İçeriğe geç

Dövüş Kulübü Kitap Alıntıları – Chuck Palahniuk

Chuck Palahniuk kitaplarından Dövüş Kulübü kitap alıntıları sizlerle…

Dövüş Kulübü Kitap Alıntıları

İnsan sevdiklerini öldürür diye bir söz vardır ya ; aslında bakın, insanı öldüren de hep sevdiğidir.
“Parçaları kaybolmuş puzzle gibi artık insanlar. Kiminin ruhu, kiminin beyni, birçoğunun kalbi yok.”
İşte bu özgürlüktü. Bütün umutlarınızı kaybetmek özgürlüktü.
İstenmeyen yağlar, pahalı, butik sabunlar. Maaş çekleri, güzel bir ev, zarif mobilyalar. Yalnızlık ve yabancılaşma. Tüketimin susmayan arsız çağrısı. Yalanlar ve yalanlar. Nefret ve öfke.
Yolunda gittiğini sandığım her şeyin altında, arkasında ve içinde ne zamandır korkunç bir şey büyümekteydi.
Tyler’la aramızdaki tek ortak nokta aynı parmak izlerine sahip olmamız; ama bunu kimse anlamıyor.
Aşırı dozda sodyum fenorbital, sonra büyük uyku. Köpekler Vadisi usulü.
Marla var. Her şeyin tam ortasında duruyor ama bundan haberi yok.
Kendi ismimize ancak ölümde kavuşabiliriz; çünkü ancak ölümde mücadelenin bir parçası olmaktan çıkarız. Ölümde kahraman oluruz.
Bir dakika önce Robert Paulson, dünyadaki yaşamın etrafına doluştuğu, küçük, sıcak bir merkezdi. Bir dakika sonra, bir nesne oldu.
Tanrım, saçmalık bunlar. Bir rüya bu. Tyler bir hayal. Bir parçalanmış kişilik bozukluğu. Zihinsel bir kimlik kayması. Tyler Durden benim halüsinasyonum.
Kes şu lafları diyor Tyler. Belki de sen benim şizofrenik halüsinasyonumsun.
Başka bir yerde, başka bir zamanda uyanabilseydim. Niçin başka bir insan olarak uyanamayayım?
Ölümün akıl almaz mucizesi. Bir an yürür ve konuşurken sonraki an bir nesnesindir.
Raymond Hessel, Raymond, hiçbir şey söylemedi. Büyük olasılıkla parasının peşinde olduğumu sandı; aldığı asgari ücretin, cüzdanındaki on dört doların. Ah, Raymond Hessel, sen, tam yirmi üç yıllık hayatınla sen, ağlamaya başladığında, gözyaşların şakağına dayanmış silahımın namlusundan yuvarlanırken, hayır, bu durumun parayla ilgisi yoktu. Hayatta her şey parayla ilgili değildir.
Merhaba bile demedin.
Cebindeki o zavallı cüzdan değilsin sen. Güzel bir gece, dedim ben, hava soğuk ama berrak. Sen merhaba bile demedin.
Onlanı köleleştirerek, bu insanlara özgürlüğün ne demek olduğunu göstermek zorundayız. Onları korkutarak, cesaretin ne olduğunu göstermek zorundayız.
Bizim kuşağımız büyük bir savaş görmedi, büyük bir buhran yaşamadı; ama bizim de bir savaşımız var. Büyük bir ruhani savaş bu. Kültüre karşı büyük bir devrim hazırlıyoruz. Büyük buhran bizim hayatlarımız. Biz ruhani bir buhran geçiriyoruz.
Tyler’la karşılaşmadan önce, bir köpek satın alıp adını Eş-dost koymayı tasarlıyordum.
Kumsaldaki kum taneleri kadar, gökteki yıldızlar kadar büyük bir kalabalığın parçası olmakla yetinemezsin.
Ama gerçeklik mi rüyama mı sızdı yoksa rüyam mı gerçekliğe karışıyor, ayırt edemiyorum.
İşte Kargaşa Projesi’nin hedefi bu, dedi Tyler, medeniyetin tasfiyesi. Derhal ve tamamen.
Bir düşün dedi Tyler, mağaza vitrinlerinin yanından geçerek geyiklerin izini sürüyorsun. Askılar dolusu şık elbise ve smokin oldukları yerde küflenip kokuşuyor. Ömrünün geri kalanı boyunca deri giysiler giyiyor ve Sears Kulesi’ni sarmalayan bilek kalınlığındaki sarmaşıklara tutunarak yukarı tırmanıyorsun. Fasulye filizine tırmanan masal çocuğu gibi o azgın nemli bitki örtüsü içinden kendine yol açarak tepeye çıkıyorsun. Ve hava o kadar temiz ki, aşağı baktığında, ağustos sıcağında yüzlerce kilometre uzanıp giden terk edilmiş sekiz şeritlik dev bir otoyolun boş emniyet şeridine geyik eti seren ve mısır öğüten minicik insanlar görüyorsun. İşte Kargaşa Projesi’nin hedefi bu, dedi Tyler, medeniyetin tasfiyesi. Derhal ve tamamen.
Geri dönüştürme, sürat limitleri, hepsi palavra dedi Tyler. Ölüm döşeğinde sigarayı bırakmaya benziyor bunlar.
Bütün dünyanın dibe vurmasını istiyordum. O çocuğu yumruklarken aslında yapmak istediğim, çiftleşmeyerek türünü tükenmeye mahkûm eden her pandanın ve pes edip kendini karaya atan her balinanın, her yunusun alnının ortasına bir kurşun sıkmaktı. Bunu türlerin yok oluşu olarak görmeyin. Eleman azaltımı gibi görün.
Binlerce yıldır insanoğlu bu gezegendeki her şeyin içine etmiş, her şeyi boka çevirmişti ve şimdi tarih benden herkesin pisliğini temizlememi bekliyordu. Boş konserve kutularını suyla çalkalamalı ve yassıltmalıydım. Kullandığım her benzin damlasının hesabını vermeliydim.
Bir zamanlar sahip olduğunuz şeyler artık sizin sahibiniz olur.
Onları köleleştirerek, bu insanlara özgürlüğün ne demek olduğunu göstermek zorundayız. Onları korkutarak, cesaretin ne olduğunu göstermek zorundayız.
Marla’nın hayat felsefesi, bana söylediğine göre, ölmeye her an hazır oluşu. Marla’nın hayatındaki trajedi ise ölemiyor oluşu.
Sevdiğimiz insanlar hakkında bilmek istemeyeceğimiz o kadar çok şey var ki..
Mobilya satın alırsınız. Kendinize dersiniz ki, bu hayatım boyunca ihtiyaç duyacağım son kanepe. Kanepeyi alırsınız ve sonraki birkaç yıl boyunca, hangi işiniz ters giderse gitsin, en azından, kanepe sorununuzu çözmüş olduğunuzu bilirsiniz. Sonra aradığınız tabak takımı. Sonra hayallerinizdeki yatak.. Perdeler.. Halılar.. Sonra o güzel yuvanızda kısılıp kalırsınız. Bir zamanlar sahip olduklarınız artık sizin sahibiniz olur.
Reklamlar insanları gerek duymadıkları arabaların ve kıyafetlerin peşinden koşturuyor. Kaç kuşaktır insanlar nefret ettikleri işlerde çalışıyorlar; neden? Gerçekte ihtiyaç duymadıkları şeyleri alabilmek için.
Hangisi daha beter, cehennem mi, hiçlik mi?..
Ancak her şeyinizi kaybettikten sonra özgür olursunuz
“Biz tarihin vasat çocuklarıyız. Çünkü televizyon izleyerek büyütüldük ve bir gün milyoner, film veya rock yıldızı olacağımıza inandırıldık, ama olmayacağız. Ve sadece bu gerçeği öğreniyoruz.”
İnsan sevdiklerini öldürür diye bir söz vardır ya; aslında bakın, insanı öldüren de hep sevdiğidir.
Hayatta elde edebileceğiniz her şeyin sonunda çöpe gideceğini anladığınız zaman ağlamak çok kolaydır.
Tyler bu dünyanın piyonuydu; kimsenin gözünde bir değeri yoktu.
Sahip olduklarımı yok eden kurtarıcı dedi Tyler, benim ruhumu kurtarma savaşındadır. Bütün aidiyetleri yolumdan kaldıran öğretmen beni özgür kılacaktır.
Fiziksel güçle ve mülkiyetle olan bağlarımı niçin koparıyorum? diye fısıldadı Tyler. Çünkü ancak kendimi mahvederek ruhumun gerçek gücünü keşfedebilirim.
Felaket benim dönüşüm çizgimin doğal bir parçasıdır diye fısıldadı Tyler. Trajediye ve yok oluşa doğru bir dönüşüm.
Marla’nın kalbi benim suratıma benziyordu. Dünyanın pislikleri, süprüntüleri. Kimsenin geri dönüştürme zahmetine katlanmayacağı, kullanılmış … …….
Hiçbir şey durağan değil. Her şey eskiyip dağılıyor.
Dayanışma gruplarını işte bu yüzden seviyordum. İnsanlar ölmekte olduğunuzu sanırlarsa, bütün dikkatlerini size veriyorlardı.
Sevdiğimiz insanlar hakkında bilmek istemediğimiz o kadar çok şey var ki.
Marla’nın gözlerinin kahverengisi, fırında ısıtıldıktan sonra soğuk suya atılan bir hayvanınkine benziyor. Ebonitleştirme, galvanize etme ya da tavlama diyorlar buna.
Uykusuzluk böyledir işte. Kafandaki düşünceler bütün gece yayın yapar.
Her şey bir kopyanın kopyasının kopyası. Hiçbir şeye dokunamazsın ve hiçbir şey sana dokunamaz.
Tebrikler diyor Tyler. Dibe vurmaya bir adım daha yaklaştın.
Bizim kuşağımız büyük bir savaş görmedi, büyük bir buhran yaşamadı; ama bizimde bir savaşımız var. Büyük bir ruhani savaş bu.
Reklamlar insanları gerek duymadıkları arabaların ve kıyafetlerin peşinden koşturuyor. İnsanlar nefret ettikleri işlerde çalışıyorlar; neden? Gerçekte ihtiyaç duymadıkları şeyleri satın alabilmek için.
Daha dibe vurmadan çözülürsen diyor Tyler, asla sonuna kadar götüremezsin.
Ancak felaketten sonra yeniden doğabilirmişiz.
Tyler diyor ki: Marla en azından dibe vurmaya çalışıyor. Tyler diyor ki, ben henüz dibe vurmaya yaklaşmamışım bile. Ve eğer sonuna kadar düşmezsem, kurtarılmam olanaksızmış. İsa çarmıha gerilerek yapmış bunu. Sadece para, mülkiyet ve bilgiden vazgeçmen yeterli değil, diyor Tyler. Bu bir hafta sonu tatili değil. Kendini geliştirmeye sırt çevirmeli ve felakete doğru koşmalısın. Bu işi böyle yarım yamalak yapamazsın artık.
Ben, diyor Marla, insanların büyük bir aşkla sevdiği ve sonra bir saat ya da bir gün geçmeden kaldırıp attığı şeyleri seviyorum. Noel ağaçları gibi mesela. Bir süre için bütün dikkatler onların üzerindedir; ama Noel’den sonra otoyol kıyısına atılmış o ölü ağaçları görürsün.
Sigarasının ucundaki kiraza diyor ki Marla: Kendi cerahatli ve hastalıklı çürümemi kucaklıyorum.
O bir tek yuva
Olmasa o tek yuva
Kuşun yuvası
Olurdu bütün dünya
Hayattır senin
Yegâne kariyerin
İşçi arılar
Uçup gidebilirler
Erkek arılar
Yuvayı terk ederler
Kraliçe ise
Kölesidir onların
Bazen bir şey yapar ve belanızı bulursunuz. Bazen de yapmadığınız şeyler size belanızı buldurur.
Gülmek En İyi İlaçtır.
Dövüş kulübüne gelenlerin çoğu, dövüşemeyecek kadar korktuğu bir şey yüzünden oradadır. Birkaç dövüşten sonra çok daha az korkmaya başlarsınız.
Otuz yaşında bir oğlan çocuğuyum ve bir başka kadının aradığım cevap olduğundan hiç emin değilim.
Gittiğiniz spor salonları erkek gibi görünmeye çalışan adamlarla doludur; sanki erkek olmak, bir heykeltıraşın ya da bir sanat yönetmeninin söylediği gibi görünmekmiş gibi.
Hiçbir şey durağan değil. Mona Lisa bile bozuluyor.
Eğer ne istediğini bilmezsen diyor kapıcı, bir bakarsın istemediğin bir sürü şeyin olmuş.
Tanrım, bugün bin bir düşünce içinde kendini oradan oraya sürüklerken, yarın soğuk gübreye, solucanlar için açık büfeye dönüşebileceğinin kanıtı işte. Ölümün inanılmaz mucizesi bu; ve her şey ne kadar güzel olabilirdi, Tanrım, şu kız olmasaydı.
Marla.
Yarınlara Doğru’daki toplantımıza ısınma rap’i ile başlıyoruz. Grubun adı Asalak Beyin Parazitleri değil. Kimsenin ağzından parazit lafını duyamazsınız. Herkes daima iyileşmektedir. Evet, şu yeni çıkan ilaç bir harikadır. Herkes daima son anda kefeni yırtmıştır. Gene de, her köşede, beş günlük bir baş ağrısının mahmur bakışları vardır.
Kimse asla parazit demez. Herkes etken der.
Kimse tedavi demez. Herkes terapi der.
Uyanırsın ve uyanmış olman yeterlidir.
Tek bir an. Hayatta kusursuzluktan en çok bunu bekleyebilirdiniz.
Uyanırsın ve hiçbir yerdesindir.
Yolculuğun hoş tarafı; gittiğin her yerde hayat miniktir. Otele gidersin, minik sabun, minik şampuan, tek kişilik tereyağı, minik gargara ve tek kullanımlık diş fırçası. Standart uçak koltuğuna sıkışıp oturursun. Dev gibisindir. Omuzlarını koltuğa sığdırmak imkânsızdır.
İş seyahatinde ölürseniz, hayat sigortası üç misli para verir. Rüzgâr makasına girelim diye dua ederdim. Motorlara pelikanlar kaçsın, civatalar gevşek çıksın veya kanatlarda buzlanma olsun diye dua ederdim.
Her kalkış ve inişte, uçak bir tarafa doğru fazlaca yattığında, kaza olsun diye dua ederdim. Hepimizin çaresizlik içinde öleceği, insan bedenlerinin uçağın gövdesinde sıkışıp kalacağı o anı düşünmek uykusuzluğuma ilaç gibi gelir, üstüme dayanılmaz bir uyku çökerdi.
Tyler Durden’la işte böyle tanıştım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir