İçeriğe geç

Dün Kitap Alıntıları – Agota Kristof

Agota Kristof kitaplarından Dün kitap alıntıları sizlerle…

Dün Kitap Alıntıları

Zaman yırtılıyor. Çocukluğun puslu toprakları nerede? Ya o karanlık uzaydaki eliptik güneşler nerede? Boşluğa düşmüş yol nerede? Mevsimler anlamlarını yitirdi. Yarın? Dün? Bu sözcüklerin anlamı ne? Yalnızca şimdiki zaman var. Bir bakıyorsunuz kar yağıyor. Bir bakıyorsunuz yağmur. Güneş açıyor, rüzgâr esiyor. Tüm bunlar şimdide. Bunlar olmadı, olmayacak. Şimdi var. Hep var. Hepsi birden var. Çünkü olaylar bende yaşıyor, zamanda değil. Ve bendeki her şey şimdiki zamanda.
Şimdilerde umudum çok azaldı. Önceleri arayış içinde durmadan yer değiştiriyordum. Bir şey bekliyordum. Ama ne? Bilmiyordum. Hiçbir fikrim yoktu. Ama hayatın, olduğundan farklı olamayacağını düşünüyordum, yani hayatın adeta hiçbir şey olduğunu. Ama hayat bir şey olmalıydı ve ben o şeyin olmasını bekliyordum, o şeyi arıyordum.
Artık beklenecek bir şey kalmadığını düşünüyorum, bu yüzden odamda kalıyorum, bir sandalyeye oturup hiçbir şey yapmıyorum.
Dışarıda bir hayat olduğunu düşünüyorum ama orada da pek bir şey olmuyor. En azından benim için.
Başkaları için belki bir şeyler oluyordur, bu mümkün ama beni ilgilendirmiyor artık.
Kısa süre sonra, düşünecek bir şeyim kalmıyor, yalnızca artık düşünmeyi istemediğim şeylerle baş başa kalıyordum. Biraz olsun ağlayabilmeyi çok isterdim ama ağlayamıyordum; çünkü ağlamak için hiç nedenim kalmamıştı.
İnsan kendi ölümünü yazamaz.
Line seni seviyorum. Seni gerçekten seviyorum, Line, ama bunu düşünecek zamanım yok, düşünmem gereken öylesine çok şey var ki, şu rüzgâr örneğin, şimdi çıkıp rüzgârda yürümem lazım. Seninle olmaz Line, kızma bana. Rüzgârda yürümek tek başına yapılacak bir iş, çünkü bir kaplan ve, müziği kuşları öldüren bir piyano var; korkuyu ancak rüzgâr uzaklaştırabilir, bilinen bir şey bu, çoktan beri ben de biliyorum.
Biliyor musunuz, çok garip. Sizi hiç gülerken görmedim. Yıllardır tanırım sizi. Tüm bu yıllar boyunca bir kez olsun gülmediniz.
Ona baktım ve bastım kahkahayı.
Gülmemeniz daha iyiymiş dedi.
Kimi zaman iş için mi yaşadığımı yoksa yaşamak için mi işe gittiğimi düşünürdüm.
Ne yaşam ama?
Tekdüze iş.
Acınası maaşlar.
Yalnızlık.
Tek bir isteğim vardı: Gitmek, yürümek ya da ölmek, umurumda değildi. Uzaklaşmak istiyordum, kaybolmak, ormanda ve bulutlarda eriyip gitmek, hatırlamamak, unutmak, unutmak.
Ölümü severdim. Ölümle oyun oynamayı severdim. Dağların karanlık tepelerine tünerdim; kanatlarını kapatıp bir taş gibi kendimi boşluğa bırakırdım. Ama bu düşüşü sonuna kadar götürmezdim. Hâlâ korkarım. Yalnızca başkalarının ölümünü severdim.
Kendi ölümümü sevmeyi çok sonra öğrendim, çok sonra.
Hani sana ülkemi yeniden görmeyi öyle çok istiyorum demiştim ya. Bu, bütün yalanlarımın içinde en eğlenceli olanı.
İnsan kendi ölümünü yazamaz.
Bunu bana doktor söyledi, ona katılıyorum, çünkü insan öldüğü zaman yazı yazamaz.
Biliyor musunuz, çok garip. Sizi hiç gülerken görmedim. Yıllardır tanırım sizi. Tüm bu yıllar boyunca bir kez olsun gülmediniz.
Ona baktım ve bastım kahkahayı.
Gülmemeniz daha iyiymiş dedi.
Ne yaşam ama?
Tekdüze iş.
Acınası maaşlar.
Yalnızlık.
Kimi zaman iş için mi yaşadığımı yoksa yaşamak için mi işe gittiğimi düşünürüm.
Kafada her şey sorunsuzca işliyor. Ama yazmaya başlanıldığı an düşünceler dönüşüyor, şekil değiştiriyor ve her şey yanlış oluyor. Sözcükler yüzünden.
Kimi zaman iş için mi yaşadığımı yoksa yaşamak için mi işe gittiğimi düşünürüm.
Ne yaşam ama?
Tekdüze iş.
Acınası maaşlar.
Yalnızlık.
Güçsüzlük, duyguların en kötüsü.
Akşamlan fabrikadan çıkınca alışveriş etmeye ve yemek ye­meğe yetecek çok az zamanımız kalır. Ertesi gün işe yetişebilmek için çok erken kalkmamız gerekmektedir. Kimi zaman iş için mi yaşadığımı yoksa yaşamak için mi işe gittiği mi düşünürüm.
Ne yaşam ama?
Tekdüze iş.
Acınası maaşlar.
Yalnızlık.
Geceleri kapılarını sıkı sıkı kilitle­yip hayatın geçmesini sabırla beklerler
Line ah, seni sevmiyorum! Ne seni ne başka birisini ne herhangi bir şeyi, ne de hayatı.
Bira üstüne bira, sigara üstüne sigara içip isteksiz, düşüncesiz bir halde, öyle oturuyorum
Evime dönüyorum. Jean mutfakta yere uzanmış yatıyor. Sar­hoş olduğunu zannedip onu sarsıyorum. Gözlerini açıyor: Öl­medim mi? Neden öleceksin? Gazı da açmıştım ama Gaz bir haftadır kesik. Ödemiyorum artık
Mevsimler anlamlarını yitirdi. Yarın? Dün? Bu sözcükle­rin anlamı ne? Yalnızca şimdiki zaman var.
Uyandım, hala geceydi. Yatağımdan gökyüzünü ve yıldızları görüyordum. Hava berrak ve ılıktı.
Az sonra kilisenin çanı on iki kez çaldı. Geceyarısı. Yeni bir yıl başlıyor. Çimenter buz tutmuş, oturuyorum; başım kolları­mın arasında, ağlıyorum.
Ben gelecekten geldim diyorum ona yavaşça, gelecekte çamurlu, ölü tarlalar var yalnızca.
Şimdilerde yorgunum. Geceleri başıma çöreklenenler beni öylesine yoruyor ki. Bu gece kaç kişi olurlar acaba? Tek kişi mi gelir? Kalabalık mı olurlar?
çürümeye yüz tutmuş bedeni yatakta yatıyordu.
Otopsi, Vera’nın uyku ilaçlanndan zehirlendiğini ortaya koydu.
İlk ölümüz.
Kısa süre sonra bunu başkaları izledi.
Robert banyo küvetinde bileklerini kesti.
Albert kendini astı, masanın üzerine bıraktığı notta, Sıça­yım suratınıza diye yazmış bizim dilimizde.
Magda patatesleri ve soğanları soyduktan sonra yere otur­muş ve gazı açıp başını fırının içine sokmuş.
Ne yaşam ama?
Tekdüze iş.
Acınası maaşlar.
Yalnızlık.
Uyuyorum sansınlar diye yüzümü ellerimle örtüyorum ama aslında gözyaşlarımı gizlemek için. Ağlıyorum. Gri önlüğü giymek istemiyorum artık, kart basmak istemiyorum, makineyi çalıştırmak istemiyorum. Artık çalışmak istemiyorum.
Gri önlüğü giyiyorum, kartı basıyorum, atölyeden içeriye gi­riyorum.
Bugün, aptalca koşturma başlıyor. Sabah beşte uyanıyorum, yı­kanıyorum, tıraş oluyorum, kahve yapıyorum, evden çıkıyo­rum, Merkez Meydanı’na kadar koşuyorum, otobüse biniyo­rum, gözlerimi kapatıyorum ve o an hayatıının tüm korkunçlu­ğu gözümün önüne geliyor.
Unutmak için sokağa çıkıyorum, herkes gibi dolaşıyorum ama sokaklarda da bir şey yok; insanlar, dükkanlar hepsi bu.
Dışarıda bir hayat olduğunu düşünüyorum ama orada da pek bir şey olmuyor. En azından benim için.
Başkaları için belki bir şeyler oluyordur, bu mümkün ama beni ilgilendirmiyor artık.
Artık beklenecek bir şey kalmadığını düşünüyorum, bu yüz­den odamda kalıyorum, bir sandalyeye oturup hiçbir şey yapmı­yorum.
Bir şey bekliyordum. Ama ne? Bilmi­yordum. Hiçbir fikrim yoktu
hayatın adeta hiçbir şey ol­duğunu. Ama hayat bir şey olmalıydı ve ben o şeyin olmasını bekliyordum, o şeyi arıyordum.
Tek bir isteğim vardı: Gitmek, yürümek ya da ölmek, umrumda değildi. Uzaklaşmak istiyordum, kaybolmak, ormanda ve bulutlarda eriyip gitmek, hatırlamamak, unutmak, unutmak.
Ruhumu bir boşluk kapladı. Bıkmıştım, hiçbir şey istemiyor­dum.
çok üşürdüm, özellikle de ayaklarım çok üşürdü.
Neyse ki mutfak hep sıcak olurdu
Rüzgar saçlarımı kurutup yüzümü okşardı. Bulutlarda gizli canavarlar bana bilmediğim diyarları anlatırdı.
Kabuslannız yüzünden mi ölmek istediniz?
Ölmeyi gerçekten isteseydim ölmüş olurdum. Yalnızca dinlenmek istiyordum. Hayata öyle devam edemiyorum
Hepsi kabus, yalnızca kabus.
Genellikle yazma işini kafaının içinde yapıyorum. Daha kolay oluyor. Kafada her şey sorunsuzca işliyor. Ama yazmaya baş­lanıldığı an düşünceler dönüşüyor, şekil değiştiriyor ve her şey yanlış oluyor. Sözcükler yüzünden.
Ciğerlerim düzelince beni ruh ve sinir hastalıkları bölümüne yönlendirdiler, çünkü kendimi öl­dürmek istemişmişim.
Kısa süre sonra bedenim toprağa karıştı.
Başımı arkaya doğru atıp kollarımı iki yana açarak kendimi yere bıraktım. Yüzümü soğuk çamura gömdüm ve hiç kımıldamadan durdum.
İşte böyle öldüm ben.
Bir bistroya girdim. Karnım acıkmıştı. Garson önüme bir sandviç tabağı koydu.
Kendi kendime, artık fabrikaya dönmelisin. Geri dönmeli­sin, işi bırakmak için hiçbir nedenin yok. Tamam şimdi dönüyo­rum dedim.
Yeniden ağlamaya başladığımda bütün sandviçleri yediği­mi fark ettim.
Dışarıda mevsimsiz bir ilkbahar. Kararlı, hızlı adımlarla yü­rüyordum rüzgarda, her sabah olduğu gibi. Oysa, yatağıma geri dönmek ve uzanmak istiyordum, hareketsiz, hiç kıpırdamadan, isteksiz ve hiç düşünmeden, ta ki o sesi olmayan, tadı olmayan, kokusu olmayan şey bana yaklaşıncaya kadar. Yani belleğin sı­nırlarını aşıp gelen o uçucu anı bana dokununcaya kadar
Benim yerimde olsan sen ne yapardın?
Bilmiyorum. Ben kendi adıma ne yapacağımı dahi bilemiyorum.
“Uzaklaşmak istiyordum, kaybolmak, ormanda ve bulutlarda eriyip gitmek, hatırlamamak, unutmak, unutmak.”
“Okulun ilk gününde, annem beni yıkadı, giydirdi, saçlarımı kesti. Kendi de giyindi. Beni okula götürdü. Olsa olsa yirmiüç yaşındaydı, güzeldi, köyün en güzel kadınıydı ve ben onun annem olmasından utanıyordum.”
Çat kapı birisi gelirse diye düşünüyorum
Oysa o birisi yok.
Kimse gelmiyor.
Bir şey bekliyordum. Ama ne? Bilmiyordum. Hiçbir fikrim yoktu. Ama hayatın, olduğundan farklı olamayacağını düşünüyordum, yani hayatın adeta hiçbir şey olduğunu. Ama hayat bir şey olmalıydı ve ben o şeyin olmasını bekliyordum, o şeyi arıyordum.
İnsan kendi ölümünü yazamaz.
Aşkı bilmedikleri için mutlu olan insanların olduğu yere git.
Aşkı bilmedikleri için mutlu olan insanların olduğu yere git.
Kimi zaman söylenecek sözün oluyor da, nasıl söyleyeceğini bilemiyorsun.
Çok değiştin, eskisi gibi değilsin.
Ebet çok değiştim. Eskisi gibi olabilir miyim, hiç bilmiyorum.
Kötü değilim, yorgunum. Beni rahat bırak.
Öylesine kederliyiz ki konuşacak lafımız kalmamış.
Albert kendini astı, masanın üzerine bıraktığı notta, Sıçayım suratınıza diye yazmış.
Kaçmak istedim, uzaklara daha da uzaklara, denizaşırı ülkelere
Kimi zaman iş için mi yaşadığımı yoksa yaşamak için mi işe gittiğimi düşünürüm.
Ne yaşam ama?
Tekdüze iş.
Acınası maaşlar.
Yalnızlık.
Çat kapı birisi gelirse diye düşünüyorum
Oysa o birisi yok.
Kimse gelmiyor.
Genellikle yazma işini kafamın içinde yapıyorum. Daha kolay oluyor. Kafada her şey sorunsuzca işliyor. Ama yazmaya başlanıldığı an düşünceler dönüşüyor, şekil değiştiriyor ve her şey yanlış oluyor. Sözcükler yüzünden.
Dün her şey daha güzeldi
Ağaçlarda müzik
Saçlarımda rüzgâr
Ve senin uzanan ellerinde
Güneş
Büyük bir dükkana arkamı dönüp kaldırımda bekliyor, çıkanların içeriye girmemesi,girenlerin de içeride kalıp çıkmamaları gerektiğini düşünerek onlara bakıyorum; bu girip çıkmamalar zahmetten kurtarır, epey bir hareket tasarrufu sağlardı.
Dün her şey daha güzeldi
Ağaçlarda müzik
Saçlarımda rüzgar
Ve senin uzanan ellerinde
Güneş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir