Joseph Frank kitaplarından Dostoyevski Çağının Yazarı kitap alıntıları sizlerle…
Dostoyevski Çağının Yazarı Kitap Alıntıları
Hem İnsancıklar’da hem de Palto’da, o Gogol’e özgü “gözyaşıyla kahkaha” harmanı-farklı oranlarda da olsa- vardır; Gogol için kahkaha başta gelir, Dostoyevski içinse gözyaşları.
-Daha fazla bilmek için daha az hissetmek gerekir.
-Bilmek demekle ne demek istiyorsun? Doğayı bilmek, ruhu, tanrıyı, aşkı bilmek… bunları insan beyniyle değil yüreğiyle bilir.
-Bilmek demekle ne demek istiyorsun? Doğayı bilmek, ruhu, tanrıyı, aşkı bilmek… bunları insan beyniyle değil yüreğiyle bilir.
İnsan bir bilmecedir, bu bilmecenin çözülmesi gerekir. Bütün hayatını bunu çözmeye harcarsan, sakın hayatını boşa harcadığını söyleme; ben bu bilmece ile ilgileniyorum, çünkü insan olmak istiyorum.
Bir tek amacım var, o da özgür olmak. Bunun için her şeyi feda ediyorum. Ama sık sık da, özgürlük bana ne getirecek diye düşünüyorum…bilinmeyenler kalabalığı arasında tek başıma ne olacağım?
Dostoyevski daha 16 yaşında bile “asosyallik özellikleri” gösteriyor, bir kenarda duruyor, eğlencelere katılmıyor, bir kitaba gömülüyor, yalnız kalabileceği bir yer arıyordu.
Genç Dostoyevski hiç kuşku yok ki bir romantikti, ama edebiyattan edindiği izlenimler hayattan edindiklerini güçlendirdi.
“ …ama dünya onu ne çok hayal kırıklığına uğrattı. Bizim ortak yazgımız bu galiba.”
İnsan psikolojisinin karmaşıklığını anlamakla ünlenecek bir oğlan, bir genç için, davranışların anlamlarının gözlerden saklandığı, saklandığı için de gizli anlamları sezme ve çözme merakının kamçılandığı bir evde büyümek, birinci sınıf bir eğitim almak demektir.
Dostoyevski artık şuna inanır durumdadır: bir insanın diğer bir insanı, kendisini sevdiği kadar sevmesi olanaksızdır. Yeryüzünde kişilik yasası bağlayıcıdır, ego denen şey bir engel oluşturur. Ancak öteki dünyadaki hayatta “kişilik yasası”nın üstesinden gelinebilir.
insanı en korkunç koşullarda bile ayakta tutan, aklını kaybetmesini önleyen şey umut etme yeteneğiydi.bütün umudunu, hayattaki her türlü amacını kaybettiği zaman, insan genellikle mutsuzluktan bir canavara dönüşür.
Gogol için kahkaha başta gelir, Dostoyevski içinse gözyaşları.
İnsan bir bilmecedir . Bu bilmecenin çözülmesi gerekir, bütün hayatını bunu çözmeye harcarsan, sakin hayatını boşa harcadığını söyleme; ben bu bilmeceyle ilgileniyorum, çünkü insan olmak istiyorum .
Sanat her zaman fiili ve gerçektir, hiçbir zaman başka bir şekilde var olmamıştır, en önemlisi de başka bir şekilde var olamaz.
Dostoyevski böylece her zaman sanatın özgürlüğünü savunur, yararlılık ölçütünü reddettiği için yapmaz bunu, sanat ne kadar özgür şekilde, o kadar insanlığın yararına olacaktır görüşünden emin olduğu için yapar. Yine son derece özgün bir tutum takınır, hem sanatın özgürlüğünden yanadır hem yararlı olduğuna inanır ama-hepsinden önemlisi- bu tür bir yararı insanın doğaüstü dinsel bir ülküyü kendi hayatına dahil etme çabası olarak tanımlamasıdır.
Oysa Dostoyevski sanatın yalnızca insanın karşılayamadığı maddesel gereksinimlerinin yerine geçen hayali bir şey olduğu düşüncesini kabul etmez. İnsanın başka gereksinimleri de vardır; Dostoyevski ‘ye göre, insan için sanat, yemek içmek kadar önemli bir gereksinimdir. Güzellik gereksinimi , güzelliğe vücut veren yaratımlar insandan ayrılamaz,bunlar olmadan insan belki de yaşama isteği bile duymayacaktır. İnsan güzele açtır.
Eylem, insanin yazgisidir. İnsan, sahip olduğu şeylerle asla tamamıyla yetinmez, hep daha fazlasını elde etmeye çalışır. Hâlâ arzu ettiğimiz şeye doğru ilerlerken ölüm bizi ansızın yakalar. İsterseniz bir adama her şeyi verin, o an geldiğinde bu her şeyin her şey olmadığını düşünecektir. Bu hayatta bir şeylerin peşinde koşmamızın gerçek amacını ya da nedenini göremediğimiz için, bir gün gelecek, bu düğümün çözülmesi gerekecektir.
Ruhun susuzluğuyla yanarak geçtim
Uçsuz bucaksız kasvetli bir çölden,
Altı kanatlı başmeleklerden biri geldi
Yolların kesiştiği, yolumu kaybettiğim yere.
Düş kadar hafif parmaklarını değdirdi
Gözkapaklarıma; açtım koca koca
Kartal gözlerimi, baktım çevreme.
Kulaklarıma değdirdi parmaklarını
Uğuldadı sesler kulaklarımda:
Duydum göklerin müziğini,
Göklerden uçarak geçen melekleri
Denizin altında sürünen canavarları,
İnatla yukarıya saldıran asmayı;
Sonra bir sevgili gibi öptü beni,
Kökünden kopardı yalan söylemekte usta
O öğüngen dilimi;
Yırtıp parçaladı solan dudaklarımı
Sonra kana bulanmış sağ eliyle,
Şeytanın okunu verdi bana silah olarak;
İkiye yardı göğsümü parlak kılıcıyla;
Kalbim bir sıçrayışta fırlarken üzerine;
Kor halinde kurşun rengi bir kömürü
Bastırdı geride kalan çukurluğa.
Orada, o çölde uzanıp yatmış bir ölüydüm.
Sonra Tanrı seslendi bana ve dedi ki:
Kalk, ey peygamber, kalk ve işit, ve gör,
Bana yüz çevirmişlere
Göster ve duyur sözlerimi.
Ve tutuştur onları ateşten sözlerimle.
Uçsuz bucaksız kasvetli bir çölden,
Altı kanatlı başmeleklerden biri geldi
Yolların kesiştiği, yolumu kaybettiğim yere.
Düş kadar hafif parmaklarını değdirdi
Gözkapaklarıma; açtım koca koca
Kartal gözlerimi, baktım çevreme.
Kulaklarıma değdirdi parmaklarını
Uğuldadı sesler kulaklarımda:
Duydum göklerin müziğini,
Göklerden uçarak geçen melekleri
Denizin altında sürünen canavarları,
İnatla yukarıya saldıran asmayı;
Sonra bir sevgili gibi öptü beni,
Kökünden kopardı yalan söylemekte usta
O öğüngen dilimi;
Yırtıp parçaladı solan dudaklarımı
Sonra kana bulanmış sağ eliyle,
Şeytanın okunu verdi bana silah olarak;
İkiye yardı göğsümü parlak kılıcıyla;
Kalbim bir sıçrayışta fırlarken üzerine;
Kor halinde kurşun rengi bir kömürü
Bastırdı geride kalan çukurluğa.
Orada, o çölde uzanıp yatmış bir ölüydüm.
Sonra Tanrı seslendi bana ve dedi ki:
Kalk, ey peygamber, kalk ve işit, ve gör,
Bana yüz çevirmişlere
Göster ve duyur sözlerimi.
Ve tutuştur onları ateşten sözlerimle.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
ilk yapılan yanlışa kaza.
İkincisine hata.
Üçüncüsüne ise tercih deriz.
İkincisine hata.
Üçüncüsüne ise tercih deriz.
Dostoyevski için aile hayatı her zaman iradelerin bir savaş alanı olarak kalacaktı, ilk olarak anne ve babasının gizli hayatlarından algılamayı öğrendiği bir şeydi bu. İnsan psikolojisinin karmaşıklığını anlamakla ünlenecek olan bir oğlan, bir genç için, davranışların anlamlarının gözlerden saklandığı, saklandığı için de gizli anlamları sezme ve çözme merakının kamçılandığı bir evde büyümek birinci sınıf bir eğitim almak demekti.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Daha önce hiçbir zaman evlilik yeminine sadık olduğunu söylemeye tenezzül etmediğini söyleyişinde bir zarafet var, “on altı yıllık evlilik hayatımız süresince sadık olduğuma yemin edecek kadar alçalmaktan utandım” demektedir.*
Dostoyevski’nin bir yazar olarak kendi konumuyla ilgili düşüncesini etkilemişti. Hayatının son döneminde sık sık yaptığı gibi, kendisini Tolstoy’la karşılaştıran Dostoyevski, Tolstoy’un yapıtlarını bir romancının değil bir tarihçi nin ürünleri olarak tanımladı. Çünkü ona göre Tolstoy, “üst orta sınıf toplum katmanında yer alan durmuş oturmuş, dengeli, köklü bir toprak sahibi aile nin hayatını anlatıyordu. Yerleşik kültürel gelenekleriyle, değişmeyen ahlaksal ve toplumsal kurallarıyla on dokuzuncu yüzyılda küçük bir Rus “azınlığı nın hayatını; sıra dışı olanların hayatı nı.
Dostoyevski hapislik döneminde bir konuda daha kesin bir inanca ulaşmıştı: Özgürlük gereksinimi, özellikle bir insanın kendi iradesini kullanma gücüne sahip olma duygusu, insan kişiliğinin yok edilemez bir gereksinimiydi, bu gereksinim kendine başka bir çıkış yolu bulamazsa insanı açıkça kendi eliyle kendisini yok etmeye sürükleyecek biçimlerde dışa vurabilirdi.
Dostoyevski’nin [ ] yeteneği, en yakın arkadaşlarından biri olan filozof Nikolai Strahov son derece çarpıcı bir sözle dile getirilmiştir: Dünyanın en sıradan soyut düşüncesi pek çok kereler tuhaf bir güçle dikkatini çeker, onu görülmemiş derecede heyecanlandırırdı. Ne olursa olsun çok kolayca heyecanlanan ve etkilenen bir insandı. Bazen çok bilinen, çok sıradan basit bir düşünce birden zihnini alevlendirir, olanca önemiyle sırrını ona açardı. Deyim yerindeyse Dostoyevski o düşünceyi alışılmamış bir canlılıkla hissederdi. Sonra onu çeşitli biçimlerde dile getirir, bazen çok etkili ve çarpıcı bir şekilde dışa vurur ama mantıksal olarak açıklamaz ya da içeriğini geliştirmezdi. Dostoyevski’nin önemli yapıtlarına damgasını vuran şey, işte bu ondaki doğuştan gelen düşünceyi hissetmek yeteneğidir, yaşadığı çağdaki düşüncelerin evrimi için de yazdıklarının yerini saptamak bu bakımdan önemlidir.
[…] bu hayâl gücü, düşüncelerin eyleme dökülmesi, sonra bunların en uzak sonuçlarına kadar izlenmesi planlarını kapsayan hayal gücüdür. Aynı zamanda Dostoyevski’nin kahramanları bu tür sonuçlara kendi toplumsal çevrelerinde egemen olan sıradan ahlaksal ve toplumsal ölçütlere göre tepki verirler ve işte bu iki düzeyin iç içe geçmesi, Dostoyevski’nin romanlarına hem imgelemsel çeşitliliğini hem de toplumsal hayattaki gerçekçi tabanını kazandırır.
[Dostoyevski’ye ait] Yapıtlarda önemli olan şey kahramanlarının kuramsal tartışmalara girmesi değildir. Kahramanların düşünceleri, kişiliklerinin bir parçası haline gelmiştir, dahası bu ikisinin birbirinden bağımsız olarak var olması olanaksızdır. İdeolojik bir yazar olarak rakip tanımayan dehası şu yeteneğinde yatmaktadır: Dostoyevski öyle eylemler düşünür, öyle durumlar uydurur ki, bunlarda düşünceler davranışlara egemen olur ama davranışlar alegorik hale gelmez.
Kuşkusuz, Dostoyevski’nin roman kişileri birtakım psikolojik ve duygusal sorunlarla boğuşurlar ve bunlar romanların esas malzemesini oluşturur ama kitaplarında çağının ideolojik öğretilerinin esintisi de güçlü bir şekilde hissedilmektedir. Özellikle önemli yapıtlarındaki bu tür öğretiler, Suç ve Ceza’daki Raskolnikov gibi ya da Ecinniler’in Stavrogin’i ve Kirillov’u gibi kişilerin, bazen de cinayetle sonuçlanan tuhaf, uçuk davranışları için gerekli güdüyü sağlar. Roman kahramanları genellikle melodrama özgü bir gerilim ve yoğunlukla anlatılmış da olsa, o kahramanların içinden çıkamadıkları sorunları anlayabilmek için, eylemlerinin ideolojik güdülemelerle nasıl iç içe geçtiğini anlamamız gerekir.
Çağdaş dünya özgürlük egemenliğini isteklerin fazlaca çeşitlilik gösterdiğini ilan etmiştir ama böylesine düzenlemesiz varoluş, zenginler arasında yalnızlığa ve intihara yol açabilir. Yoksullar arasındaysa kıskançlık ve cinayete , çünkü onlara hak vermişlerdir ama isteklerini doyurmanın yolları gösterilmemiştir.
Hepimiz cennetteyiz ama cenneti görmüyoruz ; görseydik hemen ertesi gün dünyayı cennete çevirirdik .
Ben uyum istemiyorum.İnsanlık sevgisinden bunu istemiyorum.Ben intikamı alınmamış acıların yanında kalayım haksız bile olsam.
Yine de yaşamak isterdim Hayat kadehindeki içkiyi bir kez tattıktan sonra şişeyi dibine kadar içmeden bırakmazdım.
Sevgiyi hak etmeyen bir baba oğluna şu soruyu sorduruyor: Beni peydahlarken beni gerçekten seviyor muydu? Beni , sevdiği için mi peydahladı ? Beni tanımıyordu ki belki de şarabın etkisiyle şiddetlenmiş olan bir tutku anında .
Acımasızlaşınca kardeşlikten, insanlıktan söz etmeye , bu düşüncelerin değerini anlamaya başladılar. Boğazlarına kadar suça batınca adaleti yarattılar, adaletin yaşatılması için kendilerine yasalar yaptılar, yasaları uygulatmak için giyotini icat ettiler.
Aklıma takılan sorular yüzünden kafama kurşun sıkmayı erteledim
Birden sanki dünyanın var olup olmaması ya da hiçbir yerde hiçbir şeyin olmaması önemli değilmiş gibi geldi bana İşte o zaman birden insanlara öfkelenmeyi bıraktım, neredeyse onları hiç fark etmemeye başladım.
İnsanoğlu, acımasız ve acı verici bir doğanın oyuncağı olarak anlamsız bir evrende var olma rezilliğine katlanmaktansa, doğmuş olma onursuzluğuna karşı en onurlu başkaldırı olarak intiharı seçer.
Yeraltı , yeraltı, yeraltı şairi, bizim tefrikacılar bunu tekrarlayıp duruyorlar, sanki bu benim için küçültücü bir şeymiş gibi. Koca budalalar, bu benim için bir övünç kaynağıdır çünkü hakikat orada.
Beni unutabilirsiniz , sizler, siz sevdiğim kişiler ama mezarımdayken ben sizi seveceğim.
İster öten minik bir kuş olsun, ister gökyüzünde geceleyin parlayan sayısız bir yıldız olsun , gizem hep tek ve aynı. Gizemlerin en büyüğü de öteki dünyada insan ruhunu bekleyen şeydir.
Toplumun sonunda genel bir iflasa sürükleneceğini para babalarıyla dilenciler arasında bir sınıf savaşı çıkacağını söyler . Telaşla bu korku verici beklenti karşısında ne yapılabileceğini sorduklarında tek yanıtı:
Her zaman en iyisi hiçbir şey yapmamaktır . İnsanın vicdanı rahattır, hiçbir şeyde payı olmadığını bilir
Her zaman en iyisi hiçbir şey yapmamaktır . İnsanın vicdanı rahattır, hiçbir şeyde payı olmadığını bilir
İyi kötü diye bir şey ne biliyor ne de hissediyorum, iyilik ve kötülük duygumu kaybettiğim için değil, iyilik ve kötülük diye bir şey olmadığı için, bir önyargıdan başka bir şey değil bu .
İyi ya da kötü , hayat,
Güçler, tutkular , başka varlıklarda gördüğüm şeyler,
Benim için hep kuma yağan yağmur gibiydi
Korkum yok,
Lanetini hissediyorum, doğal korkuları olmamanın,
Umut ya da arzu zonklamıyor damarlarımda,
Ne de yeryüzünde bir şeye karşı,
hazırda bekleyen bir sevgi.
Güçler, tutkular , başka varlıklarda gördüğüm şeyler,
Benim için hep kuma yağan yağmur gibiydi
Korkum yok,
Lanetini hissediyorum, doğal korkuları olmamanın,
Umut ya da arzu zonklamıyor damarlarımda,
Ne de yeryüzünde bir şeye karşı,
hazırda bekleyen bir sevgi.
Radikal aydınların yakalandığı veba budur, bencilliğe dayanan , kendi kendini tanrılaştırmaya varan bir ahlakdışılık vebası.
Sınırsız kibrim yüzünden, belki de kendim için çok yüksek bir standart belirlediğim için iğrenme derecesine varan bir nefret duyuyorum kendime karşı; bu yüzden , içten içe başkalarının da bana aynı gözle baktığını düşünüyorum.
Bilincin biricik kaynağı acı çekmektir.
Her dönemde insanoğlu zorunlulukların ardı sıra sürüklense de özerkliğini ve özgürlüğünü arar, kendi Özgür iradesi dışında hiçbir şeye bağlı olmamak ister, geçmişin etkisiz bir mezar kazıcısı ya da geleceğin bilinçsiz bir ebesi olmak istemez; tarihi kendisinin Özgür ve kaçınılmaz bir ürünü olarak görür. Özgür olduğuna inanır , tıpkı dış dünyanın, kendisine göründüğü biçimiyle var olduğuna inandığı gibi, çünkü gözlerine inanır ; çünkü buna inanmasa adım atamaz.
İnsan hayatının acılarının hiçbir doyurucu açıklamasının bulunmadığı bir dünya .
Fransızların doğasında , aslında genel olarak Batı Avrupa insanının doğasında kardeşlik duygusu yoktur. Onun yerine kişiselllik ilkesi , yalıtılmıştık ilkesi, kişinin kendi egosunun sınırları içinde kendini sağlama alma, kendini kabul ettirme , kendi yazgısını belirleme ilkesi vardır.
Bu ego, bütün doğaya ve bütün öteki insanlara karşı , kendini haklı gösteren gerekçelerle , ayrı bir ilke halinde konumlanır; eşitliği ve eşit değerde olmayı ancak kendi dışındaki şeyler için talep eder.
Bu ego, bütün doğaya ve bütün öteki insanlara karşı , kendini haklı gösteren gerekçelerle , ayrı bir ilke halinde konumlanır; eşitliği ve eşit değerde olmayı ancak kendi dışındaki şeyler için talep eder.
Ruhun çektiği öyle acılar vardır ki ruh bunları aşıp sonsuz bir mutluluk duygusuna ulaşmayı başarır.
Ah! Tanrı bu dehşet verici, korkunç duygudan insanları korusun! Aşk mutluluğu çok büyük bir mutluluktur ama acısı öylesine korkutucudur ki hiç aşık olmamak daha iyi
Çalışmadan ,, yasal bir ortamda malı mülkü olmadan insan yaşayamaz; baştan çıkar ve bir hayvana dönüşür onları suçtan koruyan şey işti; çalışmaları olmazsa mahkumlar cam bir kavanozun içindeki örümcekler gibi birbirlerini yerdi.
En dayanılmaz felaket de insanın kendisinin adil olmayan, kötü niyetli ve alçak biri haline gelmesiydi; bunu fark edersiniz, hatta kendinizi suçlarsınız.ç – ama engelleyemezsiniz.
Rus köylüsü halen yarı Asya’ lıdır Çünkü doğal halleri içimde insanlar , açlık gibi birtakım gereksinmeyi gidermeyi bilirler ama düşünmeyi bilmezler .
Gürültü, şamata , kahkahalar, küfürler, zincirlerin şangırtısı, iş ve kurum, kazınmış kafalar, dağlanmış yüzler , lime lime giysiler, her şey pis, her şey berbat .
İnsan her şeye alışabilen bir mahluk, insanın en iyi tarifi de bence bu .
İnsan her şeye alışabilen bir mahluk, insanın en iyi tarifi de bence bu .
Tanrı ‘ nın inayetiyle diyorlardı.Özgürlük, yeni hayat, ölüler diyarından geri dönüş.
Zincirler yere düştü, onları yerden aldım .
Zincirler yere düştü, onları yerden aldım .
Zayıf bir adam yalnız kalamaz.isterseniz ona her şeyi verin, kendisi kendi ayağıyla gelip hepsini size geri verecektir
Zayıf bir adam özgürlüğü verin- o özgürlüğü kendisini boğacak, size geri verecektir. Özgürlük budala bir yüreğin hiçbir işine yaramaz.
Zayıf bir adam özgürlüğü verin- o özgürlüğü kendisini boğacak, size geri verecektir. Özgürlük budala bir yüreğin hiçbir işine yaramaz.
Hem insancıklar da hem de Palto da , o Gogol a özgü ‘’gözyaşıyla kahkaha ‘’ harmanı- farklı oranlarda da olsa – vardır; Gogol için kahkaha başta gelir, Dostoyevski içinse gözyaşları
Altın buzağıya tapan ahlak yoksunu , bencil bir halka, sefil insanların acılarını göstermek istiyordu cehalet ve yoksunluk yüzünden kötülük ve suça yazgılı insanların.
Bir gün gelecek -buna bütün yüreğimle inanıyorum- hiç kimsenin kafası kesilmeyecek , bir suçlu ölümü hakettiğini söylese bile öldürülmeyecek anlamsız biçimler ve törenler olmayacak, duygular üzerinde hiçbir kayıt ve şart bulunmayacak , hiçbir görev ve zorunluluk dayatılmayacak, hiçbir iradeye boyun eğmeyeceğiz, yalnızca sevgiye boyun eğeceğiz, karo koca diye bir şey olmayacak, sevgililerimiz ve aşıklarımız olacak.
‘’Zaten annem için yas tutuyor olmasaydım, Puşkin için tutardım’’
Dostoyevski
Dostoyevski
Eylem insanın yazgısıdır.insan , sahip olduğu şeyle asla yetinmez , hep daha fazlasını elde etmeye çalışır.Hala arzu ettiğimiz şeye doğru ilerlerken ölüm bizi ansızın yakalar. İsterseniz bir adama her şeyi verin, o an geldiğinde bu her şey in her şey olmadığını düşünecektir.
Hayatımda ilk kez yüreğime Tanrı sözünün tohumu bilinçli olarak düştü .
Cahillik ne büyük mutluluktur.
Alçak tavanlar , sıkış tepiş odalar zihni ve ruhu öldürür.
Sevgi olduğu varsayılan bir Tanrı nasıl olur da içinde kötülük barındıran bir dünya yaratır?
Böyle etnik ve psikolojik temelde okunduğu zaman Kumarbaz, Dostoyevski’nin mutsuz kumarhane deneyimlerinden ilhamla yazılmış, Rusların ulusal kişilik yapılarını konu alan, zekice ve çekişkili bir yorum olarak görülebilir.
Rusların kişilik yapısı karmakarışık ve sevimsiz olabilir ama yine de o dar görüşlü, acımasız, kültürsüz Almanların cimriliğinden; dünyevi şeylere düşkün, kibar ama tamamıyla kalleş Fransızların pas tutmuşluğundan, hatta İngilizlerin somut olarak yararlı ama sıkıcı ve sönük erdemlerinden nasibini almamış olan Ruslar insansal gücüllüklere sahiptir.
Rusların kişilik yapısı karmakarışık ve sevimsiz olabilir ama yine de o dar görüşlü, acımasız, kültürsüz Almanların cimriliğinden; dünyevi şeylere düşkün, kibar ama tamamıyla kalleş Fransızların pas tutmuşluğundan, hatta İngilizlerin somut olarak yararlı ama sıkıcı ve sönük erdemlerinden nasibini almamış olan Ruslar insansal gücüllüklere sahiptir.
En temel gizem Rakolnikov’un cinayet işleme nedeni olduğu için Dostoyevski bu bilmecenin okura hem rehberlik edecek hem de okuru yanıltacak ipuçları serpiştirmek amacıyla bu tür yanıltmacaları kullanır. Ta başından beri eylemin arka planına yerleştirilmiş yol gösterici ipuçları Raskolnikov’un kendisiyle ilgili olarak sonra keşfedeceği şeyi işaret eder – onu bu eyleme iten şey sandığı gibi başkalarının iyiliğini düşünen insancıl biri olması değildi, kendi gücünü denemek gibi son derece bencil bir istekti. –
“Biliyorum, beni ancak Tanrı’nın yardım eli kurtarır. Ruhumdaki bütün o güç ve enerji deposundan geriye kalan şey sıkıntı ve ıstırap, çaresizliğe yakın bir şey. Kaygı,karamsarlık, tamıyla soğuk bir çalışkanlık, benim için bundan daha anormal bir şey olamaz, bir de buna yalnızlık eklendi – geçmiş yıllardan bana kalan bir şey yok. Ama yeni yeni yaşamaya hazırlanıyormuşum duygusu içindeyim. Ne komik değil mi? Bir kendinin yaşama gücü.”
Bundan daha beklenmedik bir şey söylenemezdi ama tam da ölü evin kendisini öğütmesine izin vermeyen, durumu ne kadar umutsuz olursa olsun kendini o kötürümleştirici bunalıma kaptırmayan birinden beklenecek bir şeydi. Dostoyevski ne de olsa özgür iradeye inanıyordu, onun kendi özelinde bu duygusu kişiliğinin derin özkaynaklarından fışkıran bir şeydi.
Dostoyevski’nin hayatında onu tamamıyla teslim olmuş halde gördüğümüz tek bir an yoktur, umut bağladığı şeylerden hangileri suya düşerse düşsün, başına ne gibi felaketler gelirse gelsin onu gelecek planları yaparken , burada şaşırtıcı bir şekide dile getirdiği o aynı enerji, aynı gelecek beklentisi gelgitini hissederken görmediğimiz bir an yoktur.
Bundan daha beklenmedik bir şey söylenemezdi ama tam da ölü evin kendisini öğütmesine izin vermeyen, durumu ne kadar umutsuz olursa olsun kendini o kötürümleştirici bunalıma kaptırmayan birinden beklenecek bir şeydi. Dostoyevski ne de olsa özgür iradeye inanıyordu, onun kendi özelinde bu duygusu kişiliğinin derin özkaynaklarından fışkıran bir şeydi.
Dostoyevski’nin hayatında onu tamamıyla teslim olmuş halde gördüğümüz tek bir an yoktur, umut bağladığı şeylerden hangileri suya düşerse düşsün, başına ne gibi felaketler gelirse gelsin onu gelecek planları yaparken , burada şaşırtıcı bir şekide dile getirdiği o aynı enerji, aynı gelecek beklentisi gelgitini hissederken görmediğimiz bir an yoktur.
Bunların yalnızca bir sinir nöbeti olduğunu, hayat koşullarımın değişince düzeleceğini söyleyen doktorlara tamamıyla inandığım için evlendim. Bende gerçekten de sara olduğunu bilseydim evlenmezdim.
Bu duraklama sırasında olan şey, Dostoyevski’nin ta başından beri şanssız evliliğinin üzerine gölge düşürmüştü. Eve dönerken yolda bir şanssızlık geldi başıma, diye yazıyordu Mihail’e, hiç beklemediğim bir anda sara krizine tutuldum, karımın ödü koptu, ben de çok üzüldüm, moralim çok bozuldu.
Ama o zamanlar -o zamanlar kördüm, kuramlara, ütopyalara inanıyordum.
Fyodor Mihayloviç bu acıma ve yakınlık duygusunu karşılıklı aşk sandı, gençliğin bütün ateşiyle sırılsıklam aşık oldu.
Bu yeni hayattan ne kadar uzak olduğumu görmek benim için ne kadar acıklıydı, nasıl da kopuktum her şeyden. Her şeye yeni baştan alışmam gerekiyordu, yeni bir kuşakla yeniden tanışmam.
Ama Dostoyevski hemen şunu ekliyor: Eğlenirken paraları sokağa atarcasına saçıp savunmaları ise o anda parayı daha çok değer verdikleri bir şeye harcadıkları içindir. Pekiyi, bir mahkum için parayla satın alabileceği maddesel şeylerden önemli ne olabilir? Özgürlüklerin ya da özgürlük düşü diye yanıt veriyor Dostoyevski. Çünkü Mahkum sözcüğünün, kendi iradesi olmayan adam anlamına geldiğini bilmeliyiz, o adam para harcayarak kendisine ait bir iradesi olduğunu gösterir.
Paradan daha önemli olan şey, serbestçe yapılan, kişiye soğukkanlılık ve manevi özerklik duygusu veren, kendi gönlüyle yaptığı işin ruhsal yararlarıydı. Çalışmadan, yasal bir ortamda malı mülkü olmadan insan yaşayamaz; baştan çıkar ve bir hayvana dönüşür Onları suçtan koruya şey işti; (özel) çalışmaları olmasa mahkumlar cam bir kavanozun içindeki örümcekler gibi birbirini yerdi. Bu görüşün toplumsal ve siyasal içermeleri, özel mülkiyeti bütün kötülüklerin anası gören Ütopik (ya da herhangi başka türlü bir) Sosyalizmin ahlaksal temelini reddetmeyi gerektirir.