İçeriğe geç

Dolunay Kadınları Kitap Alıntıları – Jokha Alharthi

Jokha Alharthi kitaplarından Dolunay Kadınları kitap alıntıları sizlerle…

Dolunay Kadınları Kitap Alıntıları

Her şey bütünken bile ayrı, bir başına Neciye! Yalnızlığın en yaman tarafı da bu!
Bil ki, gezegenlerin tümü cevherlerini Ay’ın üzerine boşaltır. Ay da suyun üzerine. Bütün cevherler sudan ayrışır. Ay, yücelerde ve derinlerde olan şeylerin biriktiği, yücelerden derinlere taşındığı yerdir. Gök cisimleri içinde dünyaya en fazla benzeyeni olduğu için bütün işlerde kılavuzluk eder. Ay’ın hallerini gözet. Onun iyiliği her şeyin iyiliğidir, bozulması da her şeyin bozulması. Ay’ın başka bir gök cismine yaklaşması bu gök cisminin kılavuzluk yaptığı şeyi güçlendirir, uzaklaşması ise kılavuzluk yaptığı şeyi zayıflatır. Ay’ın ışığı artmışsa ve Mars’a bitişikse olabilecek en iyi haldedir. Işığı zayıfsa, Satürn’e bitişik veya ona doğru ilerliyorsa olabilecek en kötü haldedir.
Bulutlar çok yoğun. Yüksekte olma, yer çekiminden kurtulma fikri hoşuma gidiyor; burada yüksekten öylece bulutlara bakıyorum. Bulutların beni taşıyamayacak kadar yoğun olmadığını öğrendiğimde duyduğum şaşkınlığı hatırlıyorum.
“Beni sevseydi evimizde uydu bulunmasına gerek kalmazdı”
Küçükken babamın eli baş ağrılarımı emerdi adeta ,rahatlardım
Susuz uyuyan kimsenin ruhu su aramaya çıkarmış
İyi insanlar şu dünyada fazla yaşamıyor
Yağmurun sesini dinlemek hoşuna gidiyordu
Yağmur yağdığı vakit edilen duaların kabul olduğunu annesinden sürekli işitirdi
İnsanın kaderinin alnında yazılı olduğu gerçek miydi?
Büyüyünce ne olacağını sanıyorsun? Kuşlar gibi süzülüp bulutların üzerine konacağını mı? Bulutlar buhardan ibaret ahmak! Yani bildiğin hava.
Uyku tek cennetiydi. Varlık kaygısına karşı elindeki son silahı.
Karanlık günlerimi aydınlatan ışığı da işte böyle bulmuştum. Şiddetli şefkat ışığını. Aşk buna mı diyorlar? Allah’tan bir rızk.
Bazı filozoflara göre Allahu Teala bütün ruhları bir küre gibi yuvarlak yaratmıştır. Sonra onları bölüp her bir yarısını bir bedene vermiştir. Bir ruhun iki yarısını taşıyan bedenler birbiriyle karşılaşırsa aralarında o eski bağlantı tekrar canlanır ve aşk doğar. Bu bağın etkisi, insandan insana tabiatlarının inceliğine göre değişir.
Oğlum Abdullah! Mutasavvıf der ki, ‘Bilmek başa beladır.’ Ben hiçbir şey bilmediğim için rahatım.
Beni sevseydi evimizde uydu bulunmasına gerek kalmazdı.
İnsanların tecrübe dediği şey müzmin bir hastalıktı. Ne öldürüyor, ne de bir türlü iyileşiyordu. Kimi zaman tahammül sınırlarını aşıyor olsa da elinden kurtulmak imkansızdı. Nereye gitse insanın peşinden geliyor, bir an boşluk bulunca insanı gafil avlıyordu. İnsanların yeni bir sayfa açmak dediği şey, kötü bir şakadan ibaretti.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Her defasında görgü kurallarına uygun, uzun selamlaşmaları esnasında tek kelime edilmezdi. Görünüşte saygı ritüeli olan bu hareketlerin gerçek anlamını büyüyünce kavradım. Derin bir aşağılama ve nefretin dışavurumuydu bunlar.
Ona Mecnunun Leyla için söylediği mısraları okudu ; Dolunay gitse de yerinde başka bir parıltı var. Sabahin öncüsü ey güneş! Kalk ve parilda . Güneşin parlaklığı sende mevcut , ışıl ışıl tebessümün ve inci dişlerininin parıltısı güneşte bile yok . sendeki boynun güzelliği dolunayda , incide yok.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
“Bazı filozoflara göre Allahu Teala bütün ruhları bir küre gibi yuvarlak yaratmıştır. Sonra onları bölüp her bir yarısını bir bedene vermiştir. Bir ruhun iki yarısını taşıyan bedenler birbiriyle karşılaşırsa aralarında o eski bağlantı tekrar canlanır ve aşk doğar. Bu bağın etkisi, insandan insana tabiatlarının inceliğine göre değişir.”
Hayat,
gece ve gündüz olarak ikiye ayrılmıştı.
Biri bizim yaşadığımız,
diğeriyse içimizde yaşananlar..
Ayaklar sevilen kalbe koşarak gider, istenmeyen yere ise zorla, sürüklenerek
Sadede onu göreyim, başka bir şey istemiyorum
Allah’ım
Bana bir kez daha dönüp baksın, değil derdim
Sadece vonu göreyim yeter..
İnsanlar yarım ruhlardı. Ömürleri boyunca diğer yarılarını ararlardı. Diğer yarısını bulan mutlu olur, bulamayan acı çekerdi.
“İnsanlar önceden ayın çocukları olarak erkek ve kadın tek bir cinsmiş. Dört kollu, dört ayaklı, iki kafalı yaratıklar yani. Fakat tanrılar insanların gücünden korkarak onları ikiye bölüp ayırmış. Bu ayrılmadan iz olarak sadece göbek deliği hatıra kalmış. Bundan sonra da her kadın ve erkek diğer yarısını aramaya, yeniden onunla bir araya gelmeye çabalamış.”
“İnsanların tecrübe dediği şey müzmin bir hastalıktı. Ne öldürüyor, ne de bir türlü iyileştiriyordu. Kimi zaman tahammül sınırlarını aşıyor olsa da elinden kurtulmak imkânsızdı. Nereye gitse insanın peşinden geliyor, bir an boşluk bulunca insanı gafil avlıyordu. İnsanların ‘yeni bir sayfa açmak’ dediği şey, kötü bir şakadan ibaretti.”
“Mutavassıf der ki, ‘Bilmek afettir. Bilmemek rahatlık verir.’ “
“ Mutavassıf der ki, ‘Eleştiren, sonunda eleştiriye uğrar.’ “
Bil ki , gezegenlerin tümü cevherlerini Ay ‘ın üzerine boşaltır. Ay da suyun üzerine. Ay yücelerde ve derinlerde olan şeylerin biriktiği, yücelerden derinlere taşındığı yerdir gök cisimleri içinde dünyaya en benzeyen olduğu için bütün işlere kılavuzluk eder.
Sevgilinin yüzü senin güzelliğini çoğaltır, sen ne kadar bakarsan, işte o kadar.
“Bazı filozoflara göre Allahu Teala bütün ruhları bir küre gibi yuvarlak yaratmıştır. Sonra onları bölüp her bir yarısını bir bedene vermiştir. Bir ruhun iki yarısını taşıyan bedenler birbiriyle karşılaşırsa aralarında o eski bağlantı tekrar canlanır ve aşk doğar. Bu bağın etkisi, insandan insana tabiatlarının inceliğine göre değişir.”
Hayat, gece ve gündüz olarak ikiye ayrılmıştı. Biri bizim yaşadığımız, diğeri ise içimizde yaşananlar.
İnsanlar yarım ruhlardır. Ömürleri boyunca diğer yarılarını ararlardı. Diğer yarısını bulan mutlu olur, bulamayan acı çekerdi.
Dünyalar dolusu aşk bir eve nasıl sığabilir? Şu balkon titreyip sarsılmadan, caddenin ortasına yığılmadan, gökyüzüne savrulmadan benim aşkımın ağırlığına nasıl dayanabilir? Ona adım adım yaklaşmak için derlediğim tonlarca bulutu şu küçücük oda nasıl taşıyabilir? Bu duvarlar nasıl ayakta kalır taşkın neşemin karşısında? Onun ışığına pervane olup ufuktaki son noktayı değin kanat çırpıyorken pencereler nasıl tuzla buz olmaz?
İçindeki acı, içimdeki acıyla buluştu.
Ayaklar sevilen kalbe koşarak gider, istenmeyen yere ise zorla, sürüklenerek.
Mevcut durum ne kadar iyi olursa olsun, hayal etmeden bu dünyaya tahammül edebilmek mümkün değil.
Kimse aynı tahammül eşiğine sahip değildi.
İnsanların yeni bir sayfa açmak dediği şey, kötü bir şakadan ibaretti.
İnsana unutma nimetini bağışlayan Allah’a şükürler olsun.
Hayat, gece ve gündüz olarak ikiye ayrılmıştı. Biri bizim yaşadığımız, diğeriyse içimizde yaşananlar.
Meyye, suskunluğun bir insanın yapabileceği en etkili eylem olduğunu düşünürdü. Sustuğu vakit herkesi bir güzel dinler, bıkınca da sessizlik içinde kendini dinlemeye yönelirdi.
“İnsanların tecrübe dediği şey müzmin bir hastalıktı. Ne öldürüyor, ne de bir türlü iyileşiyordu. Kimi zaman tahammül sınırlarını aşıyor olsa da elinden kurtulmak imkansızdı. Nereye gitse insanın peşinden geliyor, bir an boşluk bulunca insanı gafil avlıyordu. İnsanların yeni bir sayfa açmak dediğin şey, kötü bir şakadan ibaretti.”
“İlim aşkı insanı yakar.”
“İnsana unutma nimetini bağışlayan Allah’a şükürler olsun.”
“Hayat, gece ve gündüz olarak ikiye ayrılmıştı. Biri bizim yaşadığımız, biri de içimizde yaşananlar.”
“Avucunla güneşi kapatamazsın.”
“Ayaklar sevilen kalbe koşarak gider, istenmeyen yere ise zorla, sürünerek.”
“Mevcut durum ne kadar iyi olursa olsun, hayal etmeden bu dünyaya tahammül edebilmek mümkün değil.”
“İnsanların tecrübe dediği şey müzmin bir hastalıktı. Ne öldürüyor, ne de bir türlü iyileştiriyordu. Kimi zaman tahammül sınırlarını aşıyor olsa da elinden kurtulmak imkansızdı. Nereye gitse insanın peşinden geliyor, bir an boşluk bulunca insanı gafil avlıyordu. İnsanların yeni bir sayfa açmak dediği şey, kötü bir şakadan ibaretti. “
Kafamın içinde uğultular bitmiyor. Önümdeki her şey suya batmış gibi görünüyor, hiçbir şeye odaklanamıyorum. Kendimi bir kuyuda baş aşağı asılmış gibi hissediyorum. Kalın urganlarla bağlanmış gibiyim. Başım kuyunun karanlık duvarına çarpıyor. İpler sanki kopacak ve kuyunun dibini boylayacağım.
Meyye, suskunluğun bir insanın yapabileceği en etkili eylem olduğunu düşünürdü.
İçinde kopan gürültüler kulaklarını sağır etti. Fakat bunu kimsenin duyduğu yoktu. Kendisine çizilen çemberin içine daha da gömüldü.
İnsanlar yarım ruhlardı. Ömürleri boyunca diğer yarılarını ararlardı. Diğer yarısını bulan mutlu olur, bulamayan acı çekerdi.
Ben yetişkinlere ait elbiseler giyen küçücük bir çocuğum.
Kafamın içinde uğultular bitmiyor. Önümdeki her şey suya batmış gibi görünüyor, hiçbir şeye odaklanamıyorum. Kendimi bir kuyuda baş aşağı asılmış gibi hissediyorum. Kalın urganlarla bağlanmış gibiyim. Başım kuyunun karanlık duvarına çarpıyor. İpler sanki kopacak ve kuyunun dibini boylayacağım.
İnsana unutma nimetini bağışlayan Allah’a şükürler olsun.
Hayat, gece ve gündüz olarak ikiye ayrılmıştı. Biri bizim yaşadığımız, diğeri ise içimizde yaşananlar.
Bazı filozoflara göre Allahu Teala bütün ruhları bir küre gibi yuvarlak yaratmıştır. Sonra onları bölüp her bir yarısını bir bedene vermiştir. Bir ruhun iki yarısını taşıyan bedenler birbiriyle karşılaşırsa aralarında o eski bağlantı tekrar canlanır ve aşk doğar. Bu bağın etkisi, insandan insana tabiatlarının inceliğine göre değişir.
Ayaklar sevilen kalbe koşarak gider, istenmeyen yere ise zorla, sürüklenerek.
Aslında yuvarlak olan ruhlar ikiye ayrılmış, her parça kendine ait olanı ararmış. Aşk dedikleri işte buymuş. Birbirini tamamlayan ruhların kavuşması.
Hayat,
gece ve gündüz olarak ikiye ayrılmıştı.
Biri bizim yaşadığımız,
diğeriyse içimizde yaşananlar.
Dünyalar dolusu aşk bir eve nasıl sığabilir?
Geleceğe dair, hayalden ziyade korkuları olan biri.
Bilmek afettir. Bilmemek rahatlık verir.
İnsana unutma nimetini bağışlayan Allah’a şükürler olsun.
Bilmek başa beladır. Ben hiçbir şey bilmediğim için rahatım.
Ayaklar sevilen kalbe koşarak gider, istenmeyen yere ise zorla, sürüklenerek.
Bil ki gezegenlerin tümü cevherlerini Ay’ın üzerine boşaltır. Ay da suyun üzerine. Bütün cevherler sudan ayrışır. Ay yücelerde ve derinlerde olan şeylerin biriktiği, yücelerden derinlere taşındığı yerdir. Gök cisimleri içinde Dünyaya en fazla benzeyeni olduğu için bütün işlerde kılavuzluk eder. Ay’ın hallerini gözet. Onun iyiliği her şeyin iyiliğidir, bozulması da her şeyin bozulması. Ay’ın başka bir gök cismine yaklaşması bu gök cisminin kılavuzluk yaptığı şeyi güçlendirir, uzaklaşması ise kılavuzluk yaptığı şeyi zayıflatır. Ay’ın ışığı artmışsa ve Mars’a bitişikse olabilecek en iyi haldedir. Işığı zayıfsa Satürn’e bitişik veya ona doğru ilerliyorsa olabilecek en kötü haldedir.
Mevcut durum ne kadar iyi olursa olsun, hayal etmeden bu dünyaya tahammül edebilmek mümkün değil.
Kaçınılmaz kadere kim galip gelir?
Sahip olmanın tadına varıp kafiyeli sözler yazan şairler aşık değildi, avcıydı.
İnsanların tecrübe dediği şey müzmin bir hastalıktır. Ne öldürüyor, ne de bir türlü iyileştiriyordu. Kimi zaman tahammül sınırlarını aşıyor ya da elinde kurtulmak imkansızdı. Nereye gitse insanın peşinden geliyor, bir an boşluk bulunca insanı gafil avlıyordu. İnsanların yeni bir sayfa açmak dediği şey, kötü bir şakadan ibaretti.
İnsanlar yarım ruhlardı. Ömürleri boyunca diğer yarılarını ararlardı. Diğer yarısını bulan mutlu olur, bulamayan acı çekerdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir