James Joyce kitaplarından Dublinliler ve Dublinliler Üzerine Yazışmalar kitap alıntıları sizlerle…
Dublinliler ve Dublinliler Üzerine Yazışmalar Kitap Alıntıları
Babası hayata koyu bir ulusalcı olarak başlamış, sonra görüşlerini değiştirmişti.
Gerçek maceralar bir eve tıkınan insanın başına gelmezdi; evden çıkıp yaşanmalıydı.
Ben bu dünyadan gidiciyim
Mr Duffy, fiziksel ya da zihnî bir düzensizliği akla getiren her şeyden nefret ederdi.
İnsan istemese bile etkileyen bir yanı vardı Ignatius Gallaher’in.
“Onların manevi muhasebecisi görevini” üstlendiğini ilan eden peder, “herkesin defterlerini, manevi hayatlarının defterlerini açmalarını ve defterde yazılı olanların vicdanla denk olup olmadığına bakmalarını” ister. “Tanrı karşısında dürüst ve mert olmak” diye devam eder. Bilanço denk düşüyorsa “Evet, hesaplarımı inceledim. İyi buldum” diyeceklerdir. Ama uyuşmazsa erkekçe itiraf etmelidirler: “Evet hesaplarıma baktım. Şunun ve şunun yanlış olduğunu görüyorum. Ama Tanrı’nın inayetiyle şunu ve şunu düzelteceğim. Muhasebemi doğru yapacağım”…
Büyük dehalar deliliğe çok yakındır
“…farklı mihraplarda ibadet ediyoruz ama inancımız aynı”
Umduklarını gerçekleştirememiş bir adamdı. Anlaşılıyordu öyle olduğu.
Evinde raflarda duran şiir kitaplarını hatırladı. Bekârlık günlerinde almıştı onları ve çoğu akşamları hole açılan küçük odada otururken bunlardan birini raftan indirip karısına yüksek sesle bir şey okumak gelmişti içinden. Ama utangaçlığı hep engel olmuştu; kitaplar da raflarında kalmıştı böylece. Bazan birkaç dizeyi kendi kendine söyler, bununla avunurdu.
Kadere karşı mücadelenin boşunalığını duydu, çünkü bunca çağdan ona miras kalan bilgelik yükü buydu.
“Şafak söktü, beyler!”
Dünyanın bütün denizleri yüreğini kuşattı.
I wanted real adventures to happen to myself. But real adventures, I reflected, do not happen to people who remain at home: they must be sought abroad.
Cömert yaşlar Gabriel’in gözlerine doluverdi. Bir kadına karşı hiçbir zaman böyle hissetmemişti ama böyle bir duygunun aşk olması gerektiğini biliyordu.
Yalnızca on yedi yaşındayken öldü. Öyle genç yaşta ölmek korkunç değil mi?
Niçin böyle kelimeler bana bu denli sıkıcı ve soğuk geliyor? Yoksa senin ismin olmaya layık sıcaklıkta bir kelime olmadığı için mi?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Yeni kitapların kapaklarını hissetmeyi ve sayfalarını çevirmeyi seviyordu.
Kadere karşı mücadele etmenin ne kadar faydasız olduğunu hissetti, bu his ona yılların bıraktığı bir bilgeliğin yüküydü.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İçgüdüsü onu özgür kalmaya evlenmemeye zorluyordu. Evlendin mi işin bitmiştir diyordu.
Tecrübe, kalbini dünyaya karşı gücendirmişti. Umutları onu terk etmişti.
Kasımda otuz bir yaşına basacaktı. Hiç iyi bir işi olmayacak mıydı? Hiç kendine ait bir evi olmayacak mıydı?
Ancak yaşamak istiyordu. Neden mutsuz olmak zorundaydı ki? Mutlu olmaya hakkı vardı.
Gerçek maceralar evde oturan insanların başına gelmezdi: Başka yerlerde aranmalıydı.
”Eski dostlar gibisi bulunmaz, ” dedi, ”her şey olup bittiğinde bir tek onlara güvenebilirsiniz. ”
Gündüzleri bile sokakta hızlı yürümeye alışmıştı, onun için gece kendini sokakta buldu mu, endişeli ve heyecanlı bir yürüyüş tuttururdu. Ama bazan da korkusunun nedenleriyle sanki flört ederdi. En dar ve en karanlık sokakları seçer, cesaretle ilerlerken, adım seslerini çevreleyen sessizlik onu korkutur, gezinen sessiz siluetler tedirgin ederdi; bazan da kısık bir kahkaha patlaması yaprak gibi titretirdi onu.
O adam üç paraya satar vatanını, evet sonra da diz çöküp Allah’ına şükreder
Ruhu yavaşça bayılır gibi oldu işitince karın hafifçe yağdığını evren boyunca ve yağdığını hafifçe, nihaî sonlarının inişi gibi, bütün yaşayanların ve ölülerin üzerine.
Bir gün ona yazdığı bir mektupta şunları söylemişti: “Niçin böyle kelimeler bana bu kadar sıkıcı ve soğuk görünüyor? Acaba senin adın kadar sevecen bir kelime olmadığı için mi?”
Çeyrek yüzyıllık evlilik hayatından sonra, olmadık umutlara kapılmıyordu.
Bir zamanlar güzel olduğu anlaşılan yüzünde şimdi de zekâ vardı. Kuvvetli hatları olan oval bir yüzdü. Gözleri çok koyu maviydi ve bakışları dikti. Meydan okurcasına başlayan bakışı bir süre sonra gözbebeğinin sanki bilerek irise yaslanmasıyla bulanıyor, böylece bir an için büyük bir duyarlık sahibi bir mizacı açığa vuruyordu.
çocukların çocukken hayatın tadını çıkarmasının ne kadar doğru olduğunu anlattı.
Evine taksitle aldığı güzel eşyalarda bayağı bir şey vardı. Annie kendisi seçmişti bunları, dolayısıyla onu hatırlatıyorlardı. Fazla resmî, fazla donuktu onlar da. Hayatına karşı soğuk bir öfke kabardı içinde.
Niye evlenmişti fotoğraftaki gözlerle?
Bu ülkede bir adamın ruhu doğunca uçmasını önlemek için ağlar atıyorlar üstüne. Sen bana ulusçuluğun, dilin, dinin sözünü ediyorsun. Bense bu ağlardan kaçmaya çalışacağım.
Herkesin defterlerini, manevi hayatlarının defterlerini açmalarını ve defterde yazılı olanların vicdanla denk olup olmadığına bakmalarını istiyordu .Yanlışlarımız olabilirdi, zaten hep olmuştu. Ama yalnızca bir şey isteyecekti kendisini dinleyenlerden. O da şuydu: Tanrı karşısında dürüst ve mert olmak. Bilanço denk düşüyorsa,
“Evet, hesaplarımı inceledim. İyi buldum,” diyebiliyorsa, sorun yoktu.
Ama eğer, olur ya, bazı uyuşmazlıklar varsa, doğruyu kabul edip açık yürekli olmalı ve erkekçe şunu söylemeliydiler:
“Evet, hesaplarıma baktım. Şunun ve şunun yanlış olduğunu görüyorum. Ama Tanrı’nın inayetiyle şunu ve şunu düzelteceğim. Muhasebemi doğru yapacağım.”
“Evet, hesaplarımı inceledim. İyi buldum,” diyebiliyorsa, sorun yoktu.
Ama eğer, olur ya, bazı uyuşmazlıklar varsa, doğruyu kabul edip açık yürekli olmalı ve erkekçe şunu söylemeliydiler:
“Evet, hesaplarıma baktım. Şunun ve şunun yanlış olduğunu görüyorum. Ama Tanrı’nın inayetiyle şunu ve şunu düzelteceğim. Muhasebemi doğru yapacağım.”
Lux in Tenebris – Karanlıkta aydınlık
Üç haftaya kalmadan, evli bir kadın hayatını sıkıcı bulmaya başlamış, daha sonra da, tam bu hayatı dayanılmaz bulmaya başlamışken, anne olmuştu.
Başarılarının serin çemberi içinde oturuyor, bir isteklinin kahramanlık ederek ortaya çıkmasını ve ona pırıl pırıl bir hayat sunmasını bekliyordu. Ama tanıştığı gençler sıradan insanlardı, onun için de yüreklendirmiyordu onları; romantik isteklerini gizlice ve bol bol Türk lokumu yiyerek yatıştırdı. Gelgelelim, sınıra yaklaşıp arkadaşları da dillerini serbest bırakınca, Ormond rıhtımında ayakkabı imalatçılığı yapan Mr Kearney ile evlenerek herkesi susturdu.
Ama gerçek serüvenler de evde oturan insanlara gelmez diye düşünüyordum: uzaklarda aramalı onları.
Ne dostu ne arkadaşı, ne kilisesi ne imanı vardı. Manevi hayatını kimseyle paylaşmadan yaşar, akrabalarını Noel’de ziyaret eder ve öldükleri zaman mezarlığa kadar onlara eşlik ederdi.
Neydi ona engel olan? Şu talihsiz çekingenliği!
Kadın adama, düşüncelerini neden kalemi almadığını sordu. Neye yarar ki, dedi adam dikkatli bir küçümsemeyle. Altmış saniye kesintisiz düşünmekten aciz laf ebeleri ile rekabet için mi? Kendini, ahlaki değerlerini polise, sanatlarını bezirganlara emanet etmiş kalın kafalı orta sınıfın eleştirilerinin kucağına atmak için mi?
Bir adam, etrafı yanardöner heriflerle çevrili değilse dürüst, düzgün bir birisidir.
Hep çalışıp hiç oynamamak çocuğu aptallaştırır.
Artık başıma gerçek serüvenler gelmesini istiyordum. Ama gerçek serüvenler de evde oturan insanlara gelmez diye düşünüyordum: Uzaklarda aramalı onları.
Umduklarını gerçekleştirememiş bir adamdı. Anlaşılıyordu öyle olduğu.
Ne kendimde ne de bu günde bir yas havası olmamasını garipsiyor, sanki onun ölümüyle ben de bir şeyden kurtulmuşum gibi içimde bir özgürleşme duygusu olmasına biraz da sinirleniyordum.
Kendi kimliği elle tutulmaz gözle görülmez boz bulanık bir dünyaya doğru solup gidiyordu.
Biz bugün, şüpheci ve eğer tabiri caizse, düşüncenin işkencesi altında olduğumuz bir çağda yaşıyoruz.
Yaşamın dürüstlüğünden kuşkuya düştü; kendini yaşam şöleninden dışlanmış hissetti.
Kendi hayatı da ölene dek yalnız geçebilir, sonrasında hatıraya dönüşebilirdi – tabii onu hatırlayacak birileri çıkarsa.
Tanrım, ne son ama! Belli ki yaşama uyum sağlayamamış, iradesiz, alışkanlıklarının kölesi, uygarlığın dayattığı zavallılardan biriydi. Ama nasıl bu kadar alçalmıştı?
dünyanın aldatıcı servetini kendinize dost edinmek için kullanın ki, servet yok olunca sizi sonsuza dek kalacak konutlara kabul etsinler.
Ruhu, yığınlar ve yığınlarla ölülerin bekleştiği o bölgeye yaklaşmıştı. Dağınık, bir yanıp bir sönen varoluşlarının farkındaydı, ama kavrayamıyordu.
Kendi kimliği de elle tutulmaz kurşunî bir dünyaya solup gidiyordu: bu ölülerin bir zamanlar kurduğu ve içinde yaşadığı, bu elle tutulur dünya kendisi de eriyor ve ufalanıyordu.
Kendi kimliği de elle tutulmaz kurşunî bir dünyaya solup gidiyordu: bu ölülerin bir zamanlar kurduğu ve içinde yaşadığı, bu elle tutulur dünya kendisi de eriyor ve ufalanıyordu.
Melankolinin, mizacının en baskın hissi olduğunu düşündü, ama inanç, teslimiyet ve basit sevinç tekrarlarıyla yumuşamış bir melankoliydi bu. Eğer buna bir şiir kitabında bir ifade verebilirse, belki insanlar dinlerlerdi.
Erkekle erkek arasında aşk imkânsızdır çünkü cinsel bir ilişki olamaz ve erkekle kadın arasında dostluk olamaz çünkü cinsel ilişki olmak zorundadır.
Kendi bedenine biraz mesafeli, kendi hareketlerini kuşkuyla aynalardan seyrederek yaşardı.
Şairin dediği gibi: Büyük dehalar deliliğe çok yakındır.
Niçin böyle kelimeler bana bu kadar sıkıcı ve soğuk görünüyor.Acaba senin adın kadar sevecen bir kelime olmadığı için mi?
okulun insanı sınırlayan ortamı
Eski dostlar gibisi yoktur. Her şey geçip gidince insanın güvenebileceği kimse kalmıyor.
Eskiden damarını kessen İrlanda kanı akacak yurtsever! Ama üç kuruşa satacak şimdi memleketi – evet öyle – ve satacağı bir ülkesi olduğu için Yüce İsa’nın önünde çöküp şükredecek bir adam.
ve ben seni vurana dek ölmeyesin. İşte bu gerçek bir dostun, bir eski dostuna dileğidir. Biliyor musun?
Çünkü artık başıma gerçek serüvenler gelmesini istiyordum. Ama gerçek serüvenler de evde oturan insanlara gelmez diye düşünüyordum. Uzaklarda aramalı onları..
Hep çalışıp hiç oynamamak çocuğu aptallaştırır.
Yaşam çizgisi iki nokta arasında en kısa uzaklıkta olmamış, kısa dönemler için aklını kullanarak geçinmek zorunda kalmıştı
Amaçsız; alışkanlıkların avına yakalanmış, uygarlığın üzerinde yetiştiği batıklardan biri
Düşüncelerini neden kaleme almıyorsun diye sordu. Ne için diye cevap verdi özenli bir küçümsemeyle. Altmış saniye doğru dürüst düşünmekten aciz, saçma sapan süslü laflar edenlerle rekabet etmek için mi? Ahlakını, polisin güzel sanatlarını simsarların eline bırakmış geri zekalı bir orta sınıfın eleştirel bakışına teslim olmak için mi?
Kadere, yıllardan arda kalan bir bilgelik yüküne karşı durmanın ne kadar faydasız olduğunu hissetti
Gözlerim yaşla dolar (nedenini bilmezdim) ve kimi zaman kalbimde akan bir sel göğsüme boşalırdı. Çok az düşünürdüm geleceği.
Karanlığa bakarken anlamsızlığın sürüdüğü ve alaya aldığı bir yaratık gibi gördüm kendimi; ve gözlerim acıyla, öfkeyle yandı.
Gündüzleri bile sokakta hızlı yürümeye alışmıştı, onun için gece kendini sokakta buldu mu, endişeli ve heyecanlı bir yürüyüş tuttururdu.