yüzyılda Britanya’nın Avrupa’da üstlendiği rolün küresel bir çeşidini oynayacaktı: dengeyi garanti altına alarak barış sağlamak, Avrasya kıyıları karşısında gezinmek ve stratejik bir bölgeye egemen olma tehdidi oluşturan herhangi bir güce karşı dengeyi kurmak.
Sonsuz nitelikte olan döngü dengesizlikten dengeye ve sonra yeniden dengesizliğe evrilir. Ancak her döngü bizi daha yüksek bir gelişim düzeyine taşır. Dengesizlik normal ve mutlakken, denge geçici ve görecelidir.
Buyruklarını tüm dünyaya kalıcı olarak zorla kabul ettirecek bir güce hiçbir toplum, dirençliliğe hiçbir liderlik ve dinamizme hiçbir inanç erişememiştir.
İnsanlık şeytani bireyleri ve baştan çıkaran baskıcı fikirleri her çağda üretir.
Devrimler, genellikle birbirlerinden farklı çeşitli hınçların birleşip, hiçbir şeyden kuşkulanmayan bir rejime karşı saldırıya geçmeleriyle patlak verir.
Bütün özel olayları ileri sürükleyen, durumun genel gidişatıdır.
Din ve siyasetin asla tek bir yapıda kaynaşmaması, Voltaire’in Roma İmparatorluğu için ne Kutsal, ne Roma, ne de imparatorluk gibi gerçekçi bir nüktede bulunmasına neden olmuştur.
İnternet’in tarihsel belleği daraltma eğilimi de vardır. Bu gerçek şöyle açıklanmıştır: İnsanlar bulabileceklerini düşündükleri şeyleri unuturlar ve bulamayacaklarını düşündüklerini hatırlarlar.
Dünya tarihinde uzun bir barış döneminin yaşandığı yegane zamanın, bir güç dengesinin mevcut olduğu zamanlar olduğunu akılda tutmalıyız. Bir ulus olası rakibine kıyasla sonsuz derecede güçlendiğinde savaş tehlikesi doğar.
İki yüzyıl önceki Amerikalılar gibi Hintliler de bağımsızlıklarını, Britanya okullarında öğrendikleri özgürlük kavramlarını sömürgeci yöneticilere karşı kullanarak kazanmışlardır.
Oysa tarih stratejik konularda ciddiyetsizliği er geç cezalandırır. I.Dünya Savaşı’nın çıkmasının nedeni , siyasi liderlerin kendi taktiklerinin kontrolünü kaybetmeleridir.
İslam yedinci yüzyılda eşi benzeri görülmemiş bir dini
coşku ve imparatorluk genişlemesi dalgasıyla üç kıtaya yönelmişti.
Arap dünyasını birleştirdikten, Roma İmparatorluğu’ndan arta­
kalanları devraldıktan ve Pers İmparatorluğu’nu yuttuktan sonra
Ortadoğu’yu, Kuzey Afrika’yı, Asya’nın geniş kesitlerini ve Av­
rupa’nın bazı bölümlerini yönetimi altına almıştı. Evrensel düzen
modeli İslam’ı, tüm dünyayı Peygamber Hz. Muhammed’in mesa­jıyla uyum içine sokulmuş üniter bir sistemde birleşene dek, inanç­sızların yaşadığı tüm bölgelere verilen adla Darülharb a yayılma­ya yazgılı sayıyordu. Avrupa kendi çok devletli düzenini kurarken, Türk temelli Osmanlı İmparatorlugu bu tek meşru yönetim iddia­sını yeniden canlandırdı ve hakimiyetini merkezi olan Arabistan’a,Akdeniz’e, Balkanlar’a ve Dogu Avrupa’ya yaydı. Avrupa’nın yeni yeni oluşan devletlerarası düzeninin farkındaydı; ama bunu bir model degil, Osmanlıların batıya dogru yayılmalarında istifade edi­lecek bir bölünme kaynagı sayıyordu. Fatih Sultan Mehmet’in on beşinci yüzyılda erken bir çok-kutupluluk modeli uygulayan İtal­yan kent-devletlerine ögütledigi gibi, Siz 20 devletsiniz . . . Kendi aranızda anlaşmazlık içindesiniz . . . Dünyada tek bir imparator­luk, tek bir inanç ve tek bir egemenlik olmalıdır.
Çağımız ısrarla, hatta kimi zaman neredeyse çaresizce bir dünya
düzeni kavramı arayışındadır. Kaos, kitle imha silahlarının yayılı­
şıyla, devletlerin dağılmasıyla, çevre tahribatının etkileriyle, soykı­
rıma varan uygulamaların ısrarla sürmesiyle ve çatışmaları insan
rolünün ya da anlayışının ötesine taşıma tehdidi oluşturan yeni
teknolojiterin yaygınlaşmasıyla beraber eşi görülmemiş şekilde bizi tehdit etmektedir. Bilgiye ulaşmanın ve bilgiyi iletmenin yeni yön­temleri, farklı bölgeleri daha önce eşine rastlanmamış ölçüde birleş­tirerek olayları küresel düzeyde sahneye yansıtmakta; ve üzerlerin­de düşünülmesini engelleyerek liderlerin anında, sloganlada ifade edilebilecek şekilde tepkiler vermelerini gerektirmektedir. Acaba geleceği hiçbir düzenin dizginleyemeyeceği güçlerin belirlediği bir
dönemle mi karşı karşıyayız?
Demokrasi, dini egemenliğin uygulamaya sokulmasına ilişkin plebisit ile özdeşleştirilen ve sonrasında bu egemenliği sürekli sayan partiler yararına uygulandığında, seçim taraflılığı, seçimlerin yalnızca bir kez demokratik olarak gerçekleştirilmesi ile sonuçlanabilir
Vestfalya sisteminin çok sayıda uygarlığı ve bölgeyi içine alan, devlete dayalı bir uluslararası düzen çerçevesi olarak tüm dünyaya yayılmanın nedeni, Avrupa uluslarının dünyaya yayıldıkça kendi uluslararası düzen modellerini de beraberinde taşımış olmalarıdır.
Fatih Sultan Mehmet’in on beşinci yüzyılda erken bir çok-kutupluluk modeli uygulayan İtalyan kent-devletlerine öğütlediği gibi, Siz 20 devletsiniz Kendi aranızda anlaşmazlık içindesiniz Dünyada tek bir imparatorluk, tek bir inanç ve tek bir egemenlik olmalıdır.
Güçlünün vicdanı yüzünden zayıf olduğu ve zayıfın da cüreti sayesinde güçlendiği şaşılcak bir zamanda yaşıyoruz.

Bismarck

Güçlünün vicdanı yüzünden zayıf olduğu ve zayıfın da cüreti sayesinde güçlendiği şaşılacak bir zamanda yaşıyoruz
Hristiyanlık zamanla işlevsel bir strateji ya da uluslararası bir düzen ilkesi olmaktan çıkıp, felsefi ve tarihsel bir kavrama dönüştü.

İslam coğrafyası bunu başaramadı.

Amerika 1947’deki Türk-Yunan yardım programı ve 1948 Marshall Planı’yla Avrupa ekonomisinin yeniden oluşmasına yardım etmişti. 1949’ad ise Kuzey Atlantik Antlaşmasıyla, tarihinde ilk kez barış döneminde bir ittifak içinde yer aldı.
18.yy’da görüldüğü şekliyle, iç içe geçmiş parçalardan oluşmuş büyük bir Newton saati olarak Avrupa düzenin yerini, Darwin’in en uygun olanın sağ kalımı dünyası almıştı.
Kuzeyinde Vikingler, güneyinde genişlemekte olan Arap İmparatorluğu ve doğusunda akıncı Türk kabileleri bulunan Rusya, sürekli olarak arzularıyla korkularını bir arada yaşadığı sancılı bir durum içerisindeydi. Roma İmparatorluğu deneyimi yaşayamayacak kadar doğuda yer alan, Hristiyan olan, ama ruhani otorite olarak Roma yerine Konstantinopolis’teki Ortodoks Kilisesine yönelen Rusya, Avrupa’ya ortak bir kültürel dağarcığı paylaşacak kadar yakın fakat kıtanın tarihsel eğilimlerinden daima uzaktaydı. Bu deneyim Rusya’nın iki kıtaya yayılmış, ama ikisinde de kendini tam olarak evinde hissedemeyen eşsiz bir Avrasya gücü olmasına yol açmaktaydı.
Rusya uluslararası meselelerde eşsiz bir rol oynamıştır: hem Avrupa hem Asya’da güç dengesinin bir parçasıdır, ama uluslararası düzen dengesine katkısı düzensiz bir şekildedir. Çağdaş büyük güçlerin hepsinden daha fazla savaş başlatmış, ama aynı zamanda Avrupa’ya tek bir gücün hakim olmasının önüne geçmiş, kıtanın temel denge unsurları çiğnendiğinde, İsveç Kralı XII. Karl , Napolyon ve Hitler karşısında sıkı bir şekilde durmuştur.
Napolyon 1804’te İmparator olarak taç giydiği doruk anında, Şarlman’ın aksine kendisi dışında bir güç tarafından meşru kılınmayı reddetti ve imparatorluk tacını Papa’nın elinden alıp, kendi kendini imparator ilan etti.
Fransız devrimi, yönetimi bir süreliğine iflas etmiş olsa da Avrupa’nın en zengin ülkesinde gerçekleşti.
Ordu birliklerimizin üstünlüğü, onları süratle harekete geçirebilmemizdir, tek kelimeyle, komşularımız karşısındaki en belirgin avantajımız. ifadesi Friederich’in 1740’ta zengin ve geleneksel olan Silezya eyaletini ele geçirmek için ihtiyaç duyduğu tek gerekçeydi.

Okur notu: Meğer Blitzkrieg geleneği 1700’lü yıllara dayanıyormuş.

Çetin Kuzey Almanya düzlüğünde yer alan ve Vistül’den Almanya boyunca uzanan Prusya, daha talihli ülkelerin yüksek nüfusunu ve kaynak fazlalığını telafi etmek için disiplini ve kamu hizmetini geliştirmişti.

Nüfus yoğunluğu görece düşüktü; en güçlü yönü, kısıtlı kaynakların kullanımında sergilediği disiplindi. En değerli nitelikleri yurttaşlık bilinci, verimli bir bürokrasi ve iyi eğitimli bir orduydu.

1682’de Fransa’nın Kuzey Amerika’daki topraklarına Louisiana adı verildi.

XIV. Louis

Aslına bakılırsa, Vestfalya düzenlenmesinden sonra Avrupa’da iki güç dengesi vardı: İngiltere’nin muhafızı olduğu genel denge, genel istikrarın koruyucusuydu. Temelde Fransa’nın yönlendirdiği bir Orta Avrupa dengesiyle birleşik bir Almanya’nın Kıta’nın en güçlü ülkesi olacak konuma ulaşmasını önleme amaçlıydı.
Toplumun deneyimleri ile arzuları arasındaki uçurum daraltılmalıdır.

Okur notu: Sokağa çıkıp insanlara politik bakış açılarını sorsanız, genel olarak eski dönemde Osmanlı’nın hüküm sürdüğü tarihlere özendiklerini ve Osmanlı torunu olduklarını söyleyeceklerdir (Osmanlı sadece bir aileydi aslında hiçbirimiz Osmanlı değiliz var olan torunları da hali hazırda yurt dışındalar). Halkın arzuladığı budur.

Deneyime gelecek olursak. Herkes yeni iPhone, üst model Mercedes vb. markaları elde etme peşinde.

Toplumumuzun deneyimleri ile arzuları arasındaki uçurumun vaziyeti kısaca budur.

Protestan prensler, o dönemde görece önemsiz olan Prusya dahil, Almanya’nın kuzeyindeydiler; Katoliklerin merkeziyse Almanya’nın güneyi ve Avusturya’ydı.

Kuramsal olarak, İmparatorun Katolik egemen mevkidaşları mevcut inançlara karşı gelecek yeni düşüncelere karşı birleşmek mecburiyetindeydiler. Ancak ruhani birlik ile stratejik avantaj arasında bir tercihle karşı karşıya kaldıklarında, ikincisini seçenlerin sayısı hiç de azımsandığı gibi olmadı. Aralarında en önde geleniyse Fransa’ydı.

Şarlken, Protestanlığın Kutsal Roma İmparatorluğu içerisinde tanındığı çığır açıcı bir antlaşma olan Augsburg Barışı’nı sonuçlandırdı. İmparatorluğunun ruhani temelini terk ederek, prenslere kendi topraklarının iman yönelimini seçme hakkı tanıdı.

Okur notu; İşte bizlerin coğrafyasında (islam / ortadoğu) böylesi bir reform gerçekleşmedi. Hala devlet dairelerinde kimin şii kimin sünni olduğu konuşuluyor.

Dikkatinizi çekerim bu barış antlaşması 1555 yılında gerçekleşti. Yaklaşık 500 yıllık bu dini hoşgörüyü ortadoğuda yakalamak çok zor olacak. Belki hiç olmayacak.

Din ve siyasetin tek bir yapıda kaynaşmaması, Voltaire’in Kutsal Roma İmparatorluğu için ne Kutsal, ne Roma, ne de İmparatorluk gibi gerçekçi bir nüktede bulunmasına neden olmuştur.
Çin’in imparatoru İslam’ın halifesi vardı. Avrupa’nın ise Kutsal Roma İmparatoru. Ama Kutsal Roma İmparatoru, öteki uygarlıklardaki mevkidaşlarından daha zayıf bir temele yaslanmak zorundaydı. Elinin altında bir imparatorluk bürokrasisi yoktu.

Mevkii resmi olarak kalıtımsal değildi ve yedi, sonraları dokuz prensin onayıyla seçilmesine bağlıydı; bu seçimlerin sonucu genellikle siyasi manevralar, dindarlık değerlendirmeleri ve muazzam mali bedellerle belirlenirdi. Kuramsal olarak imparator, otoritesini Papa tarafından atanmasına borçluydu.

Çin’de ve İslam’da siyasi çekişmeler, yerleşik düzenin kontrolünü ele geçirme amaçlıydı. Avrupa’da ise böyle bir evrim kök salmamıştı. Roma egemenliğinin sona ermesiyle birlikte çoğulculuk, Avrupa düzeninin belirleyici özelliği oldu. Gel gelelim, tek bir uygarlık olarak kabul edilmesine karşı, Avrupa’nın hiçbir zaman tek bir yönetimi ve sabit bir kimliği olmadı.
Eski zamanda düzen, devletler arasındaki denge yoluyla değil, devletlerin iç yönetim biçimleri üzerinden kurulurdu: merkezi otorite bütünleşik olduğunda düzen güçlü, zayıf hükümdarlar dönemindeyse gelişigüzeldi. İmparatorluk sistemlerinde savaşlar genellikle iç savaş olarak yaşanırdı. Barış, imparatorluk gücünün erişim alanıyla özdeşleştirilirdi.
ABD zamanla, Avrupa’nın kurduğu düzenin vazgeçilmez koruyucusu olacaktı.
En sarsici devrimler, en az beklenenlerdir.
Batı , sömürgeciliğin bilindik özellikleriyle yayıldı ; açgözlülük , kürtürel şovenizim ve şan hırsı..
Avrupa ülkeleri kendi kıtalarının dışında sömürgeler kurdular ve eylemlerine gerekçe olarak sözde uygarlaştırma misyonlarını gösterdiler..
Suudi hanedanının en büyük stratejik hatası yaklaşık olarak 1960’lardan 2003 #8242; e dek , yurtiçinde kendi konumunu tehtit etmeden yurtdışında radikal islamcılığı destekleyebileceğini , hatta manipule edebileceğini sanmış olmasıydı..
Almanyanın yeniden tek başına en güçlü Avrupa devleti olduğu gerçeğini hiçbir yapısal düzenleme degistiremiyeceğinden , Almanya’nın birleşmesi Avrup’daki dengeleri değiştirdi
Devletler bir bütün halinde yönetilmediklerinde uluslararasi ve bölgesel düzen çökmeye başlar. Haritanın bazı yerlerine hukuksuzluk işareti olan boşluklar egemen olur. Bir devletin çöküşü topraklarını terörizm, silah tedariki ya da komşularına karşı mezhepçi saldırganlık üssüne dönüşebilir.
İki Arap kuşağı İsrail Devletinin Müslüman mirasını gayri meşru bir biçimde gasp ettiği inancıyla yetiştirildi. 1947’de Arap ülkeleri Filistin’deki Britanya mandasının ayrı Arap ve Yahudi devletlerine bölünmesi yönündeki Birleşmiş Milletler planını ret etti. Askeri zafer kazanacak ve tüm toprakları ele geçirecek konumda olduklarına inanıyorlardı. Yeni ilan edilen İsrail Devletini haritadan silme çabalarının başarısızlıkla sonuçlanması, terör mücadeleleri yoluyla İsrail’i boyun eğmeye zorlamayı amaçlayan radikal grupların yer aldığı bir arka planda siyasi ret ile başlayıp tereddütlü ateşkes anlaşmalarıyla devam eden uzun bir dönemi başlattı.
Uluslararasi konsersüse ulaşılamaması ve Suriye muhalefetinin parçalanması karşısında demokratik değerler adına başlamış bir ayaklanma genç 21.Yüzyılın en büyük insani felaketlerinden birine ve bölgesel düzenin çöküşüne dönüştü.
Batılı siyasi liderler ve medya Tunus’taki ve Mısır’daki kargaşaları liberal demokrasi ilkeleri adına gerçekleştirilen gençliğin önderliğinde bölgesel bir devrim olarak görüp coşkuyla karşıladılar. ABD, protestocuların taleplerini resmi düzeyde onaylayıp özgürlük serbest ve adil seçimler temsili yönetim ve gerçek demokrasi yönünde başarısızlığa uğramasına izin verilmemesi gereken çağrılar olarak değerlendirip destekledi. Ancak otokrat rejimlerin çöküşlerinin hemen ertesinde görüleceği üzere demokrasiye giden yol zor ve ıstıraplı olacaktı.
İslamcı partiler, laik liderlerin aşırılıklarına ve başarısızlıklarına yönelik eleştirilerini ilahi kaynaklı yönetim gereksinimine dair kutsal savlarla birleştirerek mevcut devletlerin yerini alacak bir Pan-İslam teokrasisinin kurulmasını savundular. Hem Batı’yı hem de Sovyetler Birliği’ni suçladılar. Aralarından birçoğu fırsatçı terör eylemleriyle bu vizyonu destekledi. Askeri yöneticiler ise buna sert bir tepki vererek moderleşmeyi ve ulusal birliği baltalamakla suçladıkları İslamcı siyasi hareketleri bastırdılar. Bu çağ haklı nedenlerle günümüzde pek de İdeal bir dönem olarak değerlendirilemez. Ortadoğudaki askeri, monarşik ve öteki otokrat yönetimler, muhalefeti yönetimlerine karşı tehlike olarak kabul ettiler.
Avrupalı güçler I.Dünya Savaşı ertesinde Ortadoğu için tasarladıkları bölgesel düzeni sürdürecek gücü II.Dünya Savaşı’na dek korudular. Bundan sonraysa giderek sabırsızlaşan halkları kontrol altında tutma kapasiteleri kalmadı. ABD, en önemli dış etki unsuru olarak ortaya çıktı. 1950 ve 1960’larda Mısır, Irak, Suriye, Yemen ve Libyadaki feodal monarşileri deviren askeri liderler laik yönetimler kurmaya koyuldular.
1916 tarihli Sykes -Picot Anlaşması Ortadoğu’yu fiilen nufuz bölgelerine bölmüştü. Milletler Cemiyeti tarafından onaylanmış manda sistemi bu bölünmeyi uygulamaya soktu. Suriye ve Lübnan Fransa’ya tahsis edildi. Sonradan Irak adını alacak olan Mezopotamya, Britanya’nın nufuz alanına girdi ve Filistin ile Mevera Ürdün Britanya’nın, Akdeniz kıyılarından Irak’a uzanan Filistin mandası oldu. Bu yapılanların hepsi aralarından bazılarının birbirleriyle çatışma tarihçesi bulunan çok sayıda mezhepsel ve etnik grubu içermekteydi. Bu da manda gücünün kısmen gerilimleri manipüle ederek ve ilerideki savaşların ve iç savaşların temellerini atarak hükmetmesine olanak tanıyordu.
Çağın itici gücü küresel cihat değil ulusal kimlik ve ulusal çıkarlardı. Britanya İmparatorluğu’ndaki Müslümanlar cihat çağrısını dikkate almadılar. Britanya Hindistan’ının önde gelen Müslüman liderleri bunun yerine genellikle evrensel nitelikte olan Hindu yurttaşlarıyla ortak olarak sürdürdükleri bağımsızlık hareketi faaliyetlerine odaklandılar. Arap Yarımadası’nda da Osmanlı karşıtı ulusal tutkular uyandı.
II.Dünya Savaşı’nın sonuna gelindiğinde Avrupa’nın dünyayı düzenleyen maddi ve psikolojik kapasitesi neredeyse tümden yok olmuştu. İsviçre ve İsveç hariç kıta Avrupası ülkelerinin hepsi şu ya da bu zamanda yabancı askerlerin istilasına uğramıştı. Tüm ülkelerin ekonomileri yıkıntı halindeydi. İsviçre ve İsveç dahil hiçbir Avrupa ülkesinin artık kendi geleceğini tek başına şekillendiremeyeceği ortaya çıkmıştı.
Hedefini Versailles Antlaşması kadar ıskalamış pek az diplomatik belge vardır. Uzlaşma için fazla cezalandırıcı,Almanya’nın toparlanmasını önlemek içinse fazla yumuşak olan Versailles Antlaşması, bitip tükenmiş haldeki demokrasileri uzlaşmaz ve intikamcı bir Almanya’ya ayrıca devrimci Sovyetler Birliği’ne karşı sürekli tetikte olmaya mahkum etti.
Sınırlı amaçlar için verilecek kısa ve şanlı bir savaş hayal eden coşkulu halklar ve taşkın liderler, I.Dünya Savaşı’nı memnuniyetle karşıladılar. Ama bu savaş 25 milyon insanın ölümüne neden oldu ve mevcut uluslararasi düzeni enkaza çevirdi. Bu çileli dönemde Rus, Avusturya ve Osmanlı İmparatorlukları tümden ortadan kalktı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir