Peyami Safa’nın en güzel kitaplarından Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Kitap Alıntıları sizlerle.
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Kitap Alıntıları
Görülecek, işitilecek, tadılacak, okunacak, yazılacak, yapılacak o kadar çok şey birikiyor ki, bundan sonra hayatımın bütün bunlara yetişmeyeceğinden korkuyorum.
Ve bana Goethe’nin bir safsatasını telkine çalıştı. “Az ümit edip çok elde etmek hayatın hakikî sırrıdır.”
Yalan bana suçların en ağırı gibi geliyor.
Yalana her şey isyan etmelidir. Eşya bile: Damlardan kiremitler uçmalıdır, camlar kırılmalıdır hatta yıldızlar düşüp gökyüzünde bin parçaya ayrılmalıdır.
Ve içimde geriye dönmek korkusu var.
Herkes yalandan nefret eder ve yalan söyler…
Istıraptan korkmamanın tek ilacı ıstıraptır. Bu ateşi o ateş söndürür.
İyiler Kaybetmez, Kaybedilir…
Beni yalnız bu koruyor: Bu aşk, bu merhamet.
Yalancı istikbalin şüpheli vaatlerine değil, teminatına ve senedine ihtiyacım var.
Halbuki mesele çok basit : İnsan hastalanır ve ölür.
Işığa çok bakamıyordum, bu güneş bile gözlerimden içeriye girince, kendimden daha büyük bir karanlık denize düşmüş gibi derhal sönüyor ve içimin rengini alıyordu.
Annelere anlatılan kederler taksim değil, zarbedilmiş olur: Çocuklarının felaketini iki kat şiddetle hisseden anneler, bu ıstıraplarını çocuklarına fazlasıyla iade ederler; böylece keder anadan çocuğa ve çocuktan anaya her intikal edişinde büyüdükçe büyür.
Görülecek, işitilecek, tadılacak, okunacak, yazılacak, yapılacak o kadar çok şey birikiyor ki, bundan sonra hayatımın bütün bunlara yetişmeyeceğinden korkuyorum.
Az ümit edip çok elde etmek hayatın hâkiki sırrıdır.
Bir tek cevabı saatlerce sürebilecek sorular soruyorlardı; hiçbirine cevap veremiyordum.
Bana uzatılan ellere bir uçurumun dibinde imişim gibi sarıldım.
Ben ondan evvel, ruhen çocukluktan çıktım, daha evvel ciddileştim. O hâlâ çocuktu. Fakat bu benim hoşuma gidiyordu. Kendimde kaybettiğim şeyleri onda buluyordum.
Ağaçların bile sıhhatine imrenerek yürürdüm.
Kendi kendime çok borçlandım. Kendime vaadettiğim şeyleri yapamazsam utancımdan aynaya bakamayacağım…
Birbirimize açıldıkça kapanıyorduk.
Büyük bir hastalık geçirmeyenler, her şeyi anladıklarını iddia edemezler.
Altı saat uykuya ayrılırsa, her gün on sekiz saat boş. Görülecek, işitilecek, tadılacak, okunacak, yazılacak, yapılacak o kadar çok şey birikiyor ki, bundan sonra hayatımın bütün bunlara yetişmeyeceğinden korkuyorum.
Kendi kendime çok borçlandım. Kendime vaadettiğim şeyleri yapamazsam utancımdan aynaya bakamayacağım..
Kükürt serpmek bahanesiyle bağa gidiyoruz ve yere eğilerek, yapraklar arasında, dudaklarımızı birleştiriyoruz.
Ben Nüzhet’in kahkahalarından ürkerim, bu, bir silahtır ki Nüzhet onu başkalarının zaafları üzerine merhametsizce boşaltır.
Denizde, dalgalar arasında boğulacağımı anladıktan sonra hareket yapmayarak kendilerini suya salıverenler ve felâketi bir an evvel isteyenler gibi kendimi bırakmıştım.
… bu güneş bile gözlerimden içeriye girince, kendinden daha büyük bir karanlık dehlizine düşmüş gibi derhal sönüyor ve içimin rengini alıyordu.
Önüme çıktığını görmek beni hem sevindiriyor, hem kederlendiriyordu.
Öyle bir yaştaydım ve öyle bir mizaçtaydım ve çocukluğumda o kadar az oyun oynamıştım ve aldatmasını o kadar az öğrenmiştim ki, yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu; ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil, eşyanın bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşıyordum. Yalana her şey isyan etmelidir.