İskender Pala kitaplarından Dört Güzeller – Toprak, Su, Hava, Ateş kitap alıntıları sizlerle…
Dört Güzeller – Toprak, Su, Hava, Ateş Kitap Alıntıları
Yine de, ne zaman bir kum tanesinde dünyayı görsek, ne zaman bir nisan yağmurunda ıslansak, ne zaman güzel bir müzik veya hoş bir koku duysak, ne vakit bir ocağın çıtırtısında hayallere dalsak, değil dünyayı, cenneti görmüş gibi oluyoruz.
Ve insanlar hâlâ dünyanın kendi çevrelerinde döndüğünü sanıyorlar!..Acayip; garayip.
Güneş ne bizim çevremizde dönüyor ne de(biz hâlâ öyle sansak da) bizim için doğup batıyor.
Mistiklere göre insan,etten ve kemikten değil ,gönülden ibarettir.İnsan maddeden ziyade mana ,kabuktan öte öz,dıştan artik iç,arazdan çok cevherdir.Bu yüzden gönül Allah’ın evi’dir,Rab oraya tecelli eder.Gönüldeki ışık da O’nun ışığıdır.
Anlatırlar ki Ibrahim ateşe doğru uçarken yanında küçük bir kuş belirdi.İbrahimin yanında kanat çırpıyordu.İbrahim sordu:
A zavallı,ne yapmaya çalışıyorsun?
Sana yardıma geldim ey elçi.
Şu küçücük cüsse ve minicik kanatlarla bana nasıl yardım edebilirsin ki?
Sahi edemez miyim?O halde seninle uçayım da kimin yanında olduğum belli olsun.
Bu kuş,ateşe İbrahimle birlikte girdi.İbrahim için çiçek bahçesi olan ateş onun için gülistan olmuştu.O günden sonra kuşa bülbül derler ve gül ile bülbülün hikayesi ateş üzerinde başladı.O günü unutmamak için bütün güller ateş renginde açtı ve bütün bülbüller gül dalına konup gülün açılışını seyrederken İbrahim gibi yüreklerini kanattılar.
Her nefeste iki şükür vaciptir;birincisi nefes alabildiğimiz için,ikincisi onu verebildiğimiz için!
İnsan düşünmez mi ki kirli su yoktur da , kirletilmiş şu vardır .
Hakikat bir damla suda gizlidir .
Su nedir? Yorumlar mısınız ?
Eşimi , atımı verdim, çünkü benimdir ! Toprak verilemez ,çünkü devletindir.Mete Han
Derler ki Ferhat,Şirin’i görüp de aşk meydanına atıldığında elinde bir su kırbası vardı ve o an imtihanının sudan olacağını hissetmişti.
Var olan her sey sudan gelmiştir ve er ya da geç yine suya dönüşecektir dedi .Sonra ilave etti : Zaten dünya da büyük bir su kütlesi üzerinde yüzen yassı ve yaşlı bir kütükten başka nedir ki ?
Vatan kızılelmasıdır Türk’ün .İlk bozgunudur 93 Harbi’nde ve ilk çekiliş Rumeli’nden Gurbette bıraktıklarımızla ortak görülen bir Hüdavendigar rüyasıdır Kosava’da .Sivastopal’da atılan son balyemezin gümbürtüsü ;Kafkaslar’da Şeyh Şamil’in son nefesidir yankılanan.Medine’de Fahrettin Paşa’nın son duası ;Cezayir sahillerine vuran son dalganın köpüğü .Mütareke’de son kurşun,Şırnak’tan gelen son mektup.Kore’de bir şehadet şerbeti,Bağdat’ta bir yalel,Yemen’de bir yanık türküdür vatan.
Azrail ölüme giden yolun başında olmak dolayısıyla toprağa, Sur’u üfürdüğü vakit bütün canlıların dünyadan geçeceklerine nazaran İsrafil’i havaya , rızıklara dair görevleri dolayısıyla Mikail’i suya yazmak gerekir. Geriye kalanlar mı? Ateşin ışığı ve nuru Cebrail’e ne güzel yaraşır!
sevgiyi damıtır en derin yerinden
Dizi dizi şiir desem haksızlık olur; tane tane inci desem yetersiz kalır. Akın akın yabanlara giden de, uzak sevdaları yakın eden de odur çünkü ..
Sevgilinin geleceği yolları sulayıp süpürmek içindir o; sultanlar ayağına düşürmek içindir.
Allah katında O’nun korkusuyla dökülen gözyaşı damlasından veya Allah yolunda akıtılan kan damlasından daha makbul olsun.
Şu berrak akan selsebilin güzelliğine ve gönüllere süs olan şu mimarideki güzelliğe bak da insafa gel !
Öyle ki anasır-ı erbaanın diğer üç öğesi ateşe karşı cephe almak zorunda kalmış, onunla baş edebilmek için adeta aralarında ittifak kurmuş, alevleri yok etme savaşında birbirlerinin yardımına koşuyorlar. Şansını ilk deneyen su oluyor; başaramazsa yanışın oksijeni yok etmek hava imdada koşuyor; daha mı olmadı, bütün varlığıyla ve bedeninin son zerresine kadar toprak onun üzerine atılıyor. Buna rağmen teker teker geldiklerinde ateş hepsini hükmü altına alabiliyor. Sözgelimi toprağı kendine yurt edinmiş durumdadır; onun kucağında beslenip büyür. Hava onun itaatkâr bineğidir ve rüzgârlar elindeki kamçısıdır, onlarla hükmeder. Bu yüzden daima havaya yaranmaya çalışır, her daim yolunca gider. Suya mesafeli duruşu ise biraz onu kıskanmasından, birazda kendine rakip görmesindendir.
Heva ki arzu dur, içimizde olduğu sürece yaşar ve Hevâyı aşka uyup kûy-ı yâre dek gideriz. (Aşk arzusuna uyup Sevgili’nin mahallesine kadar gideriz – Nailî).
Tohum bile başını toprağa koyunca büyüyüp gelişmekteyken insanoğluna ne oluyor ki ayağının altındaki toprağa karşı kibir taşıyıp kendini unutuveriyor!?..
İçinde ateş olan bir dünyanın dışında bunca engebenin varlığı insana içten kuruyan bir elmanın gitgide dıştan buruştuğu duygusunu veriyor.
Olur mu bu olmaz mı diye kafa yorma!.. İnanırsan bu hikayeye “Allah’ın kudreti!” der geçersin! İnanmazsan, “Elli bin defa hayal olsun, kabul!”
toprak da tevazu halindedir su da. Su başını yere koyarak akar. Büyüklenmez. Su kendisine itibar edene de etmeyene de ortak bir nimet sunar. Allah’ın rahmeti gibi. Zaten gökten yağarken adı rahmet oluverir.
Toprakla su, faniliğin işaretidir. Çünkü insan toprak ve sudan ibarettir.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
İnsanın Allah’a güven ifadesinde su anılır. Irmak kenarındaki bir ağacın kuraklık ve susuzluktan endişe duyması nasıl muhal ise, Allah’a yakın olan birinin de endişesi öyle gereksizdir.
Ateş havasız yanamıyor; toprak susuz kalınca kavruluyor. Erkek karakter olan ateş, yine erkek karakter olan havayla güçlenip harlanırken dişi karaktere sahip su karşısında duyarlılık gösterip hemen sönüveriyor.
Gözleri her zamanki gibi yıldızlara takılıp takılıp gidiyordu. Birden ayağını boşlukta hissetti ve ardından bir kuyuya kıçûstü oturdu. İri cüssesi kuyunun daracık cidarlarına sıkışmış, hareket edemiyordu. Gece karanlığında imdadına ancak köle bir kız yetişti. Bir hayli uğraştıktan sonra Tales’i yukarı çekmeyi başaran kız, “Aha,” dedi, “yıldızları bulmak isteyen ama ayağının dibinde duranı görmeyen adam.”
Derinden derine ırmaklar ağlar,
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,
Ey suyun sesinden anlayan bağlar,
Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi.
Vefasız Aslı’ya yol gösteren bu,
Kerem’in sazına cevap veren bu,
Kuruyan gözlere yaş gönderen bu
Sızmadı toprağa çoban çeşmesi.
Leylâ gelin oldu, Mecnun mezarda,
Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,
Ateşten kızaran bir gül arar da,
Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi.
Ne şair yaş döker, ne âşık ağlar,
Tarihe karıştı eski sevdalar.
Beyhude seslenir, beyhude çağlar,
Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi.
Faruk Nafiz Çamlıbel
Ne hoş, ey güzel Tanrım, ne hoş,
Maviliklerde sefer etmek
Bir sahilden çözülüp gitmek
Düşünceler gibi başıboş
Orhan Veli Kanık
Be-deryâ der menâfi’ bî-şümârest
Eger hâhî selamet der-kenârest
“Denizde sayısız faydalar vardır; ama selamet istiyorsan sen yine de kıyısında dur.”
Giden gelmiyor
Acep nedendir
Her nefeste iki şükür vaciptir; birincisi nefes alabildiğimiz için, ikincisi onu verebildiğimiz için
Ağlamayı ibadet sayan bir medeniyetin çocuklarıyız biz.
Çünkü ağlamak Hakk’a tevazu göstermenin şiddet halidir.
Lakin bir nefes bana bir parçacık huzûr
•Tevfik Fikret
Yaylaları hayatımızdan çıkarıp yerine yazlıkları koyunca galiba hayat da yalnızlaştı, bireyselleşti.
Şaire unuttuğu mısrayı bir gözyaşı hatırlatır.
Ölülerimizi mi toprağa saklıyoruz, yoksa toprakla üzerlerini örtüp kendimizi mi ölülerimizden saklıyoruz, hakikaten bilmiyoruz!..
Değişmeyen tek şey değişimdir.
Madem ki Hüzün ki en ziyade yakışandır bize , madem Elde var hüzün deriz ve madem ki Yaraşır, biliriz sonbaharda gam , o halde Melali anlamayan nesle âşina değiliz demekten başka ne gelir elden.
Söz gelimi su, bilge tabiatlıları temsil eder. Hiçbir şey ile yarışmaz ama her şeyi geçer. Tıpkı kendi yolunda azimle giden bilge kişiler gibi. Bu yüzden birini su ile tanımlayacakları zaman su gibi aziz ol derler.
Mecnun, Leyla’nın mezarı başına vardığında toprağın ıtırını duymuştu, taze ölüm kokuyordu toprak. Üstüne kapandı, toprağı kucakladı ve hiç kucaklayamadığı sevgilisinin ağıdını yaktı. Sonra can verdi o hasretle. Yoldan geçenler taze mezarın üzerinde onun taze cesedini görünce açtılar kabrini Leyla’nın ve iki sevgiliyi buluşturdular, aşklarını tazeleyip taze bir hikâye verdiler âşıkların diline. Ölüleri yutan toprak onların vuslatı olmuştu.
Oysa Türk milleti ‘ben’ den ziyade ‘biz’ demesini severdi
Tohum bile başını toprağa koyunca büyüyüp gelişmekteyken insanoğluna ne oluyor ki ayağının altındaki toprağa karşı kibir taşıyıp kendini unutuveriyor.
Dünya kısa bağlanmış bir buzağı gibi güneşin çevresini dolanıp duruyor. Ve insanlar bu acı gerçeği bildikleri halde nedense hâlâ dünyanın kendi çevrelerinde döndüğünü sanıyorlar!.. Acayip;garayip!..
Şefkati, merhameti, cömertliği herkes tarafından takdir edilmiştir; annedir. Öyle ki evlat nankör dahi olsa o asla üvey annelik yapmaz. Hatta bizi bağrında sakladığı ateşle de korkutmaz.
Bilmiş ol ki bu ateş yakıcı bir rüzgar gibidir. O asıl ateşin ışığıdır , kendisi değil. Ateşin kendisi ve aslı havadan da üstündür. O esirdedir.
Eğer ayrılık acısıyla ağlarken bir ah etsem ; gönlümdeki ateşten çıkan o ahın dumanı yükselerek içindeki kıvılcımlardan gokkubbeyi tutuşturur ve sonra da o ateşle birlikte su yanar , hava yanar , toprak yanar.
Nerde bir su varsa denize işaret , nerde bir damla varsa ummana koşar. Küçüklüğünü büyüklükte tamamlayana , kesretinden kurtulup vahdete ermeye. Çünkü Allah’ın ilk yarattığı şey su ; O’nun Cemal ve Celal sıfatlarını temsil eder , Hayy ismine işarette bulunur. Her şeyi zapt eden ilahi takdir onu serbest bırakmış. Bu yüzden azizdir su. Uysal , mülayim , mütevazidir , sükûn içindedir ; kudreti buradan gelir.
İnsan üç beş zaman yaşayacağı yeryüzünde bazı şeyleri başararak büyüdükçe büyüdüğünü, geliştikçe geliştiğini vehmetmiş, hatta zaman gelip Tanrı’ya gerek yok diyecek kadar da kendini beğenmiştir.
“Bakma yâ Rab sevad-ı defterime
Onu yak ateşe benim yerime”
(Allah’ım! Günah defterimin bunca dolu oluşuna bakma; hatta benim yerime onu yakıver gitsin!..)
La Edrî
Ruhun şad olsun ey Çinli bilge. Sen barutu bulmuştun da bunu asla savaşta kullanmayarak tam yedi yüz yıl geçirmiştin. Avrupalı gezgin onu senden alınca, görüyor musun neler oldu!?
Dışımız kalaylı içimiz tavsız
Ateş dedikleri yanar mı kavsız
Enis Behiç
Belâ tûfânına sabr eyleyen mânend-i Nûh âhir
Çıkar deryâ-yı gamdan bir kenâra rûzigâr ile
Diyor ki şair, “Nuh misali, bela tufanına sabreyleyenler, belki bir rüzgar (zaman,devir) gelir, sonunda gam denizinden kurtulup bir sahile ulaşabilirler”
İnsan düşünmez mi ki kirli su yoktur da, kirletilmiş su vardır.
Mecrâsı seng-sâra dönen cûylar gibi
Vâdi-i uzletinde hamûşuz tevekkülün
“Yatağını çakıl taşlarının beklediği ırmaklar gibi tevekkülün uzlet vadisinde öylece susup beklemedeyiz.”
Kâinatta ne varsa suda yaşadı önce
Üstümüzden geçer su, doğunca ve ölünce
Necip Fazıl
Cihan-ara cihan içindedir arayı bilmezler
O mahiler ki derya içredir deryayı bilmezler.
“Cihanı süsleyen cihan içindedir, ama kullar onu aramayı bilmezler. Tıpkı denizlerde yaşayıp da denizin ne olduğunu bilmeyen balıklar gibi.”
Eşimi, atımı verdim, çünkü benimdir! Toprak verilemez, çünkü devletindir!
Mete Han
Tohum bile başını toprağa koyunca büyüyüp gelişmekteyken insanoğluna ne oluyor ki ayağının altındaki toprağa karşı kibir taşıyıp kendini unutuveriyor?..
Ölülerimizi mi toprağa sakliyoruz ,
yoksa toprakla üzerlerini örtüp kendimizi mi ölülerimzden sakliyoruz hakikaten bilmiyoruz .
Oysa toprağı bir dinleybilsek..
Rüzgarlar, bulutlar götürün beni buradan
Halim yok, gözlerimi silemiyorum
Yağan yağmur mudur bir büyük nurdan
Yoksa yüreğim mi bilemiyorum
Ölülerimizi mi toprağa saklıyoruz, yoksa toprakla üzerlerini örtüp kendimizi mi ölülerden saklıyoruz, hakikaten bilmiyoruz!..
“Âh mine’l aşkı ve hâlâtihî,
Ahraka kalbî bi-harârâtihî.”
Ah, aşkın elinden ve onun hallerinden; Ateşiyle kalbimi yaktı yandırdı
Melali anlamayan nesle âşina değiliz!
Ahmet HAŞİM
Deveye sormuşlar, Yokuşu mu seversin yoksa inişi mi? diye. Düze kıran mı girdi! diye karşılık vermiş.
“Âh mine’l aşkı ve hâlâtihî,
Ahraka kalbî bi-harârâtihî.”
Ah, aşkın elinden ve onun hallerinden; Ateşiyle kalbimi yaktı yandırdı
Aşk ateşi sevenden önce sevilene verilir.
Ta ki ondan sevene sıçrasın ve onu yaksın.