Mevlana Celaleddin-i Rumi kitaplarından Divan-ı Kebir Seçmeler kitap alıntıları sizlerle…
Divan-ı Kebir Seçmeler Kitap Alıntıları
• Tamamıyla yüzünü Hakk’a çevir, Hakk’a yönel! Gerçek aşktan bahset, aklını yorma, onun boynuna halka geçir, onu serbest bırakma da, bizim gibi mest ol, divane ol!
• Eğer ölümsüzlüğü istiyorsan; kendinden geç, yok ol; Allah adamı ol! Nefsanî arzuların kölesi olma da, bu aşk deryasında inci tanesi kesil!
• Bir olmak; kesretten kurtulup vahdete gelmek, tevhîde ulaşmaktır. Bu dünyada ne bekliyorsun? Eğer sen bizden isen, bizim mezhebimizde isen aşk meyhanesinin köşesine gel!
• Düşür de biz aşıkların gecelerinin nasıl geçtiğini bilsin, anlasın. Ona aşk gamı ver, aşk ver, hem de çok çok aşk ver! • Bir kaç gün sen onu hasta et de hastalık neymiş, denesin, sonra onu düzenci bir hekime düşür!
• Onu çöllere sür, susuzluktan dudakları, dili kurusun! Sonra onu taş yürekli bir sakîye sataştır.
• Yolunu kaybettir, şehre varan yollardan uzaklarda kalsın! Sonra onu, boşuna , eğri bir kılavuza rastlat!
• Ruh, ezelde, Elest gününde senin yüzünün güzelliğini görmüş, mest olmuştu. Ezelden gelip bu balçık bedende sürgün hayatı yaşarken, senden ayrı düştüğü için perişan oldu.
O aramızda nürlar saçan bir mum gibiydi. Bizi aydınlatıyordu. Acaba bizsiz nerelere gitti?
Gönlüm bütün gün yaprak gibi tir tir titriyor. Acaba o güzel bizleri bırakıp gece yarısı nerelere gitti?
Durma! Hemen yollara düş, yollardan geçenlere; Acaba o cana canlar katan yol arkadaşı nerelere gitti? diye sor
Bağlara git, bahçıvanları bul, onlara; Acaba, o kırmızı gül nerelere gitti? diye sor!
Deliler, divaneler gibi ovalarda dolaşıp durdum. Şu ovada, o ceylan acaba nerelere gitti?
O kadar çok ağladım ki, iki gözüm iki ırmak oldu da denize doğru koşmaya başladı. Acaba o inci, şu denizde nerelere gitti?
Bütün gece ay ile zühre yıldızına soruyorum, şu göklerde, o ay yüzlü güzel acaba nerelere gitti?
O bizim dostumuz olduğu halde, nasıl oluyor da başkalarının yanına gider? Madem ki o buralarda, bu dünyada yok! Acaba ötelerde, nerelere gitti?
Onun gönlü canı madem ki Allah’a ulaşmıştır, şu balçıktan yok olduysa, acaba nerelere gitti?
• Sus, söyleme; hiç bir şey deme! Deme de aşkın ne olduğunu gözyaşı söylesin. Gönül yanmaya başlayınca öd ağacı gibi koku verir.
• Sen olmadan ben havalara yükselsem, göklere çıksam, siyah bulutlar içime gamlarla dolar, ağlarım. Canına yemin ederim ki, sensiz gül bahçesine girsem, kendimi zindanda hissederim.
• Güneş, seni ne vakit görebilirim diye, senin güneşinden sordu. Güneşin cevap verdi de, dedi ki; Sen battığın zaman ben doğarım.”
• Ey benim canım! Gece gibi, gündüz gibi, elsiz ayaksız yollara düşmüş, koşup duruyorum. Çünkü gökyüzünden her an gel diye çağırdığını duymadayım.
• Senin nuruna karşı bizim karanlığımız da nedir? Senin güzel işlerine karşı bizim kötü işlerimizin ne değeri olabilir?
• Gündüzleri, senin ağacının altına düşmüş gölge gibiyiz. Geceleri de seher zamanına kadar dertten, eleminden emin olduğumuz halde ağlayıp, inlemedeyiz.
• Sevgili bana dedi ki: Ben bundan sonra sinekleri şekerden kovacağım. Ne mutlu o sineklere ki, onları kovan sensin.
• İkimiz birlikte meyve bahçesine girince, bahçenin rengi ve kuşların ötüşleri, bize can bağışlar, ab-ı hayat sunardı.
• Gece olunca, gökyüzündeki yıldızlar bizi’ seyretmeğe geldikleri zaman sen ve ben onlara kendi ay’ımızı gösterirdik, yani birbirimizi gösterirdik.
• Sen ve ben senlikten ve benlikten kurtularak, sensiz ve bensiz olarak zevk yönünden manen birleşiriz, bir oluruz. 0 zaman perişan hayalleri, yersiz endişeleri, boş düşünceleri bırakırız. Ne güzel neşeleniriz, mutlu oluruz.
• Fakat bunların ve duyulan manevî zevklerin hepsinden de daha çok şaşılacak bir şey ki, sen ve ben şu anda burada, aynı yerde, aynı köşede bulunduğumuz halde, aynı zamanda hem Irak’ta, hem de Horasan’da yine beraber bulunuruz.
• Sen ve ben, görünen maddî suretimizle, bedenimizle, şu yeryüzünde kederlerle, ızdıraplarla dolu, gizli dünyadayız. Öbür suretimizle, manevî yüzümüzle ebedî cennette huzur ve tatlılıklar içindeyiz.
• Sus ki, susmak bana da övünülecek bir şeydir, sana da. Söylemede sabredememek, durmadan konuşmak sana da ayıptır, bana da.
• Şu fanî dünyada, şu iki konaklık yolda hiçbir şükrün yok ki, şikayetsiz olsun. Yok ol, yokluğa dal da safa aynasını seyret, onu anlat!
Mefulü, Mefa’ilün, Fe’ülün
(c. II, 702)
Düşünceleri içinden atar, uykuya dalar da, onlardan kurtulursan Ashab-ı Kehf’ten sayılırsın, kutsal bir nur kesilirsin.
Sen, bir saman çöpüsün. Bizse, devlet kehribarıyız. Şu dünya samanlığından biraz ayrılarak bize gelsen, kehribara dönsen ne olur?
Artık bu defa toprak olacağım, ayak altında ezileceğim diye yüz kere ahdettin. Bir kerecik olsun, ahdinde dursan ne olur?
Sen, samanla karıştırılmış balçık içinde gizlenmiş bir incisin. Ey güzel yüzlü, yüzündeki çamurları yıkasan ne olur?
Sen padişah soyundansın.sen Cebrail’in bile secde ettiği üstün bir varlıksın. ; Babanın mulkünü arasan ne olur?
Ey Hakk’ın velîlerini Hakk’tan ayrı gören kişi, velîlere iyi zan beslesen ne olur?
Arif bir şair şöyle söylemiş: Allah adamları, velîler, haşa Allah değildir. Ama Allah’tan da ayrı değillerdir
Sen kül’den ayrılmış bir cüz’ sün. Sanki bedenden ayrılmış bir el gibisin. Hiç olmazsa bundan sonra bizden ayrılmasan ne olur?
Dünya nîmetlerini, malı, mülkü düşünemez hale gelir, adeta başsız kalırsan, hırsı, kibri gönlünden söküp atarsan, işte o zaman insanlık aleminde baş gösterir, görünürsün. Böyle olsan ne olur?
Allah’ın zikrinden bir şerbet iç de, düşünceden kurtul! Ey Allah rızasını elde eden kişi, dünya malı için bu kadar fazla didinmesen ne olur?
Yeter artık, sen bir dağa benzersin, aklını başına al da, dağda bulunan altın madenini ara bağırmayı bırak; bağırıp dağı seslendirmesen ne olur?
Bugün gaflet, kulağımıza pamuk dolmuş, onu tıkamış; göze de, hakîkati göstertermeyen kıl kesilmiştir. Bu yüzden, biz, sevda vesvesesine kapılmış ve yarının gamı ile, endişesi ile çırpınıp duruyoruz.
Hallac-ı Mansur gibi, safa ehli gibi, sen de, hakîkati duyurmayan gaflet pamuğuna aşk ateşi düşür, onu yak da, sağırlıktan kurtul.
Aşk ile buluşma zamanı yakınlaştı, bu sebeple kendine çeki düzen ver, buluşma günü için güzelleş!
Bizim ölümümüz, her ne kadar sana matem olursa da, aslında, hakla buluşma vakti olduğu için, bizim en neşeli, en mutlu zamanımızdır.
Çünkü bu dünya, bizim zindanımızdır. Zindanın harap oluşu, yıkılışı, zindandakileri sevindirir. Yani bizim bedenimiz, ruhumuz için bir zindan kesilmiştir. Ölüm, bedeni yıkınca, toprağa düşürünce, ruh zindandan kurtulacak, Hakk’a kavuşacaktır.
Aklını başına al da, fanî olan bu dünya zindanında kimsede vefa arama! Bu dünyanın vefası bile vefasızdır!
Birisi ile sohbet etmek canı onun rengine boyar. Yani insan konuştuğu, arkadaş edindiği kişinin huyunu benimser.
Yıldızlar, gökyüzü ile konuşup görüştükleri için güzelleştiler; nurlu, güzel bir yüze sahip oldular.
Bedende canla düşüp kalktığı, konuşup görüştüğü için güzel yüzlü, hoş huylu deyilmi?
Zavallı beden, candan ayrı düşünce ne hale gelir; konuşamaz yiyemez içemez olur fena halde kokmaya başlar.
El de bedende bulundukça hünerlidir. Bedenden ayrılınca bir et parçası yele düşer, hiçbir şey yapamaz olur.
Ey el, hünerlerin nerede? Sen çeşitli hünerli işler yapan, yazan, çizen, tutan kaldıran el değil misin? El senin soruna cevap verir de der ki: Hayır, bu zaman ayrılık zamanı, ayrılık zamanında ben bir hiçim, ama, buluşma zamanında her şeyim.
Sen, ayrılık nedir, görmedin. Allah sana ayrılığı göstermesin. Bu bir duadı ama, bundan daha iyi dua da olamaz.
( Hz. Mevlana bir Mesnevî beytinde şöyle buyurur:
Kıvılcım gibi çakıp yakan, yakıp yandıran aynlığı kıyamete kadar anlatsam, onun dehşet ve şiddetinin ancak yüz binde birini anlatabilirim. (Mesnevî, c. III, 3695)
Toplum hayatında çeşitli sahalarda başarıya ulaşmış tek tük iyi insan, kamil insan varsa da insanlık düşmanları onları da çeşitli bahanelerle harcıyorlar, yok ediyorlar. Günümüzde üstün insan o kadar çok azaldı ki, Diyojen gibi güpegündüz fener yakıp insan aramak gerekiyor.
Hırsızlar akıldan da, haberden de çalıyorlar diye anlatırlarsa da, kendinden haberi olmayandan ne çalınabilir ki?
Bu kötü duruma rağmen ey Hakk yolcusu! Sen kendini bir şeyi de yok, düşmanı da yok sanma! Dünya altın peşinde koşuyor. Ama sen kendin altın madenisin ama kendinden haberin yok!
Peygamber efendimiz; însanlar madenlerdir! diye buyurmuştur. Yani insanlar birbirinden farklı birer maden gibidirler. Kimisi demir, kimisi gümüş, altın, akîk, elmas gibidirler.
Ey insanoğlu! Hazine bulursun ama ömür bulamazsın. Sen uğraş da kendini bul, kendinde ki gizli hazineyi araştır!
Çünkü bu hazine sana da kalmaz. Senin elinden de geçer gider.
Kendini bul, bul ama dikkatli ol! Kendini çaldırma! Fakat ne yapabilirsin ki, bu Hakk yolunda çok açıkgöz, çok becerikli bir hırsız pusu kurmuş, seni bekliyor.
Zavallı ne olacağını düşünmeden çırpın dur! Dünya malı için daha fazla can çekiş, daha fazla altın biriktir!
Zenginlikle gönlünü hoş tut! Fakat şunu iyi bil ki bütün altınların, gümüşlerin, malın, mülkün cehennem yılanıdır.
Ne olur bir geceyi olsun Allah için yemeden, içmeden geçir! Nefsine uydun yüzlerce geceyi yiyerek içerek uyuyarak geçirdin.
Dünya malı için başına gelen dertlerden, elemlerden, acılardan ötürü toprağın her zerresinin gönlünden ahlar, feryatlar yükseliyor. Ama kulağın sağırdır da bu sesleri duyamıyorsun.
Akşam olup da dünyayı aydınlatan güneş battıktan sonra gece gelince gayb nurunun güneşi doğar da gönülleri aydınlatır, gözleri nürlandırır. Bedenleri manen ısıtır.
sevgıli bu gece kendini zorla da, uyumak için yastığa başını koyma! Yatma da saadetin lutuflarını ihsanlarını gör!
Bütün manevî güzelliklerin, ihsanların kendilerini gösterdikleri zaman gece vaktidir. Uyuyan bu güzellikleri göremez. Aklını başına al! Sen de bu gece uyuma!
imran oğlu Müsa Allah’ın nürunu geceleyin gördü. Geceleyin o ağaca doğru gitti de Gel! sesini duymadı mı? ‘
Hz. Musa geceleyin on yıllık yoldan daha fazla yol aldı da baştan başa nurlara gark olmuş bir ağaç gördü.
Hz. Ahmed (s.a.v.) de Mi’rac’a geceleyin çıkmadı mı? Burak o büyük peygamberi geceleyin göklerin ötesine götürmedi mi?
insanlar gündüz rızk peşinde koşarlar, didinir dururlar. Gece ise sevgili ile buluşma zamanıdır, aşk zamanıdır. Bu yüzdendir ki aşığı kem gözden korumak ve sevgili ile buluşmasını gizlemek için, gece, karanlığı ile her tarafı kaplar, perdeler gerer.
Gece gelince insanlar dinlenmek için yataklarına girerler, kendilerini uykunun kucağına bırakırlar, uyurlar. Fakat aşıklar gece uyumazlar. Cenab-ı Hakk’la onların işleri vardır. Onlar manen Hak’la buluşurlar, konuşurlar.
Cenab-ı Hakk Davud(a.s.)’a buyurdu ki: Ey Davud! Bizi sevdiğini iddia eden kişi;
Yatağa girip bütün gece uyursa, onun sevgi iddiası yalandır.
Aşık olan gece uyur mu? Buna imkan var mı? Hem aşık olmak, hem de uyumak hiç görülmemiştir.
Çünkü aşık içinin yanışını, derdini söylemek için sevgili ile yapayalnız kalmayı ister.
Bütün geceler Cenab-ı Hakk’dan şöyle hitaplar, sesler gelip durmada. Ey kulum! Herkes uykuya daldı, kalk!
Seninle manen buluşalım. Bu fırsatı kaçırma! Bu fırsat her zaman ele geçmez.
Öldüğün zaman bu can bedenden ayrılınca, bu gecelere çok hasret çekersin, özlem duyarsın.
Akreplerin, yılanların arasında sana emniyet nerede!
Bütün sıfatlardan arınmış gönül ol da gel
-Sen , beni aşk oku ile yaralanmış perişan bir halde görsen , tatlı bir bakışla bana bakarsın ve acımak şöyle dursun , çektiğim ızdıraptan hoşlanırsın! Zaten ben gönlümü de , canımı da gamın , kederin önüne atmışım; sen şâd ol , neşeli ol!
-Sen , benim gönlümün gamlı oluşuna sevinirsin; cefa çektirmede eşsiz bir ustasın! Ben , neşe ile bir nefes almasam bile, sen şâd ol , neşeli ol!
-Ey güzel varlık! Sen , güzelliğine yakışmayan davranışlara girişiyorsun; hançer gibi, bu zavallı kulun kanına susamışsın! Zararı yok;ben kanlı gözyaşları dökmeye razıyım; sen şâd ol , neşeli ol!
-Beni biraz neşeli görsen, canın sıkılır, bana kızarsın; gönlün, kin ve nefretle dolu! Bense, bu davranışlarına hiç aldırmam, sana darılmam; sen şâd ol , neşeli ol!
-Bana verdiğin gamlardan , çektirdiğin ızdıraplardan öyle mutluyum ki, kendimi padişah gibi görüyorum; Senin yüzünden tahta kavuştum, mevki sahibi oldum! Be, bütün bu hallere aldırmıyorum; sadece , senin gönlünü gözetmedeyim! “Allah onu korusun!” diye niyazdayım! Ben, bu karardayım; sen, benim acılarıma bakma! Yeter ki, sen şâd ol , neşeli ol!
-Zamanımızın canısın , bizim hayatımızsın; bizi yaşatan sensin! Verdiğin acılara rağmen , gönlümüzde taht kurmuşsun! Çektirdiklerine birtakım bahaneler buluyorsun! Ben kenara çekildim; bir şeye karışmıyorum, hiç bir şikayetim yok! Yeter ki, sen şâd ol , neşeli ol!
-Sevgilim; ben , kendimle uğraşmadayım! Çünkü, beden ile nefis ölmedikçe, ne gönül, ne de can günahlardan arınmaz! Benim bütün gücüm , içimi manen temizleyerek günahlardan kurtulmaya çalışmamdır; sen , beni kendi halime bırak; sen şâd ol , neşeli ol!