İçeriğe geç

Domaniç Dağlarının Yolcusu Kitap Alıntıları – Şükufe Nihal

Şükufe Nihal kitaplarından Domaniç Dağlarının Yolcusu kitap alıntıları sizlerle…

Domaniç Dağlarının Yolcusu Kitap Alıntıları

Maddi hayat vasıtalarının bolluğu, lüks ihtiyaçlarının çokluğuyla insanlar hangi saadete erdi? Bir kısım insanın bu tükenmez ihtiyacını temin için, şüphe yok ki başka bir kısım aç kaldı. Bu mavi gök altında, bu yeşil yer üstünde herkesin rahatça doyarak yaşamaya hakkı varken, bu pek mümkünken; neden bir yanda dökülüp taşan sofralar ve neden öbür yanda bir kuru ekmek bile bulamayanlar?
Eyvah, köy bu kadar mı ruhundan kaybetmiş? Köy bu kadar mı maddeleşmiş? Orada bir hayat didinmesinden başka bir şeyler kalmamış mı? Ne ruhlarda bir ince ürperti, ne dudaklarda titreten bir nağme…
Köyden gelip şehirde okuduktan sonra tekrar köye dönmek istemeyenleri bu büyük şehir hastalığından korumak için, onlara kendi doğup büyüdükleri yeri yükseltmek zevki, gururu aşılanmalıdır.
-Bir ideal uğrunda insan nelere katlanmaz. Bir filozof, galiba Sokrat:
“Bir ideal sahibi olan bedbahttır; fakat ona sahip olmayan daha ziyade bedbahttır” der.
Türk köylüsünü her zaman böyle gördüm; almaz, hep vermek ister. Yemez, lâkin he yedirmek ister, karşılık olarak da bir şey almaz.
‘Arslan yatan yere ben köpek bağlayamam!..’
Şukûfe Nihal, tıpkı Finlandiya’da olduğu gibi ilerlemenin köyden başlayacağı fikrini savunur.
Hiç sönmem, sanırdım. Bulutta düğün var deseler, tırmanıp çıkmak isterdim; meğer insan nasıl da kendinden geçermiş!..
Bir ideal sahibi olan bedbahttır; fakat ona sahip olmayan daha ziyade bedbahttır
“Toprakları kavuran, çatlatan ağustos güneşi gibi ruhu bu vatanın göklerinde kızıl alevler hâlinde yanan Mehmetçik ne çabuk unutulmuştu.”
Dert, acı ve hasret çekmiş, gidenleri dönmemiş fakat yine kara bahtından şikâyet etmemiş, her felaketi bağrına basmayı öğrenmiş yurdun her duygusu derindir. Hepsi şiir dolu, hepsi masum ve candandır.
Domaniç dağlarının yolcusu, sen bu yollara gene döneceksin. Ümidini kesme, bu yollar sana gene açılacak!
Köyden gelip şehirde okuduktan sonra tekrar köye dönmek istemeyenleri bu büyük şehir hastalığından korumak için, onlara kendi doğup büyüdükleri yeri yükseltmek zevki, gururu aşılanmalıdır.
Anadolu! Baştan başa şiir dolu Anadolu!
Gideceğim yolun yabancısıyım, ne yapacağımı bilmiyorum.
Eyvah!
Ümit kuşlarımdan biri daha uçtu.
tanıdığım dünyayı kaybettim. Kuşlar gibi mavi boşluklarda, ulu bir aleme doğru uçuyorum.
Yiyecek bir lokma ekmek bulmak ve kafada bir şey, bir ideal taşımak, ne büyük mutluluk!
Bir ömrün sonunda verilecek bir hesabı olmamak, insanlığın karşısına açık alınla çıkabilmek ne eşsiz mutluluk!
Bu mavi gök altında, bu yeşil yer üstünde herkesin rahatça doyarak yaşamaya hakkı varken, neden bir yanda dökülüp taşan sofralar ve neden öbür yanda bir kuru ekmek bile bulamayanlar?
Hiç sönmem, sanırdım. Bulutta düğün var deseler, tırmanıp çıkmak isterdim; meğer insan nasıl da kendinden geçermiş!..
İşte hep bu büyük şehir derdi, hep bu çıktığımız yeri beğenmemek, kendimizi oraya layık bulmamak illeti. Ya geride kalanlar? Onlar bizden değil mi? Yalnız kendimiz! Korkunç bir benlik
Hayalimdeki dünyanın ilk tablosu
Bir rüya içindeyim. Nereye gidiyorum, bu yerlere nasıl geldim?
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ben bir yetmişlik ihtiyar görmeye hazırlanırken, yirmi yaşında, gözleri kamaştıracak kadar güzel, nurdan dökülmüş bir kadın hayali görüyorum.
Bir ideal uğrunda insan nelere katlanmaz
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Düşünüyorum, acaba rüya mı? Ben nereye gidiyorum? Yurda hıyanet eden oğlunu eliyle kanlara boyamış ananın diyarına!..
O kadın ne büyük kadındır, o kadın ne yaman kadındır ki, vatanının şerefi uğruna ciğerlerini kendi eliyle sökmüş, paralamıştır! O kadın, Türk kadınlarının en büyüğüdür!
Saadet elle tutulur mu?
Köyde yalnız didinmek var. Ruhlar kuraklaşmış, şiirin, muziğin sesi durmuş.
Maddi hayat vasıtalarının bolluğu, lüks ihtiyaçlarının çokluğuyla insanlar hangi saadete erdi? Bir kısım insanın bu tükenmez ihtiyacını temin için, şüphe yok ki başka bir kısım aç kaldı. Bu mavi gök altında, bu yeşil yer üstünde herkesin rahatça doyarak yaşamaya hakkı varken, bu pek mümkünken; neden bir yanda dökülüp taşan sofralar ve neden öbür yanda bir kuru ekmek bile bulamayanlar?
Bu mütevazı hayat içinde bir şeye dikkat ettim. Bu insanların hepsi maddî hayattan öyle memnun görünüyorlar ki Yemekten, içmekten hiç şikâyetleri yok. Elbette köyün dışında, kendilerinin kat kat üstünde bolluk içinde yaşayan insanlar
var. Onlar ne bulsalar, neye erişseler, yine şikâyet ederler. Köylüdeki bu sonsuz kanaat nedir? Bu ne büyük değerdir. Bir akşam önce köylü bana yalnız hocasızlıktan, eğitimsizlikten şikâyet etmişti. Şehrin, şehirlinin sahip olduğu şeylerden yalnız bunu istiyordu. Onlara sonsuz bir saygı duymamak mümkün mü?
Eyvah, köy bu kadar mı ruhundan kaybetmiş? Köy bu kadar mı maddeleşmiş? Orada bir hayat didinmesinden başka bir şeyler kalmamış mı? Ne ruhlarda bir ince ürperti, ne dudaklarda titreten bir nağme..!
Hatırımızı sordular. Bezgin bir sesle, sorularıma kısa kısa karşılık verdiler. Işleri çok, dinlenecek zamanları yoktu. Yaşamaları, duraksız bir didinmeden başka bir şey değildi. Bana söylemeseler de, ben o yüzlerde bunu zaten okumuştum:
Çoğu sessiz, şikayetsiz, evin, erkeğin, çocuğun, tarlanın kendisinden beklediği işi yapan; bir kulübe ve bir tarla arasında bir ömrü harcayarak göçüp giden zavallılar.
Köyden gelip şehirde okuduktan sonra tekrar köye dönmek istemeyenleri bu büyük şehir hastalığından korumak için, onlara kendi doğup büyüdükleri yeri yükseltmek zevki, gururu aşılanmalıdır.
Galiba, dedim, savaş köylüler için bir fedakârlık değil, tabii bir şey! Onu biz şehirliler gözümüzde büyütüyoruz. Onlar dün ne yediklerini, ne içtiklerini unutmuş gibi Ne için vuruştuklarını, nasıl vuruştuklarını, kanlarını, canlarını niçin harcadıklarını da unutuyorlar.
Bir ideal sahibi olan mutsuzdur; fakat ona sahip olmayan daha ziyade mutsuzdur.
Dert, acı ve hasret çekmiş, gidenleri dönmemiş fakat yine kara bahtından şikâyet etmemiş, her felaketi bağrına basmayı öğrenmiş yurdun her duygusu derindir. Hepsi şiir dolu, hepsi masum ve candandır.
Türk köylüsünü her zaman böyle gördüm; almaz, hep vermek ister. Yemez, lâkin hep yedirmek ister, karşılık olarak da bir şey almaz.
Bir ideal sahibi olan bedbahttır;fakat ona sahip olmayan daha ziyade bedbahttır.
Hiç sönmem, sanırdım. Bulutta düğün var deseler, tırmanıp çıkmak isterdim; meğer insan nasıl da kendinden geçermiş!..
Geceyi geçirebilmek için hülyalarıma sığındım
Gideceğim yolun yabancısıyım, ne yapacağımı bilmiyorum.
Yiyecek bir lokma ekmek bulmak ve kafada bir şey, bir ideal taşımak, ne büyük mutluluk!
Bu insanların hepsi maddî hayattan öyle memnun görünüyorlar ki Yemekten, içmekten hiç şikâyetleri yok. Elbette köyün dışında, kendilerinin kat kat üstünde bolluk içinde yaşayan insanlar var. Onlar ne bulsalar, neye erişseler, yine şikâyet ederler. Köylüdeki bu sonsuz kanaat nedir? Bu ne büyük değerdir. Bir akşam önce köylü bana yalnız hocasızlıktan, eğitimsizlikten şikâyet etmişti. Şehrin, şehirlinin sahip olduğu şeylerden yalnız bunu istiyordu. Onlara sonsuz bir saygı duymamak mümkün mü?
Köylüyü nasıl sevmemeli? Yaşama derdi, kaygısı içinde şiirlerini, zevklerini kaybetseler de insanlık tarafları yaşıyor.
Hele Türk’ün en değerli geleneği olan misafirperverlik vasfını hiç kaybetmemişler.
İşte hep bu büyük şehir derdi, hep bu çıktığımız yeri beğenmemek, kendimizi oraya lâyık bulmamak illeti! Ya geride kalanlar? Onlar bizden değil mi? Yalnız kendimiz! Korkunç bir benlik
İyi ya da kötü bir şeyle uğraşmak iyi; ama hiçbir şey yapmadan beklemek?
Geceyi geçirebilmek için hülyalarıma sığındım.
Bir ideal sahibi olan bedbahttır; fakat ona sahip olmayan daha ziyade bedbahttır.
Hiç sönmem, sanırdım. Bulutta düğün var deseler, tırmanıp çıkmak isterdim; meğer insan nasıl da kendinden geçermiş!
Bir ideal uğrunda insan nelere katlanmaz.

Bir ideal sahibi olan bedbahttır; fakat ona sahip olmayan daha ziyade bedbahttır.

Hiç sönmem sanırdım. Bulutta düğün var deseler, tırmanıp çıkmak isterdim .

Meğer insan nasıl da kendinden geçermiş

Yiyecek bir lokma ekmek bulmak ve kafada bir şey, bir ideal taşımak, ne büyük mutluluk! Bir ömrün sonunda verilecek bir hesabı olmamak, insanlığın karşısına açık alınla çıkabilmek ne eşsiz mutluluk!
Hiç sönmem, sanırdım. Bulutta düğün var deseler, tırmanıp çıkmak isterdim; meğer insan nasıl da kendinden geçermiş
Köylüyü nasıl sevmemeli? Yaşama derdi, kavgası içinde şiirlerini, zevklerini kaybetseler de insanlık tarafları yaşıyor.
Bahçelerde kereste
Kuş besledim kafeste
Yârim ölmüş diyorlar,
Eriştim son nefeste.

Haydi gidelim dağlara,
Dağlar yolumuz olsun.
Sarı gürgen yaprakları
Üstümüze yorgan olsun.
Sıra sıra kızanlar,
Bu yazıyı yazanlar
Cennet yüzü görmesin,
Yârim ile gezenler.

Karşıda çamlar tellensin,
Yel estikçe sallansın.
Yolda bir yarım selam
Gönül bari eğlensin.

Eyvah! Ümit kuşlarımdan biri daha uçtu.
Ayakları çıplak, soluk elbisesinin omuzları, etekleri yırtılmış, başaklar içinde didinen genç köylü kızına bakarak dudaklarımdan şu mısralar dökülüyor:
Bu kadar giyinilir ancak alın teriyle!
Gözlerim şehre çevriliyor:
İşsiz, güçsüz, mantıksız, amaçsız, her gün biraz daha bebekleşerek yaşayan kadınlar
Bu mavi gök altında, bu yeşil yer üstünde herkesin rahatça doyarak yaşamaya hakkı varken, bu pek mümkünken; neden bir yanda dökülüp taşan sofralar ve neden öbür yanda bir kuru ekmek bile bulamayanlar?
Hep bu büyük şehir derdi, hep bu çıktığınız yeri beğenmemek, kendimizi oraya lâyık bulmama illeti! Ya geride kalanlar? Onlar bizden değil mi? Yalnız kendimiz! Korkunç bir benlik
Köyden gelip şehirde okuduktan sonra tekrar köye dönmek istemeyenleri bu büyük şehir hastalığından korumak için, onlara kendi doğup büyüdükleri yeri yükseltmek zevki, gururu aşılanmalıdır.
Bir ideal sahibi bedbahttır; fakat ona sahip olmayan daha ziyade bedbahttır.
Dert, acı ve hasret çekmiş, gidenleri dönmemiş fakat yine kara bahtından şikayet etmemiş, her felaketi bağrına basmayı öğrenmiş yurdun her duygusu derindir.
Neden yalan söyleyeyim, insan tarafsız olamıyor kendine karşı
Türk köylüsünü her zaman böyle gördüm; almaz, hep vermek ister. Yemez, lâkin hep yedirmek ister, karşılık olarak da bir şey almaz.
Gideceğim yolun yabancısıyım, ne yapacağımı bilmiyorum.
Arslan yatan yere ben köpek bağlayamam!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir