İçeriğe geç

Dişi Narsisizm Kitap Alıntıları – Barbel Wardetzki

Barbel Wardetzki kitaplarından Dişi Narsisizm kitap alıntıları sizlerle…

Dişi Narsisizm Kitap Alıntıları

Duygularımız bizi öldürmez, olsa olsa onlara karşı yaptıklarımız öldürür.
Her şeyi olduğu gibi bırakmak için bir çok neden var, bir şeyleri değiştirmek için ise tek bir sebep vardır: Artık dayanamıyorsundur.
”Bir şeyden vazgeçtiğimizde ancak yeni bir şey kazanabiliriz ve bu vazgeçme içsel sıkıntının ve çaresizliğin dayanılmaz olduğu bir anda olur. ”
”Bugün başkalarına nasıl davranıyorlarsa eskiden kendilerine öyle davranılmış demektir. Kim baştan çıkarırsa genelde baştan çıkarılmıştır. ”
“İnsan gizlice ve çekinerek var olma hakkına bir evet arar.”
‘Erkek ve dişi narsisizm, bir madalyonun iki yüzü gibidir ve aynı temel narsist bozukluğa sahiptir. Ama temaslarında dışarıya karşı başka bir taraflarını gösteriyorlar: Dişi tip sıkıca sarılmayı, erkek tip de kaçınmayı ”
”Bir şeyden vazgeçtiğimizde ancak yeni bir şey kazanabiliriz ve bu vazgeçme içsel sıkıntının ve çaresizliğin dayanılmaz olduğu bir anda olur. ”
Ayrılık korkusundan dolayı sıkıca sarılma ile reddedilme korkusundan dolayı kaçınma arasında sallanırlar.
Çocuk dünya tarafından nasıl kabul görüyor veya reddediliyorsa sonradan kendini o şekilde kabul veya reddeder.
( ) Ayrıca bağımsızlık, kendini öteki insanların veya dünyanın pasif bir kurbanı olarak görmeme, aksine sorumluluk alma ve sorunları tek başına çözme anlamına da gelir. Kurban olma bilinciyle yaşarsam öteki benden yüz çevirdiğinde acı çekmekten başka bir seçeneğim olmaz. Bu durumda kendimi kötü hissetmemin suçlusu odur ve yine ondan bir çözüm beklemem gerekir. O kadar da çaresiz olmadığımı aksine ne yapmak istediğime kendimin karar verebileceğimi anladığımda kurban olmaktan çıkarım. Yaptığı şeyin beni kızdırdığını ötekine söyleyebilirim ve bunu yaparken bile, pasif acı çekerken hissettiklerimden daha farklı hissederim kendimi. Kurban olmanın gerekmediğinin anlaşılmasıyla yeni karar seçenekleri ve davranış biçimleri ortaya çıkar.
Başkalarına yardım etmek özverili ve asil görünür, ama abartılı durumlarda hasta edebilir: Co-bağımlılığı, psikosomatik rahatsızlıklara, depresyonlara ve başarısızlık durumlarına sebep olabilen bir bağımlılık türüdür. Sadece alkolikler, yeme bağımlıları ve diğer bağımlılar hayatlarını tehlikeye atmıyor, aynı zamanda Co-Bağımlıları da atıyorlar.
Özdeğer eksiliği olan kadınların Co-Bağımlılık yapısı şu şekildedir: “Ötekilerine yardım etmeyi tercih eder ve güçlü olan ben olurum. Böylece desteğe ihtiyacım olduğunu kendime itiraf etmek zorunda değilim.” Bu, büyüklenmecilikte bahsettiğim aynı düşünce tarzı ve tutumdur.
Bu hafta Roland’a neredeyse aşık oldum. Maço-İlmiğiyle tam benim doğru düğmeme basmıştı. O tam da benim her zaman etkilendiğim bir tipti: Narsistik, aşağılayıcı, cazibeli, hoş, mesafeli, kibirli, kendini beğenmiş, kadınların peşinden koşar ve sahip olduğunda onları ortada bırakır – kısaca- koyun postunda bir kurt. Tam da yanında kendimi bir hiç gibi hissettiğim, benim artık ben olmadığım, söylediğim her cümleyi kontrol edip acı çektiğim bir adam.
İlk önce ötekinin değersizleştirilmesiyle, sonra kendi büyüklenmeciliğinin çöküşüyle ve önemsizlik, değersizlik duygusuyla tepki verirler. Fakat daha sonra şöyle yemin ederler: “Bir dahaki sefere daha iyi yapacağım, daha fazla gayret edeceğim ondan sonra başaracağım.” Kendi İdeal resimlerine daha da uymaya, daha mükemmel görünmeye, istenilen formda olmak için biraz daha fazla kilo vermeye çalışacaklar, bunlarla tüm sorunlarının üstesinden gelmeye çalışırlar. Buradaki büyüklenmecilik daha fazla çabayla her şeyi elde edebilme inancıdır ve kendi bedenini, diğer insanların ve onların davranışlarının üzerinde tam bir etkiye sahip olacağını ve bununla dünyayı manipüle ve kontrol edebileceğini düşünmedir.
Sapkın bir üç köşe ilişkisinin tepe noktasını baba ve kız arasındaki ensest oluşturur. İlk bakışta göründüğü gibi baba ve kız arasında bir ikili bağ değildir, annenin katıldığı bir üçlü ilişkidir. Mesela cinsel istismarı bildiği halde buna karşı hiçbir şey yapmaması bunun inkarına katkı sağlar. Nadiren de olsa genç kız yardım için annesine yönelse neredeyse hiçbir zaman desteğini hesaba katamaz. Bunun burada fazla ayrıntısına giremeyeceğim sebepleri vardır. Sadece şu kadarını söyleyebiliriz: Anne bir taraftan babayı ihbar etmekten korkar, çünkü onun cezalandırılmasından bütün aile etkilenir (Para kazananı kaybetmek, komşular tarafından yargılanmak vs.) Diğer taraftan artık babaya cinsel bir hizmet sunmak zorunda olmadığı için anne bir yükten kurtulur. Sorunlarıyla başka nasıl başa çıkacaklarını bilmeyen aileler için aynı zamanda bir çeşit kurtarıcıdır. Bu kişilerin çocuklara ve gençlere karşı işlenebilecek en ağır suçlardan birini gizlemek için görünürde mantıklı sebepleri vardır.
Babanın yokluğunu kız çocuk bir reddedilme olarak yaşar. Çünkü babayı aileden uzaklaştıran nedenler nadiren mesleki sebeplerdir. O aynı zamanda duygusal olarak uzaktır. Eğer kızın erken çocukluk döneminde duygusal uzaklık oluşmamışsa o zaman çoğunda bu ergenlikle birlikte babanın kızından vazgeçmesiyle ortaya çıkar. Bu onun için bir şok demektir: Önce küçük prensesti, şimdi onunla hiç ilgilenmek istemiyor. Kız babanın tepkisini kişisel alır, halbuki bu tepki babanın kızın cinsiyet olgunlaşmasından korkmasıyla bağlantılıdır. Bununla baş edemeyince tamamen yüz çevirmeyi tercih eder.
Benim ailem gerçekten simbiyotik: Annem babam olmadan ölür, o annem olmadan, her ikisi çocuklar olmadan. Ve ben de her zaman ailem iyi olmazsa iyi olamayacağıma inandım. Devamlı anneme ve kardeşlerime yardım ettim, onları kurtarmak istedim, onlar acı çekince ben de çektim ve annem bir sinir krizinin eşiğine geldiği zaman içimde bir acı beni nerdeyse yiyip bitirecekti. Hiçbir zaman bağımlı olmadan yaşamayı, öğrenemedim, ama bunu artık öğrenmek istiyorum. Bunun için kurtarıcı rolüme veda etmem gerektiğini biliyorum. Geride kalan ümitsiz annemle hayattan küsmüş kardeşimin arkasından kapıyı kapatabilmeli ve buna rağmen iyi hissetmeme izin vermeliyim. Böyle düşününce kendimi katil gibi hissediyorum ancak öyle görünüyor ki başka bir seçeneğim yok.
Kaynaşmaya şu tutum da dahildir: “Herkese eşit muamele yapılıyor çünkü kimse kimseye acı vermek istemiyor.” Anne çocukları arasında ayrım yapmadığını doğrular ve herkes de kıskançlık olmadığını iddia eder. Bu eşitlik prensibine sıkıca tutunma genelde annenin kendi ailesinde yeterli düzeyde bir şeyler alamadığı duygusu nedeniyle oluşur. Kendisine yapılan bu yanlışı tekrarlamak istemez ve herkese eşit davranmaya çalışır. Ancak mevcut dezavantajları ve avantajları konuşma konusunda söze dökülmemiş bir yasak oluşur. Ve bu tabu çoğunlukla gerçekte var olan farklardan daha zarar vericidir, çünkü bu farklar doğal olarak vardır ve en iyi niyette bile herkese asla eşit davranılamaz.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Yenilmişlik duygularıyla baş etmenin başka bir yolu da başkalarını kendine hayran bırakmak ve idealize etmektir. Çocuğun bunu yaptığı şekliyle anne baba kendi hakimliğini yaşarlar. Anne babası buna karşılık ona gücünü ve zayıflığını, yapabileceği şeyler vererek ve fazla geldiğinde ona yardım ederek desteklerse çocuk kendisi hakkında gerçeğe uygun bir kanaat geliştirecektir. Bu şekilde bağımsızlığını devamlı geliştirebilir ve yardım aradığında anne babasına yönelebilir. Bu şekilde anne baba da gerçeğe yakın şekilde tahmin edilir. Ona bir de kendi sınırlarını ve zayıflıklarını itiraf ederlerse çocuk onların da ihtiyaçları ve duyguları olduğunu görür, onları oldukları gibi görmeyi öğrenir yani karşı konulamaz olmadıklarını ama potansiyellerini, güçlü ve zayıflarıyla öğrenir. Böylece çocuk onları idealize etmek zorunda kalmaz ve hayatı boyunca yanında kendisini değerli hissedeceği böyle karşı konulamaz insanlar aramaz.
Kural olarak gösterişli dış cephenin arkasında korunmasız, ümitsiz, kabul görmeye ve kendi gerçek kimliğinin yansımasına aç bir çocuk saklanmaktadır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kaç tane çocuğa belli duyguları yaşamamak yani uzun vadede onları bilinçli olarak algılamamak öğretiliyor! En çok alıntı yapılan söz bu bağlamda kesinlikle: “Kızılderili acı tanımaz” sözüdür. Bunun tercümesi: “Bir erkek ağlamaz.” Yazık. Çünkü üzüntüsüyle nereye gidecek? Bir erkek çocuk veya adam olması onun üzüntülü bir şey yaşamayacağı anlamına gelmiyor. Ama o gerçekte canı acısa da bunu göstermemelidir. Çocuk acısıyla kederiyle farklı şekilde baş etmeyi öğrenir ve onu muhtemelen şiddet suretinde kendine ve başkalarına yöneltir. Çocukta duygular engellenir, inkar edilir veya aynalanmazsa, o zaman içinde bir duygu güvensizliği oluşur. Kendi duygularından şüpheye düşer ve onları yavaş yavaş inkar eder.
Narsist ilerleme kavramı anne babaların çocukları veya yetişkin kadınların kocaları aracılığıyla, sadece kendi marifetlerine değil diğerinin marifetlerine de sahip olarak ilerlemesi anlamına gelir. Mesela bir çocuk güzel, zeki ve çabuk öğreniyor ve yaşıtlarından daha önde gidiyorsa anne babalar da bu kabiliyetlerle kendini özdeşleştirebilir. Çocuğun aldığı övgü ve hayranlığı anne babalar da vekil olarak alır ve kendilerini bununla kıymetlendirirler. Çocuk onlara iyi anne baba olarak pozitif bir ışık yansıtır. Çocuk aracılığıyla ne kadar sevgi, kabul görürlerse çocuğu o kadar çok severler. Ancak bu gerçek sevgiden ziyade bir hayranlıktır ve olduğu haliyle çocuğa değil sadece onun olumlu özelliklerine -ki bunlarla kendi özdeğer bozukluklarını dengelerler- yöneliktir.
Anne babalar kendilerini çocuk aracılığıyla daha iyi, daha mutlu ve değerli hissediyorlar. Anne babaların bir çocuk aracılığıyla mutlu olmaları veya ondan sevinç duymaları ve onunla hayatlarını zenginleştirmeleri anlaşılabilir ve bunun eleştirilecek bir tarafı yoktur, hatta harika bir şeydir. Böyle de olması gerekir ve bunun narsistik sömürüyle bir ilgisi yoktur. Bu durum ancak anne babanın kendilerini daha değerli kılmaları ve kendileri hakkındaki resme uymaları çocuk ve onun bireyselliği pahasına yapıldığı takdirde geçerlidir.
Çocuk anne babası için kendi doğasına veya özgünlüğüne aykırı da olsa belli özelliklere, yeteneklere ve davranış biçimlerine sahip olmak zorundaysa o zaman çocuk sömürülmüş olur. Bu özel istekler ve talepler daha çocuğun doğumundan önce, en geç de dünyaya geldiğinde oluşur. Anne babanın çocukları hakkındaki düşüncelerini, çocuk beklentilerine uyduğu oranda şekillendiriyorlar. Eğer bunlardan fazlasıyla sapıyorsa o zaman çocuk anne babasının hayal kırıklığıyla yüzleşiyor.
Buna karşılık narsist öfke ilişkiye ve karşıdakine yönelir, onun da en az kendisi kadar kötü hissetmesini hedef alır. Kızgınlık ve öfke ilişki kurucu olabilir, intikam ve yaralama isteğiyse yalnızlığa götürür. Yalnızlık duygusu narsist insanların derinlerde yatan reddedilme ve sevilmeme korkularını onaylar. Davranışıyla sonunda kendisi böyle bir deneyim yaratıyor: Diğeriyle teması kestiklerinde gerçekten yalnızlar. Yani bir kısır döngü içinde bulunuyorlar.
Narsist bozukluğu olan insanlarda ayrılması pek mümkün görünmeyen bir “hayranlığın ve sevginin trajik düğümlenmesi” vardır. Hayranlığı ve sevgiyi yanlış bir şekilde birbirinin yerine koyuyorlar, yani hayran olunmadan kendilerini sevilmemiş hissediyorlar. Kabul görmek ve onay almak için her şeyi deniyorlar. Ancak o zaman kendilerini kabul edilmiş, onaylanmış ve sevilmiş hissediyorlar. Hayranlıkla sevgi aynı şey olmadığı için bu arayış sonuçsuz kalmak zorunda. Hayranlık özel niteliklere bağlı iken, sevgi insanın güçlü ve zayıf taraflarıyla bütününe yöneltilir. Hayranlık bu yüzden saygı, kabul ve sevgiye olan, hiçbir zaman gerçekleşememiş bir isteğin yedek tatmini olarak kalır.
Beden sadece bana ait değildir, ben bu bedenim aynı zamanda. Bedenimi nasıl görüyor ve değerlendiriyorsam kendimi de öyle görüp değerlendiririm.
Arada bir kendimi çekici hissetmeme bile izin veriyorum. Ama o zaman kendimi fazla iyi hissettiğim duygusuna kapılıyorum ve bu yüzden cezalandırılacağımı düşünerek korkuyorum. O zaman tekrar kendimi değersizleştirmeye başlıyorum, kendimi kötü ve çirkin buluyorum
Eğer ağlamak öncelikli olarak açlığın ifadesi olarak yorumlanır ve çocuk beslenmeyle sakinleştirilirse bu duygusal ve bedensel ihtiyaçların birbirine karışmasına veya karıştırılmasına neden olur. Çocuk kucağa alınmak yerine yedirilirse sonradan yalnız kalmayı yemekle veya tatlı şeylerle doldurmaya çalışır. Yetişkin olarak da ihtiyacı olanın yemek mi yoksa yakınlık mı olduğunu anlaması zor olacaktır.
Yeni doğan bir bebek hayatı yemekle öğrenir. Bundan dolayı da yemekle hayat arasındaki benzerlik oluşur. Besin üzerinden çocuk anneyle sıkı bir bağ içindedir ve beslenme-emzirme esnasında duygusal bir ilişki kalitesi de tecrübe eder. Bu durumda sevgi, kabul veya red, bedensellik, dokunma ve bağlanma bir araya gelir. Beslenme durumu sadece gıdanın verilmesiyle sınırlı değildir, aynı zamanda duygusal bir değişimin gerçekleştiği sosyal bir karşılaşmadır.
Temel güveni eksik olan insanlar dünyayı tehdit edici bir yer ve diğer insanları da partnerden ziyade rakip olarak görürler. Çocukken çevreye güven duymamaları gerektiğini öğrendikleri için kendilerini gerçekten güvende hissetmezler. Çocuğun yabancı insanlara verdiği tepkiden temel bir güven geliştirip geliştirmediğini görebiliriz. Ortak yaşam devresini sorunsuz geçiren çocuklar yabancı insanlara genelde merakla ve şaşkın bir beklentiyle tepki verirken yabancılara verilen korku ve savunma tepkileri bozuk bir temel güvene işaret eder.
Eğer insanlar ayrılıklara ve yalnız kalmaya korku ve panikle tepki veriyorsa, ilişkinin ayrılıktan sonra da devam edeceğine ve gidenin geri geleceğine dair güvenleri eksik demektir. Ayrılık korkusu bu kişinin önceki ilişkilerinde güven duymayı öğrenemediğini gösterir. Bu da sağlam olmayan bir özbenliğe işaret ediyor. Yetersiz özdeğer duygusu temel güven duygusunun kaybıyla el ele yürür ve ilk ilişkilerdeki tecrübelerle sıkı bir bağlantı içindedir.
Çocuk dünya tarafından nasıl kabul görüyor veya reddediliyorsa sonradan kendini o şekilde kabul veya reddeder.
Bugüne kadar hep “yaşamak zorundayım” düşüncesiyle yaşamıştı “yaşayabilirim, burada olmam güzel şey” diye değil.
Anne babasına sağlam bir bağları olmadan büyüyen çocuklar sadece duygusal ve bilişsel olarak daha kötü değil duygusal olarak da bakımsızlığa veya bedensel şiddete uğrama tehlikesine yatkınlar. Çünkü kendisini anne baba kişilerine bağlı hissetmeyen bir çocuk kolay unutulabilir ve kötü muameleye maruz kalabilir. Anne babanın çocuktan altından kalkamayacağı şeyler istemesi veya kendi yaşam planını bozuyormuş duygusu vermesi de sağlam bir bağ kurmayı engeller ve reddedilmiş hissetmeye neden olur.
Hayatta kalabilmesi için anne babasına bütünüyle bağımlı olan çocuk için ayrılık büyük bir tehlike anlamına geliyor. Çünkü yalnız bırakılırsa ölecektir. Bebekler ve küçük çocuklar bu nedenle olumlu bir gelişim geçirmek için sağlam ilişkilere muhtaçtırlar. Çocuk ilişkiler içinde büyüdükçe ve başka insanlarla teması olduğu müddetçe ayrılıkları daha kolay atlatabilir.
Her iki şekilde erkek ve dişi narsisizm, bir madalyonun iki yüzü gibidir ve aynı temel narsist bozukluğa sahiptir. Ama temaslarında dışarıya karşı başka bir taraflarını gösteriyorlar: dişi tip sıkıca sarılmayı, erkek tip de kaçınmayı. Narsist kişilik bozukluğunun iki ortaya çıkma şekliyle ilişkilendirirsek, dişi form depresif kutba, erkek formu da büyüklenmeci kutba girer. Burada şuna dikkat etmek lazmı ki diğer tarafta kişiye aittir ama dışarıya gösterilmez. Yani büyüklenmeci bir yüzün arkasında bir depresyon vardır ve depresyonun arkasında bir büyüklük gizlenmiştir.
İlişkileri baştan çıkartmalarla oluşturmak, öteki üzerinde iktidar sahibi olmak ve kendini teslim etmek zorunda oldukları anda geri çekilmek veya ilişkiyi bitirmek demekti. Bunlar dışarıya karşı özgüven sahibi ve kendilerine aşık, her şeye kadir ve çoğunlukla kibirli ve saldırgan görünen ve başkalarıyla değil de daha ziyade kendileriyle meşgul insanlardı. Buna merkezde olmak için ihtiyaç duyarlar ve partnerleri dahil diğer insanları da kendilerine hayatı güzelleştirmeye ve parıltılarını arttırmaya hizmet etmeye yarayan kişiler olarak görürler.
çevresi için bir yük olduğunu hisseden bir çocuk uyum sağlamayı, anne babasına gereksiz sıkıntı çıkarmamayı ve özellikle itaat ederek, ilgilenerek ve güleryüzlülükle şefkat temin etmeyi çabuk öğrenecektir. Bu maske altında ise korku dolu ve yaralıdır, çünkü reddedilmeyi hisseder ve duygusal eksiklik nedeniyle acı çeker.
Gerçek benliğin basitleştirilmiş bir resmi her insanın içindeki çocuktur.
Narsist öfke ilişkiye ve karşıdakine yönelir, onun da en az kendisi kadar kötü hissetmesini hedef alır. Kızgınlık ve öfke ilişki kurucu olabilir, intikam ve yaralama isteğiyse yalnızlığa götürür.
“Bir erkek ağlamaz.” Yazık. Çünkü üzüntüsüyle nereye gidecek ? Bir erkek çocuk veya adam olması onun üzüntülü bir şey yaşamayacağı anlamına gelmiyor.
Hayal kırıklığının veya üzüntünün gerçeğe uygun bir değerlendirmesi gerçekleşmiyor. Bunun anlamı hayal kırıklığı duygusunu kaydetmek, tanımak, aktarmak ve aynı zamanda ötekiyle olan ilişkiyi de devam ettirebilmektir. Narsist kişilikler bunu yapamaz. İçten ilişkiyi bitiriyorlar, çünkü bir insanın ondan beklediklerinden farklı davranmasına tahammül edemiyorlar. O zaman kendilerini derinden incinmiş hissediyorlar ve onu sevgi ve şefkatlerinden mahrum bırakarak cezalandırıyorlar.
Dişi narsist yapıda bir kadın sağlam olmayan, sallantıda olan bir özdeğer duygusu nedeniyle acı çeker. Bir taraftan kendini en büyük veya en güzel olarak görürken diğer taraftan az bir değeri olduğuna hatta değersiz olduğuna inanır. Yaşantısı büyüklük duyguları ile aşağılık duyguları arasında gidip gelir. Bir gün kendisini harika ve herkesten üstün hissediyor, bir başka gün kendinden şüpheye düşüyor, kendini değersiz ve depresif hissediyor.
Sanki sürekli kendi etrafında dans ediyorlar ama hiç kendileriyle karşılaşmıyorlar gibi.
Özel olma ve mükemmellik hiç yaşanmamış hayran olunma ve kabul görme özlemini telafi çabasıdır ve bu hayranlığı her şeye rağmen elde etme çabasıdır.
Eğer ağlamak öncelikli olarak açlığın ifadesi olarak yorumlanır ve çocuk beslenmeyle sakinleştirilirse bu duygusal ve bedensel ihtiyaçların birbirine karışmasına veya karıştırılmasına neden olur. Çocuk kucağa alınmak yerine yedirilirse sonradan yalnız kalmayı yemekle veya tatlı şeylerle doldurmaya çalışır. Yetişkin olarak da ihtiyacı olanın yemek mi yoksa yakınlık mı olduğunu anlaması zor olacaktır.
Ruhsal terk etmeler maalesef oldukça yaygındır. Anne babanın var olması çocuğun kendini kabul edilmiş ve sevilmiş hissettiği anlamına gelmiyor. Bu tecrübeden yoksun kalınca kendini terk edilmiş hissediyor ve bu duruma özdeğer duygusunun bozulmasıyla tepki veriyor.
Narsistik bozukluk en ufak bir incinmede yıkılma tehlikesi olan dayanıksız bir öz değer duygusuyla bir aradadır. Özsaygı içten düzenlenemez, dış dünyaya bağımlıdır, yani başkalarının fikirlerine veya objektif başarılara bağımlıdır.
öz değer sorunları da güzel, ince bir bedenle ortadan kaldırmaya çalışılıyor. Kaç kadın kendi huzur, rahatlık duygusunu kilolarına bağlı görüyor ve daha zayıf olduğunda daha fazla sevilmeye değer olduğunu düşünüyor? Bu düşünceler nadir değil ve kadınların yaşam kalitesini düşürüyor.
Dişi narsist bir kadın mümkün mertebe herkesin beğenisini kazanmaya çalışır. Görünüşte paradoks olan ise olumlu geri bildirimleri kabul edememe beceriksizliğidir. Övgü aldığında veya kendisinden hoşlanıldığını duyduğunda buna inanamıyor. İlk tepki Ötekinin değersizleştirilmesidir: “ Gerçekte nasıl biri olduğumu bilmiyor ki yoksa böyle bir şey demezdi.” Böylece hem olumlu geri bildirim hem de karşısındaki ve kendisi değersizleşlirilir. Takdirin gerçekten kabul edilmesi, bununla bağlantılı olan memnuniyet ve minnettarlık duyması ama gerçekten kabul edildiğini gördüğünde acıyı da hissetmesi anlamına gelir.
Özsaygı kendini kabul etmeyi aşar, çünkü özsaygı aslında ötekilerine saygı esasına da dayanır. Özdeğer duygumuz ne kadar sağlıklı ise ötekilerine o kadar çok saygıyla, teveccühle, iyi bir niyetle ve centilmence davranırız, çünkü onları tehlike olarak görmeyiz. Fakat korkuyorsak ve kendimizi değersiz hissediyorsak ötekilerine güvenmeyiz, bu da öte yandan saldırganlığa, değersizleştirmeye ve incinmeye sebep olur. O halde sağlıklı bir özdeğer duygusu sadece iyi bir hayat anlayışı demek değildir. O hayatımızın temelidir ve eksikliğinde insanın işlev yeteneğini engeller.
Birçok narsist kadın sadece performans sayesinde yaşama hakkına sahip olduklarına ve değerli olduklarına inansalar da bu kesinlikle yaşanılmış bir öz-yeterlik anlamına gelmez. Aksine şartlar ne olursa olsun başarılı olunması gerektiğine dair bu aşırı çaba aslında kadınların kendilerine hiç güvenmediklerine veya çok az güvendiklerine işaret eder. Yoksa neden kehdilerine böyle aşırı baskı yapsınlar ki?
Dişi narsist kadında beden muhteşem beklentiler için sadece bir araçtır; kadın, bedeni tamamen istediği gibi kullanmaya çalışır. Bunun beden algılama bozukluklarına da yol açtığını düşünüyorum. Çünkü onun içinde yaşamıyorsa bedenini nasıl doğru değerlendirebilir ki?
Bu kadınların sıkıntılarının büyük bir kısmı dürüst olmaya, oldukları gibi görünmeye ve düşündüklerini söylemeye cesaret edememelerinden kaynaklanıyor. Bu yüzden kendilerine ve karşısındakine de yabancılaşıyorlar. Arzularını açık açık söyleyemediklerinde alttan alta entrikacı ve hırslı olurlar ve kızgınlıklarını dile getiremediklerinde hırçın olurlar. Net bir iletişim için net mesajlar gereklidir yoksa partnerler daha çok birbirleriyle ilgili fantezilerle ve varsayımlarla meşgul olurlar, bu da mutlaka yanlış anlaşılmalara sebep olur.
Bağımsızlık, kendini öteki insanların veya dünyanın pasif bir kurbanı olarak görmeme, aksine sorumluluk alma ve sorunları tek başına çözme anlamına da gelir. Kurban olma bilinciyle yaşarsam öteki benden yüz çevirdiğinde acı çekmekten başka bir seçeneğim olmaz. Bu durum da kendimi kötü hissetmemin suçlusu odur ve yine ondan bir çözüm beklemem gerekir.
İyi işleyen sınırlar da bağımsız bir kişiliğin parçasıdır. Kişi nerede başladığım ve ötekinin nerde bittiğini hisseder, karşı koyabilir ve dışardan hepsini filtrelemeden kendisine nüfuz etmesine izin vermek zorunda değildir. Hayır demek sınırlar koymak için bir yoldur.
Temas ve ilişki davranışının narsist engellemeleri kendini günlük karşılaşmalarda gösterdiğinden dolayı narsist rahatsızlıklar kendiliğinden iyileştirilemezler. İyileşme önemli ilişkiler sayesinde ve önemli ilişkiler içinde olur, yüzeysel ilişkilerde olmaz. Bu yüzden önemli tedavi boyutu temas alanıdır.
Benlik taraflarının bütünleşmesi, zayıf ve güçlü yaşantı özelliklerinin bir araya getirilmesi demektir. Genellikle insanlar kendilerini iki taraftan biriyle özdeşleştirir. Ayrıca bir bölme varsa bilincimize sadece bir taraf nüfuz eder, diğer tarafımızı artık hatırlamayız. Bir kadın kendini çaresiz, yalnız ve terk edilmiş hissettiğinde güçlü ve azimli olabileceğini de düşünemez. Tersine, kendini güçlü ve bağımsız gördüğünde zayıflığını hissetmez. Bütünleşme, ikisinin de birlikte bilinçle olması anlamķna gelir. Hep diğer tarafın da var olduğunu ve kullanılmaya hazır olduğunu bilmek.
Babama göre hiçbir zaman doğru değildim. Kadınları sevmezdi ve onları dişi olmazlarsa idare edebiliyordu. Annemin hep kısa saçları vardı ve küçük kız kardeşim erkek gibiydi. Fakat ben etekleri, elbiseleri ve saç örgüsünü seviyordum ve oyuncak bebeklerle oynamayı çok severdim. Kız olduğum için gurur duyuyordum ama bu babamın hiç hoşuna gitmiyordu. Özellikle ergenlik çağına geldiğimde orospu olmamdan çok korkuyordu ve dışarıya çıkmamı yasakladı. Mesela ilk bikinimi giymek istediğimde sadece annem beni destekledi. Kadın olduğumda da babamın beni sevmesini o kadar çok hissetmek isterdim ki.
Narsisizm genellikle yaşlılıkta önemini yitiriyor. Artık hep ilk sırada olmak zorunda değiliz, bir adım geriye çekilebilir ve harekete geçmeden önce olayları uzaktan izleyebiliriz. Artık mükemmel de olmak zorunda değiliz, kendi hatalarımıza ve ötekilerin hatalarına daha hoşgörülü olabiliriz. Yaşlılıkta imkânlar sınırlanır ve bu yüzden yükseklik- ve derinlik boyutu geliştirmek önemlidir. Bu, yukarıya doğru ruhsal bir şeyle temas kurmalı ve içeriye doğru kendi değerlerine yoğunlaşmalıdır anlamına gelir. Dış ile yönetilme git gide yerini iç tarafa bırakır. Bu özellikle, yaşlılığı ve yok olan performans gücünü sadece narsist incinm e olarak değil aynı zamanda yeni bir şey için şans olarak gördüğümüzde başarılır. Bu bir şekilde hayatta yaşadığımız her fren için geçerlidir, bu hastalıkla, kazayla, işini kaybetmeyle veya ayrılıkla olabilir. Kısıtlamalarla yaşamak acı verir ama muhteşem taleplerin büyük ölçüde yer açmasına sebep olur.
Çok şey yapan, hiç dinlenmeyen, hep ileriye ve yükseği çabalayan ve esasında hiç memnun olmayan biri ancak kendini muhteşem hissedebilir. Dinlenme ve gevşeme bu kadınlara sıkıntı verir, çünkü hiçbir şey yapmadıklarında değersiz olacaklarından korkarlar. Kadın kendini yaşama hakkından yoksun bıraktığında, korku özdeğer kaybını bile aşabilir: “Özel bir şey yapmadan ben sadece bensem bu dünyada nasıl bir hakka sahibim ki?” Fakat söz konusu kişi genellikle, günlük hayatında takdir etmeden neler başardığını fark etmez. Günlük iş normal bir şey, bir özelliği yok, yani gurur, memnuniyet ve özdeğer duygusu için bir sebep değil. Sadece çok iyi performanslarda, büyük başarılarda ve hep daha yüksek hedeflere ulaşınca narsist mükâfatı tadar.
Tüketen özlem hiçbir zaman dinmez, çünkü partnerle tam bir birleşmeyi hedefler. Özlemin bu şeklini kadınlar çoğunlukla aşkla karıştırır: Bir erkeği, kendilerini yiyip bitirircesine özlediklerinde sevdiklerini zannederler. Bu duygu ise gerçek aşktan daha çok partnerle simbiyoz arzusuyla ilgilidir. Çünkü memnun edici, sevgi dolu ilişkiler ve iyi, yakın bir iletişim kişilik gerektirir.
Dişi narsist kadınlar baştan çıkarma sanatında tecrübelidirler, bu şekilde erkeklerle ilişki kurarlar. Genellikle bu ilişkilerde duygusal yoğunluk eksiktir, çünkü daha çok kurgulanmışlardır. Başka bir insanda ne aradığını anladığında daha doğrusu sadece baştan çıkartıcı numarayla insanlarla ilişkiye girmeyi bıraktığında arkadaşlık kurabilir. Çünkü beğendiği erkeklerin çoğu ikili ilişki için potansiyel bir partner değildir, ama bunun yerine iyi birer arkadaş olabilirler. Bu ilişki özelliği gibi kadınlarla ilişki özelliği de yeni bir şeydir: Kadınlar sadece erkekler konusunda rakibe değil aynı zamanda ilginç insanlardır ve onlarla bir ilişki değerli ve besleyici olabilir.
Mutlu bir ikili ilişki, kendinle iyi ilişkide olmayı şart koşar.
Birine iyi davranmak sevginin bir özelliğidir, bu narsist kişiliklerde hiç yoktur veya buna çok az sahiptirler. Birini ya delicesine severler ya da hiç sevmezler.
Önemli şeyler bize armağan edilir, performansla, güzellikle veya mükemmeliyetçilikle elde etmeyiz. Bu düşünce tarzı, dişi narsist kişilere yabancıdır, çünkü elde ettiği her şey için önceden bir şeyler yapması gerektiğini düşünür. İhtiyacı olduğu şeyi alacağına güvenmez.
(Narsist) Kadınlar, mükemmel bir terapi yapmak istediklerinde de terapide bu durum ortaya çıkabilir. Kendileriyle ilgilenmek yerine terapistler tarafından beğenilmek için her şeyi yaparlar. Onlar terapi ve temas “yaparlar”, bunu yaşamak yerine.
Sahte benlikle baştan çıkarılma, normallik ve vasatlık korkusundan korunmak için bir tedbirdir. Narsist kişilikler bunu can sıkıntısına, başarısızlığa ve çekici olmamaya bağlarlar. Elde ettiklerinden nadiren memnundurlar ve başarılarına sevinmeden bir sonraki hedeflerini düşünürler. Böylece sürüklenip giderler, hiçbir zaman gerçekten memnun değildirler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir