İçeriğe geç

Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri Kitap Alıntıları – Yaşar Kalafat

Yaşar Kalafat kitaplarından Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri kitap alıntıları sizlerle…

Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri Kitap Alıntıları

Halk inançlarında gıda ve yiyeceklerle ilgili olan nimetler ‘rızık’ olarak bilinir. Halk rızkı Allah’ın verdiğine başka rızk vericinin olmadığı inancındadır. Rızk, şükrü gerektirir. Rızkına şükür etmeyen nankör olarak bilinir. “Tuz hakkı “ekmek hakkı” ile birlikte anılır.
Altay Kutay inancında kişinin ölümünün, 3., 7., 9., 40. günleri ve sene-i devriyesi yapılır. Akşamları çok konuşulmaz ve akşamları ölmek muteber sayılmaz. Akşam saatleri ay çıkmış ise Burkut /kut olmaz, denilir. Anadolu’da ölünün, 3., 7., 9., 40. günlerine ilâveten 52 si de yapılır. Bu günlerde hayır işlenir, lokma dağıtılır, helva kavrulur.
Ölenin ardından, definden sonra unutulmadığını ve hatırlandığını, öbür dünyada rahat etmesi için arandığını, anıldığını göstermek için, ölümün üçünde, yedisinde, dokuzunda, kırkında ve ölümlerinin yıl dönümlerinde merasim yapılır ve ziyafetler verilir.
Urfa’da ise, ölünün üzerinden kedi atlamasını uğursuzluk sayarlar. Eğer ölünün üstünden kedi atlarsa, onun hortlayacağına inanılır.
Ata mağaraları, ata mezarları, yani ölenlerin defnedildiği yerler, Türkler için mukaddestir, oralar kirletilmez, yabancıların ayak basmasına izin verilmez. Ata mezarları muayyen zamanlarda ziyaret edilir ve bu mezarlarda ataların ruhlarını memnun edecek şekilde âyinler yapılır, kurbanlar kesilirdi
Batı Hun Türklerinin efsanevî kağanı Atilla, ölümünden sonra, altın, gümüş ve demirden bir tabut ve sanduka içine yerleştirildikten sonra, geceleyin gizlice bir yere gömülmüştür. Bu gizlilik, ata ruhunun düşman eline geçmemesi, ona bir fenalık edilmemesi endişesi ve inancından kaynaklanmaktaydı. Atilla’nın mezarına düşmandan aldığı silâhlar, kıymetli taşlarla süslü at takımları konmuştur. Gömüldüğü yeri kimse bilmesin diye, onu gömen köleler de. hemen öldürülmüştür.
Türklerde yedi ve dokuz sayıları dinî inançlarla ilgilidir. Yaradılışa dair bilgilerde; Tanrı dalsız budaksız biten ağaca dokuz dalın bitmesini emreder, dokuz dalın kökünden dokuz kişi türer. Bunlardan dokuz ulus olur.
Elazığ’da, gerdek gecesi, kız tarafı tatlı şerbet yapıp geline getirir, ikram eder. Gelin damadın şerbetine üç kere sezdirmeden tükürür gibi (tu-tu-tu) yapar. Gelin bunu yaparsa, evliliğin daha muhabbetli geçeceğine inanılır.
Muş’da evlenme çağına gelen oğul anaları, çocuklarından Artık evde uyuyamıyorum sözünü işittiklerinde, anlar ki, evlâtları evlenmek istiyor. Bunun üzerine kız bakmaya çıkarlar.
Sivas’da, Abdülvahap Gazi’yi evlenmek isteyen kızlar ziyaret eder. Gece karanlığında olan bu ziyaret sırasında evlenmek isteyen dilek sahibi kızlar, türbe yanında şöyle seslenir; “Ey, talihim! Dağda mısın, taşta mısın, suda mısın, çölde misin? Nerede isen, bu gece gelesin, beni burada bulasın!” Aynı maksat ile Urfa’da Zeve ziyaretine varan evlenme adayları da, “Dede sana mum adadım; benim şu müşkülümü hâllet!” diye dilekte bulunurlardı
Muş’ta, evlenme çağı geçen kız, kısmetinin bağlı olduğuna inanır. Eğer bu kız, arka arkaya üç çarşamba, bir oklava alıp, oklavayı ata biner gibi iki bacağı arasına alarak minareye çıkar ve orada şerefeden, üç kere “Kırnavınız ve âdetiniz batsın, it babaliler” diye devir yaparsa, o kızın kısmeti hemen açılır ve istemeye gelirler, diye inanılır.
Ayrıca, yeni evlenen gelinin ayağının altına isim yazmak, gelinin arkasına süpürge bağlamak, saçından bir parça kesip almak, kına gecesi duvağı gelinden kapıp başa takmak gibi birçok benzeri yol ile de bahtlarının açılacağına, evleneceklerine inanırlar.
Ağrı’da, eskiden yaşaması ümitsiz olan çocuklara büyüyünceye kadar İslâmî isimleri vermezlerdi. İslâmî olmayan isimler takarlardı ve bunların kısaltılmış şekillerini lâkap gibi kullanırlardı. Çocukların bu şekilde korunacağına inanılırdı. Bu inanç da, tipik bir Türk inancıdır. Amaç, çocuğa fenalık eden kötü ruhu şaşırtmak, yalancı ad ile onu aldatıp çocuğu fenalıktan gizlemektir.
Erzincan ve Erzurum’da çocuğu olup da yaşamayan kimseler, çocuklarına, ölmesin, yaşasın anlamında. Yaşar, Dursun, Durak, Durdu gibi adlar verir.
Alican ismindeki “can” son eki ve Âlim ismindeki “m” harfi Ali ismine ve Hz. Ali’ye duyulan saygı ve sevgiden kaynaklanmaktadır.
Halk arasında yaygın olan “Gül koklamak sevaptır düşüncesi, mevlidlerde gülsuyu ikramı, gülün Hz. Muhammed’in sembolü olması ile ilgilidir. Gülem, Gülbeden, Gül, Gülsüm, Gülkız, Aygül, Gülümser, Gülfidan, Güldalı gibi isimler bu türdendir.
Gül’lü isimlerin halkımız tarafından çok kullanılmış olması, gülün Hz. Muhammed’i temsil ettiğine inanılmış olmasındandır.
Kazak ve Kırgız Türkleri arasında, çocukları kötü ruhlardan, nazar değmesinden korumak için, onlara Ödemiş, Satılmış, Satılgan gibi adlar yanı sıra, İt, Köpek gibi hayvan; Bokbay ve Tezekbay gibi pislik adları da verilmektedir.
Türk inançlarının yaşayan izlerinden biri de, akşam hava karardıktan sonra kapı önüne sıcak su dökülmemesidir. Bunun sebebi olarak, kapı önünde bulunan cinlerin yanıp sakat kalabileceği ve sonra da, bunların, o evde doğacak çocuklara intikam almak için musallat olacağı korkusu gösterilir.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Tunceli de, Munzur Dağı’ndan çıkan Munzur Çayı suyunun, çocuğu olmayan analar üzerinde olumlu tesir gösterdiği inancı vardır. Munzur’un gözelerinden çıkan köpüklü sular mukaddes sayılır. Bu yüzden balıkları yenmez ve içine girip kirletilmez
Kaşgarlı bir kadın doğurduğu zaman, ondan “Tilki mi yoksa kurt mu” diye sorulduğunda, tilki ile kız ve kurt ile de erkek çocuğun kastedildiğini açıklıyor.
Yine, rüyasında armut gören kadının erkek, elma gören kadının ise, kız çocuk doğuracağı hükmüne varılırmış
Doğum öncesi çocuğun cinsiyetini tayin etmede rüyaların rolü olduğuna inanılır. Erzurum’da tespit edilen inanca göre, meselâ, kadın rüyasında pahalı elbiseler, takılar takmış olarak kendini görürse, erkek çocuk; ucuz şeyler giymiş görürse, kız çocuk doğuracağına inanırmış.
Doğacak çocuğun mavi gözlü olmasını isteyen kadınlar, Urfa yöresinde gökyüzüne bakarlar. Ardahan’da gelinin kucağına erkek çocuk verilmesi ile, ilk çocuğunun erkek olacağına inanılır.
Erzurum’un Babaderesi köyünde, Öğle Tepesi denen mevkiide, ulu bir ardıç ağacı vardır. Gölgesinde 400 koyunun yatabileceği büyüklükteki bu ardıç, kurumuş olmasına rağmen hâlâ bir ziyaretgâh olarak, çocuk sahibi olmak isteyenler tarafından ziyaret edilir.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Narman’da ise kadınların ziyaret ettiği Arap Dede’yi çocuksuzlar da ziyaret eder. Ancak hamile kadınların ziyaret sırasında ellerini yüzlerine sürmemeleri gerekir. Aksi halde, doğacak çocukların yüzlerinin benekli olacağı sanılır.
Kızıl elmanın manevî kaynağında Türklerin tek tanrılı inanç dönemlerinin Kağan anlayışları vardır. Bu inanca göre. Gök Tanrı Türklere dünyaya hâkim olmayı ihsan etmişti. Bilge Kağan Tanrı irade ettiği için tahta oturdum; dört yandaki milletleri nizama soktum” diyordu. Türk Kağan’ını Tanrı tayin ediyordu.
Elma, halk kültürümüzde, üremenin, çoğalmanın, yayılarak büyümenin simgesidir. Elmalı yer, döl tutmaya müsait, hikmetli yerdir.
Türklerin hayatında, çocuk sahibi olmak isteyenler, Tanrı’nın rızasını kazanmak için açları doyurur, çıplakları giydirir ve ağzı kutlu kişilerin alkışını / duasını dilerlerdi.
Çocuk sahibi olmak isteyen analar, ata mezarlarını, evliya türbelerini ziyaret edip, onlara adak adar, dilek diler ve kendilerinden himmet beklenirdi. Eskiden de, mukaddes kabul edilen ağaçlara, ata mezarlarına, kam mezarlarına çaput sağlayarak, saçı ve kurban sunarak çocuk dilemek ve yardım istemek Türkler arasında yaygın bir inançtı
Başlangıçta, Türkler, çocukları koruma görevinin ve üremeyi sağlama işinin Umay’a verildiğine inanmışlardır.’ Bu inanç, “Umayka tapınsa oğul bolur” atasözünde de yer almıştır.’ Anlamı, birisi ona hizmet eder, hürmet gösterirse, oğul evlât edinir, şeklindedir.
Kars çevresinde, dudaklarda kimi zaman meydana gelen uçukların, şeytanın o ağzı yalaması sonunda ortaya çıktığına inanılır
Sibirya Türkleri arasındaki inanca göre. Tanrı, insanları kötülüklerden korumak üzere, onlara kartalı gönderir. Ancak, insanlar, kartalın dilinden anlamazlar. Bunun üzerine kartal, dil meselesini çözmesi için Tanrı’dan yardım ister. Tanrı, ilk rastlayacağı insana kamlık, yani oyun kudretini devretmesini buyurur. Kartal, ağaç altında uyuyan bir kadına rastlar ve onunla ilişki kurar. Kadın, kartaldan hamile kalır. Ondan doğan çocuk ise, ilk kam / oyun olur.
Erzurum, Kars ve Malatya’da, bir ölüden bahsederken “Rahmetli sağ iken beni çok severdi, artık sevmesin” denir. Ölünün sevgisinin devam ettiği kişinin de öleceğine inanılır. Böyle söylenilerek korunmuş olunur.
Kars’ta, Angut diye bilinen Karabatak’ı andıran bir kuş vardır. Bu kuşun etinin yenilmesinin ve avlanmasının felâket getireceğine inanılırdı.
Yakut Türkleri, kartalı yaralamayı ve öldürmeyi büyük günâh kabul ederler, Eğer bir kartal tesadüfen bir av tuzağına düşmüşse, ona ataları gibi hürmet ederler. Ölmüşse, ölülerine yaptıkları gibi, onun kayın ağacının kabuğuna sarıp bir ağaca asarlardı.
Aynı şekilde, kayın ağacından türediklerine inanan Uygur Türkleri de, bu ağaca karşı büyük hürmet beslemişlerdir.
Ruh/tın yeryüzüne don değiştirerek dönebilirdi. Bu inanç,Türklerin soylarını muhtelif canlılara bağlamalarına yol açmıştır. Daha önce de temas ettiğimiz gibi, Türklerin, kurttan türemesi inancı bunun bir tezahürüdür.”’ Bu yüzden kurda karşı Türkler, tarih boyunca büyük hürmet göstermişlerdir.
Kars yöresinde mezar, mezarlık ve türbe türünden mekânlar, parmak uzatarak gösterilmez. Bunu yapanın çarpılacağına inanılır.
Altay Türkleri uyuyan insanları uyandırmaz. Uyurken uyandırmayı da tehlikeli sayarlar. Uyuyan kişi, kendisi uyanmalıdır. Çünkü, uyku sırasında bedenden ayrılan ruh, dışardan uyandırma sırasında, tekrar bedene girebilme fırsatı bulamayabilir. Böyle bir durum, o kişi için tehlikeli olabilir, ölebilir.
Altay Türkleri’ne göre, insanın bir “tın”ı vardır. Bu tın/ruh, ölüm sırasında ağızdan çıkıp gider. Kimi zaman bu tının, insan vücudundan, bedeni yırtarak çıkıp gittiğine ve bunu yaparken çıkardığı seslerin işitildiğine inanılır.
İslâmiyet’te, anne ve babaya iyilik Allah’a imandan sonra en önemli bir emir olarak bildirilmiştir.
Anadolu’da sağ göz seyirir ise uğur, sol göz seyirir ise uğursuzluk alâmeti sayılır. Kişinin kirpiğinin birşey tutması ona hediye geleceği şeklinde yorumlanır.
Erzincan ve Van çevresinde bir işe başlayacak kişi, eğer bir çocuğu üç kere koşturup kendisine her defasında ”kolay gelsin dedirtirse, meselâ, örgüsünü tez bitireceğine, veya açtığı hamurun çabuk mayalanacağına inanılır.
Muş’ta, eve koşarak gelen ve içeri giren, başlanan bir iş üstüne misafir olmuşsa, o işin tez biteceğine inanılır. Aksi halde, o kişinin ayağı uğursuz sayılırmış.
Keza kötü iyelerden korunmak maksadıyla güneş battıkdan sonra evin eşiğinden dışarı bilhassa sıcak su döken kimse Destur bismillah” derken tu, tu, tu’lama da yapar. Bu uygulamada âdeta gayp âlemine karşı bir korunma vardır.
Kimi insanlar, gözlerinin insanlara dokunduğunun fârkındadırlar. Bu yüzden, beğendikleri canlı veya cansız bir şeye baktıkları zaman, “tu, tu, tu..” diye üç kez o yöne doğru tükürür gibi yaparlar. Hareket, içinde varlığını bildiği kara iyeyi şaşırtmaya yönelik bir davranıştır.
Ergenekon efsanesinde olduğu gibi, Türkler bir savaşta yok edilmek istenirken, bir dişi kurdun kurtardığı bir Türk genci ile birleşmesinden çoğalmışlardır. Bu üreme ve dişi kurt motifi, tabiatiyle semboliktir.
Sarıkamış’ta, genç kızlar kısmetlerini belirlemek için fal bakarlarken, su ve nişan yüzüğünün yanı sıra ocaktan henüz alınmış kül kullanılır.
Eve ilk defa ayak basan gelin, o an ocağa doğru bakarsa, kaynanası ölürmüş.
Eski Türk hayatında cesetler, ateşle yakılıp kül hâline getirilirdi. Bunda ateşin herşeyi temizleyeceği inancı rol oynamaktaydı. Böyle bir hareketle, ölenlerin ruhlarının kötülüklerden kurtulacağına, kötü ruhların ondan uzaklaşıp kaçacağına inanılırdı.
Muş’ta, gelin kapıdan girerken kapının üstünde yumurta kırılır ve kapı eşiğine yağ sürülür. Böylece eve yeni bir bereket getirilmiş olur.
Ağrı’da komşular birbirine ekşi hamur, anahtar, ateş, tuz, ipliksiz iğne gibi nesneleri ödünç vermezler. Bunun, uğursuzluk getireceğine inanırlar.
Ağrı, Bayburt ve Kars çevresinde, kız evinden haber vermeden, gizlice bir eşya alıp götürmek uğurla ilgili bir inançtır. Oğlan tarafı bu eşyayı uğur getirir inancı ile kız evinden çalar. Bu kızın evindeki bereketin, oğlan tarafına gizlice taşınması ile ilgili bir inancın izleridir.
Erzurum’da, akşamdan sonra komşuya maya verilmesi uğursuzluk sayılır, evin bereketinin kaçacağına inanılır.
Elâzığ da, yeni yapılan evin temeline kurban kanı, eski ayakkabı, tuz, boncuktaşı nal atılırmış. Tuz, ocakta aşın eksik olmaması, para bolluk olması; nal ve pabuç, boncuk ise, nazara karşı korunmak inancı ile atılırmış.
Samsun’da ise, Beyazıt zamanında bir yılanlar savaşı olur. Engerekler ve diğer yılanlar ovayı kuşatırlar. Bir kısım yılanlar ormanlık bölgeden bir kısmı da denizden gelirler. Savaştan evvel 9 gün toplantı yaparlar. Yılanlar halka dokunmazlar. Tanrı’nın takdiri olduğu inancından hareketle şehrin hâkimi yılanlara müdâhale etmez. Atlı olarak yılanların savaşını seyreder. Sudan gelen yılanların yenmeleri, Beyazıt’ın denizlere de hâkim olacağı şeklinde yorumlanır.
Diyarbakır’da, Sin ve Sidaş (Sindaş) adlı iki kardeşin türbesi çevresinde bulunan ağaçlara dokunulmaz. Dallarından kıranların öküz gibi böğürerek öleceğine inanılır.
Meselâ, Urfa yöresinde, sabah erken kapı önüne su dökülürse, evin rızkının artacağına inanılır.
Kars’ta ve Arpaçay’daki bir pratiğe göre, birbirini seven kız ve delikanlı, aynı anda ırmağa taş atarlarsa evleneceklerine veya dileklerinin gerçekleşeceğine inanırlar.
Erzurum’da, Kars’ta, Muş’ta, Ağrı’da, Bitlis’te muska ile büyü yapılmasında ve büyü bozulmasında muskanın suyu ile yıkanılır ve muska okunup suya atılır.
Malazgirt’in Kara Pınar suyu, inanca göre Çoban Baba’nın susuz kalan hayvanlarına su vermek için âsâsını üç defa yere vurması üzerine çıkmıştır. Burasını ziyaret etmek ve suyu kutsal kabul edilir.
Kars’ta, yedi ayrı çeşmeden su toplayıp, sabah ezanından sonra, bu su ile banyo yapan genç kızın kısmetinin açılacağına inanılır.
Ağrı ve Kars’ta, ilkbaharda, yıkanmak için akarsuya ilk defa girilirken. Ağırlığım, kirliliğim, kelliğim, keçelliğim bu suya” diye söylenirse ve bu üç kez tekrarlanırsa, o yılın sağlık ve huzur içinde geçeceğine inanılır.
Anadolu Türkleri arasında suyun temiz tutulması inancı hâlâ mevcuttur. Hava karardıktan sonra evin dışına su dökülmemesi, suyun akıp geçtiği yerlere tükürülmemesi ve işenmemesi, bu tür kirletmeler yapıldığında çarpılınacağı inancı ve cezalandırılma korkusu, Türk inançlarının yaşayan son biçimleridir.
Bingöl ve Tunceli çevrelerinde de, gelin eve getirilirken mutlaka ırmak veya dere üstüne kurulu köprüden geçirilir. Dere veya ırmak kurumuş olsa da, bu hareket yerine getirilir. Böylece, eve gelen gelinin, kötülüklerden korunacağına ve eve bereket getireceğine inanılır.
Darda kalanlara, sıkıntıda olanlara imdada koştuğuna inanılan Hıdır. İlyas/Hıdırellez, dileklerin sunulduğu bir bahar bayramı hâline dönüşmüştür. Hayatın, tabiatın âdeta bayram ettiği, renklere büründüğü zamanda yapılan adakların dilendiği, dileklerin sunulduğu, gülünüp/eğlenilen bu günler içinde, bütün arzuların gerçekleşeceğine inanılır.
Issız yerlerde yatmak zorunda kalan kişiler, Mardin, Hakkâri ve Diyarbakır’da, etraflarını bir daire çizerek sınırlarlar. Bu sınırın kendilerini gece kötülüklerden koruyacağına inanılır.
Büyü ve benzeri maksatlarla yazdırılan ve tılsım gücüne inanılan bazı nusha/muska’ların yol kavşaklarına gömülmesi ve böyle yapılırsa tesir gücünü göstereceğine inanılması da yine aynı inancın bir parçasıdır.
Yolun, ıssız yerlerin tekin olmadığı inancı, günümüzde de yaşamaktadır. Bu tür yerlerden “tuu, destur deyip geçmek, eski inançların bir kalıntısıdır.
Erbil ve Kerkük’de Kırmanç ve Türkmenler, yedi yol ağzına “taş atmak” suretiyle, dileklerinin olup olmayacağını anlayabileceklerine inanırlar; perşembe günü, güneş battıktan sonra atılan taşlar, cumadan çıkan cemaatın konuşmaları dinlenilerek yorumlanır.’
Hakkari’de şoför esnafının sefere çıkarken muhakkak bir odun kütüğünü sadaka olarak attığı “Gülerek Baba” diye bilinen bir yatır vardır; buraya bir parça odun bırakmadan yola çıkan nakliyecilerin işlerinin rast gitmeyeceğine inanılır.
Karakalpakistan’ın Hocaylı bölgesindeki Mızdehan tarihî mezarlığında, “Cömert Kasap” diye bilinen, halkın ulu bir kişi olduğuna inandığı bir makberi ziyaret ettik. Anlatıma göre, cömert kasap hayatta iken ihtiyaçlı herkese et verir ve parası olmayanlara da Ben öldükten sonra mezarımın üzerine bir avuç toprak dökün” dermiş. Şimdi bu kabir büyücek bir tümsek durumundadır. Bu tümseğin sırtına çıkan çocuksuz anne adayları buradan aşağıya doğru çocukları olacağı inancıyla yuvarlanmaktadırlar.
Tunceli yöresi halkı, büyük gövdeli ağaçları kutsal kabul ederlerken, bu ağaçların dibinde kurban keser, buraları zaman zaman ziyaret ederlerdi. Buralar aynı zamanda and içme yerleri idi. Buralarda verilen sözlerden vazgeçilmez, çocuklar bu mübarek kabul edilen yerlerde sünnet ettirilir ve buraların toprağı, suyu, şifa niyetine kullanılırdı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir