İçeriğe geç

Doğru Yolun Sapık Kolları Kitap Alıntıları – Necip Fazıl Kısakürek

Necip Fazıl Kısakürek kitaplarından Doğru Yolun Sapık Kolları kitap alıntıları sizlerle…

Doğru Yolun Sapık Kolları Kitap Alıntıları

İslâm’a bütün kapıların kapatıldığına şahit olduk. Bu hâl 1923’ten 1950’ye değin 27 yıl sürdü
Batı tesiri 19. asır başlarında bir kezzap yağmuru halinde üzerimize yağmaya başlar ve müdafaa şemsiyemizi tutan ham yobaz ve kaba softa olduğu için şemsiyeyi delik deşik eder ve sahte aydınlar ve kahramanlar kadrosunda ciğerimize kadar nüfuz eder.
Allah’ın Resulü, etraflarında Sahabileri, ince bir değnekle kum üzerine derince ve dümdüz bir çizgi çektiler ve sonra bu çizginin iki yanına kırkayağa benzer birtakım kısa hatlar ekleyerek buyurdular: – Şu dosdoğru çizgi kurtuluş yoludur: ondan kopma küçük hatlarsa felaket yönleri . Ve daha nice hadîs . Bir tanesi daha : – Musa Peygamberin ümmeti 71 firkaya ayrıldı. Biri nur, 70’i ateş yolunda İsâ’nın ümmeti de 72 bölüm Biri nur, 71’i ateş istikametinde Benim ümmetimse 73 firka olacak; biri nura, 72’si ateşe yönelecek. Âlemlere rahmet olarak gelen O’nun Saadet Devrinde her şey, feza çapında bir âvizeyi taclandırıcı, en dakik şekilde traş edilmiş billûr parçaları Avizenin saçağında ve kollarındaki her parça, dal dal birbirine düğümlü, kâinatı ışıldatan nur emrinde ve o nurun bedâhet idraki içinde. Her şey vecd, aşk ve üstün sezişten ibaret ve kimsede akıl, akılla bulmak, akılla ölçmek diye bir kaygı ve zor mevcut değil . Sonradan gelecek büyüklerin tabiriyle, bütün Sahabiler anlamıştır ki, «Peygamberlik tavrı aklın ötesinde»dir Ve insanda onu sezmeye memur vasıta akıl üstü bir şeydir, kalbtir; Peygamber sohbeti ise insanı kalbinden tutup yerden ayağını kesici ve tepe noktasına erdiricidir.
Ulu Hakan II. Abdülhamid Han, İslâm düşmanlarını karşısına almış ve 33 yıl onlarla mücadele ederek veya onları bir mikrop kesesi içine alarak zararsız hale getirmeye bakmış gerçek Türk kahramanıdır.
الكفر ملة واحدة
Küfür tek bir millettir..
#8212; lt; lt;Ne ki, Allah zannedersin, o zannettiğin şey Allah’a perdedir gt; gt;
#8212; lt; lt;Allah verâların (ötelerin) verâsında, onun da verâsında onun da verâsında gt; gt;
İmam-ı Rabbâni hazretlerinin üç kere tekrarlamakla sonsuzluğuna işaret buyurduğu lt; lt;verâların verâsı gt; gt; hikmeti ancak sır ve zevk idrarına mahsus bir fakülte belirtir; ve Allah’ı tenzihte topyekûn batıl mezheplerin yakasını ele verir.
Korkarım ki İslâm, bizden oraya gideceği yerde, moda eşyası gibi, oradan bize gelmesin!..(Avrupa’yı kast ediyor)
Gelsin de nereden gelirse gelsin!..
Gelsin de malım, isterse satışı hırsızın eliyle olsun
Tek, malım gelsin!..
Allah Resulünün kölesi olmayı en muhteşem sultanlık bilmek saadeti; ve suretâ bu köleliği kabul edip de emirlerin kabuğunda kalmak felaketi
Birinci ve ikinci Dünya Harperinden sonra çoğu bizden kopmuş olan ve sahte istiklâlcikler içinde başları boş kalan İslâm toplulukları, tepelerine yerleşmekte ve onları deve gibi kullanmakta usta, birtakım lider müsveddeleri elinde, bu ve öbür dünya nimetlerinden mahrum bir sürü haline getirilmiştir.
Abbasilerde gölgelemeye başlayan İslâm nasıl Orta Asya’dan fışkırma, hamlığı içinde saf ve temiz bir ırkın elinde pırıldamaya başladıysa, yine onun elinde karanlığa atıldıktan ve son 150 yıl içinde büsbütün çamura batırıldıktan sonra, kemal ve zeval kanunu gereğince şimdi dünyasını yine Türk’ten beklemektedir
Her şey burada bozuldu ve bütün İslâm alemini bozdu; şimdi her şey yine burada düzelmelidir ki, her yerde düzelsin
Meydan yerini, tenekeci, kalaycı, kurşuncu tarzında lt; lt;ci, cı, cu gt; gt;lar sardı
Sahte veliler enflasyonu önünde gerçek irşad makamının bedeli ödenemez çapa yükseldi.
İçtihad kelimesinin elifi üzerinde bile fikir sahibi olmayan haylazlar müçtehidliğe yeltendi.
İlahiyat fakültesi ve enstitüler, için için, vecdsiz ve haşyetsiz, kısır mantığına göre fetva verici, hususi bir mâmul yetiştirmeye memur edildi.
Diyanet, rejim hürmetine şeriat kâtli cinayet işlerini, Fransız İhtilalinin giyotinlerinden daha cömertçe yerine getirdi.
Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle İslam hesabına bir yumuşama çığırı açıldı.
Bu çığırın açılma istidadını kazandığı demlerde Ben Türkiye’nin en büyük bankasında müfettişlik makamında ve en lüks şartlar içindeyken -herhalde bağlı olduğum büyük kapının ruhuma üflediği feyz eseri olsa gerek- her şeyi teptim, bankadan istifa ettim ve kendimi fikir kavgası hayatına verdim..
Elverir ki, memlekette beklediğimiz büyük fikir zemini kurulsun ve gerçek, tahlil ve terkipçi Türk tarihçi zuhura gelsin..
Sahabi ne midir?
Ümmetin temel yapısı; kalbini, duygu ve düşüncesini peşin olarak O’na bağlayan ve sonra b bağlanış etrafındaki hakikat dairesi üstünde dilediği gibi akıl atını koşturan -ağzı kantarmalı at- ve artık hiçbir akıl sıkıntısı çekmeyen büyük insan örneği..
İşte Doğru Yolun Sapık Kolları onlardan sonra kuru akıl ve şeytani hayalin baskısıyla açılmaya başladı.
Neredesin ey vecd, teslim olunduktan sonra gelen sır idraki? Ve bu idrakin büyük fikriyatı?
Hüküm Allahındır! yaftası altında kula düşen vazifeyi idrakten aciz, bu taş kalpli ve çıban beyinli zümre (Hariciler için)
Sokrates’in Yunan Mahkemesi’nde dediği gibi:
– Şimdi ben ölmeye gidiyorum; sizse yaşamak sandığınız hayata Ama hangimiz gerçek hayata gidiyor, bunu ancak Allah bilir.
Halbuki İslâm’da, hem devlet reisi otoritesi, hem de hürriyet ve tenkid hakkı içiçe ve bir arada.İşte misâli:
Hz-Ömer:
– Eğer şeriata aykırı bir iş yaparsam nasıl karşılarsınız?
– Seni kılıçlarımızla düzeltiriz!
Fakat iki zıddın tokuştuduğu noktadaki bu ahengi gören yok
Büyük bir din âlimi Sahabiyi şöyle anlattı:
-Velinin ve sonraki ümmetin en büyüğü, Sahabinin en küçüğünün bindiği atın burnundaki toz zerresinden daha aşağı derecededir.
Bu ölçü, Sahabinin şahsına göre değil, bizzat görmüş ve bağlanmış olduğu NUR’a izafetledir ve o NUR sahabinin şahsını da masun kılmaktadır.
Sahabeler arasında bazı ayrılıklar, herbirinin samimiyetle inandığı bir görüşten ileriye geçmez ve her tarafı kendi görüş makamında haklı bulucu bir içtihat meselesi olarak kalır.
Siyasi ihtilaflar dini olanına göre madde ve ruh gibidir.İlki kılıç ve cerrahi ameliyeyle şifa bulabilir; fakat ikincisi ruh köküne kadar inilip yepyeni nesiller elinde dibinden kurutulmadıkça şifa bulamaz.
İnci, sancı mahsulüdür.
Arınma İslamı bulmakla olur, uydurmakla değil..
Artık maddemize ve ruhumuza yeni bir kisve giydirmenin zamanı gelmiştir.
Ne Ebubekir dünyayı istedi,ne de dünya onu Dünya Ömer’e yöneldi ama,Ömer onu kovdu.Osman’a dünyadan bir parçacık bulaştı.Bizse büsbütün dünyaya bulaştık.
Gözünü kapamakla ışık yok olmaz !!
Ne ki Allah zannedersin, o zannettin şey Allah’a perdedir.
İslâm’a bütün kapıların kapatıldığına şahit olduk. Bu hal 1923’ten 1950’ye değin 27 yıl sürdü ve o tarihte Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle İslâm hesabına bir yumuşama çığırı açıldı.

Bu çığırın açılma istidadını kazandığı demlerde ben Türkiye’nin en büyük bankasında müfettişlik makamında ve en lüks şartlar içindeyken -herhalde bağlı olduğum büyük kapının ruhuma üflediği feyz eseri olsa gerek- her şeyi teptim, bankadan istifa ettim ve kendimi fikir kavgası hayatına verdim

Gözümde, o zamandan, manevi alevler ve dumanlar içinde batan bir Türkiye vardı; ve ona 4-5 asır önceki hayatiyeti ayanında o günkü veya bugünkü can çekişmesini anlatmak ve kurtuluş yolunu göstermek için dünya çapında büyük bir fikir hamlesine girişmekten daha aziz bir gaye düşünülemezdi… Kendimi bu gayeye adadım ve 1943’de Büyük Doğu’yu çıkardım

Başvekil «Şükrü Saraçoğlu» imzasıyla «Allah ve ahlâktan bahsetmek yasaktır!» şeklinde gazetelere tamim gönderilmesine sebep olan yazılarım, yüksek mekteplerdeki hocalıklardan kovuluşlarım, kanunsuz asker edilişlerim, hapislerim, aç kalışlarım ve türlü çilelerim neticesinde küfür buz dağının nasıl erimeye başladığı, bu arada ne gibi bir gençlik mayasının tutma istidadını gösterdiği, 1960 gece baskınını takip eden yıllarda bu gençliğin Milli Türk Talebe Birliği çatısı altında ne türlü karargâh kurduğu, Anadolu’yu telgraf hattı şebekesiyle bir baştan bir başa kuşatıcı konferanslarım, neler neler!..

İmamı Gazali gibi bir islam dehasına saldıran ve onu hadis ilminde cahillikle suçlayan bu adam,kitap yüklü merkep ölçüsünü yüzde yüz canlandırıcı haliyle cehaletin ta kendisidir.
Şeyh bedrettin efendi: siz bir alimsiniz bilmeniz gerekir;
Suçunuzun şeriat yönünden cezası nedir?
-Şeriatçe suçumun cezası idamdır.

İdam edildi.

Hak nasıl bir, batıl da sayısızsa Şiilik batılının da bölümleri öyle; ve sayısız batılını ilan etmekte. Sapıt sapıtabildiğin kadar!..
Bu şeytanî mübalağa belası,en küçük dereceden en üstününe ve nihayet erişilmez olanına kadar topyekûn tarihe ve insanoğluna musallattır.
Şimdi ben ölmeye gidiyorum;sizse yaşamak sandığınız hayata Ama hangimiz gerçek hayata gidiyor,bunu ancak Allah bilir.
Ne Ebubekir dünyayı istedi,ne de dünya onu Dünya Ömer’e yöneldi ama,Ömer onu kovdu.Osman’a dünyadan bir parçacık bulaştı.Bizse büsbütün dünyaya bulaştık.
Güneş öyle bir tepe noktasında vuruyor ki,hiçbir şeye gölge hakkı bırakmıyor;gölge, yani şüphe,ayaklar altında
Şu dosdoğru çizgi kurtuluş yoludur;ondan kopma küçük hatlarsa felâket yönleri
Soğutma yerine ısındırma, zorlaştırma yerine kolaylaştırma, korkutma yerine müjdeleme, çirkinleştirme yerine güzelleştirme mükellefiyeti. Aşk, rahmet ve bedii (estetik) kıymeti
İSLÂMI BULMAKLA OLUR, UYDURMAKLA DEĞİL!..
Önce Türkiye’de bozuldu ve her yerde bozuldu, şimdi Türkiye’de düzelmeli ki, her yerde düzelsin
YA OL, YA ÖL! ihtarı
İç görünüş budur!.
Eğer Abdülhamid, adaletini tatbik ettiği Hazret-i Ömer’in celâdetine de malik olsaydı -ki tek kusuru budur- bugün Türkiye’nin manzarası bambaşka olur ve Doğru Yolun Sapık Kolları belki de uzun müddet trafiğe kapalı kalırdı.
İlim dileyiniz, isterse Çin’de olsun
Beşikten mezara kadar ilim isteklisi olunuz!
Yarabbi eşyanın hakikatini bana olduğu gibi göster!
faydasız ilimden Allaha sığınırım!
Evet; gölgelenmeye başlayan Hakkın vecdi yerine bâtılın vecdi ve korkunç çapta gözükara aksiyonu!
Boğuşmayı bırakmaksa biricik selamet yolu..
-Parça bütün ün habercisidir.
Sahabi ne midir? Ümmetin temel yapısı; kalbini, duygu ve düşüncesini peşin olarak O’na bağlayan ve sonra bu bağlanış etrafındaki hakikat dairesi üstünde dilediği gibi akıl atını koşturan ve artık hiçbir akıl sıkıntısı çekmeyen büyük insan örneği
İşte -Doğru Yolun Sapık Kolları- onlardan sonra kuru akıl ve şeytani hayalin baskısıyla açılmaya başladı.
Her şey vecd, aşk ve üstün sezişten ibaret kimsede akıl,akılla bulmak, akılla ölçmek diye bir kaygı ve zor mevcut değil..
Evet sosyalizma. Bu, yeni zaman belası eski mikrop, İkinci Dünya Harbi sonrasının uyuz hastalığıdır ve hemen tüm İslam ülkeleri liderlerinin kaşıntısı mevkiindedir.
Batı tesiri 19. asır başlarında bir kezzap yağmuru halinde üzerimize yağmaya başlar ve müdafaa şemsiyemizi tutan ham yobaz ve kaba softa olduğu için şemsiyeyi delik deşik eder ve sahte aydınlar ve kahramanlar kadrosunda ciğerimize kadar nüfuz eder.
…Allah Resul’ünün zâhiri Şeriat… İçinde, gökteki yıldızlar kadar avizelerin parıldadığı düğün ziyafet salonu da, Allah Resul’ünü bâtını, tasavvuf…
Peygamber, doğru yolun doğrudan doğruya açıcısıdır.
Cumhuriyete kadar böylece geldikten sonra, hemen peşinden, ne bir mezhep ihtilâfı, ne bir sapık kol çekişmesi, ne de doğru yol üzerinde herhangi bir muhafaza veya kaybetme korkusu, İslâm’a bütün kapıların kapatıldığına şahit olduk. Bu hal 1923’ten 1950’ye değin 27 yıl sürdü ve o tarihte Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle İslâm hesabına bir yumuşama çığırı açıldı. Bu çığırın açılma istidadını kazandığı demlerde ben Türkiye’nin en büyük bankasında müfettişlik makamında ve en lüks şartlar içindeyken -herhalde bağlı olduğum büyük kapının ruhuma üflediği feyz eseri olsa gerek- herşeyi teptim, bankadan istifa ettim ve kendimi fikir kavgası hayatına verdim Gözümde, o zamandan, manevi alevler ve dumanlar içinde batan bir Türkiye vardı; ve ona 4-5 asır önceki hayatiyeti yanında o günkü veya bugünkü can çekişmesini anlatmak ve kurtuluş yolunu göstermek için dünya çapında büyük bir fikir hamlesine girişmekten daha aziz bir gaye düşünülemezdi.. Kendimi bu gayeye adadım ve 1943’de Büyük Doğu’yu çıkardım Başvekil «Şükrü Saraçoğlu» imzasıyla «Allah ve ahlâktan bahsetmek yasaktır!» şeklinde gazetelere tamim gönderilmesine sebep olan yazılarım, yüksek mekteplerdeki hocalıklardan kovuluşlarım, kanunsuz asker edilişlerim, hapislerim, aç kalışlarım ve türlü çilelerim neticesinde küfür buz dağının nasıl erimeye başladığı, bu arada ne gibi bir gençlik mayasının tutma istidadını gösterdiği, 1960 gece baskınını takip eden yıllarda bu gençliğin Milli Türk Talebe Birliği çatısı altında ne türlü karargâh kurduğu, Anadolu’yu telgraf hattı şebekesiyle bir baştan bir başa kuşatıcı konferanslarım, neler neler!.. Ne oldu?.. Buz dağı erir gibi oldu ama, ortalığı çamur bastı. Öyle bir çamur ki, bul bakalım yolunu bulabilirsen Teaddi, taarruz, hücum ve hamle, bizim gençliğimizden ziyade karşı tarafa geçti Aş evimizin yemeklerini ancak camekânlarında seyretmekle pişirebileceklerini sananlar, bir taraftan aceze basın mahiyetinde dâvamızı helak ederken, öbür taraftan da aziz ve nazik gayeyi aksiyona dökme yolunda bir parti kurdular ve artık belini doğrultması çok zor şekilde harcama ve alçaltına hamaratlığına giriştiler. Meydan yerini, tenekeci, kalaycı, kurşuncu tarzında «ci, cı, cu»lar sardı Sahte veliler enflasyonu önünde gerçek irşad makamının bedeli ödenemez çapa yükseldi. İçtihad kelimesinin elifi üzerinde bile fikir sahibi olmayan haylazlar müçtehidliğe yeltendi. İlahiyat Fakültesi ve enstitüler, için için, vecdsiz ve haşyetsiz, kısır mantığına göre fetva verici, hususi bir mamul yetiştirmeye memur edildi. Diyanet, rejim hürmetine şeriat katli cinayet işlerini, Fransız İhtilalinin giyotinlerinden daha cömertçe yerine getirdi. Tasavvuf ve bâtın yolu aleyhtarı birtakım vehhabilik karalamaları, başıboşluk havası içinde kendilerine bir cereyan açma sevdasına kapıldılar. Ruhların gizli bir köşesinde, kemaline inanmadıkları şeriatı çürük kalaslarla payandalamak isteyen, böylelikle İslâ-mı dışarıdan tamire muhtaç bir harabe kabul eden reformcular içten ve dıştan İslâm fikriyatını lekelemeye koyuldu. Dini yayınları tefecilik pazarına döndüren borsacılar peydahlandı. Saymakla, anlatmakla bitmez!.. Ve bu hava içinde yokluğu bile şuurlaşmayan bir idare Hafakanlar içinde bir millet, baskın, soygun, bozgun Maddi ve manevi yıkım, ana-baba günü Bu mu olmalıydı tam 40 yıllık çilemizin hasılası?.. Bu oldu ve bunla da herhalde derin bir hikmet tecelli etti Bu hikmet: «YA OL, YA ÖL!» ihtarı İç görünüş budur!.
Başvekil «Şükrü Saraçoğlu» imzasıyla «Allah ve ahlâktan bahsetmek yasaktır!» şeklinde gazetelere tamim gönderilmesine sebep olan yazılarım, yüksek mekteplerdeki hocaliklardan kovuluşlarım, kanunsuz asker edilişlerim, hapislerim, aç kalışlarım ve türlü çilelerim neticesinde küfür buz dağının nasıl erimeye başladığı, bu arada ne gibi bir gençlik mayasının tutma istidadını gösterdiği, 1960 gece baskınını takip eden yıllarda bu gençliğin Milli Türk Talebe Birliği çatısı altında ne türlü karargâh kurduğu, Anadolu’yu telgraf hattı şebekesiyle bir baştan bir başa kuşatıcı konferanslarım, neler neler!..
Şimdi onların toplu olarak iddialarını hulâsa edelim. Bu hulâsa, Dr. Said Ramazan El-Buti’den Türkçeye çevrilen «Mezhepsizlik» isimli eserin arka kapağına konulmuş ve fasıl fasıl yeri işaret edilmiş bir tablodur.

Saçmalıkta şaheser ve hiçbir noktası cevaplandırılmaya değmez iddiaları, işte:

«Müslümanlar bir din devrimine şiddetle muhtaçtırlar. Bütün islahatın dayanağı, ancak Din’de yapılacak olanıdır. İslâm hükümetleri Din ile Siyaset’i birbirinden ayırmaya mecbur kalacaklardır. Müctehid İmamlar, kendilerini Din Vâzı-i-ALLAH zannetmesinler. Dört İmâm’ı taklid etmek küfürdür. Onları taklid edenler; basiretsizdir, câhildir, ahmaktir, sapıktır; tefrikacı, fitneci ve amelleri boşa giden müflislerdir. Mezhepliler, Allah’ı bırakıp da, papazlarını, hahamlarini kendilerine ilâh ve Rab edinen (Hıristiyan ve Yahudi)ler gibi, mezhep imâmlarını kendilerine ilâh ve Rab edinmişlerdir. Dört imâm birer put, onlara uyanlarsa birer putperesttir. Mezhepliler Kur’ân’dan bile yan çizmişlerdir. Dört Mezhep, kusursuz Resulullah’a, kusurlu imamların açtıkları harp cepheleridir. Dört mezhep üzerine yazılmış kitaplar, birer küflü kitaptir. İslâm Dini, bir bedevi arabın birkaç dakikada öğrenebileceği basitliktedir. İslâmın bir hukuk sistemine sahip olduğu yalandır. İçtihad yapmak gayet basittir. Bunun için Arapçayı bile bilmeye hacet yoktur. Birisi sana birkaç hadis kitabını bildiğin bir dille anlatıverirse, içtihad yapabilirsin! Hanefi Fikhi, İslâm’la hiçbir ilgisi olmayan ve İncil’e benzeyen bir şeydir! Mezhepliler, ürküp kaçan birer eşektir. Yalanlarını kılıflayan inatçı ve uydu; ama Hakk’ın değil, şeytanın uydusu kişilerdir. Adam, Muhammedî olmayı bırakıyor da, Hanefi veya Şafi’i oluyor, ne tuhaf şey!.. Herhangi bir mezhebe bağlanan, ondan başkasını görmez. Onun gözünde, Kitap, Sünnet, Din, hepsi o mezheptir. Mezheplilerin iman konusunda bildikleri şundan ibarettir: Allah birdir ve her yerdedir. Mezhepliler, peygamber semaya çıkarak Allah’ı gördü derler. Bu kişilere göre eli tespihliler sefihtir, alçaktır, sapıktir, bid’atçıdır derler. Bu kişilere göre salâ vermek sapıklıktır, salâ veren müezzin müşriktir. Mezheplilerin zanlarına göre terâvih namazının sekiz rek’atından fazlasını kılmak haramdır, farz namazların kazası caiz değildir. İnsana kabrinde, tâbi olduğu mezhep ve girdiği tarikattan soru sorulmaz. İmam-ı Âzam, ezberinde birkaç hadisten başka hiçbir şey bulunmayan bir cahildir. Usul-ü Fıkıh, dört imamın sözlerini doğrulamak; Kitap ve Sünnet’le amel etmeyi terkederken mazeret diye ileri sürmek için vaz edilmiştir. İmam-ı Şafi, bir adamın kendi kızıyla nikah yapmasını caiz gören bir adamdır. Mezhepleri birleştirme işi son derece basit bir iştir. Bunu yapmak müslümanların boynuna borçtur. Gerek fıkıhçıların ve gerekse diğerlerinin – Fıkıhcılardan başka hiçbir kimse için şu helâldir, bu haramdır demesi caiz değildir- gibi sözleri, Yahudi ve Hristiyanlarda Tevrat ve İncil’in hükümlerini papaz ve hahamlardan başkaları anlayamaz şeklindeki inancin bize intikâl ettiğini göstermektedir. Bu ise aynı mevzuda onların yolunu tatbik etmek demektir.»

Bundan başka daha neler!.. Bizzat aklın mahiyet ve keyfiyeti üzerinde hiçbir tefekkür çilesi çekmeyen, son derece dar ve havasız bir akılcılık; ve üstelik bu akılla Allah ve Resulünü inkardan başka çare yokken, onları güya kabul edip, akıl mizanına vurma gayreti ve böylece tezatların en dipsizine düşme felaketi

Abdülaziz de çok yaşamadı. Bu defa da yerini, oğlu, başka bir Suud aldı ve babası ve dedesiyle açılan yolu daha azgın bir hırsla takip etti. Mekke’de İslâm ulularına ait bütün mezar ve işaretleri silip süpürdü. Oradan Cidde’ye sarkti, fakat umduğuna eremedi. Orada mukavemet gördü, Osmanlı paşası ve Cidde valisi Şerif Paşa ile Şerif Galib’in kuvvetlerine yenildi ve kaçtı. Ama takip ve tenkil edilemedi, at ve meydan yine onun eline kaldı.

Yemen’e bir heyet göndererek Vehhabiliği kabul etmelerini istedi. Buna mukabil Yemen kadısının fetvâsı bomba gibi patladı:

-Vehhabilik küfürdür!

Abdülaziz oğlu Suud’un ise bu fetvâya cevabı, Medine’deki bütün Sahabi mezarlarını yerle bir etmek ve toprak üstünden silmek oldu. Bugün de aynı vaziyette olarak en büyük Sahabilerin yattığı Bakiy mezarlığı, yıkıntıları bile düzleştirilmemiş bir yangin yerine döndürüldü. Herhalde tepeden inme İlâhî bir hifz eseri olarak Allah Resulünün mukaddes Ravzasına dokunamadılar; toprak altından bir tünel açıp bu işi yapmayı düşündüler, fakat yapamadılar.

Gaye şu:

Ölülere tevessül edilemez! Yani Ölüden bir imdat beklenemez! Ve yani, ruhaniyet diye bir varlık kabul olunamaz!. Küfrün en koyu şekillerinden biri ve İbn-i Teymiyye

görüşünün en hain tatbikatı

Ahmet Cevdet Paşa’ya göre Hazreti Osman’ın kanı Mushaf üzerine dökülmekle, fitne kapısı sadece açılmış değil, bir daha kapatılamayacak şekilde kırılmıştı.
Sapık kolların yelpazevâri açıldığı, modalaştığı ve bir cümbüş havası içinde tepindiği İkinci ve Üçüncü Hicri Asirlar, «Sünnet ve Cemaat Ehli» caddesinde yolun bütün ölçülerini âbideleştiren iki zafer tâkına şahit oldu.

İslâmî itikat esaslarıyle beraber iş ve amel kanunlarını istikametlendiren dört geçitli bir tâk ile, doğrudan doğruya iman ve itikat yönlerini perçinliyen iki geçitli başka bir tâk Biri iş ve amelde, öbürü iman ve itikatta iki tâk

İş ve amelde: İmam-1 Azam Ebu Hanife: (Hanefî ) İmam-ı Malik: (Malikî ) İmam-ı Şafii: (Şafiî ) İmam-ı Ahmed Bin Hanbel: (Hanbelî ) Mezhepleri

İman ve itikatta: İmam-1 Matüridî İmam-1 Eş’arî Yolları

İşte, amelde dört, itikatta da iki geçitli tậklar! Bunlar Doğru Yolun hudut bekçisi karakollarını temsil ve «Sünnet ve Cemaat Ehli» zâbitasını teşkil ederler

Arınma İslamı bulmakla olur, uydurmakla değil..
Ahmet Cevdet Paşa’ya göre, Hazret-i Osman’ın kanı Mushaf üzerine dökülmekle, fitne kapısı sadece açılmış değil, bir daha kapatılamayacak şekilde kırılmıştı.
Halkın Emevî valilerden nefretiyle, İbn-i Sebe’ fitnesinin, Hazret-i Ali’yi tanrılaştırmaya kadar giden, İslâm’ı parçalama gâyesi birleşti, ikisi de birbirine yol verdi ve bir siyasî ihtilâftan mezhep ayrılığına kadar, sonraları modalaşan Sapık Kollar ilk örneğini buldu.
ÖBÜR REFOMCULAR/REFORMCULARIN ÖZÜ / İÇ GÖRÜNÜŞ / DIŞ GÖRÜNÜŞ

• • • • •

ÖBÜR REFORMCULAR

Başlarında, lt; lt;Merdudi gt; gt; ismini taktığımız Mevdudi ile lt; lt;Baidullah gt; gt; sıfatını yakıştırdığımız Hamidullah var Ve daha birkaçı.
Evvelâ Mevdudi:
lt; lt;İslâmda İhya Hareketleri gt; gt; isimli eseriyle İslâm’da imha hareketinin temsilcilerinden biri Çağdaşımız İşi gücü, Sünnet Ehli büyüklerine çatmak Gördüğü sert tepki üzerine eserinin ikinci baskısında birtakım yumuşama alâmetleri göstermeye çalıştıysa da, çürük madeni hep aynı Gerisi cilâ Cemaleddin ve Abduh’a hayran İbn-i Teymiyye’ye ise kara sevdalı
İslâm onca felsefedir ve nice şer’i ölçüler bu bakımdan muhakeme edilerek değiştirilebilir. Çorap üstüne mesh etmenin cevazını iddia ettiği gibi
Ayrıca mezheplerin birleştirilmesi fikrini müdafaa ve dört hak mezhebi birbirine karşı mücadele ve garaz halinde gösterme.
lt; lt;Sana nasıl geliyorsa öyledir! gt; gt; hesabı, her zaman ve her türlü içtihada yer verme, ve ortalığı kargaşalığa verdiklerini iddia ettiği Sünnet Ehli âlimlerini kötüleme
Mevdudi sade fikirde kalmadı; aksiyona da girişti. Hind Müslümanlarının milli hareketlerinde önderlik sevdasına düştü. Hapse girip çıktı. İlk eseri lt; lt;İslâm’da Cihad gt; gt; ihtilâlci fikri telkin etmesi bakımından Mısır’da, kendisine telkin zemini buldu ve bazı kimselerin idam edilmelerine yol açtı. 1953’de Kaadiyânilik meselesine el attı, yine tutuldu ve 2 yıl 2 ay hapse mahkûm edildi. Sapık fikirlerin sapık ihtilâlcisi olarak 1964’de yine hapsi boyladı; bu defa da İslâm Cemaati Derneğinin kapatılmasına sebep oldu. Derken Vehhâbilik dünyasına kapılandı; Medine’deki Vehhâbi Üniversitesi İstişare Heyetine âza seçildi. Orada da dikiş tutturamadı ve Vehhâbilere bile girân gelen fikirleri yüzünden muhakeme altına alındı.
Hamidullah hakkında uzun söze lüzum görmüyoruz. Çağımızda din zaviyesinden temayülünün ne olduğu ve ne olabileceği besbelli bulunan üniversitelerimizin davetlisi olarak memleketimize gelip gitmekteki bu cüce akıl mütefekkirinin ne olduğunu göstermeye yalnız bu kucak açış yeterken onun lt; lt;İslâm Peygamberi gt; gt; kitabına bir göz atmak bile kâfi gelir. Evvelâ Kâinatın Efendisine, İslâm’ın Peygamberi demekle O’na bir tahsis yaptığının ve bu tahsisle başka dinlere ve onların hükümleri yürürlükte peygamberlerine yer verdiğinin şuurlu veya şuursuz ifadesini taşıyan bu kitap, daha önsözünde Fransızları memnun etmek için kaleme alındığını itiraf ederken, hedef tuttuğu bu memnuniyetin dayanaklarını açıkça meydana koymaktadır. Zira bu adamın gözünde Allah’ın Sevgilisi, tükürükten başka ilacı olmayan biridir, İslâm ise yalnız gençlerin, toy delikanlıların, fakirlerin, kölelerin, ezilenlerin, tek kelimeyle aşağı tabaka ve ayak takımının kucak açtığı bir dindir. Miraç mucizesi bir rüyadan ibaret ve daha nice madde üstü harikalar akılla teftişi gerekir şeylerdir. Tasavvuf ise uydurmadır.
Bir konferans münasebetiyle Erzurum’da bulunduğum sırada Hamidullah da oradaydı. İçinde kendisinden de bahsettiğim konferansa gelmek cesaretini gösteremedi. Ertesi gün bir toplantıda bağlılarının da bulunduğu bir mecliste hakkındaki tespitlerime cevap verebilen kimse çıkmadı. Yalnız, artık ne tarafı tuttuğu belli olan bir genç şöyle dedi: Ona hangi mezhepten olduğunu sordum:
#8212; lt; lt;Ben mezhepsizim! gt; gt; cevabını verdi.
Bir de Seyyid Kutup var Kendisinden af dilemesini isteyen yakışıklı orangotan maymunu Nasır’a lt; lt;Bir mümin bir münafıktan af dilemez! gt; gt; cevabını veren ve kahramanca ölmeyi bilen bu zatı lt; lt;Sahte Kahramanlar gt; gt; konferansımda gerçek kahraman olarak göstermiştim. Fakat sonradan gördüm ki, Seyyid Kutup bir İbn-i Teymiyye meddahıdır ve kellesini kaptırdığı sosyalizma yularının zoruyla Hazret-i Osman’a adaletsizlik isnat eden ve dil uzatan bir bedbahttır.
İdam edilmeden bu sapıklıklardan istiğfar ettiğini söyleyenler oldu. Eğer öyleyse tam kahraman ve şehit Değilse, mücadelesi kâfire karşı bir sapığın davranışından ileri geçmeyen zavallı.
Günümüzün reformcuları bunlarla bitmiyor. Onlardan birkaç batın önce başlayan ve Kazanlı Musa (Beykiyef) gibilerden geçen ve asıl istinadı İbn-i Teymiyye, Cemaleddin Efganî ve Muhammed Abduh olan kol, bu gösterdiklerimizde tam teşahhusunu bulurken, zakkumlarının silkintisi halinde Türkiye’de kendisine bir fidanlık bulamamış değildir.
İddia ve dâvalarını teker teker gösterip cevaplandırmayı abesle uğraşma saydığımız, ama buna rağmen bir kitaptan naklen vereceğimiz ve sadece özlerini belirtmekle yetineceğimiz yeni zaman sapıklıkları ve sapıkları işte bunlar!

• • • • •

REFORMCULARIN ÖZÜ

Reformcuların toplu olarak bütün iddialarını denetleyecek ve onları mücerret ilim ve hakikat gözüyle inceleyecek olursak, ereceğimiz gerçek şu olacaktır ki, bunlar, bir baştan öbür başa, Batı akliyeciliği karşısında afallamış, sonradan aynı Batının 20. Asırda aynı akliyeciliği iptale kadar giden fikir çilesinden nem bile kapamamış, Doğunun özüne giremezken Batının kabuğunu olsun görememiş idrak yüzkaralarıdır. Biraz sonra göreceğiniz şekilde mezhep bağlılarına lt; lt;eşek gt; gt; sıfatını yakıştıran bu kırattaki insanlar, o masum hayvanın da yarın âhirette kendilerinden dâvacı olacağı bir denaet seviyesindedirler.
Bu seviyeyi Kur’ân tayin etmiştir:
lt; lt;Belhüm adal-Hayvandan aşağı gt; gt;
Şimdi onların toplu olarak iddialarını hulâsa edelim. Bu hulâsa, Dr. Said Ramazan El-Buti’den Türkçeye çevrilen lt; lt;Mezhepsizlik gt; gt; isimli eserin arka kapağına konulmuş ve fasıl fasıl yeri işaret edilmiş bir tablodur.
Saçmalıkta şaheser ve hiçbir noktası cevaplandırılmaya değmez iddiaları, işte:
lt; lt;Müslümanlar bir din devrimine şiddetle muhtaçtırlar. Bütün ıslahatın dayanağı, ancak Din’de yapılacak olanıdır. İslâm hükümetleri Din ile Siyaset’i birbirinden ayırmaya mecbur kalacaklardır. Müctehid İmamlar, kendilerini Din Vâzı-ı-ALLAH zannetmesinler. Dört İmâm’ı taklid etmek küfürdür. Onları taklid edenler; basiretsizdir, câhildir, ahmaktır, sapıktır; tefrikacı, fitneci ve amelleri boşa giden müflislerdir. Mezhepliler, Allah’ı bırakıp da, papazlarını, hahamlarını kendilerine ilâh ve Rab edinen (Hırıstiyan ve Yahudi)ler gibi, mezhep imâmlarını kendilerine ilâh ve Rab edinmişlerdir. Dört İmâm birer put, onlara uyanlarsa birer putperesttir. Mezhepliler Kur’ân’dan bile yan çizmişlerdir. Dört Mezhep, kusursuz Resulüllah’a, kusurlu imamların açtıkları harp cepheleridir. Dört mezhep üzerine yazılmış kitaplar, birer küflü kitaptır. İslâm Dini, bir bedevi arabın birkaç dakikada öğrenebileceği basitliktedir. İslâmın bir hukuk sistemine sahip olduğu yalandır. İçtihad yapmak gayet basittir. Bunun için Arapçayı bile bilmeye hacet yoktur. Birisi sana birkaç hadis kitabını bildiğin bir dille anlatıverirse, içtihad yapabilirsin! Hanefi Fıkhı, İslâm’la hiçbir ilgisi olmayan ve İncil’e benzeyen bir şeydir! Mezhepliler, ürküp kaçan birer eşektir. Yalanlarını kılıflayan inatçı ve uydu; ama Hakk’ın değil, şeytanın uydusu kişilerdir. Adam, Muhammedî olmayı bırakıyor da, Hanefi veya Şafi’i oluyor, ne tuhaf şey!.. Herhangi bir mezhebe bağlanan, ondan başkasını görmez. Onun gözünde, Kitap, Sünnet, Din, hepsi o mezheptir. Mezheplilerin iman konusunda bildikleri şundan ibarettir: Allah birdir ve her yerdedir. Mezhepliler, peygamber semaya çıkarak Allah’ı gördü derler. Bu kişilere göre eli tespihliler sefihtir, alçaktır, sapıktır, bid’atçıdır derler. Bu kişilere göre salâ vermek sapıklıktır, salâ veren müezzin müşriktir. Mezheplilerin zanlarına göre terâvih namazının sekiz rek’atından fazlasını kılmak haramdır, farz namazların kazası caiz değildir. İnsana kabrinde, tâbi olduğu mezhep ve girdiği tarikattan soru sorulmaz. İmam-ı Âzam, ezberinde birkaç hadisten başka hiçbir şey bulunmayan bir cahildir. Usul-ü Fıkıh, dört imamın sözlerini doğrulamak; Kitap ve Sünnet’le amel etmeyi terkederken mazeret diye ileri sürmek için vaz edilmiştir. İmam-ı Şafi, bir adamın kendi kızıyla nikah yapmasını caiz gören bir adamdır. Mezhepleri birleştirme işi son derece basit bir iştir. Bunu yapmak müslümanların boynuna borçtur. Gerçek fıkıhçıların ve gerekse diğerlerinin -Fıkıhçılardan başka hiçbir kimse için şu helâldir, bu haramdır demesi caiz değildir- gibi sözleri, Yahudi ve Hristıyanlarda Tevrat ve İncil’in hükümlerini papaz ve hahamlardan başkaları anlayamaz şeklindeki inancın bize intikâl ettiğini göstermektedir. Bu ise aynı mevzuda onların yolunu tatbik etmek demektir. gt; gt;
Bundan başka daha neler!.. Bizzat aklın mahiyet ve keyfiyeti üzerinde hiçbir tefekkür çilesi çekmeyen, son derece dar ve havasız bir akılcılık; ve üstelik bu akılla Allah ve Resulünü inkardan başka çare yokken, onları güya kabul edip, akıl mizanına vurma gayreti ve böylece tezatların en dipsizine düşme felaketi
Reformcu, dini, her türlü insan hamlesinin manivelası kabul etmek zorunda kaldıktan sonra ancak bu manivelayla kaldırılabilir yükleri sırtlayabilmeleri için insanlara daha hafif şartlar arayan ve dinin değişmez formüller tablosu Şeriati keyfine göre uydurmaya kalkan, yani dini içtimaî fayda plânında ele alıp Allah’a mutlak kulluk mânasında bozan gizli bir kâfirden başkası değildir. Sağdaki, ölçülerin kabuğunda kalan ham yobaz ve kaba softaya karşılık, solda, hikmetlerin kabuğunu delemeyen ve sır idrakine eremeyen reformcu
Bizde birçok mefhumlar kelime mânasında bile kestirelemediği gibi (reform) tabiri de bilinmez. (Reform) kelimesi (röfer) mefhumuna eş olarak lt; lt;tekrar şekillendirme gt; gt; demektir. Tekrar şekillendirme ise, o biçimini kaybettiği sanılan uzviyeti, dışarıdan, takma kollar ve ayaklar misali, canlandırmaya yeltenmektir ki, bu da onun gerçek doktorunu bekleyen hakikatine kıymak olur.
Kelime mânasına her ne olursa olsun, bizi taahhüt altına almaz. Kelimede değil, gerçekte yer alarak tespit edebiliriz ki, reformcu işte yukarıda çerçevelediğimiz mânanın adamıdır ve gayesi dinin hakikatini meydana çıkarmak değil, onu kendi hakikat vehmine feda etmektir. Mücerret lt; lt;ulvî gt; gt;yi, kendi müşahhas lt; lt;süflî gt; gt; lerine kurban edenler; yani reformcular
Dinin ulvî ve mücerret hakikatini meydana çıkarmak için savaşanlarsa, onun üstündeki asırların biriktirdiği kir ve pasların temizleyicileri mânasına hakiki reformculardır ve sıfatları yenileyici dir. Uydurucu değil, yenileyici Kıl kadar farkla biri uçurumun dibini, öbürü iman şâhikasının zirvesini ihtar eden iki kutup

• • • • •

İÇ GÖRÜNÜŞ

Cumhuriyete kadar böylece geldikten sonra, hemen peşinden, ne bir mezhep ihtilafı, ne bir sapık kol çekişmesi, ne de doğru yol üzerinde herhangi bir muhafaza veya kaybetme korkusu, İslâm’a bütün kapıların kapatıldığına şahit olduk.
Bu hal 1923’ten 1950’ye değin 27 yıl sürdü ve o tarihte Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle İslâm hesabına bir yumuşama çığırı açıldı.
Bu çığırın açılma istidadını kazandığı demlerde ben Türkiye’nin en büyük bankasında müfettişlik makamında ve en lüks şartlar içindeyken -herhalde bağlı olduğum büyük kapının ruhuma üflediği feyz eseri olsa gerek- herşeyi teptim, bankadan istifa ettim ve kendimi fikir kavgası hayatına verdim
Gözümde, o zamandan, manevi alevler ve dumanlar içinde batan bir Türkiye vardı; ve ona 4-5 asır önceki hayatiyeti yanında o günkü veya bugünkü can çekişmesini anlatmak ve kurtuluş yolunu göstermek için dünya çapında büyük bir fikir hamlesine girişmekten daha aziz bir gaye düşünülemezdi.
Kendimi bu gayeye adadım ve 1943’de Büyük Doğu’yu çıkardım.
Başvekil, lt; lt;Şükrü Saraçoğlu gt; gt; imzasıyla lt; lt;Allah ve ahlâktan bahsetmek yasaktır! gt; gt; şeklinde gazetelere tamim gönderilmesine sebep olan yazılarım, yüksek mekteplerdeki hocalıklardan kovuluşlarım, kanunsuz asker edilişim, hapislerim, aç kalışlarım ve türlü çilelerim neticesinde küfür buz dağının nasıl erimeye başladığı, bu arada ne gibi bir gençlik mayasının tutma istidadını gösterdiği, 1960 gece baskınını takip eden yıllarda bu gençliğin Milli Türk Talebe Birliği çatısı altında ne türlü karargâh kurduğu, Anadolu’yu telgraf hattı şebekesiyle bir baştan bir başa kuşatıcı konferanslarım, neler neler!..
Ne oldu?.. Buz dağı erir gibi oldu ama, ortalığı çamur bastı. Öyle bir çamur ki, bul bakalım yolunu bulabilirsen
Teaddi, taaruz, hücum ve hamle, bizim gençliğimizden ziyade karşı tarafa geçti
Aş evimizin yemeklerini ancak camekânlarında seyretmekle pişirebileceklerini sananlar, bir taraftan aceze basın mahiyetinde dâvamızı helak ederken, öbür taraftan da aziz ve nazik gayeyi aksiyona dökme yolunda bir parti kurdular ve artık belini doğrultması çok zor şekilde harcama ve alçaltma hamaratlığına giriştiler.
Meydan yerini, tenekeci, kalaycı, kurşuncu tarzında lt; lt;ci, cı, cu gt; gt;lar sardı
Sahte veliler enflasyonu önünde gerçek irşad makamının bedeli ödenemez çapa yükseldi.
İçtihad kelimesinin elifi üzerinde bile fikir sahibi olmayan haylazlar müçtehidliğe yeltendi.
İlahiyat Fakültesi ve enstitüler, için için, vecdsiz ve haşyetsiz, kısır mantığına göre fetva verici, hususi bir mâmul yetiştirmeye memur edildi.
Diyanet, rejim hürmetine şeriat kâtli cinayet işlerini, Fransız İhtilalinin giyotinlerinden daha cömertçe yerine getirdi.
Tasavvuf ve bâtın yolu aleyhtarı birtakım vehhabilik karalamaları, başıboşluk havası içinde kendilerine bir cereyan açma sevdasına kapıldılar.
Ruhların gizli bir köşesinde, kemaline inanmadıkları şeriatı çürük kalaslarla payandalamak isteyen, böylelikle İslâmı dışarıdan tamire muhtaç bir harabe kabul eden reformcular içten ve dıştan İslâm fikriyatını lekelemeye koyuldu.
Dini yayınları tefecilik pazarına döndüren borsacılar peydahlandı.
Saymakla, anlatmakla bitmez!..
Ve bu hava içinde yokluğu bile şuurlaşmayan bir idare Hafakanlar içinde bir millet, baskın, soygun, bozgun Maddi ve manevi yıkım, ana-baba günü
Bu mu olmalıydı tam 40 yıllık çilemizin hasılası?..
Bu oldu ve bunla da herhalde derin bir hikmet tecelli etti
Bu hikmet:
lt; lt;YA OL, YA ÖL! gt; gt; ihtarı
İç görünüş budur!.

• • • • •

DIŞ GÖRÜNÜŞ

İç manzara buyken ve bu manzara İslâmî dâvayı, tek tüyünü feda etmeksizin cihana tatbik ve dünya buhranının tek ilacı diye göstermek şöyle dursun, onu anlamak istidadından bile zahirde hiçbir şey vaadetmezken, acaba dışarıda, İslâm âleminde hal ve keyfiyet ne merkezde?..
Dikkat edilirse hiçbir istidat vaadetmediğini kaydettiğimiz Türkiye için lt; lt;zâhirde gt; gt; tabirini kullandık Evet, bu istidatsızlık ifadesi Türkiye’de zahirdedir, bâtında değil Bâtında Türkiye, toprak altında pişen bir maden gibi derin ve gizli bir oluş halindedir ve bu zamana kadar takip ettiği tarihi seyr, ilâhî kaderden bir haberci olarak, ebediyet dâvasını kurtarma ve yeryüzüne nakşetme işinin yine Türk’e nasip olacağını veya böyle olmak gerektiğini göstermektedir
Abbasilerde gölgelenmeye başlayan İslâm nasıl Orta Asya’dan fışkırma, hamlığı içinde saf ve temiz ırkın elinde pırıldamaya başladıysa, yine onun elinde karanlığa atıldıktan ve son 150 yıl içinde büsbütün çamura batırıldıktan sonra, kemal ve zeval kanunu gereğince şimdi dünyasını yine Türk’ten beklemektedir.
Her şey burada bozuldu ve bütün İslâm âlemini bozdu; şimdi herşey yine burada düzelmelidir ki, her yerde düzelsin
Birinci ve İkinci Dünya Harplerinden sonra çoğu bizden kopmuş olan ve sahte istiklâlciler içinde başları boş kalan İslâm toplulukları, tepelerine yerleşmekte ve onları deve gibi kullanmakta usta, birtakım lider müsveddeleri elinde, bu ve öbür dünya nimetlerinden mahrum bir sürü haline getirilmiştir. Batı kuklası bu liderler, batı kuklalığının manasını Türkiye’den almışlar ve işte hemen hepsi, bu mananın aynı kalıptan çıkma maketleri olarak türemişlerdir.
Dikkat buyurulsun, hepsi de Türkiye’den devşirdikleri bir mananın maketleri Onun içindir ki, Önce Türkiye’de bozuldu ve her yerde bozuldu, şimdi Türkiye’de düzelmelidir ki, her yerde düzelsin hükmüne varmış bulunuyoruz
Bugün İslâm âlemi öyle bir ehrama benziyor ki, kaidesi, yani halkı Müslüman, zirvesi, yani güdücüleri de İslâm düşmanı
Anadolu’nun cenubundan taramaya başlayarak, Irak ve Suriye’den geçerek, Şimali Afrikayı baştan başa dolaşarak ve bu arada İran, Pakistan, Cenubi Asya ve Arabistan ve sonra Orta Afrika üzerinden sekerek İslâm ülkelerine bir göz atınca görürüz ki, hiçbir tarafta devlet idaresi, millet sesi ve mütefekkir olarak İslâm’ın mahiyet ve istikbâlinden haber verici tek iz mevcut değildir.
Aralarında şeriati sadece kelimede yaftalayıcı Suudi Arabistan ve Libya, dış yüze mıhlı tavırlarıyla İslâmı büsbütün döndürmüş, imtizaç kabul etmez katıklarla bozmuş ve buzdolabına kaldırmış durumdalar Birinde itikadî temelinden mahrum, bulutlar üzerinde durdurulmaya çalışılan, böylece olanca feyzinden mahrum kılınan bir şeriat yapısı, öbüründe de Yeniçeriliğin çürüme devrindeki lt; lt;Şeriat isteruk! gt; gt; nidasına eş bir eda içinde mektep kaçağı bir çocuktan fışkırma sosyalistlik gayreti
Evet, sosyalizma. Bu, yeni zaman belası eski mikrop, İkinci Dünya Harbi sonrasının uyuz hastalığıdır ve hemen tüm İslâm ülkeleri liderlerinin kaşıntısı mevkiindedir
Bari, sosyalizma nedir, nereden ve nasıl gelmiştir, Batı fikriyatında kıymet hükmü nasıldır, İslâm ile imtizaç imkanı hangi nispettedir, bunları bilselerdi can yanmazdı.
İslâm gibi, kul çapında, bütün kul çatısı mezheplerin, sonları (izm) ile biten arayıcılıkların dileyip de gerçekleştiremedikleri hikmet ve hakikati kendi zatında hamil ilâhi müessese, her şeyin doğrusunda bizzat âmil ve eğrisinde mani iken nasıl olur da yabancı mahiyetlerle etiketlendirilebilir ve onların lokomotiflerine vagon diye takılabilir?.. İslâm, onların arayıp da bulamadığını verir ve hiçbirinin hüviyetiyle nitelendirilemez
İşte bu nice hikmetten öksüz yaşayan ve onu dillendirebilecek, kitaplaştıracak bir fikir hareketine yataklık edemeyen İslâm âlemi, elinde nimet olduğu kadar baş belâsı bir petrol hazinesi, moda cereyanlara esir ve ayrıca Yahudi kurmaylara zebun, horuldar veya boş yere tepinir dururken, misâllerini gördüğünüz maymun reformcular dışında ne vaadedebilir ki?..
Dış görünüş de budur!..

Kâinatın Efendisi, vecd ve aşk timsali Ebuzer Hazretlerine şöyle buyurmuşlardı:

– Medine’de binaların sel dağını aşarcasına yükseldiğini görünce sen oradan çık!

Medine’de binalar kat kat yüksele görsün, müslümanlar her taraftan merkez beldeye kol kol aka dursun İslâm fetihlerinin maddî verimi olarak şehirde alış-veriş köpürmekte, sokaklarda ziynetli kılıklar pırıldamakta, meydanlarda soylu atlara binmiş gidip gelenler çoğalmakta, sofralarda nefis yemekler tütmekte

Bu hâl, ötelerden gelen ve dünya ile ahireti sımsıkı muvazene içinde tutmayı emreden İlahî fermanın, nefslerde, sadece dünyayı hedef alırcasına tek kanatlı bir anlayışa kaydırılmaya başlandığından bir işarettir. Ve bundan, yeryüzü vataninda, gökyüzü vatanına hasret içinde yaşayan ve işleri olacağına bırakan Hazret-i Osman değil, mücerret nefs ve insan sorumludur.

Allah’ın Resulü, etraflarında Sahabileri, ince bir değnekle kum üzerine derince ve dümdüz bir çizgi çektiler ve sonra bu çizginin iki yanına kırkayağa benzer birtakım kısa hatlar ekleyerek buyurdular:

– Şu dosdoğru çizgi kurtuluş yoludur: ondan kopma küçük hatlarsa felaket yönleri .

Ve daha nice hadîs .

Bir tanesi daha :

– Musa Peygamberin ümmeti 71 firkaya ayrıldı. Biri nur, 70’i ateş yolunda İsâ’nın ümmeti de 72 bölüm Biri nur, 71’i ateş istikametinde Benim ümmetimse 73 firka olacak; biri nura, 72’si ateşe yönelecek.

Âlemlere rahmet olarak gelen O’nun Saadet Devrinde her şey, feza çapında bir âvizeyi taclandırıcı, en dakik şekilde traş edilmiş billûr parçaları Avizenin saçağında ve kollarındaki her parça, dal dal birbirine düğümlü, kâinatı ışıldatan nur emrinde ve o nurun bedâhet idraki içinde. Her şey vecd, aşk ve üstün sezişten ibaret ve kimsede akıl, akılla bulmak, akılla ölçmek diye bir kaygı ve zor mevcut değil . Sonradan gelecek büyüklerin tabiriyle, bütün Sahabiler anlamıştır ki, «Peygamberlik tavrı aklın ötesinde»dir Ve insanda onu sezmeye memur vasıta akıl üstü bir şeydir, kalbtir; Peygamber sohbeti ise insanı kalbinden tutup yerden ayağını kesici ve tepe noktasına erdiricidir.

Allah hem kulunu muhtar olarak yaratmak, hemde önceden kuşatmış olmak gibi, akıl almaz tezadı birleştiren kudrettir. Aklın durduğu ve kıpırdayamaz olduğu bu noktadaki sonsuz kudrettir ki, Allah’tır. Sen yaratıcıyı kendi kudret seviyene mi indiriyorsun ki, sence birleştirilmesi muhal olan bir tezadı, O’nca da birleştirelemez farzediyorsun?
Allah bana yeter; o ne güzel vekildir!.Başka sözüm yok!..
Ve tevekkül ve tahammülde abide şahsiyet, Hazret-i Osman, nefsini, kaderinin tecellisine bıraktı.Bazı yarım müslümanların dil uzatmaktan utanmadıkları, büyük dahi ve siyasî Hazret-i Muaviye’nin hem nefsi ve hemde Hazret-i Osman hakkında bir sözü var:
-Ne Ebubekir dünyayı istedi, ne de dünya onu Dünya Ömer’e yöneldi ama, Ömer onu kovdu.Osman’a dünyadan bir parçacık bulaştı.Bizse büsbütün dünyaya bulaştık.
-Kalkın insanlar gafletten sıyrılın! Kalkın, doğrulun ve kıymaya başladıkları mukaddes emaneti kurtarın !

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir