İçeriğe geç

Dokuz Buçukta Bilardo Kitap Alıntıları – Heinrich Böll

Heinrich Böll kitaplarından Dokuz Buçukta Bilardo kitap alıntıları sizlerle…

Dokuz Buçukta Bilardo Kitap Alıntıları

Acısı olmayan insan nedir ki?
Cezaevinde bir ülke hakkında ne kadar çok şey ögreneceğini tahmin edemezsin. Senin cezaevlerinde en çok rastlanan suç dolandırıcılık. Ama kendi kendini kandırma suç sayılmıyor.
Şüphesiz hepimiz mahpusuz aslında, vücutlarımızın mahpusu, ta ki ruhumuz özgürlüğüne kavuşup Yaratan’ına gidene kadar.
Kötü bir dünyada yaşıyoruz, yüreği temiz olanlar o kadar az ki.
Bir el hareketinin insanın hayatına mal olduğu dünyada, deli olarak ilan edilmenin bir yaşama ve ölüm sorunu olduğu dünyada benim hayatta kalmam bir talih oyunundan başka nedir ki?
Katiller bile, günün yirmi dört saati katil değildiler.
Ardında soru işareti yerine nokta olan ve kendi cevabını kendisi veren sorularından korkardım.
Sonsuz kalbin acıması da sonsuzdur.
Burada insanların üstündeki eşyalar kartondan bebeklerin elbiseleri gibi atılmıştı sırtlarına. İnsanlar çaresizce zamanın duvarlarını tekmeliyorlardı, camdan yapılmış yüzyıllardan daha kalın olan duvarlarının.
Acıyan yürek sonsuza dek sağlam kalır
Kendimi mi aldatıyorum , yoksa karşılaştığım insanlar gerçekten geride bıraktıklarım kadar kötü mü ?
Eski elbiseler içindeki gerçek bir soyluyu yeni elbiseler giyinmiş bir sahtekardan hemen ayırıverirdi.
Formülleri açığa çıkarmak , sözcüklere sır katmak , anıları duygu haline dönüştürmek yanlıştı. Duygular , sevgi ve nefret gibi iyi ve sağlam şeyleri bile öldürürlerdi.
Sevecenlik biraz da ağzını tutmak demektir. Sözcükler haline dönüşen sırlar öldürücü olabilir.
Bize çikolata getirmişti. O yumuşak kahverengi şeyden korktuk önce. O güne kadar hiç yememiştik.
İnsan büyüdüğünde yeniden aynı yerlere ancak bunalım içinde olduğu zaman gider.
Ben yemeğin sonunda ne yiyeceğime ancak yemek yerken karar verebilirim. Peynir mi , pasta mı , dondurma ya da omlet mi , yemek bitsin sonra düşünürüz. Ama kahve konusunda tereddüt etmem doğrusu.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Sen de Tanrıdan bile daha acımasızsın. Hiç olmazsa o pişman olanların günahlarını bağışlıyor.
Biz Tanrı değiliz. Onun büyüklüğüne erişemediğimiz gibi acımasına da erişemeyiz elbette.
Sana pişmanlık göz yaşları vermek isterdim , ama zorla yapamıyorum ki !
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ben birisiyle tanıştığım zaman kendi kendime onun eline bırakılmak isteyip istemediğimi sorarım. İnan bana evet diyeceğim çok az insan var yeryüzünde.
İki dünya savaşı görmüştü bu sandalyeler , yetmiş yıldır tren bekleyen köylülerin kıçlarına oturak olmuşlardı.
Her şeyin açıklanabilir olacağı bir geleceğe olan güven.
İyi , öyleyse yalnız bırak beni gelecekle. Ben bugünün nasıl olduğunu duymak istemiyorum.
Gürültü yaptıkları için çocukları azarlayan huysuz ihtiyarların , gerçekte günün birinde kendileri de huysuz ihtiyarlar olup gürültücü çocukları azarlayacak olan kimseleri azarladıklarının farkındayım.
Bir el hareketinin insanın hayatına mal olduğu dünyada , deli olarak ilan edilmenin bir yaşama ve ölme sorunu olduğu dünyada benim hayatta kalmam bir talih oyunundan başka nedir ki ?
Kaderin vurduğu her tokat için şükürler olsun
Acı , kardeş ruhları kardeş yaptığı için
O günlerde kendisi açık çaydan nefret ederdi. Evleneceği kadında aradığı niteliklerden biri de iyi çay yapmasını bilmesiydi.
Sessizlik insanı çökertiyordu.
Çocuk gibidir o , dünyanın ne denli kötü olduğunu hiç bilmez. Yüreği saf olanlar o kadar az ki. O da onlardan biri işte. Saf yüreğinde hiçbir leke olmayan sessiz bir adam.
Arada sırada öksürmesi beklenen ama öksürmek gibi adi bir şey yapacak kadar alçalmayan büro patronlarına benziyorsun.
Aslına bakılırsa , kulüp masalarında çıplak kadınların dans etmeleri insanın sandığı kadar gücendirmezdi atalarını. Bu atalar , duvarlarda asılı portrelerinde göründüklerinden çok daha az saygıdeğer insanlardı yaşadıkları zamanlarda.
Dev bir cankurtaran simidi gibi sarıyordu yalnızlık beni de. Yine zaman denizinde yüzüyor , kah dalgalar arasında kalıyor , kah geçmişin ve şimdiki zamanın okyanuslarını aşıyor , batmaktan ancak yalnızlığım sayesinde kurtuluyordum.
Ben İsa’nın adını ağzıma almamıştım. Hiç düşünmedim bile onu , beni pençesinde tuttuğunu bildiğim halde.
Her gün dört kilometre yol yürüdüm. Hep aynı saatte ve hep aynı yolda. Her zaman , hep aynı saatte aynı yerde görülmüş olmak isterdim.
Annem iyi yürekli bir kadındı , çiçekleri ve güzel perdeleri seven , ütü yaparken şarkı söyleyen ve akşamları soba başında hikayeler anlatan kadınlardan.
Zaman , çocukken babamın kollarına koşmam gibi sığınılacak çocukça bir şey değildi.
Onları dinlemek zorunda kalacaktım ve onlar her zamanki gibi benim söylediklerine değil de kendilerine güldüğümü anlayamayacaklardı.
Yapayalnız ve bomboş hissediyordum kendimi. İçimde zerre kadar heves yoktu , nedenini de bilmiyordum üstelik. Hiç kafamı yormamıştım bunlarla zaten.
Ey gün doğarken kırılan kalbim !
Onun bakışındaki bilgelikten ya da söyleyeceği hiç beklenmedik şeylerden korkardım. Hangisi olacak bakalım , para mı şeref mi , Tanrıya mı hizmet yoksa insanoğluna mı ? Ardında soru işareti yerine nokta olan ve kendi cevabını kendisi veren sorularından korkardım.
Ellerinde toz bezleriyle kızlar canlı heykeller haline dönüşür , yorgun başları dinlendirmek için yaratılmış göğüslerini sabah serinliğine bırakırlardı.
Sonra pazardan fileleri lahana ve havuç , bezelye ve erik dolu kadınlar geleceklerdi ; ne kadar iyi ev kadınları olduklarını ve yorgun köylü kadınlardan ucuza mal kapatmadaki ustalıklarını göstermek için.
Garsonların masadan masaya uçmalarına , tuzlukları ve çiçekleri bir havayla yerleştirmelerine , tuzluğun konumuna uygun olarak listeyi hafifçe itelemelerine bayılmıştım. Küllükler altın yaldız kenarlı , kar beyazı porselendendi. Beğenmiştim bunu. Ne hoş bir sürprizdi böyle. Kent şimdiye kadar takılıp kaldığım çukurlardan ne kadar da değişikti.
Adam düzenden hoşlanır ancak düzenli olamazdı.
Salonu öğle yemeğine hazırlıyorlardı. Bir garsonlar ve komiler balesi.
Biz Almanlar Savaşta Öldü yerine Düşmüş yazarız mezar taşlarına.
Yıllar saniyelere bölünmüş , saniyeler de saatin sakin sesiyle sonsuzlara kadar uzatılmıştı.
Binlerce anının hareketleri , renkleri ve kokuları birbirine karışıyor , üst üste biniyordu. Zihnimde bir sürü sayı dolaşıyor , renk değiştiriyor , çeşitli yön ve açılara giriyordu.
Ben insanları ve olayları , insanlar ve olaylar olarak değil de zihnimde biçimler olarak yerleşen birtakım hareketler olarak anımsarım.
Öğle olunca sandviçlerimi bir çöplükte geometrik desenler çizerek dolaşan aksi suratlı tavuklara attım.
Emekli aylığı alan solgun yüzlü yaşlı adamlar pipolarını doldurmak için aybaşını özlemle bekliyorlardı.
Dünya ne kadar kötü , yüreği saf olanlar ne kadar azdı.
Şerefsizliği hiç bilmediğin için şerefin ne demek olduğunu öğrenemedin sen.
Bazı şeylerin satılık olmadığını bilmeniz için benim kadar yaşlı ve kötü olmanız gerekir. Erdemin olmadığı yerde kötülük kötü sayılmaz. Erdemin de ne olduğunu , bir orospunun bile bazı müşterileri reddettiğini bilene kadar anlayamazsınız.
Ben öyle paspas olarak kullanılmaya pek aldırmam. İsterseniz hemen burada yere yatıp benden özür dilemesi gereken bu beyin pabuçlarını da öperim.
Ama sıkıntısız aşk da olur mu ? İnsanın vicdanı çıkmışsa geride kalan utanma bile değildir. Sıkıntıyı alıp götürdün mü insan da yok olur.
Aşk , bahşiş vermek gibidir. Bir içgüdüdür.
Bir gün olur da burada yağda kızarmış yumurta ısmarlarsan ve ben de o sırada mutfakta bulunursam tavanın içine şöyle okkalı bir tükürük kondurmak boynumun borcu olsun. Erimiş yağda bir öpücük sana.
Bir de ne zaman bahşiş verilip ne zaman verilmeyeceğini bilmeyen insanlar vardır.
O kurnaz ve kötü görünmeye çalışırdı , oysa insanlara inanırdı.
Çılgın demişlerdi. Sonra tımarhaneye kapattılar. Ama bana sorarsan deli falan değildi. Müzelerdeki eski resimlerde gördüğüm kadınlara benzeyen bir kadındı.
Deliydi elbette. Eline fazladan geçen her şeyi dağıtırdı. Her zaman da bolluk içindeydi.
Eğer herkesin ahlakı şüphe edilmeyecek kadar yüksek olsaydı ağzı sıkı diye ün salınır mıydı hiç ? Sıkı ağızlı olmak gereken bir durum olmayınca ağzı sıkılık neye yarar ki ?
Yarım yumurta istemiş bir adam bir yumurtalık fatura çıkarıldı diye söylenip duruyordu bir kenarda. Üstelik müdürün yumurtayı listeden bütün bütüne çıkarma teklifine daha da öfkeleniyor ve kendisine yarım yumurtalık yeni bir hesap çıkarılmasını istiyordu. Israr ediyorum. diyordu. Hiç şüphesiz adam bütün dünyayı , gittiği her otelden yarım yumurtalık hesap pusulası toplamak için dolaşmaktaydı.
Süt ve ballı kahvaltısını edip de kızarmış yumurtaya burun kıvıran köpek şimdi de köpekçe gereksinimlerini gidermek ve kaybetmek üzere olduğu koku alma duyusunu gazeteci kulübelerinde , park etmiş arabalarda ve bekleyen otobüslerde canlandırmak için dışarı çıkarılmasını bekliyordu.
Adam oda anahtarını gülerek almıştı. Odasında bavullarını yerleştirdikten sonra cebinden emniyeti zaten açık olan tabancasını çıkarmış ve beynini paramparça etmişti.
Ve gülüşü de saygısı gibi tüyler ürperticiydi.
İlişkide bulunduğu herkese gösterdiği bu saygının ardında bir hor görünün var olduğu seziliyordu.
Acıyan yürek sonsuza dek sağlam kalır.
Hiçbir intihar heveslisi kapıda tanınamaz.
İyilikleriniz neredeyse kötülüklerinizden daha korkunç
Acıyan yürek sonsuza dek sağlam kalır..
Figüranlar iyi eğitilmişti, ben de iyi bir yönetmendim.
Fethedilmeyi bekleyen bir ülke gibiydi gelecek.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir